8 Temmuz 2019 Pazartesi

Ada Rüzgarı-III


Girit Ah Girit

İlk gün, akşam üzeri gittiğimiz Patmos Adasını gezerek bitti..
Akşam 21.30'da adayı arkamızda bırakarak yola çıktık..
İstikamet Girit(Creta)..
Akdeniz'in ortasındaki bu adayı sabah 06.30'da üst güverteye çıktığımızda karşımızda bulduk..
Yani Kandiye (Heraklion) şehrini..
Girit'in başkenti..
Nüfus 130 bin..
Girit'in toplam nüfusu 1 milyon..
En çok övünülen ürün tabiî ki zeytin ve zeytinyağı..
35 milyon zeytin ağacı olduğu vurgulanıyor..
Çok verimli topraklarında her türlü narenciye ve muz yetişiyormuş..
Kendi kendine yeten bir ada imiş..
Ve yılda 10 milyon turist çekiyormuş !..
Bunların çok küçük ama anlamlı bir bölümü de, Girit mübadillerinin torunları,çocukları,çok az sayıda da kendileri..
O ailelerde hiç bitmeyen bir masal anlaşılan..
Girit'i gözlerinde öyle bir ışıkla geziyorlar ki..

Limanın yanı başından başlayan şehir adayı ortadan bölen dağlara kadar uzanıyor..
Kısmen yeşillik,daha çok dağlık..
Adanın en büyük şehri bu imiş..
Bizim de birkaç saatlik Girit gezisinde görüp görebileceğimiz tek şehri bu..
Daha sonra bir fırsatını bulur da tekrar gelirsek,belki başka şehirlerini de gezebiliriz..
Örneğin Resmo'yu..
Kendi ataları da Girit göçmeni olan rehberimiz Yeşim Hanım'ın çok övdüğü Hanya'yı..

      Hanya'yı Konya'yı Görmek

 Rehberimizin bize anlattığını ben de  buraya yazayım..
Hanya'nın Girit'te olduğunu biliyordum ama Gonya'nın yine Girit'te ve  küçük,kimsenin gitmek istemediği bir yerleşim yeri olduğunu bilmiyordum..
Yani bizim Konya ile bir ilgisi yok o deyimin..
Tamamen Girit'teki yerleşim yerleri ile ilgili..

Girit'i fetheden Türkler adanın batısından yani Hanya tarafından  ilerlemişler..
Hanya'ya gidebilmenin tek yolu da Gonya'dan (Gonya-gönye yani köşe)  geçiyor..
15-20 dakika sonra Hanya'ya varılıyor..
Dolayısıyla 1645'teki ilk fetih grubu Gonya'yı sonra da Hanya'yı görmüşler..
1912'ye kadar..
Sonra da acı göç başlamış..
1923-4 ve 1930'lardaki zorunlu mübadele..
Acısı hala dinmeyen..
Rehberimizin sesi titriyordu..

Girit'te doğrudan Kandiye Limanı'na demirlediğimiz için,Patnos'taki gibi, teknelerle transfere gerek yoktu bu kez..
Yürüyüp çıktık şehre..
2019'un fatihleri olan yüz civarındaki Türkler..
Yani turistler..
İstikamet otobüs..
Önce ünlü Knossos Sarayı'na gideceğiz..
Hani şu labirentli saray..

Sabah 08.00..
Otobüslerle Knossos yolundayız..
Yol uzun değil..
9 kilometre..

Ailesi Girit göçmeni rehberimiz Yeşim Hanım da hızlıca ilk bilgileri sıralıyor..
Girit Medeniyeti'nin kurucuları Minoslular..
Fenikeli oldukları biliniyor..
Yani Ortadoğu denilen bölgeden..
Avrupa'daki ilk medeniyet,ilk saray,ilk taht burada..
Dünyada ilk olamaz,1.'lik tahtında bizim Göbeklitepemiz var çünkü..
Limandan antik alana yol 10 dakika sürüyor..
Şıp diye Knossos'tayız..
Yılda 10 milyon turistin gördüğü ünlü sarayda..
(Darısı bizim saraylarımızı gezecek 10 milyon turiste..)

Bu 4 bin yıllık antik kentin sarayının ilk kralı Minos,Zeus ile Avrupa'nın üç oğlundan biri..
Karısının bir boğadan dünyaya getirdiği oğlu Minotor(Minos'un boğası demekmiş )adlı insan başlı boğa gövdeli yaratık için sarayını labirent biçiminde yaptırmış..
Ve bu labirente Minotor'u kapatmış..
İnsan yiyerek beslenen bu yaratığın şerrinden insan soyunu korumak için..
Ancak Minotor'un da bu labirentte yaşamak için bir şartı var..
Yılda yedi genç kız ve genç erkek kurban istiyor,yemek üzere..
Ve zavallı gençler her yıl kurban olarak canavara göndediliyor..
Bu kıyımı durduracak bir yiğit çıkana dek aradan yıllar geçiyor..
Sonunda Theseus adında bir yiğit çıkıp geliyor..
Canavarı o labirentte öldürüyor..
Hem ülke hem gençler kurtuluyor..

Aynı bizim Basat'ın Tepegöz'ü Yenme Hikayesi..
Dede Korkut Hikayelerinin içinde geçer..

Rehberimiz bize hem sarayı gezdirip hem de bu öyküyü anlatırken ,zamanında 1500 odalı olan Knossos Sarayı'nın kalıntıları arasında ilerliyoruz..
Zamanına göre çok ileri teknikle yapılan sarayda su şebekesi,kanalizasyon sistemi mevcut..
Taht odasında,bir zamanlar  kralın oturduğu tahtadan tahtın taştan bir kopyasının önünden geçiyoruz..
Orijinali müzede..
Kimbilir kimler bu tahtın önünde dururken tir tir titredi..
Şimdi ise ellerinde fotoğraf makineleri daha çok da cep telefonları ile turist kafileleri aralıksız tahtın önünden geçip,selfie çekiyor..
Sabah saat 09.00 olmasına rağmen sıcak bastırıyor şimdiden..
Zamanında da buna önlem olarak taht salonuna 11 tane kapı koyarak doğal bir esinti oluşturmaya çalışmışlar..
Duvarlarda da güzel süslemeler..
Zevkli,çevrenin betimlemesinin örneği olan güzel duvar resimleri görüyoruz,canlı renklerle çizilmiş..
Arslan,kuş,yılan biçimli yaratık resmi dikkati çekiyor..
Kralın yeryüzünün,gökyüzünün,yeraltının hakimi olduğunun simgesi imiş..

Kraliçenin taht salonuna geçiyoruz..
Kralın taht salonunun az ötesinde..
Onun odasında da deniz simgeleri ağırlıklı..
Yüzen yunus balıkları panosu karşılıyor gelenleri..

Sarayda o devir tekniği ile bütün sütunlar,yapı kolon ve kirişleri sedir ağacından yapılmış..
Ancak zamanında arkeoloji kazıları için gelen muhterem kişiler yeniden canlandırma yapmaya karar vererek ahşap görünümlü betonlarla doldurmuşlar sarayın her bir yerini..
Arkeolojik vandallıktan burası da nasibini bol bol almış besbelli..

Sarayın çevresinde sur yok..
Niye olsun ki..
İnsanları korkutmak için Minotor öyküsü tek başına yeterli zaten..
Korkudan kim yaklaşabilir?..

Rehberimize göre ise,kimsenin kraldan korkmasına gerek yokmuş..
Onun için sarayın çevresine duvar çekilmemiş..
Çok iyi bir insan olan kralın saraydaki ambarları halkın da kendilerine depo olarak kullanımına açıkmış..
Kimbilir?..

Her yerinde kaymak taşının kullanıldığı sarayın limana açılan bir de beş yüz kişilik,protokol bölümlü antik tiyatrosu var..
Ancak alüvyonların liman yolunu tıkaması
nedeniyle liman uzakta kalmış..
Bizim Efes gibi..

Antik kalıntılara girişin olduğu yerde yorulan ve soluklanmak isteyenler için çok sevimli, güzel görünümlü kahveler konmuş..
Hemen yanı başınızdaki turunç ağaçlarının altında taze sıkma portakal suyu da içebiliyorsunuz.. Çiçekler içinde,tertemiz bir bahçede güler yüzlü çalışanların olduğu kahve sıcaktan bunalanları hem ferahlatıyor hem gülümsetiyor..
Bu arada burada bulunan Phaisdos diskinden söz etmeden olmaz..
Üzerindeki şekil yazının hâlâ çözülemediği bu pişmiş topraktan yazıt Girit'in en önemli simgelerinden..
Bir başka simgesi de çakı..
Hikayesi de ilginç..
Bin yol önceki Haçlı Ordusunun İstanbul'da kalan bir bölümü Karadeniz'e açılır ve Pontus Devleti'ni kurarlar..
Fatih,Trabzon'u fethedince de kaçıp Girit'e gelirler..
Yanlarında da Sürmene bıçakları ve kemençe ile..
Bugün Girit'te sirtaki oynanmaz bu nedenle..
Kemençe eşliğinde horon tepilir..

Bu bilgiler de rehberimizin aktardıklarından..
Girit'ten ne alınır,sorusuna cevap verirken söyledi..
Phaisdos diski,çakı ve Diktamos..
Bunlar Girit'in en orijinal hediyelikleri..
Sonuncusu bir bitki..
Endemik..
Kurutulup çay olarak içiliyor,öksürük için..
Çarşıdaki dükkanlarda paketlerde satılıyor..
İrili ufaklı çeşitli boylarda zeytinyağı kutuları,şişeleri..

Tabiî ki lokumlar !..
Baklavalar !..
Hepsi öz hakiki yunan yiyecekleri olarak etiketli !..
İnsan gülümsemeden edemiyor..

Yalnız dükkanların hem çok yerel hem de  lüks olmadan  çok şık olduklarını mutlaka belirtmeliyim..

Nerede olduğunuzu dükkanlarda satılan mallara bakarak anlayabiliyorsunuz..
Modern tasarım adına kişiliksizleştirilmiş dükkan ya da ürün yok hiçbir yerde..
Tasarımlar da çok şık,zevkli;
ürün yerleştirmeler çok albenili,satıcılar son derece güler yüzlü,kimseyi sıkboğaz etmeden işlerinin
başında duruyorlar..
Ders almamız gereken pek çok şey var !..
Çarşının ortasında bir fıskiyeli havuz var..
Aslanlı çeşme olarak bütün kılavuz bilgilerinde yer alıyor..
Etrafı kahvelerle çevrili küçük bir meydanda..
Bütün eski şehirler gibi sokaklar dar,meydanlar küçük,evler en fazla iki katlı..
Tabiî bu şehrin eski kesimi için geçerli..
Yeni ve modern olan tarafı günümüzün mimari ölçülerini aynen yansıtıyor..

Limanda da dalgakıranın ucunda yer alan Venedik Kalesi,Girit'in başka bir simgesi..
Kalenin iki tarafındaki duvarlara yerleştirilen mermer panolardaki Venedik aslanının deniz tarafındaki sağlam,şehir tarafındakinin hali biraz harap..
Hemen yanı başındaki Akdenizin hırçın dalgaları kaleyi ziyarete gelenleri sularını serperek selamlıyor..
Bazen bu su serpme, baştan aşağıya ıslatma şeklinde bir sürprize de dönüşebiliyor elbette..
Başkalarını seyretmesi keyifli..

Venediklilerden kalan bir başka yapı da San Marco Bazilikası..
Osmanlı döneminde cami olarak dönüştürülmüş..
Şimdilerde ise Belediye Sanat Galerisi..

1566'da Fazıl Ahmet Paşa'nın komutasında Türk eli olmuş Girit..
1821'de Mora İsyanı'nda kafasını kaldırmış..
1878'de Halepçe Antlaşması ile bir Hristiyan valinin yönetiminde Osmanlı'ya bağlılık görünüşte sürmüş..
1897'de Girit Cumhuriyeti kurulmuş..
1913'te Yunanistan Girit'i ilhak etmiş..
Girit 'te Müslüman kıyımı da sürmüş..
Girit'in bizim için hafızalarımızdaki hazin anısı da burada zaten..
İsimsiz binlerce kadın,erkek,çocuk kurban..
Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki mübadelede Girit'ten 35 bin Müslüman Türk Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmış..
Şimdilerde çok az Müslümanın yaşadığı Girit'te bütün camiler kapalı..
Osmanlı döneminden kaldığını tahmin ettiğim küçük bir yapıyı çarşının sonunda gördüm..
Üzerindeki yazı silinmişe binziyordu..
Boynu bükük bir Türk izi de burada demek ki..

2.Dünya Savaşı'nda Alman bombardımanından Girit de nasibini bol bol almış..
Başta Kandiye şehirler çok tahrip olmuş..
Bazı binalar yeniden yapılmış..
Girit'ten göçenler içinse hasretin tarifi yok..
Ataları Giritli rehberimizin gözlerinin ucu nemli..

Bizim yolculuğumuzun Girit bölümü ise yazık ki bu kadarla sınırlı..
Gemimiz demir almak üzere limanda bizi bekliyor..
Elveda Girit..
sokakları denize açılan güzel Kandiye..
Belki bir kere daha gelmek nasip olur..
O zamana dek hoşçakal..





































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder