13 Mart itibariyle başlayan zorunlu tatil nedeniyle kitap okuma etkinliği ağırlık kazandı..
Halk kütüphanelerinin de kapalı olduğu aylarda okul kütüphanesi yetti..
Klasikleri bir kez daha okumaya başladım..
Vadideki Zambak ile başlayıp oradan Madam Bovary hemen ardından da Anna Karenina'yı birer kere daha okudum..
Kendime şaşarak..
Derslerde anlattığım bu kitapları meğerse çok da anlamamışım..
Sıradan okumalar olarak okuyup hafızama atmışım..
Ya da o yollarda bugünkü aklım yokmuş,satırların üzerinden kayıp gitmişim..
Şimdi ise çok farklı bir gözle okudum hepsini..
Ve yine birinciliği Anna Karenina'ya verdim..
Tolstoy'un beyninden,kalbinden kalemine dökülen satırlar olağanüstüydü..
İnsanı,iç dünyasını,çevresini,yaşadıklarının onu dönüştürdüğü yeni kalıpları anlatımı yine ve daha fazla etkileyiciydi..
1250 sayfalık dev eser su gibi aktı gitti..
Tabiî akıcı bir dille dilimize çevirenlerin göznurunu da unutmamak gerek..
Halk kütüphanesi de açılınca orasını da ziyaret etmeyi ihmal etmiyorum artık..
Son zamanlarda biyografi türünü daha fazla tercih ettiğim için daha çok o raflarda bakınıyorum..
Ayşe Kulin'in Dürbünümden 40 Yıl adlı kitabı son okuduklarımdan..
Her zamanki akıcı diliyle hemencecik okuyuverdim..
Ayşe Hanım babasını kaybettiği döneme kadarki yaşamını anlatmış..
Fotoğraflar da anlattıklarını daha da somutlaştırıyor..
Geçen hafta aldığım iki kitap da hemencecik bitiverdi..
İlki İsmet İnönü'nün Erdal İnönü'ye Mektupları..
Tam Adıyla Baba İnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar..
Erdal İnönü Amerika'ya fizik öğrenimi için gidince baba İsmet İnönü de onun bu dönemini mektuplarla takip etmeye başlar..
Bazıları iki gün arayla yazılan 400 civarında mektupta 1948'den başlayarak 1952'ye kadar ülkemiz ve dünya gündeminin izlerini de buluyoruz..
Baba İsmet İnönü'nün ne kadar şefkatli,dikkatli;ama hiçbir ayrıntıyı da unutmayan,hesap sormaktan geri kalmayan satırları ilginçti..
İngiliz yazar Somerset Maugham'a düşkünlüğü,Tolstoy'un Savaş ve Barış'ını okurken savaş sahnelerinin ilgisini çekmesi..
Okuduğu diğer yazarlar arasında Gogol,A.Huxley,J.Verne olduğu..
Operaya,klasik müziğe ilgisi,oğluna da bu sanatları ve sporu salık verişi..
Eşi Mevhibe Hanım ile sık sık at binmeye gidişleri,hem de soğuk kış dinlemeden,dörtnala..
Hatta Kurtuluş Savaşı'ndan 25 yıl sonra at bindiği için,"unutmamışım demek ki"diye kendini yoklayışı..
Muhalefet yıllarında siyaseten hırpalanışını olgunlukla karşılayışı..
Tabiî bu mektupları özenle saklayan oğlunun vefakarlığı da anılmaya değer..
Mesela Ayşe Kulin babasının kendisine yazdığı mektupları merak eden annesi okumasın diye yırtıp tuvalete attığını yazıyordu kitabında..
İsmet İnönü'nün bilimsel çalışmaya,özellikle fizik bilimine çok düşkün olduğu,hatta ders aldığı,bir fizik laboratuvarı kurup orada çalışmalar yaptığı da okuduğum satırlardaki ilginç ayrıntılardandı..
Oğluna yazdığı mektuplarda fizik teoremleri üzerine sık sık sorular sorup izahatlar istemesi,o dönemin sıcak gündemi atom bombası ile ilgili bilgiler istemesi de kitaptaki satır aralarındandı..
Son olarak bir ayrıntı da şu oldu benim için..
Oğlunun ders aldığı fizik bilginlerinden Macar Wigner,ülkesindeki bir atasözünü bir vesile ile anlatır..
Bir toplantıda küçük bir kaza ile üzerine kadehindeki içki dökülünce elbisesi kirlendiği için üzülen kişiye hitaben söylenen atasözü şudur:
"Üzülmeyin biz Mohaç'ta daha çok şey yitirmiştik !"..
Böylece bu tarihi olayı sürekli hafızada tuttuklarını da ekler Profesör Wigner..
Erdal İnönü'ye bir de uyarısı vardır:
"Macaristan gibi Türkiye gibi ülkelerde bilimle uğraşmanın bir tehlikesi vardır.
İnsan her şeyi yapabileceğini,her alanda başarılı olabileceğini düşünür.Bu yanlıştır."
Erdal İnönü bu sözün haklılığını sonraki yıllarda anladığını belirtir..