15 Kasım 2017 Çarşamba

Kimseye Etmem Şikayet

Cumartesi İhanet'i izlemek için Ankara'ya gitmek üzere yola çıktım..
Eski öğrencilerimden Birkan ve Semih de aynı araçla Ankara'ya gidiyordu..
Arkada oturdukları için,yerlerine geçene dek süren, kısacık konuşmamızda Semih'in hasta olduğunu öğrendim..
Tiroid kanseriymiş..
İlk biyopsi yetersiz gelmiş,..
Tekrar biyopsi yapılmış..
Sonucun açıklanmasını bekliyormuş..
O günden beri diğer sınıf arkadaşlarını,tabii bende telefon numarası olanları,arayıp haber veriyorum..
Sevinerek gördüm ki,hepsi birbirinden haberdar..
Çoktan duymuşlar,geçmiş olsun telefonları etmişler..

Zaten çoğalmış olan bu hastalığın,çocuklar ve gençleri vurması daha acı oluyor..
Geçen yıl da Aliye'nin kanserle savaşa tutuştuğunu ve kazandığını,yine ben geç kalarak,öğrenmiştim..
Bir şifa da Semih'in başına..

Pazar gününü ziyaretlere ayırdım..
Önce,zatürre başlangıcı tanısıyla hastaneye yatırılan İhsan Bey'i ziyaret ettim..
Durumu iyi..
Sevenleri ve bol bol gelen ziyaretçileriyle çevrili olarak taburcu olacağı günü bekliyor..

Hastaneden çıkışta Huzurevi'ne gittim..
Son ziyaretimden beri aylar geçmiş..
Çok ihmal etmişim ..
Kapıda karşılaştığım İsmail haberi verdi..
Sabiha Hanım'ı beşinci kata çıkarmışlar..
Vay,Sabiha Hanım,beşinci katta ha!..
Yani durumu ağır olanların katında..
Sebep ne?
Artık yerinden kalkamıyormuş..
Altına bez bağlanıyormuş..
O temiz,titiz,bir şeycikleri beğenmeyen,ağzına koyacağı her lokmayı titizlikle seçen Sabiha Hanım mı?
Evet..
Vay ki vay!
Tanıdığım başka bir hanım beni beşinci kata çıkardı,kaçak olarak,idareden izinsiz..
O kata ziyaretçi almıyorlar..

Tek kişilik bir odada,eski bir kanepeye oturtulmuş..
Pırıl pırıl mavi gözleri bulutlarla örtülmüş..
Sesi ötelerden geliyor ve yorgun..
Fotoğrafları duvara astırmamış,çekmeceye atıvermişler..
İki oğlunun fotoğrafıyla konuştuğunu söylerdi oysa,yalnız ve uykusuz gecelerinde..
Hep açık olan televizyonu  kapalı..

Titizliği  ise baki..
Gelen yemek tepsisine yine elini sürmedi..
"Kokuyor bunlar!"diye..
Kendilerinden izinsiz ve habersiz odaya geldiğim için beni kovalamaya gelen görevlilerin sesi ben çıkarkan giderek yükseliyordu..
Yemek yemesi için zorluyorlardı..
Çünkü az önce bırakılan tepsideki yemeğe dokunmamıştı..
Benim getirdiğim haşlanmış pancardan üç lokma yiyip,kalanını sonra yemek için saklamak istemişti..
Bir de zayıfladığı için protez dişlerinin damağını vurduğundan,yerinden kalkamadığı için ağzından çıkarıp yıkayamadından yakınmıştı..

Huzurevindeki yalnızlık köşesinde..
Gözleri kendi içine dönmeye başlamış Sabiha Hanım..
İkisi kız dört çocuğundan uzakta..

Nasıldı o şarkı:
"Kimseye etmem şikayet
Ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi
Baktıkça istikbalime"..

Off!


14 Kasım 2017 Salı

İhanet

Hafta sonu tiyatro seyri için adres Küçük Tiyatro idi..
Yeni oyunlardan İhanet'i izledik..
Nahit Sırrı Örik'in yazdığı oyunu Özen Yula sahneye koymuş..
Oyunun sahnelenişi yapay,oyunculuklar yapmacık geldi bana..
Özenli olduğunu gösterebilmek adına epey çalışılmış,bir üslup çalıştırıcı bile tutulmuş,oyun ekibinde adını okuduk;ancak yeterli gelmemiş..
Yönetmene düşündüğünün gerçekleşemediğini kimse söyleyemedi sanırım..
Dolayısıyla oyunu sevmedim..

Hakan Dündar'ın dekorunu da, o arkadaki koca boşluk neye yarıyor acaba,diye izlerken, o da ne?..
O koca boşluk eski zaman radyosunun kadranı olarak tasarlanmış meğer..
Dönemin canlı kayıtlarından birinin perde arkasından yansıtılması düşünülmüş..
İyi ki öyle düşünülmüş..
Oyunun bir yerinde,o karanlık nokta aydınlandı..
Orada oturan dört orkestra üyesi ve bir solist hanım konsere başladı..
 Deniz Alver Çamlıdağ'ın yumuşacık sesi mest etti bizi..
"Fikrimin İnce Gülü" ile başladı..
"Kimseye Etmem Şikayet "ile devam etti..
O zaman dek uyuklayarak izlediğim oyunda şarkıların güzelliği ile uyandım elbette..
İkinci perdenin ilk şarkısı "Gamzedeyim Deva Bulmam" oldu..
Son şarkı ise finalde seslendirilen "Mayadağ'dan Kalkan Kazlar" idi..
Bunu da Müzeyyen Senar'ın söyleyişini taklit ederek sahnede yaptı..
Başında Müzeyyen Senar'ın alametifarikası  kızıl renginde perukla..
Keşke bu şarkıyı da o perde arkasındaki yorumuyla söyleseydi..
Yine de şikayetim yok..
Ya da tek şikayetim,niye daha çok şarkı söylemedi,olabilir ancak..

Bir gün önce Atamızı anmış olmanın hissiyatı üzerimizde iken,1930'ların şarkılarının okunması daha bir hislendirdi bizi..
Tiyatroyu güzelleştiren de bu mini konserdi zaten..
Sadece bu şarkılar ve o güzel yorumu ile Deniz Hanım'ı izlemek için gidilir..



10 Kasım 2017 Cuma

Ben, Mustafa Kemal


  " İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... 
İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. 
Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. 
Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!"

"Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir!
 Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir."

 " Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. 
Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu."

 "Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi.
 Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. 
Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz."

 "Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. 

İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur!
 Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim."

" 30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. 
Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? 
Bunu tarif müşküldür."

"Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz."
" Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir

naçiz fert olmakla bahtiyarım.
Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı."

" Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik."

" Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!"

"  Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. 


Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz.
 Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. 
Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz."


" Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur."

"Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.
 Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. "
    

Ölümünün 79.yılında O'nu saygı ve minnetle anıyoruz..
Aslında sadece bugün değil her gün anıyoruz,demek daha doğru olur..
Yaşadığımız her şey bizi mutlaka O'nu bir kez daha hatırlamaya götürüyor..
Gönül borcumuz çok..
O'na ve Cumhuriyetimize emek veren herkese..
Işıklar içinde olsunlar..



8 Kasım 2017 Çarşamba

Muhteşem Diva

Filmini izlememiş olsaydım keşke!
Belki o zaman bu kadar kötü bulmazdım oyunu..
Merly Streep ve Hugh Grant'ın başrollerinde oldukları Florence adlı filmden bahsediyorum..
Florence Foster Jenkins adlı egzantrik bir hanımın hayatı üzerine yazılmış tiyatro oyunundan senaryo haline getirilmiş bir film..
Holywood'un sihirli değneği dokununca çok keyifli bir seyirlik çıkmış ortaya..
Tiyatro olarak hafta sonunda izlediğimizde ise aynı keyfi vermedi ne yazık ki..
Oyun metnine buldum kabahati..
Eski,yabancı,yadırgatıcı,seyirciye ulaşamayan bir metin olmalı..
Yoksa oyuncular ellerinden geleni yaptılar..
Yönetmenin sade anlayışı için de bir şey diyemeyeceğim..
Ama oyun metnini kalemi kuvvetli biri elden geçirmeliydi..
Bütün konuyu bildiğim,dolayısıyla keyifli bir seyir için çok da hazır gittiğim salondan tuhaf bir buruklukla ayrıldım..
Yine bana hüsran,bana yine hasret, yine bana esmer günler..
Sezor başından beri bu kaçıncı hayal kırıklığı..
Üç sezondur bu kaçıncı hevesle gidip hüsranla dönmeler..