29 Haziran 2016 Çarşamba

Çalıkuşları Tatilde

Geçen haziranda görüştüğümüz, Doğu'da görevli genç öğretmenlerimizden bir grupla dün yine buluştuk..
Muş'tan,Siirt'ten,Erzurum'dan,Batman'dan evlerine,ailelerine özlemle koşmuşlar..
Seminer döneminin bir kısmını istedikleri yerde tamamlayabilme esnekliği sayesinde ailelerine,şehirlerine birkaç gün daha erken kavuşmanın mutluluğunu gördüm gözlerinde..
Bir de saatler boyunca anlattıkları, zor koşullarda öğretmenlik yapmalarına rağmen gözlerine yansıyan idealizmin pırıltısını..
Öğrencilerine Atatürk'ü,Türkçe'yi,Türk Bayrağını sevmeyi öğretişlerini,onlarla nasıl yakınlık kurduklarını..
Orada kurdukları yeni yaşam biçimlerini de benimsediklerini,alıştıklarını..
Her şeye rağmen eğitmek için çırpınışlarını..
Yöneticilerinin onları anlamaktan uzak,idareciliği şablondan ibaret saymadaki ısrarını..
Yöre halkının kimi zaman duyarlı,kimi zaman hoyrat örneklerle önlerine çıkışını..

Kısacası aradan geçen bir asra yakın zamana rağmen Çalıkuşları'nın yaşamlarında bir değişiklik olmamıştır demek gerekiyor..
ya da"Çalıkuşu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok"..
Türkiyenin dört bir yanına dağıttığımız gencecik öğretmenlerimiz,en olumsuz koşullara bile dayanarak,eğitim ışığının memleketin her köşesini aydınlatması için,kendilerine düşeni yerine getiriyor..
Ancak aydınlığın sürmesi,bir kişinin cılız omuzlarına bırakılmayacak kadar önemli ve sürekli bir çaba gerektirir..
Çalıkuşları'nın gözlerinde dün yanarken gördüğüm azim,kararlılık,geleceğe inancın ışığı sönerse hepimiz kaybederiz..



27 Haziran 2016 Pazartesi

Yine Bana Alçılı,Yine Bana Acılı Günler

Yedi ay ve sekiz gün sonra, yine, düştüğüm yerden kırık bir kemikle kalkmayı başardım..
Yine sol kol..
Bu kez dirsekte bir kırık..
Bu kez omuz başına kadar alçı..
Ayriyeten haşat olmuş iki diz..
Bir de doktor demez mi,"Kemikleriniz de pek kaliteli değil,siz bir kemik taraması yaptırın !"
Her gün yediğim bir kase yoğurdun sağlaması gereken kalsiyum nereye gitti o zaman?
Ya kemiklerim güçlü olsun diye her gün, en az beş kilometre olmak üzere yürüyüşler?
Hani sağlık hani sıhhat?

Yedi ay önce yine düşmüş,bileğimi kırmış,beş hafta alçılı gezdikten sonra da haftalarca güçsüz bir kol ve katılmış bir bilekle uğraşmıştım..
Şimdi aynısı ve hatta daha beteri beni bekliyor..
Yeni yeni açılmaya başlayan bileğime kaskatı bir dirsek eklenecek sadece..
Yeni yeni güçlenen kolum içinse sil baştan..
Yine haftalarca iyileşme çabası..
Bu arada yapılması gereken koca bir yıllık temizlik..
İsyan etmemek elde değil..
Bana yine alçılı günler,bana yine acılı günler..
Off!

22 Haziran 2016 Çarşamba

İkbal Hanım

Dün öğleden sonra huzurevine gittim..
Epeydir ziyaret etmemiştim..
Sabiha Hanım'ın sitemlerini göğüslemekten başka çare yoktu..
Bir hafta arayla da gitsem:"Nerede kaldın evladım?"sitemiyle karşılarken,haftalardır gitmediğim için kimbilir ne sitemler duyacaktım!
Odasında yalnızdı..
Kapısını tıklattım,seslendim..
"Müsaade var mı Sabiha Hanım?"
Bir gözü görmediği, diğer gözünü de kısarak baktığı için sesleniyorum kapıdan..
Hemen içeriye çağırdı..
Meğer benim gitmediğim zamanlarda neler neler yaşamış..
Kalbine stent takılmış..
İki kez yoğun bakıma kaldırılmış..
Hatta çocuklarına haber verilmiş,hepsi de İstanbul'da olan iki kızı ile iki oğlu ağlayarak yollara düşüp gelmişler..
Neyse ki korkulan olmamış,yoğun bakımlardan sağ salim çıkmış,odasına dönmüş..
Kendisini götürmek isteyen çocuklarına da direnmiş,"Yedi senedir neredeydiniz?"diye..
Huzurevine getirilişinden beri yedi sene geçmiş !..
Of ki ne of!
Konuştu,konuştu,konuştu,,
Dinledim,dinledim,dinledim..
Bir ara da koridorda yürüyüşe çıktık..

Yan odadaki 98'lik Makbule Teyze'nin oda komşusu minicik İkbal Hanımla da o zaman karşılaştık..
Birkaç ay önce getirilmiş..
Yozgatlıymış..
Ankara'da oturan oğlu ile gelini getirip buraya bırakmış..
Ufacık boyu yaşlılığa bağlı bel bükülmesiyle daha da küçülmüş..
On yaşlarında bir çocuk görüntüsünde..
Yaşı doksanmış..
Ayağına ince topuklu bir ayakkabı geçirmiş..
Hiç oturmadan dolanıp duruyor..
Oturduğu zaman da sağ kolu sürekli titriyor..
Bu nedenle mi hiç oturmuyor acaba?
Hemen sandalyeler taşıdı,minderler taşıdı oda kapısının önüne..
Ricalar ederek Sabiha Hanım'ı oturttu..
Kendisi yine içeri geçti..
Buzdolabını açarak bir şeyler seçmeye başladı..

Bu arada Sabiha Hanım da bana onunla ilgili bilgiler veriyordu....
Parkinson ve Alzheimer hastasıymış..
Üç kez kolonya getirip ikram etti..
İki kez de süt,meyve suyu,bisküvi,meyve..
Yanımızda oturduğu kısacık süre içinde o da anlattı,anlattı,anlattı..

Ah bu yaşlılık,ah bu istenmezlik..
Gördüğü en küçük ilgiye hemen sokulma isteği..
Hepsinden çok da terkedilmişliği örtme çabası..

19 Haziran 2016 Pazar

Son Kuşlar,Boynu Bükük Kuşlar ve 17 Şubat

Okullar tatil..
Karnelerini verip evlerine gönderdik öğrencilerimizi..
Yaz boyunca ailelerine emanetler,eylülde tekrar görüşeceğiz kısmetse..
Bir kısım öğrenci ile ise okulda değil hayat yolunda görüşmeye devam ederiz artık..
Mezun oldular,bir sonraki eğitim adresi için ter dökmeye devam ediyorlar..
Kazanırlarsa üniversiteli olacaklar..
Bizim son kuşlarımız..
Uçtular..

Babaları,Şehit Cüneyt Sertel'in mezarına uğramış,iki boynu bükük kuş..
Karnelerini göstermeye..
Her yıl kucağına tırmanıp cıvıldadıkları babaları,bu yıl toprağın altında..
Karneyi aldıkları gibi,mezarına koşmuşlar,ziyaret defterine karne durumlarını yazmış,babalarına seslenmişler..
Okudukça insanı yakan cümlelerle..
En çok da sayfa başına koydukları tarihle..
17 Şubat 2016..
Babalarının  toprağa girdiği gün..
Oysa karne günü 17 Haziran'dı..
Demek ki onlar için her gün artık 17 Şubat..
En sıcak günde bile içlerini ürperten bir tarih..

Seneca'nın o sözü en çok da böyle zamanlarda akla geliyor şimdi:
"Küçük acılar konuşabilir,ama büyük acılar dilsizdir"

14 Haziran 2016 Salı

Yok Minnetin Asla



Bir süredir TLC kanalına müdavim durumdayım..
Kanalın yayınlarından biri de Amerikalı medya ünlüsü Oprah'ın bir programı..
Yaşını başını almış,görmüş geçirmiş ve kendi hayatından yola çıkarak başkalarına ışık olabilecek ünlü kişileri kamera önüne oturtuyor,kendisi hiç araya girmeden onları konuşturuyor..
Sıkılmadan insan hikayeleri izliyor ve elbette kendiniz için de dersler çıkarıyorsunuz..
Geçenlerde bir siyahi şarkıcı hanım "Affederim ama unutmam;sorunları kendimde saklayıp hayatı kendime zehir etmem;bana en iyi bakacak kişi yine benim"dedi..(Güzel laf!)
Bir başka yine siyahi oyuncu model hanım"Gençler yaşadıkları bu hayat için geçmişte onlar adına fedakarlık yapanları hem bilmiyor hem de minnet duymuyor..Onları eğitmek bizim borcumuz..Yaşanan acıları bilmezlerse, savaşacak bir şey bulamazlarsa,hem o fedakar insanlara haksızlık edilmiş olur;hem de gençler mücadele etmeden sürdürülen bir hayatın anlamsızlığı nedeniyle yanlış yollara sürüklenirler."dedi..(Demek aynı dertler onlarda da var!)
Siyahi gençlerin Martin Luther King'i tanımıyor olmalarına hayıflanıyordu..
Ben de bizim gençlerimizi düşündüm..
Bizim kahramanlarımızı tanımayan,tanıtmak için çaba gösterince de neredeyse ruhsuzluk ölçüsünde ilgisiz kalan gençlerimizi.daha açık söylemek gerekirse öğrencilerimi..
Bu konuda onları çok suçlamıyorum elbette..
Aileleri,o gençlerin hayatını kolaylaştırmak adına o kadar çırpınıyor ki,onların hiçbir şey için parmağını kıpırdatmasına gerek kalmıyor..O zaman da toplum için kendini feda edenleri anlatınca bunun sıradan bir şey olduğunu düşünüp kayıtsız kalıyor,hiçbir minnet duygusu hatta hiçbir duygu göstermiyor..
Neyse ki arada bir tane de olsa insani duygularla doğmuş biri çıkıyor da tamamen umutsuzluğa kapılmıyor insan..



Şehri Hanım



Geçen hafta akşam üzeri mahalle çeşmesine içme suyu almaya gittim..
Maksat biraz da evden çıkmaya bahane olsun,yürüyüş yapmış olayım..
Çeşmeye yaklaştığımda gördüm onu..
Küçük bir şişeyi doldurmak için çeşmeye eğiliyordu..
Selam verdim,hatırını sordum..
"Allah senden razı olsun yavrum !"diye karşılık verdi..
Sonra birlikte yürümeye başladık..
Çankırı'nın Beşdut Köyündenmiş..
(Bu köyden buraya,inşaatlarda çalışmak için gelip kalan hatta burada ölen ve gömülen o kadar çok kişi var ki,mezarlıkta gördüğüm mezar taşı yazılarından biliyorum..)
Dört oğlu iki kızı varmış..
Kocası öleli çok olmuş..
Kendisi de köyünde yaşıyormuş..
Buraya da yaşlılık aylığını almaya gelmiş..
Aylığını alıp hemen yine köyüne dönecekmiş..
(Oysa ben onu sık sık burada görüyorum,kimi zaman yolda ağır ağır yürürken,yolunun üzerindeki çiçekleri koklarken, bir keresinde yanından geçerken bana da bir gül uzatmıştı, hatta bir keresinde gene çeşme başında ağlarken görmüştüm ve diyeceğimi bilememiştim;en cok da o zaman içime dokunmuştu..)
Oğlunun evinde kalıyormuş şimdi..
Yaşını sordum..
"Yüz yaşında varım!"dedi..
Güldük birlikte..
Yüzündeki kırışıklıklar yaşından değil kahırdan belli ki..
Kendisiyle biraz oturmamı istedi ama akşam oluyordu..
Köşede ayrıldık..
İçini dökmeye,hele de bir yabancıya açılmaya bazen ne kadar da ihtiyaç duyuyor insan..


3 Haziran 2016 Cuma

"Bazı Yaraların İyileşmesi Çok Güçtür"

"Çünkü görünmezler,
onlar ancak insanların sevecenliği,
sabır
 ve zamanla iyileşir.."
Şu sıralar tiryakisi olduğum Call The Midwife dizisinden bir söz daha..
Dizi fevkalade tempolu gidiyor..
Engelli olarak doğmanın zorluklarından,kanser hastalarının çilelerine,anne kız iletişiminden,erkeklerin yoksulluk içinde bunalırken aile babası olarak yaşadıkları sıkıntılara,çocukların her şeyden habersiz uçurtma uçuracakları yaşlarında birden nasıl olgunlaşıverdiklerine,sağlık çalışanlarının başkalarına sağlık dağıtırken kendilerinin yaşadıkları fiziksel ve ruhsal sıkıntılara kadar birçok konu ve dahası işleniyor,kendine özgü diliyle..
Hafta içi saat 19.00-20.00 arası kimbilir benim gibi kimler ekrana yapışıyoruz izlemek için..
Herkese de öneriyorum her laf arasında..
Jennifer Worth adlı İngiliz hemşirenin 1950li yıllara dayanan anılarını yazdığı bir kitaptan yapılan dizi daha ne kadar sürer bilmem,ama umarım baştan itibaren tekrar yayınlanır;çünkü baş taraflarında böylesine ilgiyle bakmamıştım,kaçırdığım bölümler var ya da çok da ilgiyle izlemediğim..
Drama sevenlere tekrar öneririm..