26 Ekim 2020 Pazartesi

Kendine Ait Bir Oda

Kütüphaneden aldığım kitaplardan biri de bu.. Nedense gezi,biyografi,anı raflarına konmuştu.. Wirginia Woolf'tan ilk kez bir kitap okuduğumu söylemeliyim.. Kendine Ait Bir Oda'yı neden herkes okumalı dediklerini şimdi anladım ve de hak verdim.. İnsanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde kadınlara yönelik bir eleştiri hep başımızın üzerinde sallandırılır.. "Niçin kadınlar arasından bir şaheser yazan mesela bir Shakespeare çıkmıyor?" Wirginia Hanım da bunun çok mantıklı cevabını vermiş.. "Piskopos olan yaşlı beyefendinin,yaşayan,yaşamış ya da yaşayacak hiçbir kadının Shakespeare'in dehasına sahip olamayacağını söylediğini anımsadım.O beyefendi,kedilerin bir tür ruhları olsa da cennete gitmeyeceğini de söylemişti. O halde kediler cennete gitmez.Kadınlar Shakespeare'in oyunlarını yazamaz !" Okuduğu,Profesör Trevelyan'ın İngiltere Tarihi adlı kitaptan kadınlarla ilgili verilen bilgileri örnekleyerek devam ediyor.. "15.yüzyılda, evli kadınların kocaları tarafından dövülmesi erkeklerin yasal hakkıydı ve bu hak,yüksek sınıflarda olduğu gibi aşağı sınıflarda da utanç duymadan uygulanırdı.Aynı biçimde anne babasının seçtiği beyefendiyle evlenmeye karşı çıkan kız çocuk,kamuoyunda hiçbir tepki oluşturmadan,odaya kilitlenip dövülebiliyor,yerden yere savrulabiliyordu.Evlilik,özellikle şövalye(nezaket ve cömertlik)niteliklerine sahip yüksek sınıflarda,kişisel bir beğeni olayı değil,ailesel bir açgözlülük meselesiydi.Evlenecek taraflara çokluk beşik kertmesi yapılır,evlilikse çocukluktan çıkar çıkmaz gerçekleştirilirdi. 17.yüzyılda yüksek ve orta sınıf kadınlarının kocalarını kendilerinin seçmesi hâlâ kuraldışı olmayı sürdürüyordu ve koca bir kere seçildi mi,efendi ve sahip oluyordu,en azından yasa ve gelenekler izin verdiğince." * (Binlerce yıl boyunca, çocuk sahibi olduğu sürece yararlı bir varlık gözüyle bakılan..) "Artık çocuk istenmeyecek duruma gelinince,kadınlar tümüyle gerekli olmaktan çıkar."(John Langdon Davies) *( Mümkün olduğu kadar sessiz olması beklenen..) "Bir kadının başlıca övünme kaynağı hakkında konuşulmamasıdır."(Perikles) "Kuşkusuz zavallı kadın kafaca biraz rahatsız,yoksa kitap ve şiir yazmaya hiçbir zaman girişmezdi.İki hafta uyumasam,gene böyle bir şeye kalkışmam."(Dorothy Osborne'un mektuplarından) "Yazma meraklısı mavi çoraplı"(Kadınların kurtuluşu hareketine inanmış kadınlar için) (A.Pope) "Çoğu kadın kişilikten tümüyle yoksundur."(A.Pope) * (Bütün ev düzeninin aksamadan sürmesi için sürekli çalışması gereken..) "Sığınabileceği ayrı bir çalışma masası yoktu ve çalışmalarının çoğu birçok kez rastgele yarıda kesilme pahasına herkesin oturduğu oturma odasında ortaya çıkarılmış olmalı.Bu uğraşısının kendi ailesi dışında herhangi bir kimse ya da konuklar ya da hizmetçiler tarafından anlaşılmamasına özen gösterirdi."(Jane Austen'in yeğeni James Edward Austen-Leigh'in anılarından) * (Yazı yazmak bir yana başını dinleyebileceği bir köşesi,zamanı asla olmayan,olması düşünülmeyen, "Kadınların hiçbir zaman kendilerine ait diyebilecekleri bir yarım saatleri yoktur."(Florence Nightingale) * (Eğitimi yetersiz olan..) "Efendim,bir kadının beste yapması bir köpeğin arka ayakları üzerinde yürümesi gibidir.İyi yapılmamıştır ama yapılması bile şaşırtıcıdır."(Dr.Johnson) *( Dünya bilgisi,görgüsü yetersiz olan ya da oldurulan..) "Politika konusunda gösterdiğim heyecan bir yana ve bu konuda o kadar çok konuşmuş olmama karşın,görüşünü belirtmenin ötesinde hiçbir kadının politika ya da herhangi bir ciddi konuyla ilgilenemeyeceğinini belirten görüşünüze kesinlikle katılıyorum."(Lady Bessborough) *( Hatta bir şeyler karalamak için kağıt bulmakta zorlanan..) * (Cebinde parası olmayan,kendi geliri olmayan..) "Kadınların varlığının özü,erkeklerin bakımı altında olmaları ve onlara hizmet etmeleridir."(Gazeteci Mr.Greg) ve "Bunca sınav kağıdına baktıktan sonra,verdiğim notlardan bağımsız olarak edindiğim izlenim ,en iyi kadının en kötü erkekten ussal açıdan daha aşağı düzeyde olduğudur."(Cambridge öğretmeni Mr.Oscar Browning) Kısacası erkeklerin doğuştan sahip olduğu hiçbir şeye hakkı tanınmayan kadınlar nasıl bir şaheser yazabileceklerdi ki? "Mesela Tolstoy,bu saydıklarımı yaşıyor olsaydı Savaş ve Barış'ı biraz zor yazardı."diyor Wirginia Hanım,doğru söze ne denir.. * (Üstelik bütün bu sayılanlar uygarlığın beşiği,dünya halklarına uygarlık dağıtan (!) İngiltere'de bile böyleyken..) *(Böyle bir dünya düzeninde kadınlar nasıl başarılı olabilirlerdi ki?) "Tüm bunlara rağmen Jane Austen,Bronte Kardeşler,George Eliot,Anon,Gurrer Bell,Aphra Behn gibi kadınlar yazın dünyasında isimlerini duyurabilmişler bu ülkede.." "Kaldı ki,Jane Austen dönemi İngilteresinde bir kadının tek başına bir yere gitmesi,bir lokantaya girmesi,gezmesi,gezilere çıkması imkansızdı." "19.yüzyılda bile kadınların gerçek adlarını saklamaları,bekaret anlayışının kalıntılarıydı."(W.Woolf) Cambridge'e yaptığı bir gezide çimlerde yürümenin sadece erkek öğretim üyeleri ve öğrencilerine ait olduğu,kütüphaneye girmek istediğinde, tek başına bir kadın olduğu gerekçesiyle izin verilmeyen,bu nedenle de,haklı olarak, öfkeden kuduran Wirginia hanım,1928 yılında hâlâ bunlarla uğraşırken,yazar olmak isteyen kadınlara verebileceği tek tavsiyeyi,kendinden yola çıkarak sıralıyor: "Gazetelerden geçici işler dileniyordum,zarfların üzerine adres yazarak,yaşlı hanımlara kitap okuyarak,yapma çiçekler yaparak,bir yuvada küçük çocuklara alfabeyi öğreterek birkaç pound kazanıyordum.Ne zaman ki halamın bana,yaşadığım sürece, yılda beş yüz pound miras bıraktığı haberini aldım(Hem de İngiltere'de kadınlara oy vermenin yasalaştığı gün);gelecek korkularımdan,köle gibi yaşamaktan,birilerini pohpohlamaktan,yaltaklanmaktan kurtuldum. O nedenle şimdi iki şeyi ısrarla öneriyorum:Kendinize ait bir geliriniz ve kendinize ait bir odanız olsun ve yazın! Hiçbir konu karşısında duraksamaksızın,kimsenin engellemesine aldırmaksızın yazın !

Kitaplar Arasında

Halk Kütüphanesinden aldığım kitaplara devam.. Gezi,anı,biyografi türüne de.. Daha doğrusu o rafta bulunanlardan ilgimi çeken ne varsa.. Son aldıklarım arasında bir gezi kitabı vardı.. Abdülhamit devri bürokratlarından Mustafa bin Mustafa.. Aksa-yı Şarkta Bir Cevelan adını verdiği kitabı.. Ahmet Uçar tarafından günümüz Türkçesine çevrilip 'Bir Osmanlı Bürokratının Uzakdoğu Seyahati' adıyla basılmış.. 1878'de hacca giden Mustafa bin Mustafa,oradan gezmeye devam etme kararı almış,Yemen'e geçmiş.. Orada kendisine teklif edilen resmi görevi kabul edince gezisi Yemen'de ikamete çevrilmiş.. 15 yıl kaldığı Yemen'de vazifesine son verilince, yarıda bıraktığı gezisine devam kararı alıp Hindistan,Çinhindi,Cahor(Bugünkü Johor,Malezya sınırları içinde kalan bir ada),Cava,Çin ve Japonya'yı içine alan yolculuğa çıkmış.. Yolculukları boyunca tuttuğu notlarını da İstanbul'a dönünce kitaplaştırmış ve "göze çarpma" umuduyla bastırmış.. Bir işe yaradı mı,göze ilişti mi,bilinmez ama edebiyatımız biraz kısa da olsa bir gezi kitabı daha kazanmış.. yaklaşık 150 yıl önce yapılan bu yolculukta kendisi gibi gezgin olan Avrupalılara rastlaması,hatta Türk ülkesinden fazla gezgin çıkmadığı için Avrupalı gezginlerin onu tebrik ve takdir etmeleri,yazarın notları arasındaydı.. Yemen'deki görevi sırasında da bir konuya ayrıntılı yer vermiş.. Patates ekimi,üretimi.. Osmanlıya Avrupa kanalıyla gelen bu Amerika bitkisini halka benimsetmek,ekimini yaygınlaştırmak için dönemin Osmanlı yönetimi çok önem vermiş,Avrupa'dan tohumluk patates getirtmiş.. Hatta teşvik için,patates ekenlerin beş sene müddetle öşürden muaf olduklarını beyan etmiş.. Toprağı patates üretimi için çok elverişli olan Yemen çiftçisi için de aynı teşvik kararları daha da aşırılaştırılmış,patates ekerlerse on sene öşürden muaf olacakları kendilerine bildirilmiş.. Zavallı Anadolu köylüsü,dedim okurken.. Yemenli çiftçi kadar olamadın.. Onlar kadar vergi indirimi alamadığın gibi,zaten sürekli aşiret isyanlarıyla kaynayan Yemen'e asayiş getirmek için tabur tabur Anadolu'dan Yemen'e sevk edildin,gidenler dönmediği için adına türküler yakıldı.. Eserde bu bilgilerin arşiv belge notları verilmiş.. Aklımda kalan bir şey de Arapların kendilerinin çok akıllı olduklarına inanmaları ve bunun için kendileri hakkında kullandıkları "a'kalü'l-akvam"(Kavimlerin en akıllısı) tanımı.. Ne desem bilemedim.. Bunun dışında diğer gezileri üzerine yazdıkları çok enteresan gelmedi.. Doğu'nun her yerinde Avrupalı tüccarların cirit attıkları dışında..

15 Ekim 2020 Perşembe

Güz Çiğdemleri

Zamanı geldi.. Havalar soğudu.. Sabahları ayaz kendini hissettiriyor.. Pazara gelen ürünlerde yaz güneşinin sıcaklığı eksilmeye başladı.. Termometreler 28 dereceyi gösterse de yakmıyor artık,çok şükür.. Dolayısıyla kışın habercisi olan güz çiğdemlerinin açmasının zamanıdır.. Yüksek rakımlı yerlerde,özellikle yaylalarda yazın bittiğinin habercisi olan güzelim çiçekler.. Kokuları yok pek.. Ama görüntüleri enfes.. Parlak sarı yaprakları,içlerindeki sarı tozcuklar,sarı tohumcuklar.. Kısacası sonbaharın en gözalıcı sarılarından birini tepeden tırnağa kuşanmış.. Şimdilerde yolumun üzerindeki birkaç bahçeli evin kuytu köşelerinde ve tabiî ki
mezarlıkta salınıyorlar.. Sıcağa hiç gelemedikleri için de hafta boyunca onlar için yüksek olan sıcaklarda çabucak soluverdiler.. Solmaya fırsat bulamayan birkaçını da saksağanlar koparıvermiş.. Yetişebildiklerimin fotoğraflarını çektim.. Annemin mezarındakilerin birkaçını kuşlar koparmış,birkaçı henüz kafasını topraktan çıkarmış.. Babamın bu sene bir tanecik galiba.. Onu da dün gördüm.. Kafasını yeşilliklerin arasından uzatmış.. Karanfiline gelince üçü açtı,solmaya geçti;biri de açmak için cesaretini topluyor galiba.. Nasıl nefis kokuyorlar.. Mezarın çevresinde gezinirken kokusu bulut gibi sarıveriyor insanı.. Rengi de enfes bir pembe.. Bakmaya,koklamaya doyulmuyor.. Sonbaharın müjdecilerinden alıçlar,iğdeler de parlak turuncu mantolarıyla dallarda salınmaya başladılar.. Güz gülleri açtı.. Pek kokmasalar da görünüşleri şahane.. Menekşeler de serinleyen havalarla kendilerine geldiler.. Alçacık gönüllü halleriyle bulundukları yerleri şenlendiriyorlar.. Nefes alabilenlerle yaşamak ne güzel..

12 Ekim 2020 Pazartesi

Kapanırdı Gün Batarken Kapılar Birer Birer

Hepsi hayattayken sık sık görüşürler,kimi bol kahkahalı kimi üzgün ya da kime kızdılarsa öfkeli sohbetlerini kahvelerine iliştirirlerdi.. Önce annem gitti.. Sonra Aysel Abla.. Ardından Hatice Teyze.. Onu Resmiye Teyze izledi.. Zöhre Teyze de arkasından yetişti.. Vasfiye Teyze de onları çok bekletmedi.. Dün oğlundan öğrendim ki Sabahat Teyze de onlara katılmış.. Zöhre Teyze dışında hepsi de yalnız yaşıyorlardı.. Dolayısıyla onların gidişiyle kapıları da ebediyyen kapandı.. Hatta Zöhre Teyze'nin oğlu da yıllarca oturdukları o evden taşındı.. Şimdi pazara her gidişimde önünden geçtiğim evin hala boş olan pencerelerine baktıkça Zöhre Teyze'yi hatırlıyorum.. Bayramlarda kapılarını çalar,hatırlarını sorardım,arada yine uğrardım ya da telefon eder,birkaç dakika sohbet ederdim.. Hepsi bitti.. Artık o kapılar açılmamak üzere kapalı.. Aysel Abla,şehre en yakın köylerden Kargalı'dandı.. Yozgatlı olan kocasından o kadar eza görmüştü ki,şehir mezarlığında yatan kocasının yanına defnedilmemek için vasiyet etmişti.. Köyünün mezarlığında yatıyor şimdi.. Hatice Teyze,Gaziantepli'ydi.. Önce kocası,sonra kendisi mezarlıktaki yerlerini aldılar.. Resmiye Teyze ilçenin Tatar köylerindendi.. Kocası Mevlüt Amca ise İspartalı.. Şimdi bu topraklarda ikisi de yan yana.. Zöhre Teyze Sivaslı'ydı.. Çileli hayatının son durağı bu topraklar oldu.. Vasfiye Teyze Romanyalı'ydı.. Bir Türkiye ziyaretinde akrabalarının delaletiyle evlenmek üzere,kendi deyimiyle "Akşam trene binip sabah indiği"bu şehre gönderilmiş.. Geliş o geliş.. Sabahat Teyze de Trakyalı'ydı.. Edirne'den.. O da evlendiği din görevlisi kocasının peşinde diyar diyar gezdikten sonra buraya yerleşmişlerdendi.. Son durağı da burası oldu.. Işıklar içinde yatsınlar..

Anadolu'da Kadın Olmak

Halk Kütüphanesinden aldığım kitaplardan biri bu.. Kimya Mühendisi iken gazeteciliğe de gönül vermiş Mine Akçakoca Özgür hazırlamış.. Kastamonu kadınlarıyla yaptığı söyleşileri kitaplaştırmış.. Her yaş ve meslekten kadına yer vermiş.. Emekli hava yarbaydan,avukata,polis memurundan hemşireye,çiftçiden kuaföre,mimardan turizmciye,akademisyenden eczacıya,bankacıdan,toplum gönüllüsüne,sokak hayvanlarının yılmaz savaşçısından ilkokulda kantin işletene dek farklı işler yapan kadınları,biraz da anket soruları ile tanımaya,tanıtmaya çalışmış.. Neredeyse hepsinin ortak özelliği.Kastamonu'yu çok sevmeleri.. Kitabı hazırlayan yazar da Bolulu iken Kastamonulu olmayı benimseyenlerden.. Doğal güzelliklerini,tarihi değerlerini gayet iyi biliyor ve tanıtmaya da hevesliler.. Diğer ortak özellikleri ise ülkemizde kadın olmanın ne zor olduğunun gayet farkında olmaları.. Ama bunu şikayet konusu etmeye değil,kendisini,ailesini ve çevresini nasıl üretken,yararlı,iyimser bir insan olmaya dönüştürmeye çabaladıklarına yer veriyor hepsi de.. Buna şaşmamak lazım elbette.. K
astamonu kadınlarının 10 Aralık 1919'da üç binden fazla kadını bir mitingde toplayarak düşman işgaline karşı tepkilerini haykırdıkları, devlet başkanlarına,kraliçelere,padişaha işgali protesto telgrafları çektikleri,Kastamonu'da örgütlenerek cemiyet kurdukları,bunları organize eden Zekiye Hanım ve arkadaşlarının fedakarlıklarının hala izlerinin canlılığını koruduğu şehirde yeni nesillerin de onların izinden gidecekleri kuşkusuzdur.. Severek okuduğum kitaplardan biri oldu..

Bir Türk Ailesinin Öyküsü

Halk Kütüphanesinin biyografi,anı,gezi kitapları rafında gezinmeye devam.. Son olarak otobiyografik bir roman olan Bir Türk Ailesinin Öyküsü'nü okudum.. Yazarı İrfan Orga.. Oldukça ünlü olan kitabı ve yazarı ben de öğrenmiş oldum böylece.. Varlıktan darlığa düşen,Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan çizgide yaşayan ailenin hazin öyküsü.. Yazarı olan İrfan Orga Türk Hava Kuvvetleri'nde pilottur.. Diplomatık bir görev için İngiltere'de olduğu 1942-43'te İrlanda asıllı bir hanımla tanışır.. Hanım evlidir.. Ama İrfan Orga ile birbirlerini severler..Hatta bu sevginin bir de meyvesi olur.. Oğulları Ateş.. Hanımın kocasından boşanması beş yıl sürer.. 1948'de evlenebilirler ancak.. Ancak bu tek bir şeydir ancak.. Asıl büyük sorun Türk askerlerinin yabancı bir kadınla evliliklerinin yasak olmasıdır o dönemde.. Bu nedenle ya eşinden ayrılacak ya da başına geleceklere razı olacaktır.. Bu arada tutuklanacağı bilgisini alınca kararını verir. 1947'de Türkiye'yi terk eder.. 1949'da gıyabında bir yargılama yapılır ve yabancı uyruklu bir kadınla yaşamaktan suçlu bulunarak o dönem için ciddi bir para cezasına çarptırılır.. 45.904 lira 42 kuruş.. (2008 itibariyle 143 bin sterlin yani 343.410 lira ) Bu karara karşı,yıllar süren bir hak arama mücadelesi başlatırhem kendisi hem eşi.. Dönemin cumhurbaşkanına,başbakanına hatta o günlerde Hava Kuvvetleri komutanı olan arkadaşına (İrfan Tansel) mektiplir yazarlar.. Ancak hiçbir sonuç çıkmaz.. İngiliz vatandaşlığına geçmez.. Düzgün bir iş bulamaz.. Hatta hiç iş bulamaz.. Karısı evi geçindirir.. 1970'teki ölümüne dek giderek kendi içine kapanarak ve içten kırılarak İngiltere'nin bir köşesinde yaşar.. Çanakkale şehidi Hüsnü Bey'in oğlu İrfan Orga.. Ömrünün son yirmi yılını yazarak geçirir.. Türklerin günlük hayatlarını anlatan eserlerin azlığı ve buna olan talebin fazlalığı nedeniyle yazdığı eserler çok ilgi görür.. Atatürk üzerine bir inceleme,yörükleri anlatan Kervan Yürür adlı bir kitap(epey ilgi görür),iki çocuk kitabı (Türkiye'de Bir Genç gezgin,Türkiye ve Türkler),Türk mutfağı üzerine iki kitap(Yoğurtlu Yemekler ve Türk Mutfağı),Ortadoğu Mutfağı.. (Hatta pirinçli yemekler üzerine bir kitap daha yazmak için yüzlerce tarifi toplamış ama yazmak kısmet olmamıştır) Ayrıca kendi annesi ile babasına ithaf ettiği Anka Kuşunun Doğuşu-Modern Türkiye'nin Yükselişi.. En çok ilgi gören ise Bir Türk Ailesinin Öyküsü olur.. İngiltere dışında yunanistan,İspanya,Hollanda,İtalya,Almanya,Fransa'da da basılır.. 1994'te de asıl vatanında,Türkiye'de.. Kitabın başında,1908 İstanbulunda,Sultanahmet Camisi'nin arkasında denizi gören bir evde başlayan çocukluğunu anlatıyor.. Annesi,babası,dedesi,babaannesi,zenci dadılarla,aşçılarla dolu evleri.. Çocukluğun asudeliği içinde geçen günlerini anlatan yazar (oğlunun ifadesiyle yazdıklarını,bir yayınevinde editör olan eşine vermektedir düzeltmesi için;belki de bu nedenle oryantalist bir kitap gibi geldi bana).. Gündelik hayatın bazı ayrıntıları oryantalist ressamların Osmanlıda günlük hayat tablolarındaki görüntüleri çok andırıyor ya da bazı oryantalist yazarların cümlelerini.. Babaanne ile gittiği hamamdaki anlatım örneğin.. Güzel başlayan hayat,I.Dünya Savaşı'nın çıkışıyla değişir.. Önce amcası askere alınır.. Sonra babası.. İkisi de şehit olur.. dede çok önce ölmüştür.. Erkeksiz kalan evlerinde bütün çalışanlara yol verilir.. Babadan kalan şehit maaşı,o savaş günlerinde, birkaç avuç kuru üzüm almaya yetmektedir.. (Annesi kocasının ilk maaşını oğluna çerez almakla değerlendirdiği için azar işitmiştir görevliden).. Zaten bir daha da maaş almaya gitmez,İrfan'ı gönderir ikinciye.. Küçücük İrfan'ı da maaş alma kuyruğunda yaşlı bir adam taciz edince,maaş evrakını bırakıp eve kaçar,bir daha o maaş kuyruğuna hiç girmezler.. Anne ve babaanne ellerindekini satarak geçenirler bir süre.. Bu arada İstanbul'un ünlü yangınlarında evleri yanar.. Yanan sadece evleri olmamış,annesinin para ve mücevherlerini sakladığı küçük sandığı da kül olmuştur.. Annesinin deyimiyle "Her şeylerini kaybetmişlerdir." Bu arada dul babaanne kendisine talip olan zengin bir adamla evlenmiştir.. O adamın evlerinden birine sığınırlar.. Anne dikiş dikmeye başlar.. Bu arada savaş yıllarının giderek güçleşen koşullarında çocuklarını bir bakımevine vermek zorunda kalır.. Bir süre sonra çocuklarını almaya güç bulur ama güzel günler daha uzaktadır.. Babaannenin evlendiği adam ölmüş ama mirasından ona hiçbir şey bırakmamıştır.. Sadece oturdukları evde kaldıkları müddetçe kira vermeyeceklerdir.. Bir ahbaplarının delaletiyle Kuleli Askeri Okulu'na kardeşi ile birlikte girmeyi başarır.. Kardeşi askeri tıbbiyeye yönelir kendisi ise önce piyade sınıfına ayrılır sonra ise ihtiyaç görüldüğü için havacılar arasına katılır.. Pilot teğmen olarak tayin olduğu Eskişehir'de annesi ve babaannesini de yanına alır.. Küçük kız kardeşi Muazzez büyümüş,bir hariciyeciyle evlenip Ankara'ya gitmiştir.. Kardeşi Mehmet evlenmiştir.. Durumları oldukça düzelmiştir artık.. Ancak annesinin ruh sağlığında bozulmalar başlamıştır.. Öyle ki sonunda bir kriz geçiren kadıncağız Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırılır.. Görmek için gittiğinde göstermezler.. Yapabileceği tek şey özel odaya aldırmak olur.. Bunun için gördüğü aşağılayıcı muameleyi de üzülerek hatırlar.. Bir sonraki ziyaret gününde annesini görür ama annesi zihnen ondan çok uzaklardadır artık.. Kısa süre sonra da vefat eder zaten.. Kendisi yine Eskişehir'de görevde olduğu için cenazeye yetişemez.. kardeşi Mehmet annelerinin başında bulunur.. Törenden sonra da onu "güneşe,şefkatlı yağmura ve bundan böyle sonsuza dek sürecek olan gecelere bırakıp ayrılır." babalarını Çanakkale'de bilinmeyen bir yol kenarında şehit vermiş,annelerini de onca eziyetle geçen yıllardan sonra çok sevdiği İstanbul'da doğayla baş başa bırakmışlardır.. İrfan Orga'nın cümleleri burada bitiyor.. Bundan sonra oğlu teş Orga'nın yazdığı Sonsözler var.. Eksik kalanları ondan okuyoruz.. Özellikle İngiltere yıllarını.. Türkiye'de iken yoksulluk ve yoksunluklarla geçen hayatı İngiltere'de de sürmüştür.. Hatta İrfan Orga,kendisinin lanetlendiğine inanmaktadır.. Ancak yaşamının sonlarına doğru durmları düzelir ama bu arada uğruna ülkesini,ailesini terk ettiği eşi kendisinden uzaklaşmış,hatta onu aldatmaya başlamıştır.. Oğlunun deyimiyle yüzü hiç gülmeyen İrfan Orga,sonunda 29 Kasım 1970'te,sabahın erken bir saatinde ölür.. 62 yaşındadır.. Cenazesini Tür bayrağına sararlar.üzerine askerlik mesleğinden kalan son hatırası kılıcı uzatılmıştır.. Cesedinin yakılmasını vasiyet etmiştir.. Küllerinin bir kısmını son yıllarını severek yaşadığı evlerinin çevresinde rüzgara savuran oğlu,kalanını da dört yıl sonra ölen annesiyle birlikte gömer.. Şimdi 76 yaşında olan Ateş Orga müzik alanında uzman bir akademisyen ve müzik eleştirmeni olarak kısa bir süre ülkemizde de çalışmış,sonra yine İngiltere'ye dönmüştür.. Hayatın bazen nasıl rüzgarın önüne katıp savurduğu hayatlarla dolu olduğunu okuduğum hüzünlü bir hikaye oldu bu kitap..
Bu sayede

2 Ekim 2020 Cuma

Yine Bir Kitap

Kütüphaneden aldığım anı kitaplarından biri Ali Kemal'in idi.. Kurtuluş Savaşı döneminin ünlü 'Artin Kemal'i.. Damat Ferit hükümetlerinde maarif(milli eğitim) ve dahiliye(içişleri) nazırlıkları(bakanlık)yapan.. Kurtuluş Savaşı boyunca süren basiretsizlikleri ile Mustafa Kemal'in ve Kurtuluş Savaşı'nın aleyhinde yazan.. Sahibi olduğu Peyam-ı Sabah Gazetesini sırf bu amaca hizmet eden bir yayın organı haline getiren.. Milli Mücadele aleyhtarı İngiliz Muhipler Derneğinin kurucularından.. Son olarak 10 Eylül 1922'deki , Yunan ordusunun Batı Anadolu'dan kaçarak İzmir limanına dökülmesi üzerine kaleme aldığı 'Gayeler Bir İdi ve Birdir' başlıklı yazı ile hatasını ifade etmeye çabalayan.. Oysa daha bir hafta önceki yazısında"Üç seneden beri Anadoluyu al kanlara boyayan bu mücadeleden hiçbir zaman fayda göreceğimize emin değiliz."demeye devam eden.. Ankara Hükümetinin isteği ile İstiklal Mahkemesinde yargılanmak üzere Ankara'ya götürülürken İzmit tren istasyonunda linç edilerek öldürülen(kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılmış).. Cesedi sokaklarda sürüklenen.. Bugünkü İngiltere Başbakanı Boris Johnson'un büyük dedesi.. (İngiliz-İsviçre kökenli Winifred Brun adlı bir hanımla evlenir,iki çocuğu olur.Boris Johnson bu evlilikten doğan Osman Kemal'in torunudur.. Ali Kemal'in de torun çocuğu.. Ali Kemal'in anılarına verdiği ad 'Ömrüm'.. Hayatının ilk yirmi yedi yılını anlatıyor.. Çankırılı olan babasından başlayarak çocukluğunu,eğitimini,yetişmesini.. benim dikkatimi çeken noktalardan biri eğitimi için gerçekten çok çabalaması.. Güzel ve edebi yazmak için küçük yaştan itibaren sürekli yazma denemeleri yapan Ali Kemal bunları dönemin gazete ve dergilerine gönderiyor,basıldıkça daha iyi olmak için daha çok çaba gösteriyor.. Düşünce hürriyeti kavramını Namık Kemal'den alan Ali Kemal,Namık Kemal'e derin bir hayranlık geliştiriyor.. Dönemin önde gelen şair ve yazarları ile tanışıyor.. Bunlardan Muallim Naci'ye anılarında özel bir yer veriyor.. Onun dile ve özellikle eski edebiyata dair bilgisini derin bir hürmetle anlatıyor.. Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem arasındaki eski edebiyat,yeni edebiyat tartışmasına da sayfalarca yer veriyor.. Abdülhamit devrinde ,birkaç arkadaşıyla birlikte önce birkaç ay tutuklanan sonra da sürgüne gönderilen Ali Kemal'in sürgün yeri Halep olur.. Halep'te iken Osmanlı idare yapısı üzerine gözlemlerini uzun uzun yazdığı sayfalar da çok dikkatimi çekti.. Osmanlı idaresinin en çürük yönünün irtikap(kötü iş işleme)ve İrtişa(rüşvetçilik)olduğunu yazıyor.. "Ekser valiler,onlara uyarak erkan-ı saire,kadılar,mutasarrıflar,kaymakamlar ekseriyetle çalarlardı.Çalmayanlar da vardı fakat ekseriyetle çalarlardı. Hiçbir cezadan,uyarıdan korkmazlardı.Aleyhlerindeki şikayetlere kulak asmazlardı. Ansızın bir görevden uzaklaştırmaya uğramamak için İstanbul'u beslerlerdi. İstanbul validen alırdı,vali eşraftan,maiyetinden,mutasarrıflardan hatta kaymakamlardan alırdı. Onlar da ahaliden,nereden bulursa alırlardı. Bir hây ü hûy-ı rüşvettir(rüşvet patırtısı)giderdi."(sayfa 224)
Hatta bizzat kendi soruşturduğu evrakta sahtecilik olayının nasıl sonuçta sadece zavallı birkaç basit memura verilen para cezasıyla örtbas edildiğini uzun uzun anlatıyor.. Enteresan bir okuma idi..