26 Temmuz 2019 Cuma

Ada Rüzgarı-VIII

        Epilog  (Sonsöz)

Üç günlük Ege Adaları turumuz sırasıyla Patnos,Pire,Atina,Mikonos gezileriyle bitti..
(Santorini gezisi olamadı;çünkü denizin çok çalkantılı oluşu nedeniyle adaya kadar gittiğimiz halde kaptan tarafından adaya çıkışımız uygun görülmedi..
Biz de olgunlukla karşıladık..
Gece daha da dalga şiddeti artacağı için yolcu emniyeti açısından sakıncalı olabilirdi..
Limanı olmayan adaya girişler teknelerle iskele üzerinden sağlanıyor çünkü..)
Artık gözlerimizde bir renk,kulaklarımızda bir ses, içimizde bir nefes olan yolculuk için izlenimlerimizin sonuna geldik..
Cruise gemileriyle adalar turuna gitmek isteyenlere öneririm doğrusu..
Gemilerin hepsi mi öyle bilemem ama yolcu konforu açısından her şey düşünülmüştü..
Üstelik biz iç kamaralarda kaldık !..
Yani dışarıyı,denizi görebileceğiniz bir pencere bile yok..
Ama kamaralar çok dar değil..
Tabuta girmiş hissi uyandırmıyor..
Yatak ve çarşaflar,banyo ve havlular temiz ve sürekli gözden geçiriliyor..

Her şey dahil sistemi ile yolculuk edildiği için bilhassa içecek konusunda yolcular memnundu sanırım,eller her daim bardak veya kadehle doluydu..
Gündüz vakti bar önlerinde daimi bir kalabalık mevcuttu..
Gecenin belli bir saatinde üst güvertedeki barları kapatıyorlar,aşağıdaki barlar hizmete devam ediyorlar..

Yemek salonları günde üç öğün hizmet veriyor..
Sadece akşam alakart usulü ile servis yapılıyor..
Bu nedenle bütün menüyü almak isterseniz,uzun bir akşam yemeğini göze almanız gerekiyor..
İki saat otuz dakika kadar..
Oysa diğer öğünlerde yarım saat içinde yiyip çıkıyorsunuz..

Hava güzelse denizin çalkantısı olmuyor..
Biraz rüzgarlı ve dalgalıydı bizim seferimiz,ancak rahatsızlık verecek bir sallantı yoktu..
Gemide herkes görevinin başında,yapılacak işler tıkır tıkır yürütülüyor,bizim gördüğümüz kadarıyla aksayan bir şey olmadı hiç..
Ada turundan dönüşte sıcaktan bunalanları serinletecek nemli ve ıtır kokulu havlularla gemiye kabullere kadar her şey ayrıntılarıyla yolcu memnuniyeti açısından düşünülmüş..
(Bu havlularla Girit dönüşü gemiye girerken karşılaştık ve pek memnun kaldık..
Bembeyaz,serin ve ferahlatıcı kokulu havlulardı..
Aynısını Akropol dönüşü de görmek isterdik doğrusu;hatta asıl o zaman gerekirdi..
Akropol'de esen deli rüzgar yerden alıp savurdukları
ile yüzümüzü gözümüzü toz içinde bırakmıştı..)

Gemi mürettebatı birleşmiş milletler gibi;yolcular da öyle..Türkiye,Şili,Kanada,artık Çin'e bağlı olan Honk Kong,Yeni Zelanda,A.B.D.,İspanya,Bolivya,Kolombiya,Kırgızistan  gemide vatandaşı bulunan ülkelerden birkaçı sadece....

Belki de bu nedenle herkes güleryüzlü,nazik,sempatik,yardımcı olmaya hazır..
Dikkatimi çeken bir şeyi de eklemek istiyorum:
Gemideki animasyon ekibi ve sundukları gösteriler..
Hem koreografi hem sahne dekoru ve kostümleri hem ekibin sahne kondisyonu ummadığım kadar iyiydi..
Bu kadar profesyonel olmalarını beklemiyordum doğrusu..
Sundukları her gösteri için özenle çalışmış olmaları, aldıkları alkışı sonuna kadar hak ettiriyordu..
Son gün bunu gemi anketine yazdım,bir kere de buradan belirtmek isterim..

Ege adaları güzel;ama benim her yurt dışına çıktığımda içimden yükselen ses burada da susmadı elbette..
Bizde orada gördüğümüz güzelliklerin hepsi ve daha fazlası var..
Ancak aksayan pek çok şey de var..
Hem yerel hem şık hem mütevazi hem canayakın hem orijinal hem çağdaş  olmak gibi bir ince çizgiyi yakalamak gerekiyor..
Bıkkınlık,ilgisizlik,aldırmazlık,özensizlik,açgözlülük,yaptığı işi küçümsemek gibi olumsuz insanî özellikleri acilen en aza indirmek gerekiyor..
Güleryüz,içtenlik,işini sevmek ve değer vermek,çalı
şkanlık gibi iyi özellikleri işleyerek arttırmak da..
Gittiğimiz yerlerde gördüklerimiz bunlar oldu daha çok..



22 Temmuz 2019 Pazartesi

Ada Rüzgarı-VII

  Mikonos

 Ege  Adaları turunda son ziyaret edeceğimiz yer burası..
Öğleye doğru (11.30) Pire'den yola çıktıktan sonra ikindi vakti (18.00) Mikonos'tayız..
Masmavi Ege,pırıl pırıl güneş ve bol bol rüzgarla vaktin nasıl geçtiğini anlamadık..
Gemi personeli de yolcuların sıkılmamaları için duraksız çalışıyor..
Barlar her daim dolu..
Animasyon ekibi dans eğitimlerinin birini bitirip diğerini başlatarak,aktivasyon meraklılarının enerjilerini tüketmeleri için ellerinden geleni yapıyor..
Bir ara sirkaki eğitimine kenardan kenardan ben de katıldım ama öğrenmek için daha epeyce ders almak lazım..
Bu arada yanından geçtiğimiz Ege adalarının sayısını bilemeyeceğim..
O kadar çok ki..
Atinalı rehberimiz Eva Hanım'ın iğnelediği Yunan hükûmetinin iddia ettiği gibi 9000 değil ama yüzlerce ada olduğu kesin..
Adalar konusunda resmî sayının 2053 olduğunu,bunların da sadece 168'inde iskan olduğunu bir kere daha yazayım..
(Az önce gazetede Yunanistan'ın bir adamızı
daha işgale hazırlandığı haberini okudum.)

Mikonos da önce ufukta belirdi,sonra karşımızda sere serpe serildi..
Küçük bir ada..
Ama turist yoğunluğu bakımından olağanüstü
kalabalık..
Hiçten nasıl bir kazanç elde edilir'in güzel bir örneği..
Turistik bölgenin her santimetre karesi titizlikle işlenmiş..
Çirkin,boyasız,sıvasız,kirli,yıkık,dökük hiçbir yer
görmüyor,göremiyorsunuz..
Sokaklarda yerlere döşeli kocaman taşların ara sıvaları bile alçıyla doldurulup tertemiz sıvanmış ve öyle göze hoş gelen bir görüntü oluşturulmuş ki..
Bize verilen serbest saat süresince gezebildiğimce adanın birçok sokağına dalıp
çıktım..
Turistik noktanın dışında her yer bildiğimiz gibi..
Salaş,biraz ihmal edilmiş,bakımsız yerler de var..
Ama vitrindeki bölgede en küçük bir eksik yok..
Daracık sokaklara açılan küçücük dükkanlarda zevkli tasarımlardan oluşan binbir ürün göze hoş gelen sunumlarla alıcısını bekliyor..
Kimse sizi sıkboğaz etmiyor..
İstediğiniz sokağa dilediğiniz gibi dalabiliyor,istediğiniz gibi bakınabiliyorsunuz..
kimse kimseyi rahatsız etmiyor..
Dünyanın birçok yerinden bu adayı görmeye gelen binlerce insanla birlikte,ortak dil olan nezaket ve alçak gönüllülükle zaman geçirebiliyorsunuz..
İşte istenen de bu !..
Lüks değil,marjinallik değil,üstten bakan uçuk tasarımlar değil..
Hele restorasyon adına ucubeleştirme hiç değil..
Basit,sade,yöreye uygun..
Örneğin Mikonos'un batısında yer alan ve Küçük Venedik diye anılan bölümünde sokak diyemeyeceğim,kimi yerde yarım metre eninde bir kaldırım bulunuyor bina ile deniz arasında;en geniş yerde ise üç dört metrelik boşluklar..
Bulunabilen her boşluğa basit tahta masalar ve sandalyeler dizilmiş..
Bu arada dalgalı deniz gelip masanızın,sandalyenizin dibine köpüklerini bırakıyor..
Kimi yerde ise deniz o kadar kibar değil..
Şiddetle dalgalarını suratınıza çarpıveriyor..
İşte sadece bu alana kalın naylon branda germişler,böylece ıslanmadan oturuyor,sohbetinizi sürdürüyorsunuz..
Sıçrayan dalgacıklardan dolayı da kimse afra tafra yapmıyor,herkes zamanın akışının keyfini çıkarmakla meşgul..
Küçücük,birbirine bitişik eski zaman evleri;hepsinin altları dükkan,lokanta,bar,kafe,artık ne olursa.. Üstelik sadece boyası badanası yapılmış ama restorasyon adına kesinlikle yapmacıklaştırılmamış.. Yeldeğirmenlerinin yanından baktığınızda fotoğraf karesini dolduruyor ,hele gün batımında izlemesi pek de keyifli olan anlar yaşatıyor..
Deniz,güneş,tarihî geçmiş,yerel motifler,kasmaya gerek olmadan sere serpe
eğlenebilme..
Daha ne ister insan !..
Hiçbir dükkan da özerkliğini ilan etmemiş,oturanların arasından rahatça geçip gidebiliyorsunuz..
Zaten  kıyı hattında geçebileceğiniz başka yer de yok..
Kısacası gezdikçe beğendim Mikonos'u,beğendikçe de gezdim..
Ayaklarım pes edene dek yürüyüp gün batımı saati gelince kıyıda kendime bir yer beğenip güneşi uğurladım..
 Aynı daracık sokaklardan bu kez gecenin ışıkları içinde geçtim..
Bir kez daha beğendim..
Bu 10 bin yerleşik nüfuslu adayı..
Granit üzerine taş binalarla,yeldeğirmenleriyle,minyatür kilisesiyle,ucundan gördüğüm eğlenceleriyle,çırpıntılı deniziyle minik ama turizm dünyasında adını dev gibi tanıtabilmiş..

İlk olarak 1207'de Venediklilerin deniz üssü
olmuş burası..
Bu ada da 1537-1829 arasında da Türk toprağı ..
Ancak bizden hiç iz göremedim..
1829'da Yunanistan'a bağlanınca denizcilik üzerine olan tüm ekonomisi çökmüş.
Tekstil üzerine sıfırdan yeni bir ekonomi kurmuşlar..
1960'larda da hippiler ve sanatçılar keşfetmişler..
Giderek turistik bir ada olmuş çıkmış..
10 binlik nüfus, yazın 100 bini buluyor belki de geçiyor..
Bu nedenle pahalı olduğunu da söylemek gerek..
Ama sokaklarında yürümek bedava..

Benim dikkatimi çeken bir şey de küçücük adadaki müze ve sanat galerisi bolluğu..
Mikonos Deniz Müzesi(Türkiye ile ilgili çok eser bulunduğunu okudum),Mikonos Kültür Müzesi ve 30 kadar sanat galerisi..
Bu sanat galerilerinden biri olan Efimerides Gallery,eski Yunan Haber Ajansı binasında imiş..

Bir de Panagia Paraportieri adlı kilise kompleksi çok ünlü..
Kompleks sözü aldatmasın..
Küçücük bir yapılar topluluğu..
13.-15.-16.-17.yy.lar içinde dört farklı kilise dip dibe bir yapıda birleştirilmiş..
Fransız-İsviçreli mimar Le Courbusier'in en güzel mimarî eserlerinden sayılıyor..
Bir ortaçağ kalesinin hemen yanına inşa edilmiş;bu nedenle kalenin kapısı işlevi de görüyor..
Dört tane tek katlı yapının ortasındaki beşinci yapı asıl kubbeli kilise ve bunların sadece biri ziyarete açık..
Ama ne çok ziyaretçisi var !..
Yapının çevresi fotoğraf çekmek isteyenler tarafından tavaf ediliyor..
Her köşeden ayrı bir güzellikte fotoğraf çekiliyor çünkü ..



(Benim yaşadığım 123 bin nüfus  olmakla öğünülen yerde ise tek bir sanat galerisi bile yok !..
Müze olarak ise biri açık diğeri kapalı olmak üzere kent içinde iki,Gordion'da bulunan ile toplam üç müze mevcut!..
Üstelik Frig bölgesi olmakla hem antik tarihin,
Sakarya Savaşı'nın üzerinde cereyan etmesi nedeniyle de millî tarihin yaşandığı topraklar burası..)

Küçücük Mikonos ise,Apollon ve Artemis'in
doğduğu ada diye tanıtıyor kendini..
Herkülün öldürdüğü devlerin denize düşmesiyle oluştuğunu anlatıyor ada gelen geçene..
Yanında komşu ada Delos ile..
Delos'un kralının oğlunun adı da ,ne tesadüf ki,Mykonos'tur !..
Bunun dışında otantik bir Yunan köyü görmek isteyenleri 7,5km uzaklıktaki Ano Mera Köyüne davet ediyorlar..
Ya da plajlara..
Merkezde de plaj var elbette..
Ancak bu çok ünlü adanın çok ünlü misafirleri olabiliyor elbette..
Onların genelde gittiği Nammos Plajı'na paparazzi plajı da deniyormuş bu nedenle..
Gialos,Ornos,Platis,Paradis,Super Paradis diğer plajlar..
Bu arada  Su
per Paradis olanının çıplaklar kampı olduğu heyecanla fısıldanıyor..
Bunlara tekneyle gidildiği de..
Bizim o kadar vaktimiz yok ki !..
Şaka bir yana ,Mikonos'un bu kadar ünlü olmasının bir ,belki de asıl nedeni eşcinsellerin rağbet ettiği ada olması..
Sıradan insanların da görmek istediği yerler arasına girmesi biraz da bu nedenle..
Ama ne olursa olsun bu ilgiyi çok güzel değerlendirmiş,hiçten kazanç elde edilmesinin örneği olarak gecenin içinde ışıldayan Mikonos'u arkamızda bırakıp bizi gemiye götürecek olan otobüslerin bulunduğu alana doğru gidiyoruz artık..
Biz yüzlerce kişiyiz..
Otobüsler ise birkaç tane..
Nitekim kırk dakika bekledikten sonra ancak sıra geldi ve limanda bekleyen gemiye ulaşabildik..
Hoşçakal Mikonos !..



















19 Temmuz 2019 Cuma

Ada Rüzgarı-VI

                            Pire ve Atina-II

                                   Akropol

Aziz Paul Kayası..
Hristiyanlara için kutsal olan bu kayada ilk kez Roma halkına hitap etmiş o kutsal kişi..
Şimdi Hephaistos ve Artemis Tapınağı olarak da biliniyor..
5. yy.'da yapılmış..
1865'te ilk arkeoloji müzesi olarak da kullanılmış..
Her dönemde,her inançta kapışılmış kısacası..

Ünlü Parthenon tam karşımızda..
Sol yanda da küçük tapınak yer alıyor..
Yeraltı tanrısı Erekhtheion için yapılmış tapınak..
Önünde altı kadın heykeli var..
Aslında sütun vazifesini görüyorlar..
Bizim gördüklerimiz elbette orijinal değiller..
Orijinal heykellerin beşi Atina Arkeoloji Müzesi'nde,biri Londra'da..
Güneş tanrısı Helios için kapıları doğu yönüne bakan tapınak etkileyici görünüyor..
Olabildiğince yakından fotoğraflarını çektik..
Tabiî kendimizin orada olduğunu kanıtlayan fotoğraflar çektirmeyi ihmal etmedik..

Gözümüz hep Parthenon'da..
Karşıdan çok etkileyici görünüyor..

Belgesellerde çok izledik..
Masmavi göğün altında bütün cephelerinden kendi gözümüzle görmek ise bambaşka..

M.Ö.432'de tanrıça Athena'nın fildişi ve altın kaplamalı ahşap heykelinin bulunduğu bu yapı göz alıcı..
Heykelin daha göz alıcı olduğunu ise ancak tahmin edebiliyoruz..
Bir milyondan fazla altın plaka ile kaplı olan heykel çalınmış..
Altının cazibesine direnmek kolay değil !..

Bu arada,Parthenon bakire demekmiş !..
Her dört yılda bir civardaki bakireler hazırladıkları bir elbiseyi tanrıça Athena'ya sunarlarmış..
Ahşap heykelin önüne serilen elbise takdiminden sonra da kurban faslı gelirmiş..
Yüz kadar hayvan Athena onuruna kurban edilirmiş..

Tabiî zeytin faktörü burada da geçiyor..
Şehrin kurulması sırasında tanrılar huzurunda bir yarışma düzenlenmiş..
Yarışmaya katılan Poseidon suyu getirmiş..
Athena da bir zeytin fidanı getirip dikmiş ve yarışmayı  kazanmış..
Böylece yeni kurulan şehre onun adı verilmiş..
Akropolde de zeytin ağacı var ama iki bin yaşında olanını görmedim,görmedik..
Olanlar en fazla kırk elli yıllık olanlardı..
Athena'nın diktiği zeytinin yerinde de yeller esiyor..

Parthenon, mermer sütunların üzerinde yükselen ahşap çatılı bir yapı olarak inşa edilmiş..
Bulunduğu tepenin güney eteğinde bulunan Dionisos Tiyatrosu,17 bin kişi kapasiteli olup,en eski tiyatro olarak niteleniyormuş..

Tepede dört ana yapı bulunuyor imiş..
Propilaia yani giriş kapısı..
Parthenon Tapınağı..
Erekhtheion Tapınağı..
Muzaffer Atina ve Zafer Tapınağı..

Akropol,yüksek şehir,bir şehrin en yüksek noktası demekmiş..
İlk olarak Mikenler sonra Akhalar gelip yerleşmişler bu tepeye..
Savaş zamanında halkın sığınağı olan bu yer aynı zamanda siyaset merkezi olmuş..
İlk binalar ahşap ağırlıklı iken,hatta heykeller de ahşaptan yapılırken sonra mermer tercih edilmeye başlanmış..
Bunda yangınların etkisi olmalı..
Tarih boyunca durmadan istila ve savaşla baş etmeye çalışan bir bölge sonuçta..
Dışarıdan bir istila olmasa bile şehir devletleri olarak kendi aralarında çekişme hiç bitmiyor..
Gerçi Büyük İskender şehir devletlerini bir araya getirerek  Yunan birliğini kurar ve gürültüyü keser..
Sonra da M.Ö. 168'de Roma dönemi başlar..
Haydi bir kere daha savrulma..
Romalılar değerli ne varsa Roma'ya taşıyıp,şehri de yakarlar..
M.S. 330'a kadar süren bu dönem de biter..
Hıristiyanlığın etkisindeki Ortaçağ başlar..
Sonra da,öğünmek gibi olmasın,1458'de Türk hakimiyeti dönemi başlar..
Parthenon camiye çevrilir..
Akropole giriş kapısı olan yapı karakol ve komutan evine..
Parthenon daha sonra cephaneliğe çevrilir..
1893'e kadar süren Türk hakimiyeti,ne yazık ki,Yunanistan'ın ,elbette bütün Avrupa'nın desteğini arkasına alarak,bağımsızlığını ilanıyla biter..
435 yıl Türk toprağı olan bir bölgeyi geziyoruz kısacası..

Bu arada rehberimiz Eva Hanım,bir arkeoloji dedikodusu aktarıyor..
"III.Selim döneminin İngiliz Büyükelçisi  Lord Elgin,Akropol'de değerli ne varsa söktürüp,böldürüp İngiltere'ye götürür..
Büyük bir hazinenin sahibi olarak evine geldiğinde karısının başka bir erkekle birlikte olduğunu ve kendisini kapı önüne koyduğunu
görür..
Bunun üzerine bu eserleri satmaya çalışır ama buna da fırsat bulamaz..İngiliz hükûmeti bütün eserlere el koyar.."
Oh olsun,diyeceğim ama,geçmişteki gafilliğimiz de bugün hüsranla bakakalmamıza neden oluyor,yazık ki..

Akropol'ün her zamanki hali mi yoksa o gün mü öyleydi,müthiş rüzgarlı olduğunu söylemeliyim..
Bildiğiniz rüzgarlı bayır !..
Hem de yerdeki tozları kaldırıp ağzınıza,burnunuza,kulaklarınıza,
gözlerinize,saçlarınıza dolduracak kadar..
Akropol'e değil,çölde kum fırtınasına tutulmuş gibiydik oradaki yüzlerce kişi..
En büyük şikayet de kadınlardan geldi elbette..
Akropol'den gelen kadınların hepsinin,istisnasız ,yüzüne çarpan toz ve kumlardan dolayı ifadesi çarpılmış,saçları karman çorman olmuş vaziyetteydi..
 Huysuz ve aksi Athena'nın hiçbir kadının kendisinden daha güzel olmasına dayanamadığı
için,kendisini ziyarete gelenlere cilvesi olduğunu söyleyip gülüştük, biz zavallı ölümlüler de..
Yani kısacası Akropol'de havalı fotoğraflar çektirme arzunuz Athena'nın havasının gazabına uğrayabilir..
1 Temmuz 2019 Pazartesi günü öğleden önce öyleydi en azından..
Akropol için verilen serbest zaman bu esintilerde tepeden aşağıya uçmamaya çalışarak,gözümüze dolan kumları ayıklayıp çevremizi görmeye çalışarak bitti ne yazık ki..
Yine de herkes memnundu böyle bir mekanı dünya gözüyle görebilmekten dolayı..
Lenslerini düşürdüğü tozların arasında bulmaya çalışan Japon delikanlı da dahil..

Saat 09.30'da Akropol'den tekrar şehre indik otobüslerle..
Ünlü Klapa'yı görmezsek,alışveriş etmezsek olmazdı elbette..
Nitekim rehberlerimiz bizi caddenin başına kadar getirip bıraktılar ve 45 dakika verdiler,kendi başımıza gezebilmemiz için..
Caddede önce doğu-batı,sonra da kuzey-güney ekseninde hızla yürüyerek tanımaya çalıştım..
Doğu-batı ekseninde geniş bir cadde olarak epeyce uzayıp gidiyor ve Akropol'ü aşağıdan dolanıyor..
Hatta Akropol'e girmek için
buradan da bir kapı var,bilet kuyruğuna girip,aşağıdan yukarıya tırmanarak başka bir açıdan antik bölgeyi tanımak da mümkünmüş..
Hatta tırmana tırmana çıkan yolda belki bizim göremediğimiz başka görüş açıları da vardır..
Artık kısmetse başka sefere öyle yaparız..
Alışveriş meraklılarının biraz hayal kırıklığına uğradıklarını tahmin ederim..
Sabahın o saatinde henüz dükkanların çoğu açılmamıştı..
Sadece birkaç kahve,kafeterya,lokanta..
O da,kuzey-güney ekseninde, küçük bir cadde üzerinde..
Başka açık bir yer olmadığı için  erkenci turistler de masaları doldurmuşlardı..
Sokak müzisyenleri ve tarihî kostümlü figüranlar çoktan mesailerine başlamışlardı..
Akropol'e cadde üzerinden çıkan kapının tam karşısında bulunan,yeni Arkeoloji Müzesi'ni gezmek için vakit olmamasına bir kez daha hayıflanarak buluşma yerine yürüdüm..
Otobüslerimiz bizi Pire Limanına götürmek için bekliyor..
11.00'da gemimiz yola çıkacak..
İstikamet Mikonos !..