30 Eylül 2019 Pazartesi

Doğu Anadolu Postası-XIII

Bitlis İhlasiye Medresesi-Ahlat Selçuklu Mezarları-Nemrut Krater Gölü-II

Bir önceki yazıda Tatvan'dan sabah Nemrut Krater Gölü'ne gittiğimizi,dönüşte yine Tatvan'da öğle yemeği molası verdiğimiz,yemeğin de o yörelerin ünlü büryan kebabı olduğunu,isteyenin de yanında abşor çorbası(kemik suyuna çorba) içebileceğini yazmıştım..(büryan kebabı:30 lira)
Tatvan'daki öğle yemeği molasından sonra yine yola düştük..
İstikamet  Ahlat..
Kısa bir yolculuktan sonra da vardık..
Ahlat Van Gölü kıyısında 24.200 nüfuslu mütevazı bir ilçe..
Göl kıyısı ekili dikili araziyle dolu..
Bostan ve domates tarlaları birbirini izliyor..
Süphan Dağı da hem göle hem ilçeye yukarıdan
nezaret ediyor..
Ahlat taşı adıyla bilinen yöresel taş bütün yapılarda kullanılmış,kullanılıyor..
Boz kahve tonlarındaki taşı şimdiki yapılarda da kullanmaya özen gösterenler olmasına çok  memnun olduk..                 
Bitlis'e çok yakın olan bu ilçenin özelliği ünlü Selçuklu mezar taşlarının bulunduğu yer olması..
Bilmediğimiz diğer özelliği ise yörenin ağaçlarından çok kaliteli bastonlar üretilmesi..
Hep Devrek'in adını duyardık;oysa Ahlat da hiç geride kalmıyormuş..
Refa ve İbrahim Ustaların el emeği göz nuru bastonlar genellikle yörenin ünlü cevizlerinin yaşlı ağaçlarından..
Hatta Refa Usta(adı böyle)1000 yıllık ceviz ağacından yaptıkları bastonları gösterdi..
Ayrıca kemik taraklar da talep gördüğü için üretilmeye devam ediliyor..
150 liradan 20 bin liraya kadar etiket taşıyan baston var..
Kemik taraklar da 20 lira civarında..
Hatta Malazgirt Zaferi'nin kutlamaları için yöreye gelen devlet büyüklerine de satış yapılarak tanıtım atağına geçilmiş..
Devlet büyüklerimiz genellikle 2 bin liralık olanlardan almışlar.
Bu arada yol üstünde Malazgirt Zaferi kutlamaları için hazırlanan tören alanını gördük..
Otağ biçimli çadırlarla dolu geniş alanda Cumhurbaşkanımız için bir konut(saray)inşa edilecekmiş..
Ustalarımızın tek derdi ise
üretim için yeterli eleman olmaması..
Daha doğrusu usta olmaması..
"İş çok ama yapacak olan usta sadece ikimiz varız."diye pek dert yandılar..
Biz onları bu dertleriyle bırakıp Selçuklu mezarlığına yöneldik..
Ortaçağ Türk mezar mimarisinin örneği olan mezar taşları aslında on binlerce imiş..
Ancak Rus işgalinin yaşandığı dönemde,Ruslar bu taşların birçoğunu çeşitli yapılarda kullanmışlar..
Dolayısıyla bugün 8169 mezar taşı kalmış
durumda..
Mezarların bazıları oda biçiminde..
Dünyanın en büyük Türk İslam Mezarlığı olarak da adlandırılan mezarlıkta, bugün üniversitenin arkeoloji bölümü öğretmen ve öğrencileri çalışıyor..
Taşların hepsinin okunmaları tamamlanmış..
Dolgu ihtiyacı olan çatlaklıklar tamir ediliyor..
Üzerlerindeki zamanın tahribatı temizleniyor..
Biz oradayken beyaz önlüklü öğrenciler gölgelikler altında çalışıyorlardı..
Onlara selam verip yürüyüş koridorundan geçerek bütün mezarlığı kat ettik..
Bu mezar taşlarının son derece sanatkarane işlenmesinde emeği geçen sanatkarların 32'sinin de adı tesbit edilmiş..
Alanda en çok yeri kadılar bölümü kaplıyor..
İlim,din,kültür,sanat,zanaatkar,hukukçu,mutasavvıf alanında dönemine göre isim sahibi olanların adlarına mezarlar ve mezar taşları..
Hem de ne azametli taşlar..
Bazıları üç metre yükseklikte..
Şahide denilen bu mezar taşlarının doğu yüzünde ölenin kimlik bilgileri,nereden geldiği,mesleği yazılı..
Batı yüzünde taşı hazırlayan sanatkarın adı,Kur'an'dan bir ayet,geometrik veya bitkisel süsler var..
Sanduka kısmında ölüm konulu hadisler taşa kazılmış..
Orhun Abideleri'nin Anadolu versiyonu olan taşlarda bazı semboller de var..
Çift başlı ejder,yıldız,hayat ağacı,mihrap nişi(cennete açılan kapı sembolü)..
Ölen bir kadınsa lale,bir genç kızsa ters lale motifi taşa işleniyor..
Fakat şurası kesin,hepsi için çok ince işçilik kullanılmış,taşlar dantel gibi işlenmiş..

Bu arada mezarlık alanının girişindeki Emir
bayındır Kümbeti'nden de söz etmek gerek..Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın torunu Rüstem Bey'in oğlu Emir Bayındır için 1481'de yaptırılmış..
Bir türbe ve yanında mescit olarak bir yapı kompleksi..
Mimar Ahlatlı Baba Can Bey..
Bu zarif yapının mimari benzeri Azerbaycan'da Gence şehrinde yine aynı mimarın elinden çıkmış..

Ahlat'taki Selçuklu Mezarlarını ziyaret ettikten sonra yine yola revan olduk..
Şimdi istikamet Bitlis'e..
Kısa bir yolculuktan sonra  ikindi vakti vardık..
                       Bitlis       Nüfus:341.245      Rakım 1637       Plaka:13
Bizim yıllarca söylediğimiz "Bitlis'te Beş Minare" türküsünün şehrine..
(Rahmetli arkadaşım Nesrin'in sesine ne güzel yakışırdı..Nur içinde yatsın..)
Beş minare değil birçok minare mevcut..
Türküdeki beş minare ise..
Sadece  tarihî fotoğraflarda..
Bugün hepsini yan yana görebileceğimiz bir beş minare fotoğrafı için uzun uzun uygun açı aramak gerekiyor..
Bitlis'in şehir yapısını incelemek daha ilginç..
Derin bir vadinin ortasından akan bir akarsuyun iki yakasına inşa edilmiş..
Dicle'nin kollarından Botan'a karışan Bitlis Çayı'nın kıyıcığına..
Vadi derin ve dar olduğu için şehir de dar bir alana sıkışmış;bundan dolayı ilk gelenlerde bir boğuculuk hissi uyandırıyor..
Vadinin dibinden tepeye kadar evler üst üste dizilmiş,şehir merkezi olan vadi dibinden bakınca da o evler üzerinize yıkılacak gibi görünüyor..
Dolayısıyla ferah bir şehir değil ama eski bir şehir Bitlis..
Ama..
İşin bir de aması var..
Hem de iyi anlamda..
Bu boğuculuktan kurtulmanın tek çıkışının eğitim olduğuna karar vererek, tarih boyunca,onlarca eğitim kurumu açmış olanların şehri Bitlis..
O kadar çok medrese yapılmış ki buraya tarih boyunca..
Medreseler şehri olarak da anılıyor bu nedenle..
Aynı gelenek şimdi de eğitime destek vermeye devam ediyor..
Yörenin varlıklı kişileri okullar,yurtlar,kütüphaneler,sosyal tesisler yaptırmış..
Hiçbir ilde özel girişimle yapılan bu kadar çok kurum görmedim..
Özel eğitim kurumundan bahsetmiyorum..
Resmî eğitim kurumları bunlar..
İlkokul,ortaokul,lise,üniversite binaları..
Hayırsever  girişimciler arasında adını en çok gördüklerimiz Eren Grubu,Kiler Grubu oluyor..
Ayrıca birkaç hayırsever de birer eğitim kurumunu yaptırarak çevreye örnek olmuşlar..
Özel eğitim kurumları da ayrı..
Yöre çocukları şanslı..
Okumak isteyene tanınan fırsat bunlar..
Dolayısıyla bir üniversite şehri olmayı çoktan hak eden bir şehir Bitlis..

Ama ah şu bulunduğu bölge..
Onu bu yönüyle ileri taşıyamıyor..

Ceviz ve bal alıp hemen terk edeceğimiz bir yer oluyor bu nedenle..
Balcı Behçet'in dükkanının önüne götürülüyoruz çabucak ve alışveriş başlıyor..
C
eviz ve balın tadına bakıp çevreyi dolaşmaya geçiyorum hemen..
Nasılsa çok uzun sürecek bir alışveriş anı daha; ben de çarşının küçük meydanında birkaç fotoğraf çekip,Ulu Cami'nin içine yöneliyorum..
Küçük meydandaki herkes de bizi izliyor..
Onlar için bu akşamın eğlence konusuyuz..

Ulu Cami'nin avlusundaki iki şirin ayakkabı boyacısı çocuk da gönüllü rehberim oluyor..
Hatta biri cami içindeki spot ışıklarını açarak daha iyi fotoğraf çekmem için yardımcı oluyor..
Küçük,bol sütunlu taş yapıda Allah'ın huzuruna yönelen inananların biz ziyaretçilere gösterdiği saygıdan çok memnun oluyorum..
Ben de onları rahatsız etmeden camiyi ziyaret edip çıkıyorum..
Kendini alışverişe kaptıranların işlerinin bitmesini beklerken hemen bitişikteki berber dükkanının önünde oturan yaşlıca bir beye selam verip yanına oturuyorum..
Tanışıyoruz..
Balcı Behçet'in komşusu Berber Nezir Amca ile..
On iki yaşında eline aldığı makası, ilerleyen yaşına rağmen(seksenlerinde)hâlâ bırakmıyor..
Dükkanının eski havası çok sevimli..
60 yıllık tıraş makinesini gösterdi..
Gelen müşterilerin orta yaş ve yukarısı olduğunu gülerek ekledi..
Gençler model arıyor anlaşılan,klasik görünüş değil..
İki Türk bir araya gelince hemen sohbet konusu,ne olacak  bu Türkiye'nin hali, olur..
Bir de, ne olacak bu gençlerin hali ..
Bizde de öyle oldu..
Bir türlü bitmeyen bal ve ceviz ve sumak alışverişinin bitmesini beklerken biraz sohbet ettik..
Nihayet rehberden, toplanın, çağrısı geldi..
Otobüsün olduğu yere yürüyüp yeni ziyaret yerimize doğru hareket ettik..
Ünlü İhlasiye Medresesi'ni ziyaret edeceğiz..
1216 tarihli bu yapı olağanüstü güzellikte bir Selçuklu eseri..
Zaten gezi boyunca gördüğümüz bütün hayranlık uyandırıcı yapıların mimarları Selçuklular..
Döneminde bilim merkezi olarak kullanılmak üzere inşa edilen yapıda dini bilimler,pozitif bilimler ve kütüphane birimleri bulunuyor imiş..
Bugün de medresenin üç yanında üç okul,dördüncü yönünü de Bitlis İl halk Kütüphanesi çevreliyor..
Çok güzel bir görüntüydü,tarihle günümüzün aynı düzlemde yan yana gelen, eğitime verilen önem ve özen görüntüsü..
İhlasiye Medresesi müze haline getirilip bırakılmamış üstelik..
Kültür Bakanlığı'nın birimi için ofis haline getirilmiş..
Böylece çalışanlar için 800 yıllık şahane bir çalışma alanı olmuş..
Ne şanslılar..
Onlar günlük mesailerindeyken biz de yapının gezilebilen bölümlerini gezdik..
Her eski yapı gibi içi sade..
Bütün süsü dışarda..
Bahçesinde de birkaç türbe..
Üç Bacılar türbesi,Ziyaeddin han Türbesi,Veli Şemsettin Türbesi..
Onlar biraz bakımsız..
Hemen yanı başındaki  Bitlis İl Halk Kütüphanesi'ni de ziyaret ediyoruz....
Mesai saati bitimine denk gelen ziyaretimizde içeride birkaç genç görüyoruz..
Sınava hazırlanıyorlarmış..
Akşama kadar çalışıp çözdükleri soruların silgi kalıntılarını masalardan temizliyorlardı..
Bu inceliklerini takdir ettik..
Kocaman kütüphanenin salonlarını dolaştık..
Kitap sayısı bakımından biraz zayıf bulduğumu söylemeliyim..
Ancak genç bir idareci kadrosu var..
Hevesli bir de yöneticisi..
Mevsim şartları elverdiği ölçüde köylere bisikletle kitap götürüyor,okuma heveslilerine kitap taşıyormuş..
Gayretini ve hevesini tebrik edip ayrılıyoruz..
Gün Bitlis'te akşama kavuşurken bizler de otobüse doluşup yola koyuluyoruz..
İstikamet tekrar Tatvan'a..
Bu gece de orada kalacağız..
Bu kadar eski ve bu kadar beyaz havluyu başka yerde bulamayacağımız Kardelen Hotel'de..

Son olarak Bitlis'le ilgili bir efsaneyi de anlatıp yazıyı bitireyim..
Ünlü İskender'in başında bir yumru çıkar..
Bu civardaki Çapakçur suyundan iyileşir..
Komutanlarından Betles'e emir verir..
Buraya bir kale yapacakter,eşi benzeri olmayan,fethedilemeyen..
Kendisi doğu seferine devam eder..
Betles emri yerine getirir..
İskender dönüp gelir..
Kale yerinde,güzel..
Askerleriyle kaleyi ele geçirmek üzere hamle eder..
Ne kadar uğraştıysa başaramaz..
Bunun üzerine,komutanı Betles'i tebrik eder,kaleyivi ve bu civarı ora verir..
Buraların adı da olur Betles yani Bitlis..







25 Eylül 2019 Çarşamba

Doğu Anadolu postası-XII

                       Bitlis İhlasiye Medresesi-Ahlat Selçuklu Mezarları-Nemrut Krater Gölü-I

Güneşi her sabah başka bir şehirde karşıladığımız gezimizin beşinci günündeyiz..
Bu sabah güneşi de  Tatvan'da doğdu..
Ben de yine sabah yürüyüşüne..
Şehirleri tanımanın başka fırsatını bulamıyoruz yoksa..
Tatvan, Van Gölü kıyısında güzel bir şehir..
Nüfusu 51 bin..
Sahilde güzel bir yürüyüş yolu var..
Benim gibi sabah yürüyüşüne çıkmış kadın erkek birçok Tatvanlı'yı görmekten de çok mutlu oldum..
Erkek yürüyüşçülerin  kimi eşofmanlı,kimi şortlu;kadınların çoğu pardesülü,başörtülü ama yürüyorlardı..
Bu kez durup izleyen de yoktu..
Sahili parklarla,spor aletleriyle donatarak şehir halkına destek veren bir belediye de var üstelik..
Akşam halkın nefes alıp hoşça vakit geçirdiği çay bahçeleri,kafeler,lokantalar da yine sahilde sıralanmış..
Üstelik çay bahçelerinde canlı müzik mevcut..
Bugün yine Tatvan'da geceleyeceğiz,dolayısıyla müzikli çay bahçesi keyfini biz de deneyeceğiz akşama..
Şimdi önce kahvaltı,sonra doğru Nemrut Krater Gölüne hareket..
Bu kez dolmuşlarla..
O yola otobüsle gidilmiyor..
20 kilometrelik krater gölü yolculuğuna saat 09.00'da çıktık..
Bir saat sonra göle gelmiştik..
Gölün ve şehrin giderek ayaklarımızın altında yer aldığı bir yükselişten sonra 2400 metrelik rakıma ulaştık..
Tatvan'ın rakımı 1690 metre..
Demek ki 700 metrelik bir tırmanış gerçekleştirmişiz..
Krater gölleri iki tane..
Biri biraz daha büyük..
İçin için hâlâ fıkırdamaya devam eden Nemrut'tan yükselen sıcak sular gölleri beslemeye devam ediyor..
Özellikle küçük gölü..
Büyük göl ise yılan balığı,yeşil kuyruklu kertenkele;yabani erik,ahlat gibi kendi habitatına ek olarak
göğün maviliğini olağanüstü güzel yansıtan görünüşü ile çok çekici..
Tabiî bizim ilk yaptığımız şey yabani eriklerden yemek,ayaklarımızı krater gölünün sularına daldırmak..
Bir de bol bol fotoğraf çekmek,çektirmek..
Sonra dönüş..
Tatvan'a..
Erken bir öğle yemeği için..
Büryan kebabı yiyeceklerini duyan kafile üyeleri,kahvaltının üzerinden çok geçmese de açıkıverdiler..
Yemeği pas geçip,bir saatlik sürede Tatvan çarşısını dolaştım..
Tarihi önemi olan bir yapı ,bu bölgede,göremedim..
Sadece 1946 tarihli İbadullah Camisi heybetli yapısıyla çarşı meydanını dolduruyor..
İçini ziyaret edemedim;çünkü tam o anda öğle ezanı okununca,namaz için cemaat camiye yöneliverdi..
Çevredeki yapılar da resmi kurumlar dışında sadece konutlardı..
Üstelik hepsi modern yaşama ayak uyduran yeni binalar..
Geleneksel mimarili yapı göremedim yazık ki..
Etkileyicilik anlamında kabul edilirse eğer ,
 kuyumcu vitrinlerindeki kızıl altından devasa gerdanlıklar vardı bir tek..

24 Eylül 2019 Salı

Doğu Anadolu Postası-XI

                                          Akdamar Adası-II
İkindi vakti,gölgeler uzarken Akdamar Adası'na geldik..
Hava hâlâ sıcaktı;ama dayanılabilir seviyedeydi..
Dışarıdan küçük,sevimli,yeşil bir ada Akdamar..
En büyük özelliği üzerindeki kilise..
Daha önce de yazdığım gibi Van Gölü üzerinde dört ada var,bunların üçünde de kilise..
En ünlüsü de Akdamar..

Akdamar ve Tamara efsanesine yazacakdeğilim..
Onu herkes biliyor..
Benim asıl ilgilendiğim nokta,kilisenin duvarlarını tablo gibi bezeyen taş sanatkarlarının ustalıkları..
Her bir duvara birkaç İncil hikayesini yansıtmışlar..
Başlangıçta bir şey anlamadık;ancak rehberimizin açıklamaları ve daha önce edindiğimiz bilgiler bir araya gelince, bin yıllık yapının duvarlarındaki her bir tablo anlam kazanıverdi..
Örneğin Abbasi döneminde yaptırılan kilisede dönemin halifesi Muktedir'e de bir panoda yer verilmiş,bir elinde şarap kasesi ile,böylece onu da onurlandırmış mı olmuşlar acaba?(doğu duvarı)
Güney  duvarında Yunus Peygamber'in denize atılması,balığın onu tekrar kıyıya bırakışı,İbrahim Peygamber'in İsmail'i kurban etmek üzereyken gökten bir koç inmesi,Davut Peygamber'in Golyat'la mücadelesi canlandırılmış..
Batı cephesine yapılan jamatun yani cemaat evi buradaki birçok figürü kapatmış maalesef..
Üstelik yapının ana girişi buradan imiş..
Kuzey duvarında Havva'nın yılan tarafından kandırılması ve Adem'le Havva'nın cennetteki yasak meyvayı yemeleri taşa işlenmiş..
Daha pek çok sahne var,İncil'den alınarak duvara işlenen;ancak biz bu konularda çok bilgili olmayınca anlamına pek varamıyoruz..

Örneğin bağdaş kurmuş Yunus Peygamber ve Ninova Kralı,Danyal Peygamber'in aslan inine girmesi,ateşe atılan üç İbrani genci,Vaftizci Yahya,üç atlı aziz,her cephede yer verilen İsa Peygamber,annesi Meryem ile,annesinin kucağında çocuk olarak..

 Kiliseyi yaptıran Ermeni Kralı I.Gagik de batı duvarında kilisenin maketini İsa Peygamber'e sunarken tasvir edilmiş..
İncil yazarları olan Yuhanna,Matheus,Marcus,Lukas her duvarın tepesinde ayrı ayrı yer alıyor..
Ayrıca çeşitli hayvanların ve bitkilerin,saray yaşamından,günlük yaşamdan çeşitli sahnelerin de duvarlarda tasvirleri var..
Kilisenin batı kapısından başka bir de kuzey kapısı var..
İçi sade,pek bir gösterişi yok,dışının tersine..
sadece II.Abdülhamit devrinde burada bir okul ve yönetim binası(Katolukosluk Sarayı) inşa edilmesine izin alınmış..
Bunun için hükümdara sevgi ve saygılarını sunan ve Ermeni halkı için bu yapıların önemini vurgulayan bir plaketin Türkçe ve Ermenice örnekleri sergileniyor..
Dönemin dil ve üslubunu yansıtan metin şöyle:
"                                                                                                                            1 Haziran 1884
Ben İsa'nın kulu ve dualarınıza muhtaç Katolikos Rişdenikli Der Haçadur,
Osmanlı Hükümdarı Ulu Hakan II.Abdülhamid Muzaffer han'ın taht-ı saltanatında temelden inşa edilen Katolikosluk sarayını ve okulu çok muhtaç milletime ithaf ediyorum.Gerçi sevgimin harareti çoktandır beni teşvik ediyordu.Lakin yoğun işlerimin meşguliyeti el vermiyordu.Bu inşaatların saçacağı manevi nur ruhu için her şeyden kutsal bir değerdir.Yaslı halkımın acısı ilimperver Ermeni çocuklarıyla dinecek."
İlimperver çocuklar yetişti mi bilinmez..
Ancak görülen o ki,kilisenin çevresi mezarlık olarak değerlendirilmiş ,her yerde mezar var..
Bazıları son derece sanatkarca işlenmiş..
Sonsuz uykularını ne kadar huzurla uyuduklarını bilemem..
Yanlarından her gün yüzlerce insan bütün gürültücülükleriyle gelip geçiyor zira..

Geçen yıllarda burada bir ayin gerçekleştirilmişti..
Onun izleri hâlâ duruyor..O ayinde kullanılan mumlar,onların dikildiği, kum dolu masalar,kilisenin jamatun(cemaat yeri) duvarına yaslanmış duruyordu..
Bu kez içimize sinerek gezdiğimiz adadan akşam üzeri ayrıldık..
Güneş batarken Van Gölü üzerinde renkler birbiriyle yarışırken Akdamar Adası'na son kez el sallayıp onu kendi bin yıllık sessizliğinde bıraktık..
Sabah Erciş'te başlayan günümüz,bu akşam Tatvan'da sona erecek..
Birazdan yine yola revan olup Tatvan'a gideceğiz..
Böylece Van sınırlarından Bitlis sınırlarına geçeceğiz..
Ülke sevgisinin daha derinden hissedilmesi için yurt gezilerinden daha iyisi yok galiba..
Her gezdiğimiz bölgede,şehirde,kasabada,köyde,dağda,derede,harabede,mamurede bunu bir kere daha anlıyoruz..
Şimdi dinlenme zamanı..













23 Eylül 2019 Pazartesi

Doğu Anadolu postası-X

Muradiye Şelalesi,Van Kedi Evi, Van Kalesi,Savat Atölyesi,Akdamar Adası-I

Sabah güneşi Erciş'te doğdu..
Otelimiz bir felaket..
Çalışanlar ise tersine, çalışkan,nazik,yardımsever..
Dolayısıyla keyfimiz çok da kaçmadan sabah kahvaltımızı eyledik..
Tabiî öncesinde benim sabah yürüyüşüm var..

Erçiş küçük bir kasaba..
Oldukça da tutucu olsa gerek..
Ben saat altıda yürüyüş için çıktığım sokaklarda merakla bakınarak yürürken Erciş halkı da beni izliyordu..
Hem de hiç sakınmadan,durup gözlerini dikerek..
Burada yaşayan kadınlar için zor olmalı..
Belediye ise çağdaş ve insanca bir çevre oluşturmak için çabalıyor..
Bunu çeşitli sosyal tesisler veya yapılarda gördüm..
Ancak gelenek ve törelerin baskısı da tüm ağırlığıyla yaşanıyor..
Sokaklardaki erkek kalabalığı örneğin..
Dikkat çekiyor..
Kars böyle değildi..
Doğubeyazıt böyle değildi..
Ama kendi insanımızı ve örfümüzü inkar edecek de değiliz elbette..
Sadece yöre kadınları için zor bir hayat olmalı ,diye düşündüm..
Tabiî sadece şehirde..
Yoksa tarlalarda kadın erkek yan yana çalışıyordu,gördüm..
Yeri gelmişken hakiki domates yemek için buralar iyi bir fırsat sunuyor..
Yolu buralara düşenler fırsatı kaçırmayıp tadına bakmalı..
Bizim domates adına yediğimiz kırmızı boyalı ürünler değil,gerçek ala yeşil,hafif ekşili,kokulu domatesler yetiştiriyorlar ve ne yazık ki sadece bölgede tüketiliyor..
İstanbul'un organik ürün meraklıları ne severlerdi oysa..


Saat 08.00'de yola çıktık..
İstikamet Muradiye Şelalesi..
Ününü belgesellerden ve kışın haberlerde donmuş görüntüleriyle haber bültenlerinden bildiğimiz çağlayan..
Sağımızda Van Gölü,solumuzda Tendürek Dağı ilerliyoruz..
Yolculuğumuz bir bakıma coğrafya dersinin uygulamalı hatırlatması gibi..
Buna da ayrıca memnunum..
Şimdi Çaldıran'dan geçiyoruz..
Bu arada rehberimiz sabah bilgilendirmesine başladı bile..
"Çaldıran Savaşı'nın asıl yaşandığı yer İran'daki Mapu şehridir..
Bizdeki Çaldıran değil..
Yanından geçtiğimiz Van Gölü'nün inci kefali ünlüdür..(biliyoruz)
15 Mayıs-15 Temmuz arası balık avı yasaktır..
Bol bol avlandığı dönemde inci kefali salamurası yapılır..
Yaşar Kemal'in doğduğu köy de bu topraklardadır,Ünseli Köyü..
Azerbaycan Türklerinin yaşadığı köy sayısı 12'dir.."
Bu arada pencereden dışarıyı izlerken geçtiğimiz coğrafyanın ne kadar verimli olduğunu görüyoruz..
Her yer ekili..
Van kıyısı tamamen

tarlalarla,bostanlarla,bahçelerle donatılmış..
Özellikle domates ve patates tarlalarının çokluğu dikkati çekiyor..
Domatesler de,daha önce dediğim gibi,çocukluğumuzun ala yeşil,ekşili,kokulu domatesleri..
Bizim şimdi yediğimiz kıpkırmızı şeyler değil..
Muradiye'den geçiyoruz..
Nüfus 50.600..
Saat 09.00..Muradiye Şelalesi'ne geldik bile..
Bendimahi Çayı üzerinde yer alıyor..
Sabahın bu saatinde bile gezginlerle dopdolu olan şelale sadece 18 metreden dökülüyor..
Ama ne sesle..
Çağıltısı her yerden duyuluyor..
Tabiî gelin ve damatlar fotoğraf çektirmek için burada da görülüyorlar..
Biraz coğrafya bilgisi vermek gerekirse,Bendimahi Deltası,tatlı suyun Van Gölü'ne karıştığı yer..
İnci kefalinin de yumurtalarını bırakmak için Van Gölü'nden geriye yaptığı yolculukta geldiği yer..
Zaten bendimahi,balık bendi,balığın tutulup kaldığı yer demek..
Deltada her yer sazlık..
Bu sazlar da biçilip dam örtüsü olarak kullanılıyor..
Geçimini bunu satarak sağlayan yöre halkı var..
Verilen kısa sürede biz de şelalenin,şelale önünde kendimizin;asma köprünün,asma köprüde kendimizin boy boy fotoğraflarını çektik,çektirdik..
Sonra yola devam etmek için otobüsümüze doluştuk..
Yol boyunca yüksek tepelerde karakollar ve onların biraz daha yukarısında gözetleme kulübeleri var..
Dün gece Tendürek Geçidi'nden inerken gökyüzündeki yıldızlar misali ışıldayanlar onlarmış..
Gün ışığında da teneke çatılarına yansıyan ışıklarla yine gözümüze çarpıyorlar..
Daha üç gün önce Çukurca'da üç şehit ve yedi yaralı askerimizin olduğu haberini içimiz sızlayarak bir kez daha birbirimize hatırlatıyor ve karakollara bakarken,onları koruması için yaratıcıya yakarışlarımızı sessizce mırıldanıyoruz..
Bu arada rehberimiz,Süphan Dağı'nın da görüş alanımıza girdiğini işaret ediyor,,
Ağrı Dağı'nın haşmeti kadar olmasa da azametli bir

dağ Süphan..
Tendürek de öyleydi..
Bu arada Süphan,Van'ın eski yerleşimi olan Tuşpa Kalesi'nin arka yüzü imiş..
Van kıyısı boyunca ilerlerken,rehber bir şey daha ekliyor:
"Van Gölü'nde dört ada vardır,Çarpanak,Adir,Ahtamar,Kuş..
Kuş adası dışında hepsinde kilise vardır..
Adir adasını bir zamanlar saidinursi istedi,müritlerini yetiştirmek için,ancak verilmedi !..
Erek Dağı,Van şehrinin içme suyu kaynağı..
Antik çağda su kanalları açılmış orada..
Sıcaktan hiç hazzetmeyen Van kedisinin de yaylaya çıktığı yerdir orası..
Yolumuza paralel ilerleyen tren hattının bir ucu İran'da devam ediyor..
Van-Tebriz Tren yolu karşılıklı olarak günde iki sefer olmak üzere açıktır.."
Saat 10.00..Van'dayız..
Nüfus:1.123.789..Rakım:1730 metre..Plaka:65..

Van 100.Yıl Üniversitesi'nin yerleşkesi içinde bulunan Van Kedisi Evi'ne yöneldik önce..
Kedileri seveceğiz..
Sevmemek mümkün mü zaten o tüy yumaklarını..
Hele de böyle bembeyaz olunca..
İçerisi bir kediseverin en keyifleneceği yerlerden..
Her yaştan kedi odalar,salonlar dolusu..
En oyuncuları da yavru kediler..
Onlarla oynamaya dalınca kedi evinin gezmeyi unutmuşum..


Şehir merkezine doğru ilerlerken tabelalar dikkatimizi çekiyor:
Tuşpa Belediyesi,İpekyolu Belediyesi..
Antik çağdaki isim,belde belediyesinin adı olmuş..
Tabelalarda Türkçe,Kürtçe,İngilizce birlikte..
Ermeniler için önemli bir merkez olan Bakraçlı Köyü'nü  vurguluyor rehberimiz..
Van şehir merkezinden geçiyoruz..
Sokaklar İranlılarla dopdolu..
Merkez Bankası'nın Van şubesi de bu artan ticari ilişkiler için olmalı..
Son depremde yıkılan Van Öğretmenevi'nin yanından geçiyoruz..
Şimdiki adı Van-Şişli Öğretmenevi..
Şişli Belediyesi yeniden yaptırmış..
Tuşpa Belediyesi sınırları içinde kalan Van Kalesi'ne geldik..
Haşmetli bir tepede yer alıyor..
Eski Van şehri de  o tepede yer alıyormuş vakti zamanında..
Tepede bayrak direğinin olduğu yer Tuşpa Kalesinden kalanlar..
Yamaçta mağaralar,içlerinde eski çağlara ait mezarlar..
Tepede görülen Hz.Süleyman Camisi..
Kalenin Tebriz Kapısından girişte,Mimar Sinan yapısı Hüsrev Paşa Camisi (1567) karşılıyor bizi..
Caminin som altından mihrabı işgal döneminde Ruslar tarafından götürülmüş..
Vakıflar Genel müdürlüğü de 2005'te 24 ayar altın kaplama mihrap yaptırmış Maraşlı ustalara..
Camiye gelenlere bu öykü anlatılıyor..
Kaleyi dik yolundan tırmanarak ziyaret etmek isteyenler hemen yola koyuluyoruz..
İstemeyenler aşağıdaki kafeteryada bekleyecekler..
Öğle sıcağına ve dik yokuşa rağmen çıktığımıza değiyor..
Van şehrinin aşağıda uzanan panoramik manzarasına kalenin antik çağların izini taşıyan panoraması eşlik ediyor mavi gökyüzünün altında..
Bir süre sessizce izliyor ve dönüş yoluna koyuluyoruz..
Kalenin eteğinde kurulu parkta bir Van evi inşa edilmiş..
İçini de yöredeki günlük yaşamın özelliklerini yansıtacak biçimde döşemişler..
Duvarlara asılan siyah beyaz fotoğraflar da bir zamanların Van'ı hakkında bilgi veriyor daha doğrudan..
Hemen yanına da evin müştemilatı olarak bir tandır evi eklenmiş..
Güler yüzlü bir hanım da evi gezmeye gelenlere hem bilgi veriyor,hem de evin iç düzenini sağlıyor..
Biz de gezdik evi..
Tabiî yine koşar adımlarla..
 Sıra geldi yöreye özgü savat işçiliğine ve tabiî alışverişe..
Bu nedenle rehberimiz yörenin ünlü bir gümüş savat atölyesine götürdü bizi..
Bakır,gümüş,kurşun,kükürt 850 derecede eritilip gümüş eşya üzerine sıvanıyor..
Özellikle tütün tabakası,ağızlık ve süs eşyaları makbul ve çok satılıyor..
Fotoğraftaki usta da İranlı imiş..
Ailesi ile birlikte buraya yerleşmiş,bu işten ailesini geçindiriyormuş..
Bahçenin bir köşesinde de savat için madenleri potada eritiyorlardı..
Savat işçiliği ve özellikleri üzerine kısa bir bilgilendirmeden sonra alışveriş ve elbette pazarlık devresi başladı..
Üretilen kolyelerden birinin adını Kraliçe Kakuli koymuşlar..Ayanis Kalesinin melikesinin adı bir kolye modelinde yaşatılmış..Çok hoşumuza gitti..

Benim gibi uzun alışverişlerden sıkılanlar için atölyenin bahçesine kediler için yapılan bölmede kedi sevme faaliyetine geçtim ben de..
Atölyenin işletmecileri barınak içine girip kedi sevmek isteyenler için de kedi maması satın alma usulünü getirmiş(6 lira);böylece bakım giderlerine de katkıda bulunulabiliyor..
Bembeyaz van kedileri o kadar güzel ki,sevmemek mümkün değil..
Savat atölyesinden yola koyulduk sonunda..
İstikamet öğle yemeği yemek için Van Gölü kıyısındaki lokanta..
Yemekten sonra da hemen bitişikteki iskeleden Akdamar Adası'na geçilecek..
Edremit küçük,sevimli bir sahil kasabası..
İncecik sarı kumlu plajı insanı çağırıyor..
Çağrıya direnemeyenler sodalı sulara atmışlar kendilerini..
Rehberimiz bu arada ek bilgiyi veriyor:
"Uyuşturucu ticareti burada çok yaygındır !"
Biz bu cümlenin şokundayken Gevaş'a geldik..
27.600 nüfuslu Gevaş'ın lezzetli otlu peynirinin tadını veren yabani sarımsağın toplandığı yerler  de Gevaş'ın kurulduğu eteğin üzerindeki tepeler..
Bu arada iskele ve lokantanın bir arada bulunduğu
tesise geldik..
Hemen yemeğe geçildi..
Ben yemeği pas geçip, göl kıyısında ayaklarımı sodalı sulara sokmak fırsatını kaçırmadım..
Serin suların yaladığı ince kumların üzerinde yürürken orada bulunan bir aile ile sohbet ettim..
Yaşlı bir hanımın bacaklarını kumlara gömmüşler,başına gölgelik yapıyorlardı..
Orta yaşlı olan hanım,Yüksekova'dan geldiklerini,yaşlı hanımın halası olduğunu,romatizmalı bacaklarına bu suyun iyi geldiğini söyledi..

Hatta buralarda doğum yapan kadınların bu gölün suyunda yıkanmalarının doğum yaralarının çabuk iyileşmesini sağladığına inanıldığını da ekledi..
Şimdilerde gölün suyundaki sodanın azalmasından da şikayet etti..
Yıllar önce kış gelmeden burada tedavi için suya girdiklerinde göğüslerinin uçlarının sızısının günlerce sürdüğünü ama aynı oranda da şifalı olduğunu,şimdi aynı derece etkili olmadığını..
Göl kıyısında dondurmalarımızı yerken konuştuk ordan burdan..
Sonra önce onların sonra da bizim ayrılma zamanımız geldi..
Gün ikindiye kavuştu..
İstikamet Akdamar Adası..
Belgesellerde çok izledik..
Sıra geldi kendi gözlerimizle görmeye..
Tekne gezintisi de cabası..