26 Nisan 2021 Pazartesi

kitap Oburunun Masasından-6

Oburluk sınırlarını aşmaya başladı artık ama neyse.. Son bitirdiğimden başlayarak sıralayayım.. Mine kırıkkanat'ın "Destina"sını bitirdim..
177 sayfalık kısa romanda bir distopya örneği olarak,yakın gelecekte büyük bir depremin ardından Türkiye'nin devlet olarak tarihe karışıp biz Türklerin nereyi bulursak çekilip gidişimizden sonra(şimdilik 84 milyonu kim kabul ediyorsa artık)topraklarımızda egemenlik kurmak isteyen büyük güçlerin Ortodoksluk liderliğini Rusya'ya kaptırmamak için,ilk Hristiyan Roma İmparatoru Konstantin'in öldürülmekten kurtulabilmiş oğlunun soyundan geleni bulma macerası anlatılıyor.. Biraz gülerek okudum.. Destina'dan önce Elena Ferrante'nin Napoli romanları serisinden "Karanlık Kız" ve "Sen Gittin Gideli"yi bitirdim..
"Karanlık Kız",çocuklarını büyüten,ayrıldığı kocasının yanına,Kanada'ya gönderen,artık kendine vakit ayırabilme noktasına gelen Leda'nın çıktığı yaz tatilinde yaşadıklarını anlatan146 sayfalık kısa bir roman.. Eh işte,türünden..
Aynı yazarın" Sen Gittin Gideli"sine gelince;kocasının iki çocuk ve 15 yıllık evlilikten sonra terk ettiği Olga'nın öyküsü.. O kadar ağır gelir ki,ciddi bir bunalıma girer.. Bunda biraz da çocukken mahallelerinde kocasının terk ettiği çok çocuklu bir kadının girdiği bunalımdan çıkamayarak intiharının zihninde yer eden anılarının su yüzüne çıkışı da etkili olur.. Neyse sonunda atlatır.. Zavallı çocuklar diyerek okudum 228 sayfayı.. Bunlardan önce de Canan Tan'ın üç romanını bitirdim..
Önce "Hasret".. İddialı yazarımız,eski valilerden Oğuz Kağan Köksal'ın eşinin anlattığı bir aile öyküsünden yola çıkarak 1923'teki büyük mübadeleyi anlatmış.. Gitmek zorunda kalanlarla onların anılarıyla yaşamak zorunda kalanların acıklı öyküsü.. Ancak yer yer boşlukta kalmış.. Biraz da yazarın hayal gücüne bırakılınca her şey havada kalmış demek lazım.. Ama çok akıcı bir dili olduğunu da söylemek..
"En Son Yürekler Ölür",yazarın iddiasıyla,organ nakli üzerine yazılan ilk ve tek roman !.. Organ nakli,koşulları,süreci,sonrası gibi konuları da sıralayan günümüzün tipik ortalama okuyucuyu hem bilgilendiren hem oyalayan romanlarından biri.. Yine de çok akıcıydı tabiî..
Aynı yazarın "Eroinle Dans"ına gelince.. Bu da madde bağımlılığı üzerine ilk ve tek roman olma iddiasında.. Başka örnekler olduğuna eminim,okuduğuma da;bizim edebiyatımızdan hem de.. Ama yazarımızı bozmayalım.. Madde bağımlılığının sadece alt kesim insanının değil,orta ve yüksek gelir kesim insanının da sorunu olabileceğinin örneğini vermeye çabalıyor.. Yine bu konuda uzmanların görüşlerine başvurularak konunun acıtıcı yanları üzerine bilgiler serpiştirilmiş.. Tabiî yine çok akıcı bir dili var.. Ancak İpek Ongun'un seslendiği kesimin bir üst yaş grubuna ait romanlar gibi geldiği hissinden kurtulamadım her okuyuşumda.. Neticede toplamda 900 sayfaya ulaşan üç kitaplık Canan Tan okumalarını da böylece atlattım.. Okul kitaplığına aldığımız kitapların okumalarını bitirmek üzereyim.. Şimdi elimde iki anı kitabı var.. Biri Vehbi Koç'un.. Diğeri Cumhuriyet gazetesinin hem varisi hem yazarı olan Emine Uşaklıgil'in..
Elbette çok daha ilginçler.. Sayfaların arasına gömüldüğüne değiyorlar..

Bahar Gümbür Gümbür

Geldi.. Bahçeler,mezarlıklar renk renk çiçekler içinde,yanından geçenlerin gözlerini, gönüllerini alıyor..
Balkondan tatlı tatlı çiçek kokuları gelmeye başladı.. Nergisler,sümbüller,laleler bile açtı da solmaya yüz tuttu..
Bademden başlayarak kayısı,erik,şeftali,vişne ağaçları çiçeklendiler de uçları sipsivri görünen meyvacıklara bile durdular..
Sıra çılgınlar gibi çiçek açan kirazlarda..
Elmalar da mis kokulu pembecik çiçekleriyle salınmaya durmuşlar.. Arılar,kelebekler hangisine önce gideceklerini bilemez haldeler.. Radikaların sarı çiçekleri ise büyük bir ansızlıkla papatyalardan rol çalmadalar..
Sarı papatyalar da diğerlerinden kalan boşlukları doldurmakta alçakgönüllü davranıp yol kenarlarını süslüyorlar..
Ayva çiçekleri de sabırsızlıktan çatlıyor.. İnce yeşil örtüsünün içinden beyaz entarilerini göstermeye başlamışlar bile.. Arada yabani sümbüller,biz de burdayız, diye mor mor salınıp kendilerini göstermekten geri kalmıyorlar..
Hele bir de parlak rengiyle yoldan geçeni yolundan çeviren pembe çiçekli bir ağaç var ki..
Benim gözümse leylaklarda.. Sabah okula gelirken ilk beyaz leylaklardan açabilen bir sabırsızın mis kokusunu içime çektim,bir de fotoğrafını..
Yakında yine o güzelim dizeleri söyleyerek geziniriz sokaklarda.. "Köşeyi tutan leylak kokusu Yakamı bırak gideyim " Bu sene de leylakları görmek,koklamak nasip oldu,çok şükür.. Baharın mis kokularını,rengarenkliliğini,coşkusunu..

Yazısız

Bir zamanlar bazı fotoğrafların altına yazılırdı böyle.. Fotoğraf her şeyi o kadar güzel anlatıyor ki,ne söylense gereksiz anlamında.. Bu fotoğraflar da öyle.. Dün şehir mezarlığında çektim ikisinin de görüntülerini.. Kimsesiz bir yavru olmakla ana babasının bir tanesi olmanın arasındaki farkı nasıl acı acı anlatıyorlar..

14 Nisan 2021 Çarşamba

Kırık Bir Kol Hikayesi

Hümeyra ile Kadir İnanır'ın başrollerini paylaştığı güzel bir film vardır.. Senaryosunu Selim İleri'nin inceliklerle örerek yazdığı.. Defalarca izledim.. Yine izlemekten de haz alırım.. Bu filmin isminden yola çıkarak şimdi anlatacaklarım ise, üç hafta önce yaşadığım talihsiz ve kötü bir kazanın hikayesi.. Film kadar ilginç değil elbette ama yaşadıklarımı buraya yazmasam da olmazdı.. Her şey 23 Mart Salı sabahı okula gitmek üzere evden çıkışımla başladı.. Bizim Ticaret Lisesi olarak andığımız,şimdi adı Fatih Mesleki ve Teknik Lisesi olan okulun duvarı önüne yerleştirilmiş 'sıfır atık' konteynerlerinden biri olan atık yağ konteynerinden sızan ve o gün yağan karla karışık yağmurda kaldırıma iyice yayılan yağa basmamla kendimi yerde bulmam bir oldu.. Düşmenin ilk şaşkınlığını attıktan sonra yerden kalkmak için davrandım ama sırtımdan başlayarak ayakkabılarıma kadar yayılmış olan yağda kayınca kalkamadım.. Yanımdan sel gibi geçen liselilerden birinin beni kaldırmasını bekleyerek kafamı kaldırdım.. Arkadan yetişen bir delikanlı "Gel teyzeciğim " diyerek sol kolumdan tutup kaldırmaya çalıştı.. Ben hâlâ yerde kayıyorken birkaç adım ilerlemiş bir gruptan bir başka liseli geri döndü,"Hocam " diyerek sağ kolumdan da o tuttu.. İkisine dayanarak ancak ayağa kalkabildim.. Ayaklarımın üzerinde durabildiğimde kendimi şöyle bir yokladım.. Sağ dirseğimde bir tuhaflık,sol dirseğimde bir sızı,bacaklarımda da aynı sızıdan vardı.. Yürüyebilecektim.. Gençler bu halimi görünce,"geçmiş olsun "deyip gittiler.. Onlara teşekkür ettikten sonra baktım elimdeki şemsiyeyi hâlâ sıkı sıkı tutuyorum.. Sol elime de atık yağ bulaşmış.. Mendilimi alıp elideki yağı sildim,on dakika ötedeki okula biraz sendeleyerek yürüdüm.. Galiba ucuz atlattım,derken bir yandan da arkamdaki ıslaklığı iyice hissetmeye başlamıştım.. Okula geldim.. Biraz sonra başlayacak dersler için öğretmenler girişte toplanmışlar,zilin çalmasını bekliyorlardı.. Hanım arkadaşlara düştüğümü söyleyip,arkamdaki ıslaklığın ne olduğuna bakmalarını rica ettim.. İngilizce öğretmeni,elini kabanımın arkasına sürünce eli yağ içinde kaldı.. Kabanımın arkasının,pantolonumun,içimdeki yeleğimin yağlanmış olduğunu,oturmamamın daha iyi olacağını,hemen üzerimi değiştirmemin en doğrusu olacağını söyledi.. Ders başlamak üzere,dolayısıyla eve gitmek gelmek uzun sürecek.. Bugünkü dersleri böyle tamamlayacağım artık,deyip ilk derse girdim.. Öğrencilere de durumu kısaca anlatıp,öğleye kadarki dersleri bitirdim.. Ders bittikten sonra eve giderken yolumun üzerindeki belediyeye bağlı çevre müdürlüğüne uğrayıp düşmeme neden olan yağ sızıntısını bildireyim,hatta o konteynerin kaldırılmasını isteyeyim,diye düşünerek binanın kapısından girdim.. Öğle vakti tenha olan binada içerdeki masada oturan bir genç,o birimde görevli olduğunu,yağ sızıntısı durumundan kendilerinin de rahatsız olduğunu,konuyu müdürüne ileteceğini söyledi.. Çıktım.. Bir de belediye başkanına ileteyim,asıl sorumlu o diye düşünüp,belediyeye gittim.. Başkan bey yokmuş.. Yardımcılarına iletebilirmişim.. Müsait görünen bir başkan yardımcısının odasına girmeden önce,sekreterinden bir kağıt aldım.. Yetkili kişi,nezaketle oturmamı işaret edince,elimdeki kağıdı pantolonuma sürüp, anında yağlanan kağıdı kendisine gösterdim.. Şaşırarak bakınca durumu anlattım.. Hemen temizlik işleri birimini aradı.. Telefonda durumu anlattığı temizlik işleri müdürü (eski bir öğrencim olur),sabah temizlettikleri bilgisini iletince,sabah ne zaman temizlettiklerini sordurdum.. Ben düştükten hemen sonra görevlilere yağlı bölgeyi temizletmişler.. Bütün talihsizlik, o temizlik yapılmadan önce oradan geçen biz yayalar ile yağa basıp düşen ben dalgın kazazedenin oradan geçmesiydi.. Yetkili kişiye,"Şimdi bu yalanın giysilerimin temizletme bedelini kim ödeyecek ?"deyince,zaten olanlardan mahcup olan adamcağız,kendisinin ödeyeceğini söyledi.. Belediyeden çıktım.. Eve giderken yolumun üzerindeki kuru temizleyiciye uğrayarak,giysilerdeki yağın çıkıp çıkmayacağını sordum.. "Merak etmeyin,hiç sorun olmadan tertemiz olur."deyince eve gidip,üzerimdekileri çıkardım.. Tenime işlemiş yağı sabunlu bezlerle sildim.. Temiz giysilerimi giyinirken sağ kolumun dirseğinde bir şişlik gördüm.. Kolda bir ağrı da vardı.. Düşmenin sertliği nedeniyle olduğunu,iki dirseğin de aynı sertlikte yere çarptığını düşünerek kirli giysileri götürmek üzere evden çıkıp,yine kuru temizleyiciye gittim.. Kirlileri bıraktıktan sonra hâlâ karla karışık yağmurun ıslattığı sokaklardan eve döndüm.. Artık dinlenmeyi hak ettim,diyerek uzandım.. O gün geçti.. II.GÜN Ertesi gün kolumun şişliği biraz daha artmış,morarmalar başlamıştı.. Ancak bunun dışında pek bir sorun yok gibiydi.. Biraz zorlanarak giyinip okula gittim.. İnternet üzerinden yapılan canlı dersleri,derse katılan birkaç öğrenciyle tamamlayıp eve döndüm.. III.GÜN perşembe günü,okulda yüz yüze derslere gitmek için yine biraz zorlanarak hazırlanıp gittim.. Morarma bütün dirseğimi kaplamıştı,şişlik vardı.. Ancak elimi kullanabiliyor,sadece bazı hareketlerde biraz zorlanıyordum.. Olsa olsa küçük bir kırık veya çatlaktır diye düşünüp o günü ve ertesi günü de öyle geçirdim.. IV.GÜN Cumartesi günü kolumdaki morarma bileğime ilerlemeye başlamış,şişlik biraz iner gibi olmuştu.. Hastanenin acil servisine gidip,bir röntgen talebinde bulunayım,dedim.. Röntgen çekildi,doktorun bilgisayar ekranında röntgen filmini görünce,gözlerim fal taşı gibi açıldı.. Dirsek kemiğindeki kırık,havlamak üzere ağzını açan bir köpeğin ağzını andırıyordu.. Doktor benimle konuşmadan, hemen cep telefonuyla röntgenin fotoğrafını ve kolumun halinin fotoğraflarını çekip,ortopedi uzmanına gönderdi.. Uzmanın talimatı;hastanın hastaneye yatışının yapılması,kırığın ameliyatla tedavisinin yapılması gerektiği ve kolun hemen alçıya alınması oldu.. Hastaneye pazartesi geleceğimi,alçılanmayı da istemediğimi,kolumu esirgeyeceğimi söyleyip hastaneden çıktım.. Durum korkunçtu.. Ben küçük bir kırık sanırken kocaman bir kırıkla dört gün geçirmiştim.. Şimdi ameliyata hazırlanmalıydım.. Eve giderken,daha önce iki el bileğim,sol dirseğim farklı zaman dilimlerinde kırıldığı için gitmek zorunda kaldığım fizik tedavi biriminin sekreterini aradım.. Şimdi başhekimlik sekreteri olmuş.. Durumu anlatıp,yardım istedim.. Pazartesi sabah konuyu ele alacağını söyledi.. Pazar günü hastane çantamı hazırladım.. Kız kardeşlerime haber verdim.. En az iki gün hastanede kalacağım ve ameliyat sonrası yanımda bulunacak olan kardeşimin de işlerini ayarlaması gerekiyor derken, hafta sonu bitti.. VI.GÜN Pazartesi sabah okula gittim.. İlk derse girdim.. Başhekimlik sekreteri bu arada ameliyata girecek olan doktorlarla görüşmüş,bana poliklinik muayene sırası almıştı.. Daha önce tararlaştırdığımız üzere bana haber verdi.. Saat 09.00'da kardeşimle hastaneye gittik.. Önce ameliyatı yapacak olan doktorlardan,cumartesi günü acilde çekilen röntgen üzerine talimatlarını sıralayan doktora göründüm.. Hemen kolumun alçıya alınması talimatını yineledi.. Kolum alçılandıktan sonra,yatış işlemlerine başlandı.. Yataklı servise geçtikten sonra rutin tetkik ve tahliller,röntgen çekimleri yanında yeni virüs için de testler yapıldı.. O günün kalanı dinlenmekle geçti.. Ertesi sabah ameliyat için 10.30'da odadan ameliyathaneye götürüldüm.. Ameliyathanede beni uyutmalarından önce görevlilere son ricamı ilettim.. "Doktorlara söyleyin,beni sakat bırakmasınlar,bir de dikişlerim düzgün olsun,lütfen." Geri geldiğimde 12.30 olmuştu.. Kolum fena sızlıyordu.. Düştükten sonra geçen bir haftada sızlamadığı kadar.. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sızlamalar ve beni rahat ettirmek için ağrı kesicilerin diğer ilaçlarla birlikte verilmesi sürdü.. Bu arada doktor viziteye gelerek,ameliyatın iyi geçtiğini,estetik dikiş atıldığını,iyileşmenin iki,üç ay kadar süreceğini söyledi.. Çarşamba sabah epeyce toparlanmıştım.. Doktorla olan son görüşmeden önce kolum açılıp pansumanım yapıldı.. Gün aşırı pansumana gelme talimatıyla,yataklı servis çalışanlarına veda ve teşekkür ettim.. Doktor da 15 Nisan'da alçının çıkarılması için gelmem talimatını iletti.. Okula dönebilmem için de bir ay sonrasını uygun gördüğünü,benim rapor istemediğimi belirtmeme rağmen ısrarla vurgulayıp bir aylık raporu bana uzattı.. Eve döndüm.. Ertesi gün,yani 1 Nisan'da okuldaydım.. Öğleye kadar ders,öğleden sonra evde istirahat yöntemiyle düne kadar aksamadan hayatımı sürdürdüm.. Bu arada belediyeye yine uğrayıp aynı başkan yardımcısına,düşme nedeniyle kolumda oluşan ciddi kırığın ameliyata alınarak, plaka ve çivilerle tutturulmakla tedavisinin yapılabildiğini,o atık yağ konteynerinin ,ki hâlâ sızdırmaya devam ediyor,neden bir türlü kaldırılmadığını sordum.. Yine eline telefonu alarak,yine temizlik işlerindeki yetkili kişiyi(yani benim eski öğrencimi) arayarak,hemen kaldırılması talimatını verdi.. Böylece açık tehlike durumundaki atık yağ konteyneri 5 Nisan'da kaldırıldı.. Nereye mi? 50 metre öteye,İlçe Emniyet Müdürlüğü otoparkının karşısına.. Olsun.. Benim yolumun üzerinde değil artık.. Sadece yolun betonuna işlemiş yağ izleriyle ne büyük bir tehlike teşkil ettiğinin uyarıcısı olarak her geçişimde beni ürpertiyor.. Bu arada başıma gelenlerin sorumlusunun ciddi bir uyarı alması gerektiğini düşünerek,hukuçu öğrencilerimle görüştüm.. Savcılık veya emniyete suç duyurusunda bulunmam gerektiğini söylediler.. O konteynerin fotoğraf ve videolarını eklememi de eklediler.. 2 Nisan sabahı henüz kaldırılmamış,hâlâ yağ sızdıran konteynerin fotoğraf ve videolarını ifade tutanağıma ekleyip savcılığa iletilmek üzere teslim ettim.. Benden istenen bir şey de düştüğüm bölgeyi izleyen bir sokak kamerası bulmamdı.. Ne yazık ki,hiçbir işyeri kamerası benim düştüğüm açıya çevrilmiş değildi.. Ticaret Lisesi duvarına bitişik olan konteynerin okul kamerası tarafından görülmesi de ağaçlar tarafından mümkün olmuyordu.. Geriye benim düştüğümü gören,sabah okula giden liseli gençlerden birinin tanıklığı kalıyordu.. O bölgedeki dört lisenin ,ki biri zaten kendi okulum,her birine haber bırakmama rağmen bugüne kadar bir tek geri dönüş olmadı ne yazık ki.. Kaldırıma yayılmış yağın sorumlusunun resmi şekilde uyarılabilmesi için benim orada düştüğüme benden başka tek tanık tek yüce Allah kalıyor şimdi bu durumda.. Onu da karar verici önünde tanık olarak gösteremiyorum.. Dolayısıyla fıkradaki gibi,yorgan gitti,kavga bitti ya da kol kırıldı,konteyner gitti.. Hastaneye geç gitmekle,ihmalkarlığımla birleşen çektiğim acı da yanıma kâr kaldı.. Akılsız başımın cezasını bedenim en çok da kolum çekti,çekiyor.. Dünden beri alçıdan kurtuldum.. Dikişlerim epeyce kapanmış.. Ancak dirseğimin çevresindeki donukluk ve hareket kısıntısını açabilmek için haftalar sürecek,sabırlı ve acılı bir fizik tedavi öncesi evde dirsek hareketlerine başlamam gerekiyor şimdi.. Sonra kalan tutukluk için de fizik tedavi seansları ile zavallı sağ dirseğimi eski haline getirmeye çalışacağım.. Buraya koyduğum röntgen fotoğrafları bana ait değil.. Ama benim kolumun ameliyat öncesi kırığına en yakın olan ile(benim dirsek kırığım daha büyüktü maalesef) ameliyat sonrası dirseğime tutturulmuş plaka ve çivilere en yakın olan internetteki sol ulna kırığı görüntüleri..

6 Nisan 2021 Salı

Işığın Muhafızı

2 Nisan Cuma TRT2'nin film kuşağında izlediğim Kazak filminin adı bu.. TRT Avaz ilk kurulduğunda da Kazak,Özbek sinemalarından örnekler izlemiştik ama devamı gelmemişti yazık ki.. Şimdi Türk Dünyasından bir film örneği görünce sevindim doğrusu.. Filmi seyredince de daha da sevdim,sevindim.. Türk dünyasının sinema alanında gelişmelerini görmekten çok memnun oluyorum.. Darısı bizim ülkemiz içindeki,yeterince seyretmeden film çekmeye,okumadan senaryo yazmaya kalkan,özgüvenden volkanlar gibi patlayan ama içerikten,donanımdan yoksun sinemacılarımızın başına.. Durmadan aşağıladıkları Yeşilçam sinemasının gölgesine bile yaklaşamıyorlar,ne yazık ki(ya da ne iyi ki !).. Neyse,ben geleyim Işığın Muhafızı'nın anlatımına.. Bana kalsa filme Büyülü Perde adını verirdim.. Ama yönetmen Yermek Tursunov'a bu güzel filmi çektiği için teşekkürden başka sözüm olamaz..
Filmin açılışı II.Dünya Savaşı'nın sonlarında Almanya'da bir kapının havaya uçmasıyla başlıyor.. Dumanların dağılışıyla birlikte gördüğümüz Rus ordusunun askerleri arasında,Sovyet Rusya döneminde Rus vatandaşı sayıldıkları için askere alınan Kazaklar da var.. Filmin baş kahramanı olan Take de bunlardan biri.. Arkadaşının yaralanıp ölmesinden sonra,harabe halindeki sokaklarda ilerlerken sırtında paltosu,elinde eldivenleri ile orta yaşlı,iyi giyimli bir Alman'ı şoka girmiş olarak boş gözlerle bakarken gören Take,önce bir düşman olarak algıladığı ve dilini anlamadığı adamın halini tuhaf bularak yardımcı olmaya çalışır,güvenli bir yere çekmeye çalışır.. Alman'ın anlatmaya çalıştığı şey ise,eşi ve çocukları ile evden çıktığında o biraz önden gittiği için tam o anda düşen bombada bütün sevdiklerinin yok oluşuna tanık olmanın şaşkınlığı içinde olduğudur.. Birbirlerinin ne dediğini anlamazlar ama Alman kendisine el uzatan bu kavruk delikanlıya kocaman bir çanta uzatır ve "Bu senin kısmetinmiş."deyip uzaklaşır.. Bundan sonra savaşın bitiminde Take'nin evine sağ salim dönüşünün köyde yarattığı sevinç sahnesine geçiyoruz.. Onu karşılayanlar arasında annesini ve eşini göremez.. Annesi hastalanıp ölmüştür.. O köyden olmayan karısı ise kimsenin kendisini koruyup kollamadığı köyde birkaç ay durmuş,kocasından hiç haber gelmemesi hatta öldüğü söylentileri üzerine başının çaresine bakmak zorunda kalmıştır.. Köye gelen bir memurun teklifini kabul edip, onunla gitmiştir.. Bomboş evine giren Take,duvarda mutlu günlerde karısı ile birlikte çektirdikleri birkaç fotoğraftan birinin ortadan yırtıldığını görür.. Karısı, hiç haber gelmeyen kocasının bir hayalini yanında götürmüştür.. Take içine düştüğü buhranda,o Alman'ın kendisine verdiği kocaman çantayı açar.. İçinde bir film makinesi ve yedi tane de makaralı film vardır.. Charlie Chaplin'in filmini izlerken bıraktığımız Take'yi tekrar gördüğümüzde aradan 25 yıl geçmiş,Take saçı,sakalı ağarmış bir adama dönmüştür.. O film makinesi ve yedi film onun bunalımdan çıkışı ve geçim kaynağı olmuş;uçsuz bucaksız Kazak kırlarını dilediği gezen,köylerde konaklayıp onlara filmler izleten Tarzan Take'ye dönüşmüştür.. Köylüler onun gelişini hevesle beklemekte,yıllardır hep aynı filmleri izletse de yine de para ödeyip onun filmlerini izlemektedirler.. Hamlet,Tarzan,Sessiz Düşman,Bambi çizgi filmi bu filmlerden birkaçıdır.. Duvara astığı iki metrelik patiska da sinema sahnesidir.. Hepsi de Amerikan sessiz sinemasının örnekleri olan bu filmlerin konusunu da Take film başlamadan özetlemektedir.. Yalnız her seferinde başka bir özet sunması çocukların dikkatinden kaçmamaktadır.. Büyükler içinse bu film geceleri,yorucu günlük işlerden sonra hoşça vakit geçirmektir.. Parası olmayanların bir veya iki elma veya bir küçük çöreği para kutusuna bıraktıkları sahneler çok sevimliydi.. Kendisinin köylere gelişini en ilgiyle karşılayanlar, hiç sahip olamayacağı, çocuklardır hep.. Karısının kendisini terk etmesine kahrederek bir daha evlenmeyen Take,en çok çocukları sever.. Çocuklar da onu.. O yedi filmi onlar da büyükleri gibi soluksuz,büyülenmiş gözlerle izlerler.. Bu arada Take,film gösterimlerinden kazandığı kuruşları mendiline çıkılayıp,şehre gider.. Film işletmecisi dostundan hurdaya çıkarılmış filmler alacaktır.. Böylece hep aynı filmleri gösterdiği eleştirisini getiren çocuklara örnek olacaktır.. 12 tane film alır.. Ancak hiç seyretmediği bu filmler deneysel sinema örnekleridir.. Örneğin bir tanesi senaryosunda Salvador Dali'nin de adı geçen Endülüs Köpeği'dir.. Filmdeki aşırı şiddet sahneleri,böyle şeyleri hiç görmemiş köylüleri önce dehşete düşürür,sonra çok öfkelendirir.. Take hepsinden çok şaşkındır.. Hemen makarayı değiştirir,yine Tarzan'ı gösterir.. Herkesin keyfi yerine gelir.. Bu arada Take' nin gözüne yaşlıca bir kadın ilişir.. Kadın da ona dikkatle bakmaktadır.. Karısıdır.. Film bitip herkes dağıldığında karısı Kamşat yanına gelir.. Ona söylemek istediği bir sırrı olduğunu dile getirir.. Tam o anda, kadının torunu olan, köyün çocuklarından Ender yanlarına gelir.. Ninesiyle Take'yi tanıştırıp,annesinin eve yemeğe davet ettiğini iletir.. Take onlarla gitmez,bir bahane bulur..
Filmin sonraki sahnesinde Take' yi Kazak çobanlarının obasına konuk olarak görüyoruz.. Issızlığın ortasında sürüler güden çobanlar sevinçle karşılayıp konuk ederler.. O da onlara eski filmlerden izletir.. Yemekte keyifli olan ama dışarıdan durgun görünen Take,geride bıraktığı köyde bir hazine bulduğunu,dünyalara değer olduğunu söyleyip durur.. Sonra da çobanları sofrada filmle başbaşa bırakıp dışarda yıldızlara bakarak hülyalara dalar.. Yaşlı çobanın dikkatini çeker bu durum ve kendince bir karara varır.. Ertesi gün sabah erkenden Take'yi yanına alan yaşlı çoban onu Katina'nın çiftliğine götürür.. Katina,kocasını üç yıl önce yitiren,dul bir kadırdır.. At ve koyun sürüleri vardır ve bunların idaresi için bir kocanın yardımına ihtiyacı olduğu açıktır.. Take de eski bir asker olarak biçilmiş kaftandır,onlara göre yani.. Take bu emrivaki karşısında bir şey diyemez,zaten kimse de onu dinlemez.. Onların gelişini uzaktan gören Katina,çoktan semaveri evinin önüne kurmuş,misafirlerini karşılamaya hazırlanmıştır.. Lafın gelişi olarak,önceden haberi olsaydı,bir koyun keseceğini söyleyince,yaşlı çoban da eski asker,yiğit Take'nin bu işi çarçabuk halledeceğini söyleyerek ikinci bir emrivaki daha yapar.. Zavallı Take,şimdiye dek hiç koyun kesmediğini mırıldansa da kimse onu dinlemez ve eline bıçak verilerek ağıla yollanır.. Take ağılda kendisinden ürken koyunları yakalamaya çalışır ama hiçbirini yakalayamadığı gibi hepsinin avluya dökülmesine sebep olur.. Geriye bir tek ağılın koçu kalır.. Azılı koçla alt alta üst üste bir mücadeleden sonra,tabiî ki koç onu alt eder.. Hatta bu boğuşmada ağılın sazdan damı yıkılır.. Take içeriye yenik bir kahraman olarak toz toprak içinde gelince şaşkınlığı üzerinden atan arkadaşı hemen onu temizleyip Katina ile baş başa konuşmaları için bırakıp gider.. Katina dışardan güçlü kuvvetli,sert bir kadın olarak dursa da içi yumuşaktır.. Take ile dertleşirler.. Biraz da içince birbirlerine iyice açılırlar.. Take misafir yatağına serilip yatınca,Katina onun çamaşırlarını yıkar,kurutur,düzgünce yatağın yanına iliştirir.. Böylece Take'nin çamaşırları da ilk defa çamaşır teknesi yüzü görür;çünkü yıkanmak ve çamaşırlarını yıkamak için yağmurlu havaları tercih ettiğini daha öhce izleyip gülmüştük.. Neticede sabah olur.. Uyanan Take sessizce giyinir ve evden çıkar gider.. Onun tıkırtılarını dinleyen Katina bu işin olmayacağını anlamıştır.. Sonraki sahnede her şey yine eskisi gibidir.. Take yine eski karısı Kamşat'ı gördüğü köydedir.. Ancak seyircileri çok azalmıştır, çünkü Sovyet hükümeti köye bir sinema salonu yaptırmış ve yepyeni filmler göstermektedir.. Bambi filmini birkaç çocuk ve bir ihtiyarla birlikte izlerken Kamşat'ın torunu gelir.. Ninesinin tekrar şehre döndüğünü,Take'ye iletilmek üzere bir mektup bıraktığını söyler.. Take mektubu açtığında yarısı yırtık olan resim avucuna düşer.. Öldüğünü zanneden karısı yıllarca saklamış,ölmediğini görünce iade etmiştir.. Mektubunda savaşta ondan hiç haber gelmeyince çok beklediğini,öldü haberi ortaya çıkınca çok ağladığını,kendisini affetmesini yazan Kamşat;şefkatlı bir eş olarak sıkı giyinmesini,çok yakında ona bir çift eldiven örüp göndereceğini eklemiştir.. Bunları okuyunca mutluluktan sarhoş olan Take'ye bir sürpriz de arkadaşları olan çobanların ona misafir gelişleri olur. Kollarını açarak onları karşılamaya çıkar ama ilk gelen çobanın bıçağını böğrüne yiyip yıkılır.. Elindeki Kamşat'ın mektubu ile ikisinin yarım yırtık fotoğrafları otların üzerine dağılıverir.. Gelen çobanlar onun "Ben bir hazine buldum."sözünü yanlış anlamış,onu soymaya gelmişlerdir.. Bütün eşyalarını dağıtıp arasalar da bir şey bulamazlar.. Zaten bir hazine de yoktur.. Take'nin hazinesi Kamşat'ın mektubunu ve fotoğrafını rüzgar alıp götürür.. Filmin son sahnesinde Take'nin cinayete kurban giden bedeni kaldırılır.. Bunları izleyen küçük torun Ender,Take'nin bir tarafa atılmış film makinesini ve filmlerini toplar ve köyün filmcisi o olur.. Take gibi o da film öncesi ibretli özetler vermeye devam eder.. Çok sevimli bir filmdi..