26 Aralık 2018 Çarşamba

Gap'ı Gaptık-16

Göbeklitepe

Gidemediğimiz Göbeklitepe demek lazım aslında..
Dolayısıyla kısa Urfa turuna devam..

Sabah Balıklıgöl ziyaretimizi bitirip yola çıkmıştık..
İstikamet şurası demeye kalmadan,trafikte bir otomobil otobüsümüze çarptı..
Urfa'nın trafik yoğunluğu olan bir noktasında meydana gelen bu olay sonucunda bekledik..
Trafik polisinin gelmesini,tutanak
tutulmasını,tabiî bunlardan önce iki şoförün birbirleriyle atışmasının bitmesini ve otomobili almak üzere bir çekicinin gelmesini..
Neyse hepsi bitti..
Bu kez de geç kaldığımız için hemen yola revan olduk..
Ama Göbeklitepe'ye değil..
Şimdi İstikamet Halfeti..
Göbeklitepe üzerine bilgiler de rehberden..
"Dünyanın en eski tapınağı olarak biliniyor.."

12 bin yıllık insanlık tarihini görmek kısmet olmadı kısacası..
Onun yerine 21. yüz yıl Urfa halkını görmüş olduk..
Hazret-i İbrahim'in doğduğu mağaradaki kadınları..
Asıl mağaranın önündeki parmaklılara,duvardaki taşlara elini yüzünü süren,parmaklıklar önünde yatan,içerde herkesin abdest aldığı çeşmenin suyunu kutsal diye şişelere doldurup içen,beraberinde götüren..

"Göbeklitepe'deki taşlar insanı ve inancını simgeliyor..
Kesme taş ibadethanelerde de insanı ve inancını gördüğümüz gibi..
Çağlar,halklar,isimler değişiyor ama özünde insanlar aynı kalıyor.."

Balıklıgöl'de verilen serbest zamanın bir bölümü öğle yemeği içindi ve epey uzuncaydı..
Ben de bundan istifade ederek,Balıklıgöl'ün hemen yanıdaki eski bir işhanı olan Gümrük Han'a girip gezdim..
Yöresel bez dokumaların bol bol satıldığı handa yok yok..
Bıçaklar,kebaplar,tesbihler,kumaşlar,baharat,özellikle ünlü is
ot biberi,kurutulmuş biber,kabak,patlıcan dizileri
ve bol bol altın,yani kuyumcu dükkanları dizi dizi..
Daracık çarşı geçitlerinde ilerlerken küçücük bir aralıkta yerleşmiş güler yüzlü bir kumaşçıya selam verdim..
Dükkanı o kadar küçüktü ki..

Eni bir metre yoktu..
Boyu da iki metreyi bulmuyordu..
Yerden tavana kadar dizdiği kumaş toplarının arasına da kendisi sıkışmış,günlük nafakasını arıyordu..
İşlerin nasıl olduğunu sordum..
Güvensiz piyasadan şikayetçiydi..
Bir deposu olmadığı için kumaş alamadığını,Altınyıldız'ın üretimi durdurduğunu,ana bayinin satış yapmadığını,kendisi gibi sattıkça kumaş alabilen esnafın tedirgin olduğunu ..
Bir de,benim öğretmen olduğumu
işitince,çocuklarını okuttuğunu,hepsinin iş güç sahibi olduğunu,kızının öğretmen olarak Urfa'nın merkez köyüne tayin olduğunu..
Anlattı..
Kısa sohbetin ardından gezmeye devam ettim..
Yolumun üzerindeki kuyumcu vitrinlerinde gördüğüm değişik bir takının ismini,ne için olduğunu bir kuyumcuya sordum..
Frenkbağı imiş..
Kocaman bir altın takı idi..
Erkekler mi takıyor,diye sorunca gülen satıcı,bunu kadınların taktığını,bu yörede şu sıralarda çok revaçta olduğunu,düğünlerde gelinlere takıldığını söyledi..
Şehri gezmeye geldiğimi,kısacık vakitte çarşıyı dolaşmaya karar verdiğimi  söyleyince çay ikram etmek istedi..
Bir çay içimi sohbette anlattı..
Halıcılıktan kuyumculuğa geçtiklerini..
Suriyelilerin gelişiyle değişen ve gelişen koşulları,en çok da olumsuzlukları..
Hemen çarşı girişindeki bir kuyumcu dükkanının bir Suriyeliye ait olduğunu,hatta üç kuyumcu dükkanı olduğunu ve El-Halil adlıbu adamın Türkiye'ye gelirken 700 kilo altınla geldiğini  !..
Ahlaki açıdan hiç hoşnut olmadıkları bir yaşam biçiminin şehirde yaşandığını..
Yanındaki küçük çocuğun oğlu olduğunu..
Erken evlenmesine rağmen uzun süre bekledikten sonra çocuk sahibi olabildiğini..
Şimdi iki çocuğu olduğunu..
Kendisinin durumunda  pek çok aile tanıdığını..
Çevre baskısından dolayı çok sıkıntılar yaşadıklarını..
Anlattı..
 Kuyumcu Ahmet Cıncık..
Soyadları da dedelerinin üstüne başına  düşkün oluşundan geliyormuş..
Bana dükkanının kartvizitini verdi..
Efsane Kuyumculuk..
Serbest zamanımız bitmek üzere olduğu için kendisine teşekkür edip çıktım..
Memleketimizin misafirperverliğinin bir örneği olan Ahmet de yemek ikram edemediği için üzülüyordu..
Ben kafileyle buluşma yerine doğru yürürken bir şey dikkatimi çekti..
Kebapçı dükkanlarındaki her masada kocaman tabaklardaki kuru soğanlar..
Her çeşitten kebaplığın kokusu da yolları doldurmuştu..
Anlaşılan burada her şey bol acılı,baharatlı..
Her şeyin bol olanı makbul..





25 Aralık 2018 Salı

Gap'ı "Gaptık"-15

Balıklıgöl

Şanlıurfa'da sıra gecesi ile şehre konukluğumuzun ilk bölümüne keyifle başladıktan ve gece köhne otelimizde dinlendikten sonra sabah Urfa turuna gerçek anlamda başladık..

İstikamet Balıklıgöl,Hazret-i İbrahim Makamı,Ayn-ı Zeliha,Hazret-i İbrahim'in doğduğu mağara..
Peygamberler şehri olarak bildiğimiz Urfa'da adı saygıyla anılan Hazret-i İbrahim,bütün
peygamberlerin de atası sayılıyor..
Hepimizin bildiği hikaye..
" Nemrut rüyasında bir yıldızın düştüğünü,başka bir yıldızın da yükseldiğini görür..
Hemen müneccimlerine yorumlatır..
Kendi iktidarının biteceğini,doğacak bir oğlanın ise dünyaya hakim olacağı söylenir..
Hatta bu çocuğun ana karnına düşeceği saat,gün bile söylenir..
Bunun üzerine emir verir Nemrut..
Şehirdeki bütün kadın ve erkekler ayrılır..
Kadınlar kaleye hapsedilir..
Nemrut'un veziri Azer,bir gece kaleye gider,eşiyle beraber olur..
Bu beraberlikten Hazret-i İbrahim,ana karnına düşer..
Azer,karısının hamile olduğunu öğrenince çok
korkar,çocuğun düşmesini ister..
Karısı bir mağarada doğum yapar,çocuğu orada bırakır,çevresini taşlarla kapatır..
Geri döndüğünde çocuğun çabucak büyüdüğünü görür..
Üç parmağını emmektedir yavrucuk..
Birinden su,birinden bal,birinden süt sızmaktadır parmaklarının..
Sıradan bir çocuğa göre 18 kat hızla büyür küçük İbrahim..
Çevresindeki taşları kaldırıp mağaradan çıkar..
Güneşe,aya,yıldızlara bakarak Tanrıyı arar..
Hiçbirini benimsemez..
Halk da onu aralarına almaz..

İbrahim,bir bayram günü tapınağa gider..
Elindeki bir baltayla bütün putları kırar..
Baltayı da en büyük putun boynuna asar..
Tapınmaya gelenler bu durum karşısında şaşırır ve suçluyu ararlar..
O da büyük putun suçlu olduğunu söyler..
İnanmazlar elbette..
Nemrut'un huzurunda yargılanır..
Cezası ibretliktir..
Yakılacaktır..
Bütün odunlar toplatılır..
İbrahim bu yığının ortasına bağlanır..
Yeryüzünün gördüğü en büyük ateş yakılır..
Ve ateşe "serin kalması" emredilir..
Bu arada,Nemrut'a karşı çıkmaya cesaret eden, bir tek kendi kızı Zeliha olur..
Onu da ateşe atarlar..
Ancak o başka yere düşer..

İşte İbrahim'in ateşe atıldığı  yer Balıklıgöl'dür..
Ateş suya,alevler balıklara dönüşmüştür..
Zeliha'nın düştüğü yer de Ayn-ı Zeliha 'dır..

İşte o Zeliha'dan doğan İshak Musevilerin,
Hacer'den doğan İsmail de Müslümanların atasıdır.."

Rehberimizin bir kez daha bize hatırlattığı bu hikayenin mekanındayız ..
Bağrıyanık Urfa'nın ortasında bir yeşil vaha Balıklıgöl..
Halkın nefes alacağı,yeşilliklerin ve serin suların arasında hoş vakit geçireceği bir mekana,doğrusunu söylemek gerekirse hem bir ziyaret alanına hem de kocaman bir parka dönüştürülmüş..
İyi de olmuş..
Bizim gibi dışarıdan gelen ziyaretçiler yanında,yöreden gelen ziyaretçilerle tıklım tıklımdı..
Bir yanda Balıklı Göl kıyısında,isterse tarihi veya yöresel kostümlerle fotoğraf çektirenler(kiralama bedeli 2 lira),balıklara yem atanlar..
Bir yanda hemen yanıbaşındaki Rızvaniye Camisi ve Medresesi'ni(1736) ziyaret edenler..
(Bu cami ve bağlı olan medresenin bahçesi,belediye tarafından sanat çalışmaları için  atölyelere dönüştürülmüş,bahçenin kendisi de ayrı bir vaha)..
Mevlid-i Halil Camisi de ayrı bir ziyaret ve ibadet mekanı olarak halkın yoğun ilgisini çekiyor,büyük bir kalabalık da orada
toplaşıyor,
Bir çekim merkezi de Hazret-i İbrahim Makamı elbette..
Bizi oraya götürmedi rehberlerimiz..
Diğer bölümleri gezdirip bilgi verdiler..
Verilen serbest zamanda  kendimiz gezdik..
En ilginç olan,Hazret-i İbrahim'in doğduğu rivayet edilen mağara idi..
İçerisi tıklım tıklım kadın ziyaretçi ile doluydu..
Tabii özellikle yöre halkından kadınların yanlarında en az üç çocukla,kiminin beş,altı,yedi çocukla geldiğini söylemek gerek..
İçerisi tahammülü aşan bir görüntü ve gürültü içindeydi..
Hatta bazıları kebabını da yanına almış,burada yemek niyetiyle olsa gerek,içeriye dalmıştı..
İçerideki ağır hava kebap kokusuyla daha da ağırlaşıverince görevli hanım kendisini derhal dışarı çıkardı..
Ancak içerisi bununla bitmiyordu elbette..
Bir de buna ziyareti ibadetle birleştiren,dolayısıyla abdest almaya kalkıp yerleri sulara gark eden kadınları da ekleyince, içeri giren bizlerin iki dakika sonra kendilerini neden hemen dışarı attıklarına şaşmamalı..
Kadın uğultusu,çocuk bağırtısı,görevli kadınların uyarı sesleri mağara duvarlarından uğultu olup kulaklarda yankılanmaya başlıyordu..
Yine de İbrahim'in annesinin doğum yaptığı rivayet edilen yeri görebildik..
Kimbilir hangi niyetle oracıkta ayaklar altında uzanmış kadınlara basmamayı başardık..
Namaz için saf tutmuş kadınlara çarpmamayı da..
En mühimi küçücük bir mekanda belki yüz kadar kadın ve çocuk boğulmamayı başardık..
Bu arada yanımızda getirdiğimiz şekerleri,ağlayan çocukları sakinleştirmek için dağıttık..
Ancak bu arada bazı kadınların okunmuş şeker dağıttığımızı sanmalarını da önleyemedik..
İçerdeki ziyaretimizi bitirip kendimizi dışarı attık ve rahat bir nefes aldık..
Dışarda gezerken bir delikanlı yaklaşıp rehber isteyip istemediğimizi sordu..
Gerek olmadığını,zaten bilgilendirildiğimizi söyledik..
Tekirdağ'da askermiş,izinli gelmiş..
Ev geçimine yardımcı olmak için izin boyunca burada çalışıyormuş..
Kendisine kolaylıklar diledik..


Balıklıgöl'ü gezi belgesellerinde çok izlemişliğimiz var ama bu kadar geniş bir park halinde olduğunu bilmiyorduk..

Urfa halkının bu kadar ilgi gösterdiğini de..

Belki bizim cuma günü ve cuma namazından az önce gidişimizin de etkisi vardır..
Hem Mevlid-i Halil hem Rızvaniye Camilerinin bahçeleri,avluları tıklım tıklım doluydu..
Namaz vakti bu yoğunluk daha da arttı.



Balıklıgöl'ün çok güzel ve gezmeye değer bir yer olduğunu belirterek bu bölümü bitireyim..














12 Öfkeli.

Ankara Devlet Tiyatrosu'nun bu sezonki oyunlarından..
Hafta sonu İrfan Şahinbaş'ta izledim..

Film olarak biliyoruz..
Henry Fonda'nın başrolde olduğu,Sidney Lumet filmi..
Reginald Rose tarafından yazılan oyun 1957 yılında sinemaya da uyarlanmış..
Başarılı yapım, aralarında Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazanmış..

Konu şöyle..
Bir genç,babasını öldürmekten idamla yargılanmaktadır..
İddia ve savunma makamları konuyu yargıç ve jüriye sunmuşlardır..
Artık sıra jürinin vereceği karara kalmıştır..
Jüri odasına çekilecek,tartışacak ve oy birliğiyle bir karara varacaklardır..
Ya suçlu diyeceklerdir ve delikanlı idam edilecektir..
Ya da bir şüpheleri varsa bunu tartışıp bir sonuca varacaklardır..
Jüri odasına girerler,zaten oyun buradan başlar,ilk oylamayı başlatırlar..
11 kişi suçlu der..
Bir jüri üyesinin ise tereddüdü vardır..

Olay buradan başlar ve gelişir..
Konuştukça başka jüri üyelerinin   kararları da değişmeye başlar..
Hatta sonunda herkes gencin katil olmadığını düşünür hale gelecektir..

Birkaç defa seyretttik televizyonda,film olarak..

Şimdi tekrar ait olduğu yerde ,tiyatro sahnesinde..
Tek perde olarak sergileniyor..
Bir saat otuz beş dakika sürüyor..

M.Akif Yeşilkaya'nın yönettiği oyunun önce dekoru dikkatimizi çekiyor..
Efter Tunç'un dekor tasarımı pek şık doğrusu..
Bir jüri odası için çok geniş,ferah ve şık döşenmiş bir salon var önümüzde..
İrfan Şahinbaş'ın geniş alanını olduğu gibi kullanmış..
Derinliğine yerleştirdiği dekorla oyunculara verilen hareketli mizanseni de kolaylaştırmış böylece..

Hemen seyirci önünden başlayan dekor geriye doğru bir setle kocaman bir New York görüntüsünün verildiği bir pencereye kadar ulaşıyor..
Oyunda pencerenin de bir önemi var,bu nedenle kocamanlaştırılarak vurgulanmış..
İçeride olduğu gibi dışarıdaki hava da giderek elektriklendiği için,seyirciye bunu yansıtmak istemişler..
Tartışmaların iyice alevlendiği bir anda dışarda da gökgürültüsü eşliğinde sağanak  başlar ve gökyüzünün rengi giderek değişir..

Bol bol da oturma grubu ile,geniş alanda oyunculara bol bol hareket düzeni vermiş,böylece tek alanda geçen,monoton bir oyun olmaktan kurtarmaya çalışmışlar..
Özlem Karabay'ın iddiasız izlenimi veren kostümleri de aynı şekilde,konuyu oyuna çekmek için hazırlanmış..
Sahnenin iki yanına seyirci oturtularak,bir çeşit mahkeme salonunda,davayı izleyen halk havası verilmek istenmiş..
Hatta sahne üzerine dört köşeye birer sandalye koyarak,dört seyirciye oyuna dahil olma fırsatı verilmek istenmiş..
Seyirci ve oyuncuların iç içe olduğu bu fikirden çabuk vazgeçilmiş,neyse ki..
Karşıdan izlemek daha doğru..
Bir de oyunun sonunda,iki oyuncunun,kenardaki seyirciler arasında oy pusulası atmak için kutu dolaştırmaları mizanseni vardı ki,iyice gereksizdi..
Babasını öldüren gencin suçlu mu,suçsuz mu olduğuna,oyun heyecanına kapılan seyirci mi karar verecek?
"Böyle mahkemenin kararından hayr umulur mu?"

Bu oyunun diğer uygulamalardan bir farkı da,12 erkek jüri üyesinden ikisinin kadın oyuncular tarafından canlandırılması şeklinde bir değişikliğe gidilerek,aslında '12 Öfkeli İnsan'a dönüştürülmesiydi..
Zaten bu nedenle olsa gerek,oyunun adı "12 Öfkeli."..
İyi mi oldu,bilemem..
Önemli olan, konunun,tıpkı filmdeki gibi,iyi oyunculuklarla sahnelenmesidir..
Ve elbette adalet,vicdan,ön yargı kavramlarının ele alındığı bir metnin en doğru şekilde sahneye aktarılması..
Bu konuda film,izlediğimiz tiyatroyu mağlup etti..
Filmi daha çok beğendiğimizi düşünerek çıktık salondan..
Yine de bu sezon izlediğim oyunlar içinde en iyisiydi,demeliyim..

Not:Oyun fotoğrafları henüz yayınlanmadığı için,filmden kareler almak zorunda kaldım..


21 Aralık 2018 Cuma

Gap'ı "Gaptık"-14

Şanlıurfa-I

 Sıra Gecesi Deneyimi

Gezmeye doyamadığımız Mardin'den ağzımızda badem şekerlerinin tadıyla,ikindi vakti ayrıldık..
İstikamet Urfa..

Yol üstünde Kızıltepe..
Eski adı Nusayri..
Mardin nüfusundan daha büyük nüfusu olan ilçe..
İl olması beklenen dört ilçeden biri..
İpek yolu üzerinde kadim şehirlerden biri..

Yol üzerindeki şehirlerden biri de Viranşehir..
Yol kenarı Gap projesinin getirdiği bereketle yemyeşil ekili tarlaların birbirini izlediği yeşil bir deniz..
Özellikle pamuk,mısır..

Akşam üzeri Urfa'dayız..
Girişteki tabelada okuduk..
Şanlıurfa nüfusu 922 bin..
Az önce de Harran Üniversitesi Kampüsünün önünden geçtik..
Urfa Müzesi'nin de öyle..
Rehberimizin verdiği bilgiye göre, Göbeklitepe'nin yapısını taklit ederek yapılmış müze binası da..
Dikkatimizi çeken bir şey de eski evlerin
yıkılarak yerine geniş bulvarlar açılması veya büyük yapılara yer açılması oldu..
Urfa'da kentsel dönüşüm bütün hızıyla sürüyor anlaşılan..

Urfa'nın eski isimlerinden biri de Edessa imiş..
Rehberimizin verdiği bilgi kırıntılarından..
Büyük İskender döneminden,Makedonya'daki yeşilliğiyle ünlü bir kentin adına atfen..
Biz sağa sola bakınarak yollarda ilerlerken
geceleyeceğimiz Urfa Dedeman Otel'e de gelmişiz..
Adı ünlü ama kendisi artık oldukça köhne,bakımsız bir otel..
Bunu özellikle odalarının haline bakarak söyleme gereği duyduk..
Ama zaten odaya sadece uyumak için çıkacağız..
Bu akşam Urfa sıra gecesi deneyimini yaşayacağız..
Dolayısıyla hemen çıkıp şehir merkezine doğru yeniden yola düşeceğiz..
Öyle de yaptık..
Şehir merkezine gidip,sıra gecesi hizmeti veren bir mekanın kapısından içeriye girdik..
Bu akşam bizim için ayırtılmış olduğundan kapıda karşılandık..
Davul zurna eşliğinde..
İnsan kendini çok önemli biri gibi hissediyor..
Boyunuz olduğunuzdan birkaç santim daha uzuyor adeta !..

Sonra da yer minderleriyle döşeli,yer sofralarının kurulu olduğu büyük salona buyur edildik..
Bizden başka bir karı koca ve görevlilerin "Komutanım "diye seslenmelerine bakılırsa,bir asker vardı..
Biz kırk kişi de geniş salona yayıldık haliyle..
Ömründe ilk kez bir eğlence mekanına giden birinin acemiliği üzerimizden akarak..

Mekanın adı,peçetelerde yazana bakılırsa Paşa S
arayı  (Peçetelerde böyle yazıyor)  imiş..
Daracık sokaklardan geçirilip bir barakaya alındığımız için adını dışarıda okuyamamıştık..
Biz içeri girip yerleşir yerleşmez program başladı..

Geniş salonun ucunda zurna (Mustafa Çiçek),
keman(Mehmet Kahraman),
bağlama (Mahmut Yıldırım),
 darbuka (Nevzat Akagün),
ve davul(Müslüm Çiçek)(Zurna çalan Mustafa Çiçek'in oğlu) çalanlardan oluşan bir orkestra takımı var..
Orta yaşlı bir solist (Ali Akagün)bütün türküleri seslendiriyor..
(Ali Akagün,darbuka çalan Nevzat Akagün'ün de amcası oluyormuş)
Ona zaman zaman bağlama çalan orkestra elemanı da solistlikte eşlik ediyor..

Önce,adet olduğu üzere ağır havalardan başladılar..
Uşşak makamından bir divan gazeli okudular..
Tabiî öncelikle rahmetli Kazancı Bedih'i anmayı unutmadan..

Gazelde geçen  Fuzulî'ye ait bir "Bana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı"dizesini duyunca kulaklarım dikildi elbette..
Onlar farkındalar mı,bilmiyorum ama,söyledikleri dizeler yüzlerce yıl önce yazılar bir şiirde mevcut..
(Bunu bir ara kendilerine söyledim,bilmiyorlarmış.).
Perde gazelini söyleyen keman da çalan Mehmet Kahraman'dı..
Biz onların peş peşe söyledikleri türküleri dinlerken bir yandan da yer sofralarında önümüze konan yöresel mezelerden atıştırıyorduk..
Saatlerdir bir şey yememişliğimizden başka,otobüste de yine saatlerce ayran gibi çalkalanan mideler artık açlık sinyali veriyordu..
Dolayısıyla ne varsa yedik..
Ana yemek olarak patlıcanlı kebap yaptırılmıştı..
Bugüne dek gördüğüm en çekirdekli patlıcan bana geldiği için tadına pek varamasam da,açlığım mezelerle giderilmişti,neyse ki..
İçecek olarak ise milli içkimiz ayrandan başkasına iltifat etmedik elbette..
Zaten yoktu..
Urfa sıra gecesi,çiğköfte yoğurmadan olmaz ..
Nitekim bu arada bütün malzemeleriyle çiğköfte tepsisi de ortaya getirildi..
Genç bir usta(onun adı  Mahmut imiş) da yardımcısıyla gelip hemen köftesini yoğurmaya koyuldu..
Neredeyse yüz çift göz de onu izliyoruz..

Delikanlı yarım saate kalmadan köftesini yoğurdu..
Zaten çiğköfte şampiyonu imiş !..
Yani bize öyle söylendi..
Köftenin yeterli yoğrulduğunu göstermek için için çiğköfte dolu tepsiyi ters çevirip başının üzerinde fırıl fırıl döndürmeyi de ihmal etmeyerek gösterisini sürdürdü..
(Tavana çiğköfte fırlatmaya gerek yokmuş kısacası !)
Bu halde bütün masaları teker teker dolaşıp bahşişini aldıktan sonra yeşilliklerle birlikte tabaklara dağıtmaya geçti..
Bu arada davul çalan delikanlı da başka bir gösteriye girişmişti..
Davul derisinin üzerine kolonya serperek alevlendirip öyle çalmaya başladı..
Alevli meyve tabağı duymuştuk ama alev alev yanarak çalınan davul duymamış ve görmemiştik..
Hem duyduk hem gördük !..

Tabiî salondaki bizler her şeyi pürdikkat,baştan ayağa göz kesilmiş izliyoruz..
Bir yandan türküler aralıksız okunuyor..
Çiğköftelerin masalara servisi de tamamlandı..
Biz Ankara grubu olduğumuz için "Ankara'nın Bağları" okunmazsa olmazdı..
Onu da repertuvarlarına eklemişler..
Çiğköftesini yiyen oyuna kalktı..
Biraz yorulanlara hemen künefe ve çay ikram edilerek ikram faslı bitirildi..

İki saati aşkın süren eğlencemiz yine kapılara kadar uğurlanarak bitti..
Bunun için ne ödediniz diye merak edenler için;kişi başı 60 lira ödedik..
Her şey dahil..
Peki çiğ köfte nasıldı,güzel yoğrulmuş muydu,diye merak edenler içinse,söyleyecek bir şeyim yok..
Ben çiğ köfte yemem..
Tabağıma da dokunmadım..
Ama kafiledeki herkes yediğine göre, güzeldir herhalde..
Günün yorgunluğunu,köhne otelimize gidip dinlenerek gidermek zamanı gelmişti artık,biz de öyle yaptık..
Sıra gecesi gerçekten de böyle bir şey midir bilmiyoruz;ancak daha önce hiç görmediğimiz bu kültür ilginçti doğrusu..
Öneririm..




19 Aralık 2018 Çarşamba

19 Aralık 1986'dan 19 Aralık 2018'e

Bugün çoğumuz için sıradan bir gün..
Bir grup insan içinse çok özel bir gün..
  İstanbul'dan,İzmit'ten,Ankara'dan koşup gelerek;ellerinde gül suları,lokum kutuları,kırmızı beyaz karanfillerden oluşan zarif çelenkleriyle buluşma günü..
Her yıl ve yıl boyunca 18 kez tekrarladıkları gibi..

1985 Devresi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği üyelerinin bugünkü ziyaretinin tanıklarından biri olarak izlenimlerimi yazıyorum..


2011'de kurulan dernek prensipleri uyarınca, devre arkadaşlarından şehit olanın  mezarı ülkemizin hangi noktasında ise,yıl dönümünde  oraya gidiyor,çelenklerini sunuyor,davet edilen bir hocanın okuduğu dua ile şehitlerin ruhlarını şad ediyor,şehitlerin hayatta olan anne,baba,eş,çocuklarını ziyaret ederek,unutmadıklarını gösteriyorlar..
Bu nedenle Ankara,İstanbul,Sivas,Havran ve daha nerede bir şehit devre arkadaşları varsa,o şehre yılda bir kez,bazı şehirlere birkaç kez(İstanbul'da iki şehit arkadaşları var örneğin)gidiyorlar..
Gazi arkadaşlarını da ihmal etmiyorlar,
Arkadaşlarının ailelerini de..
Düğünü olana da yetişiyorlar,bursa ihtiyaç duyana da..
Örnek bir dayanışma içindeler..

Bizim ilçede de iki arkadaşları şehitlikte medfun,yani sonsuzluk uykularına burada dalmışlar..
Dolayısıyla 1985 Devresi SYDD'liler,yılda iki kez buradalar..
29 Ekim'de ve 19 Aralık'ta..
Önce Ruşen Ülker  sonra Hakan Türkyılmaz için..

Annemle babamın mezarlarını ziyaret etmek için sık sık gittiğim şehir mezarlığında,şehitlik bölümüne de uğruyorum,  pek çok kişi gibi..
Üç şehidin mezarının ayak ucunda,doğa koşullarının yıpratmasından korunmaları için, küçük bir kutu içinde muhafaza edilen ziyaret defterleri var..
Zaman zaman açıp okuyorum yazılanları..
İmzalarını tanıdığım kimseler de var aralarında,çok şaşırdıklarım da..
Altı yıl kadar önce  bir yazı gördüm orada..
Bir grup ziyaretçi ,şehidin ölüm yıl dönümünde gelmiş,kutuları ve defterleri de tanzim eden onlarmış;devre arkadaşları olarak burada toplanmış,şehidin annesini de bu buluşmaya davet ederek gönlünü almış,defteri de birlikte imzalamışlar..
Ancak bu ziyaretten bu şehirde yaşayan ne bir yetkili ne bir gönüllü,hiç kimsenin haberi yok..
Onları karşılayan,bu ziyaretin önemini anlayıp anlatan,başlangıçta yerel gazetede çıkan küçük haber  olmuş yalnızca..
Nitekim ben de ziyaret defterine konan gazete nüshasından okuyup öğrendim..
Kendi adıma da çok utandım..
Türkiye'nin dört bir yanından bir anıyı tazelemek için gelen bu ziyaretçilerin hiç olmazsa bakımlı bir mezarla karşılaşmaları gerekmez mi?
Bu konuda da kimseyi beklemeden bu iş bana düşmez mi?
Bu inceliklerinin,duyarlılıklarının ve fedakarlıklarının bu çevrede olsun anlatılması gerekmez mi?

Kendi adıma yaptığım şimdi bu..
Gelişlerinden önce mezarın temiz olmasını temin etmek;dersimin olmadığı bir zamana denk geliyorsa,bugün olduğu gibi,mezarın başında hazır olarak onları karşılayanlardan olmak;fırsat düştükçe onlardan söz ederek başkalarının da onlardan haberli olmalarına gayret etmek..
Dersimin olduğu bir zamana denk geliyorsa,küçük bir not yazıp defterin arasına bırakarak,onları beklediğimizi vurgulamak..
Tabiî diğer şehitlerin yıldönümlerinde de aynısını yapıyorum;ancak onların mezarları başına gelen pek kimse olmuyor artık,özellikle de eski tarihli olanlarına..
Nitekim bu yıl Ruşen Ülker için geldiklerinde okulda dersim vardı,yanlarında bulunamadım..
Yazdığım notu alınca,büyük bir incelik göstererek okula gelip bizi ziyaret ettiler..
Bir kere daha duyarlılıklarına hayran olduk..

Şehitliğinin 32. yıldönümünde,bugün, Hakan Türkyılmaz'ın mezarı başında toplandılar..
Şehidin kardeşi,yengesi,kızkardeşi,eniştesi,içlerinden biri de ilçemizdeki Garnizon Komutanı olan devre arkadaşları,şehit arkadaşları Selahattin Şen'in babası Necdet Şen..
Bu buluşmanın tanığı olarak da ben..
Kırmızı beyaz karanfillerden çelenklerini mezarın üzerine bıraktılar..
Hocanın okuduğu ve sonunda Atatürk'ün de adını andığı duaya katıldılar..
Yanlarında getirdikleri gül suyunu herkesin ellerine serptiler..
Lokum ikram ettiler..
Devre arkadaşları olan komutan da ev sahipliğini üstlenerek,çaya davet etti..

Çaylar içildi,anılar bir kez daha tazelendi,bol bol anı fotoğrafları çektirildi..
Sonra başka bir ziyarette tekrar toplanmak üzere vedalaşıldı..
Bana da bunları anlatmak düştü..
Bu dostluk,vefa ve dayanışmaya gıpta ederek..











18 Aralık 2018 Salı

Gap'ı " Gaptık"-13

Mardin-II

Mardin'de,herkes de söylüyor gerçi,fotoğrafçı olmamak imkansız..
Sokaklarında dolaşırken,mekanlarını ziyaret ederken,bir yerde nefeslenmek için otururken,başınızı çevirdiğiniz her yerde fotoğrafı çekilecek bir köşe,kişi,nesne görmemeniz imkansız..
Dolayısıyla elinizden fotoğraf makinası hiç düşmüyor..
Durmadan deklanşöre basıp fotoğraf çekmek durumunda kalıyorsunuz..
Benim de kısacık zaman diliminde çekebildiklerim bunlar oldu..
Şimdi tekrar bakarken kendimi yine orada hissettiren anlar..





Eski binalarda yörenin taşları kullanıldığı için her yapıda aynı sarı renk ve taş işlemesi hakim..
Bunları bozansa şimdi o inceliğe (ve belki de imkana sahip olmayan) şimdiki sahiplerinin yaptırdığı eklemeler..
Beyaz plastik pencere kasaları gibi..
Güzelim binalara hiç uymuyor..




Ya da bu bankamatik gibi..

Ama yöresel soğuk içecek satıcıları mevcut..
Neyse ki..











Mardin'de nereye bakarsanız bakın Artuklu mimarisinin benzersiz örnekleri mutlaka gözlerinizin önünde beliriyor..
İyi ki de öyle oluyor.
Taşa yansıyan ustalığı,inceliği görüp insanın yaratıcı tarafına bir kere daha hayran oluyorsunuz..

Bu arada bazı binaların onarıldığını,tekrar hayata döndürüldüğünü de görüyorsunuz sokaklarda..

Bir de elbette bakır işleme sanatının hem uygulamasını,hem de örneklerini..
Dükkanına uğradığımız esnaf,hevesle anlatıyor desenlerin anlamlarını..
Örneğin güvercin deseni,Mardin'in ünlü taklacı güvercini..
M,tabiî ki Mardin'i..
Tabağı çepeçevre dolanan desen Mardin'in güneşini..
Yuvarlak küme desen tatlı üzümlerini..
Damgalı oluşu,ürünün ömür boyunca kullanılacağını..
Anlatıyormuş..
Bu arada güvercin desenini görünce barışla ilgisini sormaya kalktığımda da hiç beklemediğim bir tepkiyi işitiyorum..
"Biz biriz,Türk Arabız,aramızda bir ayrılık yok ki,neyin barışını yapalım !"

 Sokaklar boyunca bakır işleme atölyeleri ve satış dükkanları var..
Bazı çıkmaz sokak habbaraları (sokaktaki altı tünel üstü ev kubbe)atölye haline getirilmiş,ustalar durmaksızın bakırı desenliyorlar..
 Atatürk Barajı'nın istinat duvarında kullanılan volkanik taşların bir kısmı da ponza taşı olarak satışa sunulmuş..
Burada sokaklarda sık gördüğümüz bir güzellik de bol renkli ve desenli kumaşlar..
Aynısını Ankara Kalesi civarında dükkanlarda da görmeye başladık artık..
Hatta geçen sene beğendiğim bir tanesinden bir bluz diktirdim,severek giyiyorum..



Şehrin daracık sokakları ve her saptığınız sokakta karşınıza çıkan bambaşka görüntüler....

Sokak fırınlarından taşan mis gibi mahlep kokuları..

Sıcacık ve tepsiler dolusu tatlı tuzlu fırın ürünleri..
Yöreye özgü kızıl altın takılarla
dolu kuyumcu vitrinleri..

Bütün bunların yanında yine döndüğünüz her köşede başka bir yapının etkileyici taş işçiliği bezemeleri..

Dolayısıyla birkaç adım atıyor,karşılaştığınız bir şeye bakıp hayran kalıyor;sonra yine birkaç adım atıyor,bu kez başka bir şey karşısında yine hayranlık ve şaşkınlıkla kalakalıyorsunuz..

Tabiî bu arada gençlerin her zamanki hınzır bakış açılarından sokaklara yansıyanlara gülümsememek de elde değil..
Sadece daracık değil aynı zamanda çok yokuşlu, çok merdivenli,çok habbaralı sokaklarına da..
Gençlerin bile çok zorlanacağı bu sokaklarda,yaşlılar nasıl yürüyor düşünemiyoruz..

Mardin sokaklarında çok rastlanan bir şey de sabun dükkanları..
Onlarca çeşit  ve renkte sabun hediyelik veya yöre halkının ev ihtiyacı için satışa sunulmuş halde..
Dükkanlardaki sabun kalıplarından oluşan dağları görünce de gülümseyip fotoğraflıyoruz elbette..

Çocuklara gelince..
Her yerde olduğu gibi,onların tek derdi kendi oyun dünyaları..
Onlar da bunu nerede bulurlarsa orada,en çok da sokaklarda kurmaktan geri kalmıyorlar..

Biz günübirlik gezginlere de bu güzelim şehrin mahlep kokan sokaklarında dolaşarak güzelliklerini görmek ve göstermek kalıyor..


Mardin'i gezmeli..
Umarız bir kere daha..