Ankara Devlet Tiyatrosu'nun bu sezonki oyunlarından..
Hafta sonu İrfan Şahinbaş'ta izledim..
Film olarak biliyoruz..
Henry Fonda'nın başrolde olduğu,Sidney Lumet filmi..
Reginald Rose tarafından yazılan oyun 1957 yılında sinemaya da uyarlanmış..
Başarılı yapım, aralarında Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazanmış..
Konu şöyle..
Bir genç,babasını öldürmekten idamla yargılanmaktadır..
İddia ve savunma makamları konuyu yargıç ve jüriye sunmuşlardır..
Artık sıra jürinin vereceği karara kalmıştır..
Jüri odasına çekilecek,tartışacak ve oy birliğiyle bir karara varacaklardır..
Ya suçlu diyeceklerdir ve delikanlı idam edilecektir..
Ya da bir şüpheleri varsa bunu tartışıp bir sonuca varacaklardır..
Jüri odasına girerler,zaten oyun buradan başlar,ilk oylamayı başlatırlar..
11 kişi suçlu der..
Bir jüri üyesinin ise tereddüdü vardır..
Olay buradan başlar ve gelişir..
Konuştukça başka jüri üyelerinin kararları da değişmeye başlar..
Hatta sonunda herkes gencin katil olmadığını düşünür hale gelecektir..
Birkaç defa seyretttik televizyonda,film olarak..
Şimdi tekrar ait olduğu yerde ,tiyatro sahnesinde..
Tek perde olarak sergileniyor..
Bir saat otuz beş dakika sürüyor..
M.Akif Yeşilkaya'nın yönettiği oyunun önce dekoru dikkatimizi çekiyor..
Efter Tunç'un dekor tasarımı pek şık doğrusu..
Bir jüri odası için çok geniş,ferah ve şık döşenmiş bir salon var önümüzde..
İrfan Şahinbaş'ın geniş alanını olduğu gibi kullanmış..
Derinliğine yerleştirdiği dekorla oyunculara verilen hareketli mizanseni de kolaylaştırmış böylece..
Hemen seyirci önünden başlayan dekor geriye doğru bir setle kocaman bir New York görüntüsünün verildiği bir pencereye kadar ulaşıyor..
Oyunda pencerenin de bir önemi var,bu nedenle kocamanlaştırılarak vurgulanmış..
İçeride olduğu gibi dışarıdaki hava da giderek elektriklendiği için,seyirciye bunu yansıtmak istemişler..
Tartışmaların iyice alevlendiği bir anda dışarda da gökgürültüsü eşliğinde sağanak başlar ve gökyüzünün rengi giderek değişir..
Bol bol da oturma grubu ile,geniş alanda oyunculara bol bol hareket düzeni vermiş,böylece tek alanda geçen,monoton bir oyun olmaktan kurtarmaya çalışmışlar..
Özlem Karabay'ın iddiasız izlenimi veren kostümleri de aynı şekilde,konuyu oyuna çekmek için hazırlanmış..
Sahnenin iki yanına seyirci oturtularak,bir çeşit mahkeme salonunda,davayı izleyen halk havası verilmek istenmiş..
Hatta sahne üzerine dört köşeye birer sandalye koyarak,dört seyirciye oyuna dahil olma fırsatı verilmek istenmiş..
Seyirci ve oyuncuların iç içe olduğu bu fikirden çabuk vazgeçilmiş,neyse ki..
Karşıdan izlemek daha doğru..
Bir de oyunun sonunda,iki oyuncunun,kenardaki seyirciler arasında oy pusulası atmak için kutu dolaştırmaları mizanseni vardı ki,iyice gereksizdi..
Babasını öldüren gencin suçlu mu,suçsuz mu olduğuna,oyun heyecanına kapılan seyirci mi karar verecek?
"Böyle mahkemenin kararından hayr umulur mu?"
Bu oyunun diğer uygulamalardan bir farkı da,12 erkek jüri üyesinden ikisinin kadın oyuncular tarafından canlandırılması şeklinde bir değişikliğe gidilerek,aslında '12 Öfkeli İnsan'a dönüştürülmesiydi..
Zaten bu nedenle olsa gerek,oyunun adı "12 Öfkeli."..
İyi mi oldu,bilemem..
Önemli olan, konunun,tıpkı filmdeki gibi,iyi oyunculuklarla sahnelenmesidir..
Ve elbette adalet,vicdan,ön yargı kavramlarının ele alındığı bir metnin en doğru şekilde sahneye aktarılması..
Bu konuda film,izlediğimiz tiyatroyu mağlup etti..
Filmi daha çok beğendiğimizi düşünerek çıktık salondan..
Yine de bu sezon izlediğim oyunlar içinde en iyisiydi,demeliyim..
Not:Oyun fotoğrafları henüz yayınlanmadığı için,filmden kareler almak zorunda kaldım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder