Memlekete dönüş yolundayız artık..
Yol üzerindeki Kavala'ya da uğrayacağız ama..
Sonra artık Türkiye'ye kadar, yola aralıksız devam..
Öğle üzeri Kavala'ya geldik..
Şehrin girişindeki iki tabelaya dikkatimizi çekti,rehberimiz..
Biri Kıbrıs konusunda Yunanistan'ın tutumunu sergileyen bir tabela..
Ortada kocaman bir
Kıbrıs haritası..
Bugün KKTC toprağı olan bölüm kan kırmızı ve akan damlalar şeklinde resmedilmiş..
Yanında da kocaman harflerle "Kıbrıs'ı Unutma "diye yazmışlar..
Altında da başka bir alfabeyle bir şeyler daha yazıyor..
Yani,Yunan hükümetine göre, işgalci Türkiye oluyoruz,Kıbrıs konusunda..
Aynı tabelanın daha büyüğünü şehrin çıkışında da göreceğiz nitekim..
Bu nasıl bir pis siyasettir..!
İkinci tabela da İstanbul'la ilgili..
İstanbul'a kaç kilometre olduğunu gösteriyor güya..
Ama şehrin adını kendi hülyalarındaki gibi yazarak..
"Konstantinoupolis 460"
Öyle olsun..
(Halide Hanım,İzmir'in 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar tarafından işgalini protesto için yapılan Sultanahmet Mitingindeki ünlü konuşmasında öyle demişti ,değil mi?
"Milletler dostumuz,hükümetler düşmanımızdır"
İnanalım bakalım..)
Kavala Ege kıyısında şirin bir yerleşim yeri..
Nüfusu 60 bin..
Sahilin hemen karşısı Taşoz Adası..
Günübirlik gidip geliniyor..
Sahile sıralanmış küçük dükkanlar..
Kıyıya sıralanmış balıkçı tekneleri..
Ağlarını tamir eden balıkçılar..
Gezen,konuşan,bir şeyler yiyip içerek vakit geçiren gezginler veya yöre halkı..
Bir tarafta çok katlı binalarla yükselen yeni şehir..
Diğer tarafta küçücük evleriyle eski Kavala..
Şehrin eski kesimindeki evler (hepsi de restore edilmiş) bildiğimiz Türk evleri..
Öyle ki bazılarına şimdilerde bizde bile rastlamak mümkün değil artık..
O kadar ..
Şehrin en önemli simgesi (Her yerdeki milli kahraman İskender'i saymazsak )kim mi?
Kim olabilir,
Kavalalı Mehmet Ali Paşa elbette..
Doğduğu yere yaptırdığı imaret özenle korunuyor..
Tepenin başındaki bir Türk evi,yine özenle restore edilmiş, adına müze yapılmış..
Evin hemen yanı başına küçük bir meydan yapılmış..
Gösterişli bir kaide üzerine,Kavalalı'nın heykeli kondurulmuş..
Başında kavuğu,üstünde kaftanı,bir eli kında,diğer eli kılıcını çeker vaziyette..
Osmanlı'ya isyan ediyor yani..
kilise..
Düşmanımın düşmanı,hele de burada doğmuşsa,benim kahramanımdır,diyorlar galiba..
Heykelin de öyle bir konumu var ki,nereye giderseniz gidin,görüyorsunuz..
Hatta rehberin anlatımına göre,Kavalalı'yı Yunanlılar kadar Mısırlılar,Sudanlılar da çok sevip sayıyormuş..
Anısına zaman zaman toplantı,tören düzenleniyormuş bu üç devlet yetkilileri tarafından..
Daha neler..
Şehirde,beynimizi yakan öğle sıcağında yaptığımız kısa turda şimdi kiliseye çevrilen bir cami gördük..
Restore edilmiş..
Temelin üs
tündeki orijinal (yani bizim yaptığımız) yığma taş bölüm konunarak üstüne kesme taştan duvar örülmüş..
Tepeye de bir haç kondurulmuş..
Minare yıkılarak yerine bir çan kulesi eklenmiş..
Çanları çalıp duruyordu..
Öğle ayini saatiydi herhalde..
Sonra Roma döneminden kalma su kemerleri dikkatimi çekti..
Uzunluğu 10 kilometreyi buluyormuş..
Şehri boydan boya geçiyor olmalı..
İstanbul'dakini hatırladım..
Sokakları geçerken dükkanların çoğunun fırın/pastane olduğu dikkatimizi çekti..
Bir de bazılarının üstündeki yazılar..
"Hakiki Kavala Kurabiyelerini Buradan Alabilirsiniz.."
Bundan doğal ne olabilir?
Buradan götürülecek en bilindik hediye Kavala veya Selanik adıyla bildiğimiz kurabiyeler,değil mi?
Zaten önünden geçtiğimiz bir fırın/pastane çalışanları kutuyu açmış,bize ikram ediyorlardı bile..
Durmaya vakit yok ki..
Birer tane kurabiye alıp rehberin ardından koşturmaya devam ettik..
Kurabiyeler çok lezzetliydi..
Parmaklarımıza bulaşan pudra şekerlerini yalayarak bir yandan da şekerleme görünümlü eski Türk evlerinin fotoğraflarını çekiyoruz..
Hepsinin içinde de oturuluyor..
Kimbilir kimlerdir diye iç geçirip kaleye doğru yöneliyoruz..
Her eski şehir gibi buranın da bir kalesi var..
Kavalalının heykelinin bulunduğu küçük meydandan aşağı inerken kaleye de gelmiş oluyorsunuz..
Biz de aşağı inmeyedevam ederken kalenin de içinden geçmiş oluyorduk..
Son derece dik olan merdivenlerinden inerken bir kenarda kedi yavrularıyla annelerini besleyen bir adamcağız gördük..
Annenin de yavruların da kimseyi görecek,kimseye nazlanacak hali yoktu..
Önlerine konan yiyecekleri bir an önce mideye indirmenin telaşındaydı zavallılar..
Kimbilir ne kadar zamandır aç olmalıydılar..
Onları rahatsız etmeden yolumuza devam ettik..
Dimdik aşağı inen merdivenler bizi tekrar Kavala'nın sahiline getirdi..
Turu bitiren rehberimiz bize iki saat serbest zaman verdi..
Acıkanların yemek yiyeceği bir zaman dilimiydi daha çok tabii ki..
Şehrin limanını görmek ve esintili bir yerde oturmak için hemen o tarafa doğru yürümeye başladım..
Tam tepedeki güneş fena yakıyordu ama biraz sonra mendireğe geldiğimde hem gölge hem esintili bir yer bulup oturdum..
Kalesiyle,Kavalalı'nın buradan da görünen heykeliyle,eski güzelim evleriyle,pırıl pırıl masmavi gökyüzü ve lacivert deniziyle Kavala karşımda süzülüyordu..
Doya doya seyrettim..
Sonunda saatimiz bitti..
Buluşma yerine doğru giderken buralı bir ressamın eseri olması gereken bu tablo dikkatimi çekti..
Mendireğin dibinden bakıyordu..
Zeugma'daki çingenenin Kavala versiyonu olmalı,diyerek fotoğrafını çektim..
Şarjı biten fotoğraf makinesinin çektiği son fotoğraf da o oldu..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder