Saraybosna
Gezinin dördüncü günündeyiz..
Balkan ülkelerinin birinden diğerine geçip duruyoruz..
Bu nedenle pasaportu cebimde taşıyorum artık..
Sabah ya da akşam gümrük kapısı önünde bekliyoruz sıradaki ülkeye girmek ya da ülkeden çıkmak için..
Bu sabah da gözümüzü açtığımızda Sırbistan'daydık..
Belgrad'da..
Thater Hotel'de..
Dostoyevski odasında..
Otelin esprisi böyle..
Odalara çeşitli klasiklerin adı verilmiş..
Tavan pencereli bizim odamız da Dostoyevski adını taşıyordu..
Duvarda da Suç Ve Ceza adlı eserinin tiyatro versiyonunun fotoğrafları..
Sabah yine erken kalkıp kısa bir yürüyüş yapmak istedim..
Sava kıyısında şehrin sakinleriyle birlikte yürüdüm..
Sonra biraz nehir kıyısına indim..
Sabah sürprizi orada beni bekliyordu..
Onlarca kuğu,suyun yüzeyine dağılmış,güzelliklerini sergiliyor;ama asıl,kahvaltı etmek için ekmek atanları gözlüyordu..
Yerden bulduğum ekmek parçalarını atınca yanıma doğru geldiler,sabah ışığında fotoğraflarını çektim..
Bembeyaz tüyleriyle her biri güzelliğin simgesiydi adeta..
Ancak ekmek kavgası,zarafet,asalet filan dinlemiyor elbette..
Bir ekmek parçası için suyun üzerini karıştırmakta gecikmediler..
Uzun süre izledim onları..
Sonra acele otele döndüm..
İstikamet:Bosna Hersek..
Saraybosna'ya gideceğiz bugün..
Uzun bir yol bizi bekliyor..
Üstelik dağ yollarından kıvrıla kıvrıla..
Yolda rehberimiz anlatıyor:
Bosnalı,Sırp ve Hırvat'lardan oluşan Bosna Hersek halkını üç toplumun içinden seçilen birer cumhurbaşkanı 10 aylık periyodlarla yönetiyormuş..
Tabii her cumhurbaşkanı değişiminde bütün parlamento değişiyor,cumhurbaşkanı kimdense milletvekilleri de o toplumdan oluşuyormuş..
10 ay sonra,haydi hepsi yine değişiyormuş..
Şimdilik gidiyor anlaşılan..
Ya da yaşanan onca acıdan sonra şimdilik susuyor insanlar..
Ortasından Neretna Nehrinin aktığı Saraybosna,başkent..
Sırplar içinse Banya Luca..
Ünlü Drina Nehri de Sırbistan ile Bosna Hersek arasında sınır çiziyormuş..
Para birimi kame..
Bizdeki kaime(kayme)gibi..
1 avro 2 kame..
Yol boyu yemyeşil dağlar,geniş nehir yatağının kıyısında şirin,sessiz duran köyler dizisi..
Öğle yemeği için Zvornik Kasabası'nda duruldu..
Kafile yemekteyken ben de kasaba sokaklarında dolaştım..
Sonra yukarı kıvrılan bir yol beni kasabanın mezarlığına götürdü..
Galiba cenaze vardı..
Mezarcılar toprağı kazmış,kenarda oturmuş,bekliyorlardı..
Az sonra da ezan okundu..
Ben de bu arada mezarlığı dolaşıyorken,ihtiyar bir mezarcı beni çağırdı..
Beyaz mermerden bir mezarın yanında duruyordu..
"Sırp !"dedi..
Sonra elini boğazına götürüp,kesme işaretini yaptı..
Anlamadım ilkin,aynı kelimeyi ve hareketi tekrarladı..
Mezar taşına baktım..
Ölüm tarihine baktım..
Anladım..
Bosna Savaşı sırasında,1992'de katledilmiş..
Yan tarafta yerde yine beyaz mermerden bir plaket..
Üzerinde yazılar..
Sonra çevirisini yaptırırım,diye fotoğrafını çektim..
Nitekim,Saraybosna'daki yerel rehberimizin çevirisinde şöyle yazıyordu:
"Burada,Zvornik'te,çocuk yaştaki 132 kişi öldürüldü.."
Çevreme baktım..
Sonsuz gibi görünen ,çoğu beyaz mermerden mezar taşları..
Çoğunun üzerinde ölenin fotoğrafları,yanına bırakılan çiçekler..
Boğazımda düğümler..
Saraybosna'ya girerken rehberimiz Beyaz Tabya denilen tepedeki bir yapıyı işaret etti..
Kanuni tarafından,Hüsrev Paşa'ya şehri savunmak amacıyla ,1551'de inşa emri verilmiş..
Ve o dönemlerde buradan İstanbul'a yolculuk 43 gün sürermiş..
Seyyahlar güncelerinde böyle nakletmişler..
Sonra da doğu-batı ekseninde uzanan şehri işaret etti..
Vadiye yayılan yeşillikler içinde şirin bir şehir olarak önümüzde Saraybosna..
Şirinliğin ötesinde hüznün şehri..
Nüfus 400 bin..
Halkın %80'den fazlası Müslüman,%10kadar Hırvat,çok az da Sırp nüfus yaşıyormuş..
Bosna Savaşı olmasaydı kaç olurdu acaba?
Şehrin girişinde kocaman bir anıt gibi Milli Kütüphane bizi karşıladı..
Savaşta cayır cayır yakılmış..
İçinde yanan iki milyon basılı eser adına bir unutma,hatırla plaketi binaya çakılmış..
900 bin yazma eserin yandığını yerel rehber söyledi..
Saraybosna'da 23 yıl önce sona eren savaşın acıları ve anıları her yerde..
Savaşta Sırplar 12 günde almaya kalkmışlar kenti..
Polis Merkezi'ne saldırmışlar..İçerdeki polisler yiğitçe direnince neredeyse hepsini şehit etmişler..
Sadece 8 polis hayatta kalmış..
Sırplar ise karakolda yüzlerce polisin kendilerine ateş açtığını sanıp geri çekilmişler..
Karakolun üzerindeki mermi izleri öylece duruyor..
Ama bu arada günde 2500 top mermisi ile şehri dövmeyi de ihmal etmemişler..
Ellerinde Sırpların üstün silah ve cephane gücü olmayınca da o yokluk içinde çok yaratıcı silahlar üretmişler..
Yerel rehber,bir demir atölyesinde,su borusu ile kapı menteşesinden imal edilmiş, çok ilkel ama çok işlevli bir silahı gösterdi bize..
Hatıra olarak saklıyorlarmış..
11541 şehit,toplamda 540 bin kayıp verilmiş..
Şehrin kurucuları, barışın ve esenliğin yayılması için buraya yerleşen İsa Bey ve Hüsrev Bey'in kemikleri sızlamıştır eminim..
Bizimse üzüntüden ağzımızı bıçak açmıyor,sadece dinliyoruz..
İki gün önce,anısına TRT'de haber programları yapılan,11 Temmuz 1995'te yaşanan Srebrenitsa Katliamı'nda ise bir haftada 8 binden fazla insan öldürülmüş..
(Srebrenitsa Müzesi vardı ama bizde vakit yoktu..)
Ambargo nedeniyle yiyecek kıtlığı çekilen ülkede ağaç kabukları ezilip çorba yapılmış..
1 kilo un 50 mark olmuş(Bugünün 250 lirası)..
Kişi başı ekmek hakkı 2 günde bir 250 gram olarak belirlenmiş..
Şehrin dışında konuşlanan keskin nişancılar,zorunlu ihtiyaçlar için sokağa çıkan insanları tek tek vurarak korku ve dehşeti daha da arttırmışlar..dı..
Çünkü o dönemde akşam haberlerinde bunları izliyorduk,çaresizce ellerimizi oğuşturarak..
Bugün önündeki 2 metrekarelik alan kırmızı boyayla kan olarak işaretlenmiş,kilise önünde 16 kişi öldürülmüş,tek tek,kuş gibi avlanarak..
Kilise duvarları da yerden seken şarapnel parçalarıyla delik deşik..
Şeehrin pazar yerinde ölen 43 anne ve çocuğun isimleri duvara plaketle tutturulmuş..
Ayrıca sokakta gezerken birçok duvarda savaşta ölenlerin anısına dikilen birçok plaket gördüm..
Bir yandan bunları dinlerken şehrin eski Başçarşı'sından da geçiyorduk..
Bizim eski Türk çarşılarından hiç farkı olmayan küçük sokaklardan oluşan çarşıda hala geleneksel zanaatlar icra ediliyor:dericilik,demircilik gibi..
Sonra ünlü Sönmeyen Ateş'in önüne geldik..
6 Nisan 1945'te,düşmanın geri çekilmesiyle birlikte yapılan anıtta,doğalgaz marifetiyla yakılan bir ateş sürekli yanıyor..
Yaşanan acıları vurgulamak için..
Ders almayanlar,28 yıl önce, savaş ateşini yine tutuşturup çok can yaktılar,o ayrı..
Yine gülümseten bir ayrıntı,yerel rehberden..
"Bu ateşi söndüreceğiz! "diyen ve Türkiye'den okumaya veya gezmeye gelen birkaç öğrenci,tarihi yapıyı tahrip etmekten ciddi bir para cezasıyla (800 avro)yakayı ancak kurtarabilmişler..
Ateş yanmaya devam ediyor tabii..
Bu arada yerel rehberimizin verdiği bir bilgi,hepimizi gülümsetti..
Milli kütüphanenin yapıldığı dönemde,o bölgenin kamulaştırma çalışmaları sırasında bir evin sahibi inatla çıkmak istemiyormuş..
En sonunda razı olmuş;ancak bir şartı varmış..Evini hemen kütüphane binasının karşısına,köprünün öte yanına ,hem de her taşını,her kiremitini taşıyarak yeniden yapacaklar!
Aynen onun istediği gibi olmuş..
Bu inatçı adamın adı da evin duvarına 'inatçının evi 'diye yazılmış..
Gelenlere yol tarif ederken,'inatçının evi 'diye tarif edilince herkes biliyor ..
"İnat Kuçi"
İnat kelimesi bizdeki gibi aynı anlam ve yazılışta kullanılıyor..
Bu arada yerel rehberin hızlı anlatımıyla koşar adım Başçarşı'nıh,Kurşunlu Medresesi'nin,Hüsrev Bey Camii'nin,Saat kulesinin,Katolik Katedrali'nin,Ortodoks Kilisesi'nin,Musevi Sinagogu'nun,Fatih Camii'nin yanından akıp geçtik..
Hüsrev Bey Camii'nin avlusunun dışındaki ünlüçeşmelerin ikisinden de sular içtik..
Ben yeniden gelme niyetiyle içtim,diyeyim..
Bekarların niyeti başkaydı elbette..
Son durak olarak da 1.Dünya Savaşı'nın çıkma sebebi olarak derslerde okutulan Avusturya-Macaristan Prensi'nin Bir Sırp suikastçi tarafından katledildiği yere geldik..
Latin Köprüsü'nün yanındaki sokakta vurulmuş,prens ve eşi..
Suikastçi çok genç olduğu için asmamış,hapsetmişler..
Neticede 10 milyon insanın öldüğü,bize koskoca bir devletin yıkılmasına mal olan bir savaşı çıkardığını biliyor muydu acaba?
O arabanın bir modeli de sokağın yanında tutuluyor,isteyene şehir turu attırmak için..Arabanın üzerinde de prens ve eşinin birer maketi..
Eee,her şey turizm nesnesi artık..
Acılar da..
Bu arada yanıbaşındaki latin Köprüsü de aşıklar köprüsü olmuş..Gelen aşıklar birer kilidi köprünün korkuluğuna asıp,anahtarı da aşagıda bozbulanık akan Neretva'ya bırakıveriyorlar..
Onların aşkları duruyor mu bilmem;ama köprünün her korkuluğu anahtar dizileri ile dopdolu..
Serbest saate kavuş
tuk sonunda..
Başçarşı'yı bir daha dolandım..
Ardından şehrin sokaklarına daldım..
Sokaklarından biri yokuş yukarı gidiyordu..
Biraz sonra yol bir mezarlık önünde bitti..
Ama ne mezarlık..
Mahalle içine yayılarak,sokaklarla veya evlerle bölünerek bembeyaz mermer dizileri halinde sanki sonsuza kadar uzanıyordu..
Yemyeşil mezarlığın içindeki gözalıcı beyazlıktaki mermer taşların önümde uzayıp gitmesi,yanıbaşındaki sokaklarda ve evlerde süren hayata inat,yumuşacık bir sessizlikte sıralanması ne etkileyiciydi..
Yahya Kemal,tevekkeli değil,bizde hayatla ölümün yan yana olduğundan,ölümün hiç de korkulacak bir şey olmadığını göstermek ister gibi,mezarlıkla evlerin iç içe olduğundan söz eder yazılarında..
Bunu doğduğu kent Üsküp'te görme fırsatım olmadı;ama Saraybosna'da işte,önümde uzanıp gidiyor,
sonsuz hayat..
Gün yavaş yavaş Saraybosna semalarında akşama kavuşurken bize de yerel rehberle vedalaşıp yola düşme vakti,geldi..
Kalbimizin bir parçası bu güzel ve acılı şehirde kalarak yola çıktık..
Gece de Saraybosna'nın yanıbaşında olacağız..
Ilık havasında uyuyarak..
Bakalım usul usul neler anlatacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder