Balkanların İncisi Ohrid (I)
İşkodra'da kaldık ama İşkodra Gölü uzak düştüğü için göremedik..
Balkan yeşilliği,mavi göllerin kıyılarına serpiştirilmiş şirin köy ve kasabalar ise yolumuzun iki yanından aralıksız akıp gidiyor..
Osmanlı akıncıları her bahar bu yeşille maviyi görmek için mi bu topraklara akıyordu acaba?
Bu soruyu gezi boyunca sordum kendime..
Yahya Kemal'e göre öyle..
Ohrid Gölüne gelince..
Daha önce pek çok belgeselde izledik..
Ekran görüntülerine hayran kaldık..
Sonunda kendi gözlerimizle de gördük..
Netice?.
Kameralar onun güzelliğini yeterince vurgulayamamış..
Ohrid çok güzel..!
Kameranın dar açısından kendi gözlerimizin geniş açısına geçince gördük..
Hepimiz çok etkilendik,çok beğendik..
Her gittiğimiz şehirde olduğu gibi,burada da gezimize dahil olan yerel rehberin anlattıkları ile kendi rehberimizin anlattıkları da beğenimizi arttırdı..
Türk nüfusun yoğun olduğu şehirlerden biri Ohrid..
Diğerleri Struga(Ohrid kıyısında),Debre ve Atatürk'ün babasının memleketi Kocacık..
Struga Şiir Akşamları etkinliği pek tanıdık geldi örneğin..
Gölün bu yakası Makedonya,karşı yakası Arnavutluk..
Şehir nüfusu kışın 55 bin civarı..
Yazın ikiye katlanıyor..
Belli..
Sokaklar insan dolu..
Havaalanı var ve Türkiye'den doğrudan uçuşlar başlamış..
(Onur Air ile)..
Rakım 620 metre..
Gölün derinliği 300-350 metre arasına kadar varıyor..
Tektonik bir göl..
Dağlardan toplanan kayraklarla sağlanan göl sularının fazlası da yine ırmaklarla(Drin Irmağı) aşağılara aktığı için göl suyu tertemiz..
Suyun rengi de derinliğine göre turkuazla lacivert arasında değişiyor..
Bunu göl üzerinde yaptığımız tekne turunda gözlerimizle de gördük..
25 metre derinlikteki beyaz taşları tek tek sayabildik..
Yamaçlarda yemyeşil serviler,çınarlar..
Teknenin etrafından kayıp fiden masmavi sular..
Bana biraz Amasra'yı hatırlattı..
Gölün güzelliğini ilk keşfedenler Romalılar elbette..
O dönemden kalan antik eserler mevcut..
Arnavutluk'tan İstanbul'a kadar uzanan Kral Yolu Ohrid'den de geçiyor..
Osmanlı döneminden kalanlar da mevcut elbette..
Öncelikle hemen göze çarpan eski Türk evleri..
Hepsi restore edilmiş....
Yine Safranbolu veya Beypazarı'nda geziyor gibiyiz..
14.yy.'dan kalan Paşa Konağı bugün müzeye çevrilmiş..
Hıristiyanlık dönemi eserleri de var elbette..
Örneğin Çar Samuel Kalesi,,
Şehri tepeden süzüyor..
Ayasofya Kilisesinin dünyada bulunduğu dört yerden biri Ohrid..
(Diğerleri İstanbul,Trabzon,Sofya'da)..
Bizde olduğu gibi Ohrid'deki de müzeye çevrilmiş..
Buradaki Ayasofya Kilisesi 6.yy.'a tarihleniyor..
Bu nedenle Hıristiyan dünyasında kutsal kent muamelesi görüyor..
Balkanların Kudüs'ü olarak anılıyor..
Ortodoksluğun yayılmasına öncülük etmiş bu şehir..
Hatta Evliya Çelebi de 17.yüz yılda buradan geçtiğinde,notlarına yazmış:
"Her gün için ayrı bir kilise bulunan şehir"diye..
1980'den beri Unesco mirası kentlerden biri..
Kültür kenti olmayı da sürdürüyor..
Ker yıl düzenlenen ve 40 gün süren yaz festivali çok ses getiriyor..
Poptan klasik müziğe dünyanın en ünlüleri burada konser veriyor..
Hatta bazı konserler akustik özelliği nedeniyle Ayasofya Kilisesi'nde veriliyor..
Bu yılki 16 Temmuz'da başlıyor..
Biz erken gittiğimiz için bir şey göremedik
elbette..
Sokaklardaki afişler hariç..
Benim için daha da ilginç olanı,sonunda bir şehir insanına dokunabilmek oldu..
Öğle yemeği molasında,serbest zamanda şehrin sokaklarına dalma fırsatını kaçırmadım..
Girdiğim ilk küçük sokakta,küçücük bir evin avlusunda sıralanan renk renk begonyalar dikkatimi çekti..
Onları fotoğraflayayım,diye durakladım..
Fotoğraf çekerken,evin perdeleri kıpırdadı..
Eyvah,şimdi azar işiteceğim galiba,diye düşündüm..
Perdenin ardından görünen bir hanım,beni avluya davet etti..
Şehri gezmeyi sabah yürüyüşüne erteleyip,ev sahibesi Şehnaz Hanım'a Tanrı misafiri oldum..
Kendisiyle söyleşirken,beni azarlamasından çekindiğimi söyledim..
"Olur mu hiç!Ben daha önce de böyle gezmeye gelenleri evime davet ettim."dedi..
Aç olup olmadığımı sordu..
Kahve teklif etti..
Gelini ve torunu ile tanıştırdı..
Türkçe'yi çok iyi konuşan torunu,okulda dersleri Türkçe işlediklerini anlattı..
Fotoğrafını çektiğim çiçeklerin de,begonya değil,ısırganotu çiçeği olduğunu söyledi..
(Öyleyse begonyanın yakın akrabası olmalı;bu kadar benzerlik şaşırtıcı doğrsusu..)
Tıpkı bizde olduğu gibi,kolonya ve şeker ikramı yapıldı..
Dışarısı çok sıcak olduğu için bir bardak su rica etmiştim..
Bir baktım,gelin hanım elinde birer küçük tabakta incir reçeli ile birlikte buz gibi su dolu bardaklarla geldi..
Eski İstanbul'da,eve gelen misafire reçel ikram edildiğini anlatan pek çok kaynak okumuştum..
Aynı adetin Azerbaycan'da devam ettiğini bir belgeselde izlemiştim..
Şimdi burada aynı geleneğin karşıma çıkması öyle güzel bir sürpriz oldu ki..
Masaya bırakılan tabağa elimi uzatınca,Şehnaz Hanım da kendi tabağını aldı ve:
"Şimdi, tekrar hoşgeldiniz !.."dedi..
Ben de :"Hoşbulduk,Şehnaz Hanım !.."dedim..
İçimde kelebekler uçuşurken..
Türkiye'de hiçbir yerde denk gelmediğim bu eski usul ikram şekline Balkan topraklarında rast gelmek beni çok duygulandırdı doğrusu..
Serbest zamanımızın bittiğini gösteren saate bakarak vedalaştım..
Daha sonra hatırlarını sormak için yazmak üzere adreslerini yazdım..
Torunu da, Şehnaz Hanım'la bizim bir fotoğrafımızı çekti..
Şimdi bu fotoğrafı kartpostal yapıp,Kurban Bayramı'nda Şehnaz Hanım'a yollayacağım..
En iyi dileklerimle birlikte..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder