Sabah Üsküp'te gözümü açtım..
Hazırlanıp kısa bir sabah yürüyüşü yaptım..
Sonra herkesle buluşup yola revan olduk..
İstikamet Sırbistan..
Ve de Belgrad..
Yolda rehber anlatıyor..
Belgrad,beyaz şehir demekmiş.
Ülke nüfusu 7 milyon..
Belgrad,beyaz şehir demekmiş.
Ülke nüfusu 7 milyon..
Başkent Belgrad bunun 1,5 milyonunu barındırıyor..
Hırslı Sırp yönetimi Balkanların tam ortasında kalan Kosova'yı kendine bağlı özerk görmek istiyor..
Ve ilk tanıyanlardan biri de Türkiye..
Elbette..
Belgrad tam bir orta Avrupa şehri..
Osmanlı izi az..
Parkları,yeşili çok bir şehir..Hatta,Belgrad için,parkların içine kurulan şehir,tanımlaması yapılıyor..
Tabii bunları dinlerken,Belgrad'ın ortasında,kemiklerin üzeri düzlenerek park yapılan bir Müslüman mezarlığının resmi gözümün önüne geliyor..
Bir belgeselde izlemiştim..
Yani Müslümanlığın boynu burada biraz bükük..
Açık olan küçük bir cami önüne kadar yürüdük..
16.yüz yıl yapısı olan Bayraklı Camii'nin bahçesinde bir kenarda kırık mezar taşları..
Onlar da boyuncuklarını bükmüş,duvara dayanmışlar,öyle bekliyorlar..
Neyi ,bilmem?
Ramazanda yeşil zeminli hilalli bir bayrak,mahya niyetine asıldığı için bu isimle anılan camide iç ezan okunuyor,cuma namazı kılınıyormuş..Biz oradayken de güzel sesli bir müezzin ezan okudu..
Bir belgeselde izlemiştim..
Yani Müslümanlığın boynu burada biraz bükük..
Açık olan küçük bir cami önüne kadar yürüdük..
16.yüz yıl yapısı olan Bayraklı Camii'nin bahçesinde bir kenarda kırık mezar taşları..
Onlar da boyuncuklarını bükmüş,duvara dayanmışlar,öyle bekliyorlar..
Neyi ,bilmem?
Ramazanda yeşil zeminli hilalli bir bayrak,mahya niyetine asıldığı için bu isimle anılan camide iç ezan okunuyor,cuma namazı kılınıyormuş..Biz oradayken de güzel sesli bir müezzin ezan okudu..
Halkın çoğunluğu Hırvat,Sloven kökenliymiş..
Ülkenin güneyindeki sancak bölgesi müslüman ağırlıklı..
Şehirde panoramik turumuz başladı..
Şehirde panoramik turumuz başladı..
Eski dönemin devasa binalarının 2.Dünya Savaşı'nda yıkılan veya bombalanan bazıların olduğu gibi muhafaza etmişler..
Bu arada rehber bilgi veriyor..Ülkede Gazi İşleri Bakanlığı varmış..
İlginç..Darısı bizim gazilerimiz için kurulacak bir bakanlığa,demek isterim doğrusu..
Belgrad'ın en turistik noktalarından biri şehrin kalesi..
Dolayısıyla kalemeydan,kalekapı,zindankapı gibi Türkçe isimlerle anılan(izleri silerken bizden kalan kelimelere dokunamamışlar demek ki !) bu hendekli yapının her yeri turist kaynıyor..Biz de daldık o kalabalığa..
Hendekler artık su dolu değil..
Bir bölümü tenis kortu yapılmış..
Bir bölümü savaş araçları müzesi..
Bir bölümü de dinazor bahçesi..
Dinazorlara bakarken aklımıza gelene gülümsemedik desem yalan olur..
Kale duvarlarının bir bölümü meraklıları için tırmanma duvarı haline getirilmiş,ipini beline dolayan tırmanıyordu..
Bir grup Belgradlı tarihi kostümleri giymiş,ellerine de küçük davulları almış,tören mangası gibi bütün iç kaleyi dolaşıyor,isteyenle fotoğraf çektirip,bahşiş topluyordu..
Surların bir bölümü boydan boya Tuna ve Sava Nehirlerinin birleştiği bir noktaya açıldığı için yoğun bir kalabalık da orada kendini fotoğraflama derdindeydi..
O dertlilere biz de katıldık elbette..
Bu arada bir grup genç de bir kenarda piknik yapıyordu..
Fotoğrafımı çekmesini rica edince,Türkçeme kulak kabartarak,hemen aşinalık gösterdiler..
Afganistan'dan ta Belgrad'a gelen bu genç grubu şimdi de Almanya'ya geçmenin yolunu arıyorlarmış..
Umarım düşlerini gerçekleştirmişlerdir..
Yolun bazı bölümlerine de çeşitli enstrümanları çalarak kalabalıktan nasibini arayan müzisyenler ilişmişti..
Kısacası her köşede ilginizi çeken bir şey görmek mümkün..
Benim dikkatimi çeken bir şey de,iç kalenin Topkapı Sarayı bahçesini hatırlatan yapısı oldu..
Bahçenin ortasında da bir türbe:Damat Ali Paşa'nın Türbesi(1784)
Kitabede yazdığına göre Süleymaniye Camii'nden alınan cenazesi buraya getirilip defnedilmiş..
Huzur içinde uyusun,di
ye duamızı okumayı ihmal etmedik..
Bu arada kale gezimiz Saatkapı,İstanbulkapı diye devam ediyordu..
Kalenin çıkışı ise Belgrad'ın İstiklal Caddesi veya Bağdat Caddesi diyebileceğimiz Mihailova Caddesi'ne açılıyordu..
Rehberimiz bizi orada bıraktı..
Alışveriş için saatlerdir bekleyen sabırsız tur mensupları caddeyi fethetmek için ilk safta ileri atıldılar..
Ben de alışveriş için değil ama kısacık vakitte ne görürsem kardır diyerek,o safın arasına karıştım..
Bir dakika sonra çil yavrusu gibi dağılmıştık..
İşte gördüklerim:
Mihailova Caddesi,geniş ve gerçekten cıvıl cıvıl bir uzun cadde..
Bir pasaja girdim,içerde hanımlar kendi el
işlerini satıyorlardı..
Takıdan ikinci el,el işlemesi giysilere kadar her şey vardı..
Yol boyunca hayvan hakları için protestoya gelmiş bir gruptan,breakdance yaparak bahşiş toplayan başka bir gruba,konservatuar öğrencileri olan küçük bir resital grubundan,yardıma ihtiyacı olduğunu bir kağıda yazarak bahşiş toplama umudundaki bir çingeneye ve benim asıl dikkatimi çeken küçük akordionculara kadar herkes caddeye sıralanmıştı..
küçük akordeoncuların fotoğrafını çekmek istedim ama her seferinde beni fark ederek başını akordionunun arkasına sakladı ve gittiğime emin olana dek çıkarmadı..
Çok sevimliydiler..
Sokak ressamlarını da buraya eklemeliyim..
Her resim anlayışından sokak ressamı ürünlerini yerleştirmiş;bir yandan yeni bir çalışmasına eğilmiş,bir yandan alıcıları kolluyorlardı..
Hemen yana açılan bir sokakta da eski kitap ve plak satanlar yan yana sıralanmış,alıcılarıyla pazarlıktaydılar..
Görmek ve görülmek isteyenlerin kafesinde oturup etrafı süzdüğü,elmalı tartı(çok ünlüymüş de!)didikledikleri Moskova Hotel ve Avrupa Hotel,
Girişin ücretsiz olduğu bir polis müzesi ve ilginç adli alet edevat,
Yine girişin ücretsiz olduğu ama çok güleryüzlü görevlilerin buyur ettiği bir modern sanat müzesi,
Kirilceden doğru anladımsa İvo Andriç adına bir park ve girişinde onun heykeli..
Drina Köprüsü'nün Nobel ödüllü yazarına ben de bir selam verip bitişikteki başka bir şahane parkın önünden eski kraliyet sarayına,oradan buluşma yerimiz olan meydandaki parka indim..
Aklımda da o park yapılan talihsiz Müslüman mezarlığı..
Diğerlerini beklerken sonuncu parka da girdim..
Asırlık çam,ıhlamur ağaçlarının altında banklarda oturan,sohbet eden insanlar..
Fotoğrafımı çekmesini rica ettiğim gencin yanındaki kız,Türkçeme kulak kabartarak,yaklaştı..
Oldukça iyi konuşuyordu..
Nereden öğrendiğini sordum..
"Eski sevgilimden!" demez mi?
Adı Kristiyana imiş..
Üniversitede okumak için gelen Türk delikanlı ile arkadaş olmuşlar..
Hatta Türkiye'ye gelmiş..
Şimdi ondan ayrılmış,hayatına devam ediyormuş..Tercümanmış..
Türk usulü sarılarak vedalaştık..
Bütün Belgrad'dan aklımda kalan ise bu kadın oldu..
Bir vitrine yaslanmış.dalmış,gitmiş..
Fotoğrafını çektiğimin farkına bile varmadan..
Çevresinden akıp giden her milletten turist kalabalığına da hiç aldırış etmeden..
İlginç..Darısı bizim gazilerimiz için kurulacak bir bakanlığa,demek isterim doğrusu..
Belgrad'ın en turistik noktalarından biri şehrin kalesi..
Dolayısıyla kalemeydan,kalekapı,zindankapı gibi Türkçe isimlerle anılan(izleri silerken bizden kalan kelimelere dokunamamışlar demek ki !) bu hendekli yapının her yeri turist kaynıyor..Biz de daldık o kalabalığa..
Hendekler artık su dolu değil..
Bir bölümü tenis kortu yapılmış..
Bir bölümü savaş araçları müzesi..
Bir bölümü de dinazor bahçesi..
Dinazorlara bakarken aklımıza gelene gülümsemedik desem yalan olur..
Bir grup Belgradlı tarihi kostümleri giymiş,ellerine de küçük davulları almış,tören mangası gibi bütün iç kaleyi dolaşıyor,isteyenle fotoğraf çektirip,bahşiş topluyordu..
Surların bir bölümü boydan boya Tuna ve Sava Nehirlerinin birleştiği bir noktaya açıldığı için yoğun bir kalabalık da orada kendini fotoğraflama derdindeydi..
O dertlilere biz de katıldık elbette..
Bu arada bir grup genç de bir kenarda piknik yapıyordu..
Fotoğrafımı çekmesini rica edince,Türkçeme kulak kabartarak,hemen aşinalık gösterdiler..
Afganistan'dan ta Belgrad'a gelen bu genç grubu şimdi de Almanya'ya geçmenin yolunu arıyorlarmış..
Umarım düşlerini gerçekleştirmişlerdir..
Yolun bazı bölümlerine de çeşitli enstrümanları çalarak kalabalıktan nasibini arayan müzisyenler ilişmişti..
Kısacası her köşede ilginizi çeken bir şey görmek mümkün..
Benim dikkatimi çeken bir şey de,iç kalenin Topkapı Sarayı bahçesini hatırlatan yapısı oldu..
Bahçenin ortasında da bir türbe:Damat Ali Paşa'nın Türbesi(1784)
Kitabede yazdığına göre Süleymaniye Camii'nden alınan cenazesi buraya getirilip defnedilmiş..
Huzur içinde uyusun,di
ye duamızı okumayı ihmal etmedik..
Bu arada kale gezimiz Saatkapı,İstanbulkapı diye devam ediyordu..
Kalenin çıkışı ise Belgrad'ın İstiklal Caddesi veya Bağdat Caddesi diyebileceğimiz Mihailova Caddesi'ne açılıyordu..
Rehberimiz bizi orada bıraktı..
Alışveriş için saatlerdir bekleyen sabırsız tur mensupları caddeyi fethetmek için ilk safta ileri atıldılar..
Ben de alışveriş için değil ama kısacık vakitte ne görürsem kardır diyerek,o safın arasına karıştım..
Bir dakika sonra çil yavrusu gibi dağılmıştık..
İşte gördüklerim:
Mihailova Caddesi,geniş ve gerçekten cıvıl cıvıl bir uzun cadde..
Bir pasaja girdim,içerde hanımlar kendi el
işlerini satıyorlardı..
Takıdan ikinci el,el işlemesi giysilere kadar her şey vardı..
Yol boyunca hayvan hakları için protestoya gelmiş bir gruptan,breakdance yaparak bahşiş toplayan başka bir gruba,konservatuar öğrencileri olan küçük bir resital grubundan,yardıma ihtiyacı olduğunu bir kağıda yazarak bahşiş toplama umudundaki bir çingeneye ve benim asıl dikkatimi çeken küçük akordionculara kadar herkes caddeye sıralanmıştı..
küçük akordeoncuların fotoğrafını çekmek istedim ama her seferinde beni fark ederek başını akordionunun arkasına sakladı ve gittiğime emin olana dek çıkarmadı..
Çok sevimliydiler..
Sokak ressamlarını da buraya eklemeliyim..
Her resim anlayışından sokak ressamı ürünlerini yerleştirmiş;bir yandan yeni bir çalışmasına eğilmiş,bir yandan alıcıları kolluyorlardı..
Hemen yana açılan bir sokakta da eski kitap ve plak satanlar yan yana sıralanmış,alıcılarıyla pazarlıktaydılar..
Görmek ve görülmek isteyenlerin kafesinde oturup etrafı süzdüğü,elmalı tartı(çok ünlüymüş de!)didikledikleri Moskova Hotel ve Avrupa Hotel,
Girişin ücretsiz olduğu bir polis müzesi ve ilginç adli alet edevat,
Yine girişin ücretsiz olduğu ama çok güleryüzlü görevlilerin buyur ettiği bir modern sanat müzesi,
Kirilceden doğru anladımsa İvo Andriç adına bir park ve girişinde onun heykeli..
Drina Köprüsü'nün Nobel ödüllü yazarına ben de bir selam verip bitişikteki başka bir şahane parkın önünden eski kraliyet sarayına,oradan buluşma yerimiz olan meydandaki parka indim..
Aklımda da o park yapılan talihsiz Müslüman mezarlığı..
Diğerlerini beklerken sonuncu parka da girdim..
Asırlık çam,ıhlamur ağaçlarının altında banklarda oturan,sohbet eden insanlar..
Fotoğrafımı çekmesini rica ettiğim gencin yanındaki kız,Türkçeme kulak kabartarak,yaklaştı..
Oldukça iyi konuşuyordu..
Nereden öğrendiğini sordum..
"Eski sevgilimden!" demez mi?
Adı Kristiyana imiş..
Üniversitede okumak için gelen Türk delikanlı ile arkadaş olmuşlar..
Hatta Türkiye'ye gelmiş..
Şimdi ondan ayrılmış,hayatına devam ediyormuş..Tercümanmış..
Türk usulü sarılarak vedalaştık..
Bütün Belgrad'dan aklımda kalan ise bu kadın oldu..
Bir vitrine yaslanmış.dalmış,gitmiş..
Fotoğrafını çektiğimin farkına bile varmadan..
Çevresinden akıp giden her milletten turist kalabalığına da hiç aldırış etmeden..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder