12 Aralık 2016 Pazartesi

Azmi Küçük

Sonunda bir yazıya konu olacağını bilemezdi,bilemezdik..
Azmi Küçük vefat etmiş..
Polatlı Anadolu Lisesi'nin emektar idarecilerindendi..
Rotasyon nedeniyle son birkaç yıl başka okullarda görevliydi..
Ancak bağımız kopmuş değildi elbette..
Çarşı pazarda karşılaşıyorduk ..
En son birkaç hafta önce bir sınavda aynı okulda görevliydik..
Ne çok zayıflamış olduğu dikkatimizi çekmiş,ayaküstü hatırını sormuştuk..
Son görüşmemiz,son konuşmamızmış..
Çalıştığı okula gidip ziyaret edeyim diye niyetleniyordum..
Hiç mümkün olmayacak artık..
İyi insandı..
Arkasından söylenecek şey sadece bu..
İyi insandı..
Işıklar içinde olsun..
Eşine,öğrencilerimizden olan oğlu Alperen ve kızı Erengül'e sabırlar dilerim..
Hepimizin başı sağolsun..

11 Aralık 2016 Pazar

Bir Şehit Annesi

Dün kandil nedeniyle kapısını çaldım..
Oğlunun şehitlik yıldönümü olan 29 Ekim'de görüşmüştük en son..
Aynı gün bacağımın kasılmasıyla başlayan acılı günler nedeniyle de, evinde ziyarete gidememiştim..
Evde yalnızdı..
Hem uyuduğu hem gününü geçirdiği odasında karanlıkta oturuyordu..
Televizyon açıktı..
Bütün ülkede olduğu gibi..
Peşpeşe dizili tabutların gösterildiği şehit cenazeleri haberlerini izliyormuş..
Bütün gün hem izledim hem ağladım,dedi..
Sehpanın üzerinde iki sigara paketi..
Normalde iki günde bitirdiği paketi bugün bitirip ikinciye başlamış..
Evlerine ateş düşenleri onun kadar kim anlayabilir?



4 Aralık 2016 Pazar

Gayrıresmi Hürrem

Sonunda..
Eli yüzü düzgün bir oyun seyredebildik..
Daha ilk dakikalarda ,bitse de gitsek,havasına girmeden..
Keyifle oyun seyretmeyi..
Meğer ne kadar özlemişiz..
Özen Yula kendi yazdığı oyunu yine kendisi sahneye koymuş..
Dekorundan kostümüne her ayrıntısıyla da pek bir özenmiş..
Dekorda Hakan Dündar'ın,kostümde Funda Karasaç'ın,ışıkta Yakup Çartık'ın,müzikte Turgay Erdener'in ellerine sağlık..
Şinasi Sahnesi'nin daha girişinden başlayarak seyirciyi ne izleyeceğine hazırlayan bir sergileme anlayışı düşünmüşler..
Kapıdan girişte cariye kostümlü oyuncular minyatürlerdeki duruşları ve danslarıyla karşılıyorlar sizi..
Salonun her yerine dağılmış cariyeler oyunun dekorlarını da getirip götürüyorlar..
Böylece saraydaki havayı her yere yaymış yönetmen..
İki perde olarak izledik..
Her perde kırk beş dakika kadar sürdü..
Oyuncu kostümleri değiştirmek yerine dekor değişikleri ile zamanın değişimini vurgulaması ilginçti..
Bir de ağaçlar..
Bana 'nahıl'ları hatırlattı..
Oyun metnine gelince..
Asıl önemli olan da oydu zaten..
Fena değildi..
Seyrettiğimiz nice sudan oyunlardan sonra hele,çok iyiydi hatta..
Sonunda güzel bir oyun seyrettim kısacası..

18 Kasım 2016 Cuma

Türküm Ne Mutlu Bana

Akşam Kültür Bakanlığının Türk Dünyası Korosunun konseri vardı..
Haftalardır canımı yakan sol bacağımın derdini kenara koyup gidip izledim..
Bir saat kadar süren konserde Tataristan türküsü de vardı,Türkmen mahnisi de;Kırgız ezgisi de vardı,Kırım ağıdı da..
Hem dinledik,hem eşlik ettik,becerebildiğimiz kadarıyla..
Salon doluydu neyse ki..
Seyirci de keyifli..
Alkış bol olunca sahnedeki koro da keyifli oluyor ve konser daha da güzelleşiyor..
Bu kez de öyle oldu..
Klişe tanımıyla,dışardaki buz gibi havaya inat,içerde sıcacık bir hava vardı..
Türküler hepimizin içini sıcacık etti..
Bir de aralara serpiştirilen danslar..
İzlemesi de dinlemesi de keyifliydi hasılı..
Konserin sonuna doğru,rahmetli Yıldırım Gürses'in "Türküm Ne Mutlu Bana" adlı şarkısı seslendirildi..
Yıllardır bildiğimiz  bu şarkının söylenmesiyle birlikte salondaki havanın nasıl değiştiğine şaşırarak şahit oldum..
Önce adeta salonda bir heyecan rüzgarı esti..
Sonra bütün salon koro halinde şarkıya eşlik etti..
Şarkı bittiğinde de bir alkış fırtınası..
Şarkı adeta bir hasreti dindirmişti..
Bir duygu patlaması yaşanmıştı..
Bütün salon tek yürek..

16 Kasım 2016 Çarşamba

ıl Sıgnor Bruschıno

İyi ki opera var..
Cumartesi günkü Felatun Beyle Rakım Efendi adlı oyunun yarattığı hayal kırıklığından sonra pazar günü gittiğim opera ruhumuzu yıkadı adeta..
Rossini'nin bir perdelik operasını Leyla Gencer Sahnesi'nde izledik..
Bir salon dolusu olmasak da fena değildik..
Matinede opera bulmak,çölde su bulmak gibi olduğundan böyle fırsatları kaçırmamak gerek..
İki haftadır sol bacağım bana hayatı dar etse de dişimi sıkıp gittim ve izledim..
İyi de etmişim,etmişiz..
Çocuklarını kapıp gelenler de vardı..
Çok hoşuma gitti..
Gerçi üç,dört yaşlarındaki küçükler pek dayanamadılar ama..
Biz kulaklarımız güzel seslerle,aryalarla yıkanarak izledik,dinledik..
Evlerimize de pek bir mutlu ve keyifli döndük..
Seslerinize sağlık Beran Sertkaya,Kamil Kaplan,Emre Uluocak,Aslı Kıyıcı..

Felatun Bey ve Falan Filan

Liselerde 11.sınıfların ders konularından biri Ahmet Mithat Efendi ve romancılığıdır..
En önemli eseri olarak da 'yanlış Batılılaşma' diye tanımlanan bir konunun işlendiği Felatun Beyle Rakım Efendi adlı romanı anılır..
Bu yıl Ankara Devlet Tiyatrosu repertuvarına alınmış..
İlk günden beri de seyirci ilgisiyle karşılanan bir oyun oldu..
Ben de izledim..
Sonuç felaket..
Ankara Devlet Tiyatrosu son iki yıldır hayal kırıklığı yaratma rekoru kırma peşindeydi..
Bu yılla birlikte emeline ulaşacak gibi görünüyor..
Romanı almışlar,konuyu güzelce özetlemişler,kostümcüye parlak ve güzel çeşit çeşit kostümler ısmarlamışlar..
Orada kalmışlar..
Televizyonlarda bol miktardaki seviyesiz parodimsi programların taklidini sahneye taşımışlar..
'Yanlış Batılılaşma'konusunu olabilecek en 'müptezel'anlatımıyla sergilemeyi seçerek,yeni osmanlı tezinden girmiş,biz Türküz,böyle yaşarıza dek çeşitlemelerin işportasına geçmişler..
Böylece, kendilerinden beklendiği gibi mi bilmem ama ortaya karışık her şeye barışık,ne idüğü belirsiz bir tuhaflık çıkarmışlar..
Sorun yönetimde mi,yönetmende mi,yoksa hepsinde mi bilmem;ama oyunculara ve seyircilere ayıp oluyor,beyler!
Uzun lafın kısası,izleyelim mi diyenlere,ben de diyorum ki:
Televizyondaki basitlikleri pek bir beğeniyorsanız,bu oyuna da bayılırsınız..
Yok hiç almam,alana da mani olmam diyorsanız,bu oyunu da almayın!

14 Kasım 2016 Pazartesi

Radyasyon Mahkumları

Dün yine hastanedeydim..
Bu kez kemik sintigrafisi için..
Ondan üç gün önce kontraslı mrg için..
Ondan bir hafta önce mr için..
Artık boş vakitlerimde hastanelerdeyim yani..
Sol bacak kasılmasıyla başlayan hikaye bakalım nerelerde bitecek?
Sabah onda nükleer tıp önünde başlayan bekleme çilesi öğleden sonra üçte mr masasında göğsüme bırakılan bir kağıt ve damarlarımda,sanırım,hala dolaşan radyoaktif maddeyle bitti..
Koca bir bekleme salonunda oturup bekleyen biz kader mahkumlarının yabancılığı, adlarımız okunarak içeri alınıp damarlarımıza enjekte edilen (eskiden zerk edilen derdik) radyoaktif maddeden sonra( kapatıldığımız desem yalan olmaz)radyasyon bölgesi odasında geçecek üç buçuk saatlik bekleyişle, zorunlu ahbaplığa döndü..
Dışarda birbirini hiç tanımadan yan yana oturan bizler içerde dertleştik,söyleştik,birbirimize yaklaştık..
Dışarda bizi bekleyen yakınlarımıza ya sabır çektiren uzun saatler bizim için sohbet ve dert dinleme seansı oldu..
Ah ne dertler,ne hastalıklar varmış meğer,benimkine çok şükür dediren!
Bu arada sürekli su içiyor ve tuvalete taşınıyoruz..
Biz radyasyon yayar canlılar için koridorun sonuna itilmiş bekleme salonunun bir bölümü de iki kabinli tuvalet olarak düzenlenmiş..
Kadın ve erkek ayrımı olmaksızın aynı tuvaletleri kullandık hiç çekinmeden ve hastalığın zorunlu yakınlaştırmasıyla..
Neredeyse yirmi dakika arayla yapılan bu tuvalet ziyaretleri arasında da sohbetler hiç kesilmedi elbette..
Kimi bizden uzak duran,kimi yaklaşmaktan çekinmeyen sağlık görevlileriyle olan hallerimiz de başka bir komediydi..
Sonunda bedenimizde yaymaya devam ettiğimiz radyoaktif maddeyle şehre  ve evlerimize dağıldık..

Son Yaprak

Küçük amcam vefat etmiş..
Ailenin baba tarafından son fert de sonsuzluğa göçtü demektir..
Annelerini yani babaannemi kırk  küsur yıl önce kaybetmişlerdi..
Babalarını da otuz küsur yıl önce..
Kız kardeşleri de yani halalar da erken gitti..
Sonra yaş sırası ile en büyük erkek kardeş yani babam gitti yanlarına neredeyse otuz yıl önce..
Onu bir küçük biraderi olan ortanca amcam izledi birkaç yıl sonra..
Geçen aralık ayının sonlarında diğer ortanca amcam da onlara katıldı..
Hayatta kalan son büyüğümüz dediğimiz,ailemizin fıkralarına konu olan amcam da onlardan uzak kalamamış olmalı ki, yıl geçmeden sonsuzluk kervanına atladı..
Işıklar içinde ol amca,senden önce gidenlere selamlarımızı söyle..
Yeniden görüşünceye kadar senden ve bizden önce giden sevdiklerimize selamlarımızı söyle..

10 Kasım 2016 Perşembe

10 Kasım'da Hastanede Atamızı Andık

10 Kasım'da hastanedeydim..
Muayene saatini beklerken anonslar da başladı..
Saat 09.05'te hastane önünde yapılacak törene hastane personeli davet ediliyordu..
Şimdiye dek hep okullarda yapılan törenlere katıldım ya da bizzat tören hazırladım..
Şimdi hastanede olduğuma göre burada yapılacak olana katılmak üzere ben de aralarına karıştım..
Atatürk Köşesine mor renkli kasımpatılar serpiştirilmiş..
Fizik Tedavi Servisi'nin görevlileri gönüllü olmuş bunun için..
Çiçekleri getirmiş ve düzenlemişler..
Kalabalık topluluk doktor,hemşire ve diğer hastane görevlilerinden oluşuyordu..
Bir görevli günün anlamını belirten konuşmasıyla hepimizi  Atatürk için saygı duruşuna davet etti..
Sonra da İstiklal Marşımızı okumaya..
Güvenlik görevlisi bayrağı gönderde yarıya indirirken,polis arabasının sirenleri de çalıyordu..
Kısa süren törenin ardından herkes işinin başına döndü..
Ben de muayene olacağım doktorun odasına yöneldim..
Koridor başındaki diyetisyen hanım da o sırada odasındaki televizyondan Ankara'daki töreni izliyordu..
Televizyondaki saygı duruşu anonsuyla odasında o da ayağa kalkıp saygı duruşuna geçti..
Hemen sonrasındaki İstiklal Marşımıza da hafif sesle odasında tek başına eşlik etti..
Açık olan kapısından ben de izledim..
Sevinerek..
Atamız bütün yurtta saygıyla anıldı..
Hastanede de..
Kapısında hastaların saygıyla beklediği doktor odalarında da..


1 Kasım 2016 Salı

Merhaba Ruşen Biz Yine Geldik

29 Ekim Cumartesi günü bütün yurtta Cumhuriyet Bayramımızın 93.yıl kutlamaları vardı..
Aynı saatlerde şehir mezarlığının şehitlik bölümünde de küçük bir tören yapıldı..
29 Ekim 1989'da şehit olan Jan.Tğm. Ruşen ÜLKER'in şehitlik yıldönümünde devre arkadaşları,annesi,sevenleri,sayanları mezarı başında toplandılar..
Müftülükten bir görevlinin duasının ardından şehidin ziyaret defteri bugünün anısına yazıldı,gelen on üç arkadaşı tarafından imzalandı..
Kocaman bir karanfil çelengi de mezarın üzerine bırakılarak vedalaşıldı..
Henüz 26 yaşındayken el bombasının patlamasıyla şehit olan Ruşen'in annesi Gülümser Hanım'la bu kez tanışma fırsatı bulabildim..
Oğlunun kaybı üzerinden 27 yıl geçmiş..
Kocasının ise 31 yıl..
Çocuklarının en küçüğü Ruşen'miş..Nişanlıymış..Bir öğretmen hanımla..
Bütün hayaller,umutlar onun ölümüyle yıkılmış elbette..
Diğer çocukları şehir dışındalarmış..
Yalnız yaşıyormuş..
Üstelik çok da yakın oturuyormuşuz..
Bu kendisini zaman zaman ziyaret edebilirim demek oluyor elbette..
Yani umarım..
Arkadaşlarıyla tekrar görüşmemiz ise, kısmetse, 19 Aralık'ta Hakan TÜRKYILMAZ'ın şehitlik yıldönümünde olacak..
Duygu dolu bir buluşmaydı..

18 Ekim 2016 Salı

Sacide

Yeni sezon oyunlarından biri de Ülker Köksal'ın yazdığı Sacide..
Yaşı geçkince bir ev terzisi kızcağız olan Sacide'nin evlenebilme,kendi yuvasının hanımı olabilme çabasının işlendiği oyunda giderek onun birey olarak kendi değerinin farkına varabilmesini de izleriz..
Yıllar önce ben de öğrencilerimle sahnelemiştim..
Ezik,ezilmiş bir kızın giderek başını dik tutmayı öğrenmesinin hikayesini sevmiştim..
Bu sezon sahneye konulduğunu görünce de 'benim Sacidem'le gidip izlemek istedim..
Şimdi artık yetişkin bir hanım olan eski öğrencim,yeni meslektaşım Zeliha'yı aradım..
İkimize de uygun olan zaman geçen pazar matinesiydi..
Gittik,izledik..

Oyunu bildiğimiz için bizim açımızdan bir sürpriz yoktu..
Oyunculuk açısından da çok 'kuş konduracak' bir yorum yapılmamıştı..
Kadın seyircilerin beğenerek izleyecekleri bir oyun olduğunu söyleyeyim..

Pervin Ünalp'in yönettiği bir oyun olarak merakla beklemiştim halbuki..
Dekor ve kostümlere çok özenilmiş bir oyun çıktı sadece karşıma..
Bu nedenle Murat Gülmez'i dekoru için,Sena Pınar Sum Özdamar'ı kostüm için kutlamak gerek..Musa Göçmen'i de arada işittiğimiz içe işleyici müzik için..
Umarım beğenilir ve uzun süre sahnede kalır,diye de ekleyeyim yine de..
Bizimki, yani on altı yıl önce öğrencilerimle sahnelediğimiz yorum daha samimi geldi bana ve Sacide'me yani Zeliha'ya..
Kol kola yürüyüp çıktık oyundan,dilimizde anılarla..

17 Ekim 2016 Pazartesi

Rumuz Goncagül

2016-2017 tiyatro sezonunu açtım..
Cumartesi matinesinde Şinasi Sahnesi'ndeydim..
Bu sezonun yeni oyunu Rumuz Goncagül'ü izledim..
Nasıl buldun,denilirse..
Yapay buldum,diyeyim..

Son iki yıldır hep bu hisle ayrılıyorum tiyatro salonlarından..
Laf kalabalığına,gargaraya getirerek seyirciyi güdürme çabasından bir türlü vazgeçmiyorlar..
Yönetmenlere böyle bir emir mi veriliyor acaba,diyesim var..
Çıkışta genç bir seyirci"Hiç de ahım şahım bir oyun değildi"deyince,hele şükür,dedim..
Yoksa bende bir tuhaflık olduğunu düşünmeye başlayacaktım..

Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse,geçim sıkıntısı çeken bir annenin kızını evlendirmek için gazete ilanıyla koca bulma çabası ve içine düştükleri durumun anlatıldığı bir oyun Rumuz Goncagül..
Haksızlık etmeyeyim,on sekiz kişilik oyuncu kadrosu ellerinden geleni yaptı.
Sekiz kişilik orkestra da iyiydi...
Dekor ve kostüm de gözleri okşayacak şekilde tasarlanmıştı..
Kostümler,son zamanlarda moda olduğu üzere, dönem giysisi olarak(1970'li yıllar)düşünülmüştü..
Genç seyirciler ilgiyle ve eğlenerek izlemişlerdir;benim gibiler ise o günleri anarak izledik..

Anne rolündeki Dilara Keyf Günüç'ü ise daha fazla izlediğimi söylemeliyim..
Rolünün altından kalkmakta en başarılı olan oydu..
Yapaylık hissini en az veren de..
Eşi Kemal Günüç orkestrayı yönetirken,  o da sahnede 'döktürüyordu'..

İzlenebilir bir oyun ama iz bırakır mı?
Zannetmiyorum..

10 Ekim 2016 Pazartesi

Yaşlıyım,Kederdesin,Yaslıyız

Hafta sonlarında,tanıdığım birkaç şehit ailesini,aile dostlarını,eski komşuları ve huzurevini ziyaret ettim..
Okul sezonu açıldı,yoğun sayılabilecek bir programım var..
Yoğunluğum giderek artmadan,kış günlerinin kısalığı işleri iyice sıkıştırmadan bitirmek istediğim ziyaretlerimi tamamladım..
Her ziyaretten de biraz buruk ayrıldığımı eklemeliyim..
Şehit annelerinin gözyaşları hiç dinmiyor elbette..
Oğlunu yedi yıl önce şehit veren de,yedi ay önce şehit veren de aynı gözyaşları yanaklarından süzülerek yaşıyor..
Yürekteki yangını ise tarif bile edemiyorlar..

Aile dostlarımız,eski komşularımıza  gelince hepsi yaşlanmışlar..
Kapılarını çalanların az olmasından,çocuklarının hoyratlığından,kendilerindeki alınganlığa incelikle yaklaşmamalarından şikayetçiler..
Ağızlardaki dua ya da dilek hep aynı:"İki gün yatak,üçüncü gün toprak!Sen yataklara yatırıp da kapılara baktırma,oğlum kızım dedirme Allahım!"

Huzurevindekiler de çok farklı değiller..
Onlarınki çocuklarının ilgisizliğinden yakınmayı da içeriyor..
Kendilerine evlerinin bir köşesini açmak yerine huzurevine göndermeyi uygun gören çocuklarına kırgınlıkları yüzlerine işlemiş..

Ziyaretlerimden memnun oldular..
Ben de hepsini bir kere daha görmekten çok memnun oldum..
Bir dahaki sefere bakalım kimler,hangimiz hayatta olacağız da görüşeceğiz?

29 Eylül 2016 Perşembe

Tıp Tepti

Yaz bitti..
Okullar açıldı..
Benim için de..
Kırık dirseğimin sorunu ise bitmedi..
Kolum tam açılmıyor ve tam kapanmıyor..
Fizik tedavide geçen acı dolu 29 seans da çare olmadı..
Sonunda Ankara'ya gittim..
Çare aramaya..
Ya da, ne oluyorum,sorusunun cevabını bulmaya..

Dedim:Doktor,kolum neden şifa bulmaz?
Dedi:Dirsek içi kırık bu,baştan ameliyat edilmeliydi..
Dedim:Alçıya aldılardı,yanlış tedavi mi şimdi?
Dedi:Yazık ki öyle..
Dedim:İyileşmenin yolu var mıdır?
Dedi:Ameliyatla mümkündür..
Dedim:Ameliyatla düzeltin kolumu..
Dedi:Ama ameliyat sonrası sürekli ağrıyan bir kolun olabilir,garanti veremeyiz..
Dedim:Böyle kalsın o zaman..
Dedi:Benim fikrim de budur,sabret ki belki düzelir..

Şimdi vaziyet budur..
Kolumu tıp tepmiştir..
Eğri kalmıştır..

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Acıların Kadınları


Bugün sekizinci seansı aldık..
Altı hanım..
İki bel,bir sol omuz,bir kalça,bir diz,bir de benim sol dirsek..
Sabah dokuz buçukta başlıyoruz..
Hep birlikte..
Ağrılı organların tedavi seansı bizim sohbetlerimizle birlikte sürüyor..
Elli dakika sonra onlar evlerine gidiyor..
Bense..
Alçılı geçen haftalarda kireç bağlamış dirseğimin açılması için fizyoterapi odasında kol esnetme çalışmasına geçiyorum..
Acıların kadını olmam da böylece başlıyor..
Avaz avaz bağırıyorum..
Kolum bükülüp açılmaya zorlandıkça..
Bütün sinir uçlarım acı sinyalleri verdikçe..
Bağır bağır bağırıyorum..
Kolum biraz açılır gibi oluyor..
Tedavi odasından çıktıktan az sonra ise..
Az önce açılır gibi olan kol,daha doğrusu dirsek tekrar kaskatı oluyor..
Biraz önce esneyen kaslar,gerilen bir lastiğin bırakılınca tekrar eski şeklini alması gibi,kısalıyor..
Bir de dirseğin içinde her harekette şimşek çakar gibi tekrarlayan keskin acı !..
Acıya katlanıyorum katlanmasına da..
Ancak her seans sonrası eski kısalmış haline dönüveren kolumun içler acısı haline bakmak daha zor geliyor..
Şifa bilmem ki daha kaç acı günün ardındadır?

































































































































































































































































































































27 Temmuz 2016 Çarşamba

Biri Daha 19 Yaşında, Diğeri 24

Bugün Birol Aksu'nun şehitlik yıl dönümü..
27 Temmuz 1993'te şehit olmuş..
Doğum gününe bir hafta kala..
1 Ağustos 1973 doğumlu imiş..
Daha on dokuz yaşını bile dolduramamış..
Mezar taşındaki fotoğrafından neşeyle ve olanca gençliğiyle gülümsüyor dünyaya..

 Annesiyle babası da gülmeye başlamışlar mıdır artık?
Yoksa Şehit Abdullah Erkmen'in annesinin yedi yıldır dinmeyen gözyaşları gibi hala akmakta mıdır?
Bilmem..
Bildiğim mezarlıktaki şehit sayısının 36'ya çıktığı..

En son 17 Şubat'ta Şehit Cüneyt Sertel burada toprağa verilmişti..
On gün önce de Seher Yaşar..
Henüz 24 yaşındaymış..
Gencecik bir polis iken Gölbaşı'ndaki saldırıda hayatını kaybetmiş..
Şimdi diğer 35 şehit ile birlikte mezarlığın sakinlerinden oldu..
Yurdun dört bir yanında toprağa verilenlerden hiç söz etmiyorum bile..
Acı dalga dalga,ev ev yayılıyor;çığlık çığlık yükseliyor..
Şehitlikte ise bir sessizlik..


23 Temmuz 2016 Cumartesi

Babamdan Bir Yaş Daha Büyüğüm

Bugün itibariyle ..
29 yıl önce kaybettiğimiz babamdan,
bir yaş daha büyüğüm..
İnsana şaka gibi geliyor ama,yazık ki doğru..
Böyle giderse..
Bundan böyle..
Babam benden genç olacak,hep de genç kalacak demektir..
Keşke hayatta kalsaydı..
O da..
Aramızdaki yaş farkı hızla kapanan annem de..
Ben de hep onların ilk göz ağrısı..

15 Temmuz 2016 Cuma

Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok

Bugün Sedat Akça'nın şehitlik yıl dönümü..
Tam on yıl önce bugün yirmi yaşının tazeliğinde toprağa düşmüş..
Sabah mezarını yıkadım,otlarını temizledim..
Bu sene pek gürbüzleşen gülünü suladım..
Olası ziyaretçileri için temiz ve hazır ettim kısacası..
Umarım çok ziyaretçisi olur..
Yarın görürüz artık..

Dün akşam üzeri eve gelirken Ediz'le karşılaştım..
Şehit Cüneyt Sertel'in kardeşi..
Bayramda ziyaretlerine gidemediğim için mahcubiyetimi ve mazeretimi söyledim..
Ağabeyi beş ay önce Ankara'daki patlamada şehit olmuştu..
Ediz,annesi,yengesi ve yeğenleri sürekli şehitlerini ziyaret ediyorlar..
Ziyaret defterinden görebiliyorum ve de okuyabiliyorum gelişlerini..
Hatta duyarlı halktan ziyaretçileri de..
Ama Ediz'in üzülerek söylediğine ben de esef ettim..
Bayramda askerlerden,Şehit Aileleri Derneği'nden hiç kimse kapılarını çalmamış..
Oysa en duyarlı ve dikkatli olanlar onlardır her zaman..
Aynısı Can Çalışkan'ın ailesi için de aynı mı oldu acaba?
Onların kapısını da sadece kendi yakınları mı çaldı?
Unutulmuşluk ne hazin!
Hemen unutanlar ne vefasız!
Şu gök kubbenin altında unutmaktan çok bir şey yok, demek ne acı!

1 Temmuz 2016 Cuma

İğde Ağacı

Önceki gün kesmişler..
Gerçi ben de yanında otururken, testereyle kaç günde kesebilirimin hesabını yapmamış değildim..
Bu yıl kurumuştu nedense..
Kimbilir belki de,yanlış budama neticesi küstüğü için kurudu..
Bu bahar çiçek açıp ortalığı mis kokusuyla doldurmadı..
Hayata,aslında biz insanlara küsüp,kurudu..
Biz insanların bir kısmı olan mezarlık görevlileri de kesip kütüğe indirivermişler..

Halkalarını saydım dün..
On beş halka..
Demek ki on beş yaşındaymış..
Eğri büğrü büyüyen gövdesiyle ne güzeldi..
Her güz güzel yemişleriyle geçenleri kendine baktırırdı..
Annemin mezarı üzerinde gölgesini salardı..
Hepsi bitti,geriye ancak görülebilen bir kütük kaldı..
Bir de dört yıldır neredeyse her gün onu gören gözlerimin ardındaki anısı..

Sonsuzluğa uğurladığımız bütün sevdiklerimiz gibi..
Başkaları için yol üstündeki sıradan bir kuru kütük..
Bizim içinse yaş halkalarını sayabildiğimiz,kıymetlimiz,canımız..
Üzerimizde gölgesini artık göremediğimiz bir tanelerimiz..
Varlıklarıyla ömrümüzün her günü bayram neşesiydi..
Şimdi ise yaklaşan her bayramda yokluklarının buruntusu..

29 Haziran 2016 Çarşamba

Çalıkuşları Tatilde

Geçen haziranda görüştüğümüz, Doğu'da görevli genç öğretmenlerimizden bir grupla dün yine buluştuk..
Muş'tan,Siirt'ten,Erzurum'dan,Batman'dan evlerine,ailelerine özlemle koşmuşlar..
Seminer döneminin bir kısmını istedikleri yerde tamamlayabilme esnekliği sayesinde ailelerine,şehirlerine birkaç gün daha erken kavuşmanın mutluluğunu gördüm gözlerinde..
Bir de saatler boyunca anlattıkları, zor koşullarda öğretmenlik yapmalarına rağmen gözlerine yansıyan idealizmin pırıltısını..
Öğrencilerine Atatürk'ü,Türkçe'yi,Türk Bayrağını sevmeyi öğretişlerini,onlarla nasıl yakınlık kurduklarını..
Orada kurdukları yeni yaşam biçimlerini de benimsediklerini,alıştıklarını..
Her şeye rağmen eğitmek için çırpınışlarını..
Yöneticilerinin onları anlamaktan uzak,idareciliği şablondan ibaret saymadaki ısrarını..
Yöre halkının kimi zaman duyarlı,kimi zaman hoyrat örneklerle önlerine çıkışını..

Kısacası aradan geçen bir asra yakın zamana rağmen Çalıkuşları'nın yaşamlarında bir değişiklik olmamıştır demek gerekiyor..
ya da"Çalıkuşu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok"..
Türkiyenin dört bir yanına dağıttığımız gencecik öğretmenlerimiz,en olumsuz koşullara bile dayanarak,eğitim ışığının memleketin her köşesini aydınlatması için,kendilerine düşeni yerine getiriyor..
Ancak aydınlığın sürmesi,bir kişinin cılız omuzlarına bırakılmayacak kadar önemli ve sürekli bir çaba gerektirir..
Çalıkuşları'nın gözlerinde dün yanarken gördüğüm azim,kararlılık,geleceğe inancın ışığı sönerse hepimiz kaybederiz..



27 Haziran 2016 Pazartesi

Yine Bana Alçılı,Yine Bana Acılı Günler

Yedi ay ve sekiz gün sonra, yine, düştüğüm yerden kırık bir kemikle kalkmayı başardım..
Yine sol kol..
Bu kez dirsekte bir kırık..
Bu kez omuz başına kadar alçı..
Ayriyeten haşat olmuş iki diz..
Bir de doktor demez mi,"Kemikleriniz de pek kaliteli değil,siz bir kemik taraması yaptırın !"
Her gün yediğim bir kase yoğurdun sağlaması gereken kalsiyum nereye gitti o zaman?
Ya kemiklerim güçlü olsun diye her gün, en az beş kilometre olmak üzere yürüyüşler?
Hani sağlık hani sıhhat?

Yedi ay önce yine düşmüş,bileğimi kırmış,beş hafta alçılı gezdikten sonra da haftalarca güçsüz bir kol ve katılmış bir bilekle uğraşmıştım..
Şimdi aynısı ve hatta daha beteri beni bekliyor..
Yeni yeni açılmaya başlayan bileğime kaskatı bir dirsek eklenecek sadece..
Yeni yeni güçlenen kolum içinse sil baştan..
Yine haftalarca iyileşme çabası..
Bu arada yapılması gereken koca bir yıllık temizlik..
İsyan etmemek elde değil..
Bana yine alçılı günler,bana yine acılı günler..
Off!

22 Haziran 2016 Çarşamba

İkbal Hanım

Dün öğleden sonra huzurevine gittim..
Epeydir ziyaret etmemiştim..
Sabiha Hanım'ın sitemlerini göğüslemekten başka çare yoktu..
Bir hafta arayla da gitsem:"Nerede kaldın evladım?"sitemiyle karşılarken,haftalardır gitmediğim için kimbilir ne sitemler duyacaktım!
Odasında yalnızdı..
Kapısını tıklattım,seslendim..
"Müsaade var mı Sabiha Hanım?"
Bir gözü görmediği, diğer gözünü de kısarak baktığı için sesleniyorum kapıdan..
Hemen içeriye çağırdı..
Meğer benim gitmediğim zamanlarda neler neler yaşamış..
Kalbine stent takılmış..
İki kez yoğun bakıma kaldırılmış..
Hatta çocuklarına haber verilmiş,hepsi de İstanbul'da olan iki kızı ile iki oğlu ağlayarak yollara düşüp gelmişler..
Neyse ki korkulan olmamış,yoğun bakımlardan sağ salim çıkmış,odasına dönmüş..
Kendisini götürmek isteyen çocuklarına da direnmiş,"Yedi senedir neredeydiniz?"diye..
Huzurevine getirilişinden beri yedi sene geçmiş !..
Of ki ne of!
Konuştu,konuştu,konuştu,,
Dinledim,dinledim,dinledim..
Bir ara da koridorda yürüyüşe çıktık..

Yan odadaki 98'lik Makbule Teyze'nin oda komşusu minicik İkbal Hanımla da o zaman karşılaştık..
Birkaç ay önce getirilmiş..
Yozgatlıymış..
Ankara'da oturan oğlu ile gelini getirip buraya bırakmış..
Ufacık boyu yaşlılığa bağlı bel bükülmesiyle daha da küçülmüş..
On yaşlarında bir çocuk görüntüsünde..
Yaşı doksanmış..
Ayağına ince topuklu bir ayakkabı geçirmiş..
Hiç oturmadan dolanıp duruyor..
Oturduğu zaman da sağ kolu sürekli titriyor..
Bu nedenle mi hiç oturmuyor acaba?
Hemen sandalyeler taşıdı,minderler taşıdı oda kapısının önüne..
Ricalar ederek Sabiha Hanım'ı oturttu..
Kendisi yine içeri geçti..
Buzdolabını açarak bir şeyler seçmeye başladı..

Bu arada Sabiha Hanım da bana onunla ilgili bilgiler veriyordu....
Parkinson ve Alzheimer hastasıymış..
Üç kez kolonya getirip ikram etti..
İki kez de süt,meyve suyu,bisküvi,meyve..
Yanımızda oturduğu kısacık süre içinde o da anlattı,anlattı,anlattı..

Ah bu yaşlılık,ah bu istenmezlik..
Gördüğü en küçük ilgiye hemen sokulma isteği..
Hepsinden çok da terkedilmişliği örtme çabası..

19 Haziran 2016 Pazar

Son Kuşlar,Boynu Bükük Kuşlar ve 17 Şubat

Okullar tatil..
Karnelerini verip evlerine gönderdik öğrencilerimizi..
Yaz boyunca ailelerine emanetler,eylülde tekrar görüşeceğiz kısmetse..
Bir kısım öğrenci ile ise okulda değil hayat yolunda görüşmeye devam ederiz artık..
Mezun oldular,bir sonraki eğitim adresi için ter dökmeye devam ediyorlar..
Kazanırlarsa üniversiteli olacaklar..
Bizim son kuşlarımız..
Uçtular..

Babaları,Şehit Cüneyt Sertel'in mezarına uğramış,iki boynu bükük kuş..
Karnelerini göstermeye..
Her yıl kucağına tırmanıp cıvıldadıkları babaları,bu yıl toprağın altında..
Karneyi aldıkları gibi,mezarına koşmuşlar,ziyaret defterine karne durumlarını yazmış,babalarına seslenmişler..
Okudukça insanı yakan cümlelerle..
En çok da sayfa başına koydukları tarihle..
17 Şubat 2016..
Babalarının  toprağa girdiği gün..
Oysa karne günü 17 Haziran'dı..
Demek ki onlar için her gün artık 17 Şubat..
En sıcak günde bile içlerini ürperten bir tarih..

Seneca'nın o sözü en çok da böyle zamanlarda akla geliyor şimdi:
"Küçük acılar konuşabilir,ama büyük acılar dilsizdir"

14 Haziran 2016 Salı

Yok Minnetin Asla



Bir süredir TLC kanalına müdavim durumdayım..
Kanalın yayınlarından biri de Amerikalı medya ünlüsü Oprah'ın bir programı..
Yaşını başını almış,görmüş geçirmiş ve kendi hayatından yola çıkarak başkalarına ışık olabilecek ünlü kişileri kamera önüne oturtuyor,kendisi hiç araya girmeden onları konuşturuyor..
Sıkılmadan insan hikayeleri izliyor ve elbette kendiniz için de dersler çıkarıyorsunuz..
Geçenlerde bir siyahi şarkıcı hanım "Affederim ama unutmam;sorunları kendimde saklayıp hayatı kendime zehir etmem;bana en iyi bakacak kişi yine benim"dedi..(Güzel laf!)
Bir başka yine siyahi oyuncu model hanım"Gençler yaşadıkları bu hayat için geçmişte onlar adına fedakarlık yapanları hem bilmiyor hem de minnet duymuyor..Onları eğitmek bizim borcumuz..Yaşanan acıları bilmezlerse, savaşacak bir şey bulamazlarsa,hem o fedakar insanlara haksızlık edilmiş olur;hem de gençler mücadele etmeden sürdürülen bir hayatın anlamsızlığı nedeniyle yanlış yollara sürüklenirler."dedi..(Demek aynı dertler onlarda da var!)
Siyahi gençlerin Martin Luther King'i tanımıyor olmalarına hayıflanıyordu..
Ben de bizim gençlerimizi düşündüm..
Bizim kahramanlarımızı tanımayan,tanıtmak için çaba gösterince de neredeyse ruhsuzluk ölçüsünde ilgisiz kalan gençlerimizi.daha açık söylemek gerekirse öğrencilerimi..
Bu konuda onları çok suçlamıyorum elbette..
Aileleri,o gençlerin hayatını kolaylaştırmak adına o kadar çırpınıyor ki,onların hiçbir şey için parmağını kıpırdatmasına gerek kalmıyor..O zaman da toplum için kendini feda edenleri anlatınca bunun sıradan bir şey olduğunu düşünüp kayıtsız kalıyor,hiçbir minnet duygusu hatta hiçbir duygu göstermiyor..
Neyse ki arada bir tane de olsa insani duygularla doğmuş biri çıkıyor da tamamen umutsuzluğa kapılmıyor insan..



Şehri Hanım



Geçen hafta akşam üzeri mahalle çeşmesine içme suyu almaya gittim..
Maksat biraz da evden çıkmaya bahane olsun,yürüyüş yapmış olayım..
Çeşmeye yaklaştığımda gördüm onu..
Küçük bir şişeyi doldurmak için çeşmeye eğiliyordu..
Selam verdim,hatırını sordum..
"Allah senden razı olsun yavrum !"diye karşılık verdi..
Sonra birlikte yürümeye başladık..
Çankırı'nın Beşdut Köyündenmiş..
(Bu köyden buraya,inşaatlarda çalışmak için gelip kalan hatta burada ölen ve gömülen o kadar çok kişi var ki,mezarlıkta gördüğüm mezar taşı yazılarından biliyorum..)
Dört oğlu iki kızı varmış..
Kocası öleli çok olmuş..
Kendisi de köyünde yaşıyormuş..
Buraya da yaşlılık aylığını almaya gelmiş..
Aylığını alıp hemen yine köyüne dönecekmiş..
(Oysa ben onu sık sık burada görüyorum,kimi zaman yolda ağır ağır yürürken,yolunun üzerindeki çiçekleri koklarken, bir keresinde yanından geçerken bana da bir gül uzatmıştı, hatta bir keresinde gene çeşme başında ağlarken görmüştüm ve diyeceğimi bilememiştim;en cok da o zaman içime dokunmuştu..)
Oğlunun evinde kalıyormuş şimdi..
Yaşını sordum..
"Yüz yaşında varım!"dedi..
Güldük birlikte..
Yüzündeki kırışıklıklar yaşından değil kahırdan belli ki..
Kendisiyle biraz oturmamı istedi ama akşam oluyordu..
Köşede ayrıldık..
İçini dökmeye,hele de bir yabancıya açılmaya bazen ne kadar da ihtiyaç duyuyor insan..


3 Haziran 2016 Cuma

"Bazı Yaraların İyileşmesi Çok Güçtür"

"Çünkü görünmezler,
onlar ancak insanların sevecenliği,
sabır
 ve zamanla iyileşir.."
Şu sıralar tiryakisi olduğum Call The Midwife dizisinden bir söz daha..
Dizi fevkalade tempolu gidiyor..
Engelli olarak doğmanın zorluklarından,kanser hastalarının çilelerine,anne kız iletişiminden,erkeklerin yoksulluk içinde bunalırken aile babası olarak yaşadıkları sıkıntılara,çocukların her şeyden habersiz uçurtma uçuracakları yaşlarında birden nasıl olgunlaşıverdiklerine,sağlık çalışanlarının başkalarına sağlık dağıtırken kendilerinin yaşadıkları fiziksel ve ruhsal sıkıntılara kadar birçok konu ve dahası işleniyor,kendine özgü diliyle..
Hafta içi saat 19.00-20.00 arası kimbilir benim gibi kimler ekrana yapışıyoruz izlemek için..
Herkese de öneriyorum her laf arasında..
Jennifer Worth adlı İngiliz hemşirenin 1950li yıllara dayanan anılarını yazdığı bir kitaptan yapılan dizi daha ne kadar sürer bilmem,ama umarım baştan itibaren tekrar yayınlanır;çünkü baş taraflarında böylesine ilgiyle bakmamıştım,kaçırdığım bölümler var ya da çok da ilgiyle izlemediğim..
Drama sevenlere tekrar öneririm..

31 Mayıs 2016 Salı

43 34 20

Sanat sezonu bitti..
Önümüzdeki sezona kadar bekleyeceğiz artık..
Sabah son üç sezonda neler izlemişim not kağıdıma baktım..
Meğer son sezon ne kadar da ölü sezon imiş..
Sözü baştan alarak söylersem..

2013-2014 sezonunda opera bale ama ağırlıklı olarak tiyatro izleyerek geçen 43 etkinliğe katılmışım..

2014-2015 sezonunda bu sayı 34'e düşmüş..
(37 de olabilirmiş ama önceki sezonda izlediğim üç oyunu tekrar sahneledikleri için gitmemişim,doğal olarak..)

Gelelim son 2015-2016 sezonuna:20 etkinliğe gitmişim..
İki sezon öncesine göre yarıdan  az oyun izleyebilmişim..
Neden mi?
Çünkü yeni oyun sayısı o kadar azdı ki..
İki sezon öncesinin ve geçen sezonun oyunları ile sezonu GEÇİŞTİRDİLER !
Yani yeni olan her oyuna gittiğim halde ne yazık ki geçen sezonun oyun sayısına erişemediğim gibi önceki sezonun ancak yarısına ulaşabilmişim..
O da turne oyunları sayesinde,yoksa bu sayıya bile ulaşmak mümkün olmazdı..
Sezon boyunca Ankara Devlet Tiyatrosu uyuyor mu,diye boşuna sormamışım yani,hakikaten uyuyorlar!..
Ya da bugün okuduklarıma bakarak söylersek,  tiyatro festivallerine bile turistik gezi zihniyetiyle katılan bir tiyatro yönetimine mahkum muyuz?

Son söz olarak;
Nasrettin Hoca merhumu hatırlayarak sorarsak:
Oyun var mı? Var..
Oyuncu var mı? Var..
Yönetici ekip var mı? Var..
Sahne var mı? Var..
Ödenek var mı? Var..
Seyirci var mı? Gani..Yeter ki oyun,hem de iyi oyun olsun,salonlar doluyor..
O halde mübarekler niçin oyun sahnelemiyorsunuz?
"Şu tiyatro sahnelemek de olmasa Devlet Tiyatroları ne güzel yönetilir !"demek için mi?

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Zöhre Teyze

Dün akşam üzeri pazara giderken baktım,balkonda oturuyordu..
Selamlaştık..
Dönüşte uğrayıp hatırını sorayım diye düşünerek yürüdüm..
Dönerken baktım,hala  balkonda oturuyor,kapıyı açması için işaret ettim..
O yerinden doğrulurken ben de apartman kapısından girdim..

Her zamanki gibi yalnızdı..
Beli daha da bükülmüş,bükülen belinin üstünde de bir kambur oluşmuş..
Yüzü de bedeni gibi küçülmüş..
Yüzündeki kırışıklıklar seksenine yaklaştığını iyice vurguluyor artık..
Aslında yaşını değil de çileli geçen yıllarını..

Merhum kocası ile benim rahmetli babam asker arkadaşları..
Yıllar sonra ikisi de iş için geldikleri bu şehirde yeniden karşılaşınca aileleriyle birlikte yeniden görüşmeye başlamışlar..
Elli senedir bildiğimiz bir aile kısacası..
Bir kızlarıyla da aynı okula devam etmişliğimiz var hatta..
Neyse..

Nasılsın der demez, birçok yaşlı gibi hastalıklarından yakınmaya başladı..
Kalbinden rahatsız,belinden rahatsız,aslında çocuklarının nankörlüğünden rahatsız..
İkisi erkek,üçü kız beş çocuğu var..
Üçünün evlilikleri yıkıldı,birinin kör topal gidiyor,biri hiç evlenmedi;zaten ana oğul oturuyorlar..

Zöhre Teyze'nin evliliği de yıkıldı,merhum kocası,Ali Amca,emekli olunca eşini de çocuklarını da terk etti,sonra da evliliğini bitirip başka bir evlilik yaptı,onda da mutsuz oldu;en sonunda da yakalandığı kanserden kurtulamayıp yine terk ettiği evde, çocuklarının yanında son nefesini verdi..
Nereden baksan 'hayatım roman' kısacası..

Hastalıklarından yakınması bitince, biraz laf lafı açtı;o söyledi,ben dinledim her zamanki gibi..
Zaten dinlemekten çok anlatmaya muhtaç..

Laf taa genç bir kadın olarak kaynanasıyla yaşadığı bir zıtlaşmaya kadar gerilere gitti..

Köyde bir bağ evinde oturdukları sırada,akşama kadar bağda çalıştıktan sonra,kayınbabası taze bir su getirmesini istemiş..Köy pınarına biraz da uzak olmasına rağmen bir koşu gidip getirmiş..Sonra toprak döşemeli olan evin tabanını sulayıp süpürmüş..Bir de akşam için bulgur pilavı pişirmiş,yufka ekmeğini ıslatıp dürmüş,pekmezi sulandırıp hoşaf yapmış,sofrayı kurup aileyi sofraya buyur etmiş..
Kayınbabası yemeği yedikten sonra demiş ki:"Otuz sekiz senelik evlilik hayatımda ilk defa lezzetli bir pilav yedim!"..Sonra da çıkıp kahveye gitmiş..Kaynanası, Zöhre Teyze'ye dönerek ölümcül tehdidini savurmuş:"Elli yaşında da olsan,oğlumu senden boşatacağım!"Aynı kızgınlıkla yemegin tamamını da yiyip,göreneklere göre aileyle birlikte sofraya oturamayan Zöhre Teyze'ye hiç yemek bırakmamış..Herkes doyduktan sonra kalan artıklarla karnını doyurmak zorunda olan Zöhre Teyze'ye, o akşam bir parça yufka ekmeği arasına, katık olarak, toz biber koyarak yemekten başka seçenek kalmamış..Kocası da yıllar sonra kendisini beş çocuğu ile terk edip anne ve babası ile yaşamaya gidince,kaynanasının nasıl kinci bir varlık olduğunu anlamış..

"O bulgur pilavı benim hayatıma mal oldu!"demekten kendini alamadı..
Geçenlerde rüyasında kaynanasını görmüş..
"Neredeyse tanıyamadım onu..Nasıl bir ağaca yıldırım düşer,ağaç yanıp kavrulur,kapkara kesilir ve öylece ayakta dikilir,kaynanam da aynen öyleydi,yüzü bile görünmüyordu,simsiyah kesilmişti!"dedi..
Çocuklarının derdiyle yanmaktan kararan yüzünde hüzünle bakan gözleriyle,acıyla buruşmuş dudaklarıyla..

Oda yavaş yavaş karardı,akşam ezanı okundu,o hala anlatıyordu,sonunda birbirimizi göremez hale gelince ben de kalkıp eve yollandım..




Şehit Babam,Canım Babam

Geçen cuma akşam üzeri mezarlıkta,şehitlik kapısına henüz ulaştığımda gördüm onları..
Çok genç bir anne,genç bir kız,sevimli bir kız çocuk daha..
Ellerinde de çiçek buketi..
Doğruca üç ay önce Ankara'daki patlamada şehit olan Cüneyt Sertel'in mezarına yöneldiler..
Selamlaştık..
Ayaküstü birkaç kelime konuştuk..

Şehit Cüneyt Sertel bir öğrencimin ağabeyi..
Şehidin eşi de (Şimdi yazık ki adı değiştirilmiş olan)Polatlı Lisesi'nde bulunduğum dönemde öğrenciymiş,hatırladı..

Artık bir genç kız olan büyük kızı on birinci sınıftaymış..
Çok sevimli küçük kızı da birinci sınıfta..
O gün de babalarını toprağa verişlerinin 100. günü imiş..
Tabii bunları konuşurken genç anne de genç kız da gözyaşlarını tutamıyorlardı..
Küçük kız ise buketi babasının mezarına en uygun şekilde yerleştirmenin telaşındaydı.

Onları biricik sevgili şehitlerinin mezarı başında yalnız bırakıp annemle babamın mezarlarının bulunduğu yere doğru yöneldim..
Dönerken baktım,oradalardı..
İki kardeş babalarının mezarına dökmek için çeşmeden su alıyorlardı..
Anne ise eşinin mezarının ayakucuna diz çökmüş,ziyaret defterine hem yazıyor,hem hıçkırıyordu..
Akşam güneşi onları sarışın bir buluta bürümüşken oradan sessizce uzaklaştım..

Dün de radyo haberlerinde anons ediliyordu..
Şehit ailelerinin yaşadıklarını yansıtmak üzere bir belgesel film çekilmiş ve gösterime girmiş..
Sonunda! dedim,sonunda!
Abuk sabuk komedi ya da bunalım ya da gerilim şaheserlerini(!) vizyona süren yerli film endüstrimiz(!) sonunda eli yüzü düzgün ve anlamlı bir çabaya soyunmuş..
Haberin devamında da bu yapımın sponsorunun Şehit ve Gaziler Vakfı olduğu söylenince fikrin sahibinin de ateşin düştüğü yer olduğu, yazık ki,bir kez daha dank etti..




25 Mayıs 2016 Çarşamba

Bilgi, Açması Yüzyıllar Süren Bir Çiçek Gibidir

Bir süreden beri şimdiki adı TLC olan CNBC-E kanalında bir dizi sürüyor..
Call The Midwife ..
Akşam üzeri 19.00'da başlıyor..
Bir saat kadar sürüyor..
İngiliz yapımı olan dizi,İngiltere'de çok beğenilmiş..
İlk yayınlandığı andan itibaren seyrediyorum..
Giderek sarmaya başladı..
Şimdi günlük işlerimi ona göre düzenlemeye ,dizi saatinde evde olmaya çalışıyorum..
Dizikolik mi oldum bilemem ama..

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda,İngiltere'nin yoksulluğundan başka özelliği olmayan bir semtinde,bir manastırda, hamilelere hizmet veren ebeler ve rahibelerin çevresinde,o civarda yaşayan yoksul,çaresiz insanların öyküsü anlatılıyor..
Duygu sömürüsü olmadan,tepeden bakmadan,doğum sahnelerinde iticiliğe varmadan,yerinde drama özellikleri kullanarak;en çok beğendiğim özelliği ise, son derece zarif ve sade kalmaya özen gösteren bir anlatım dili kullanarak..

Dün izlediğim bölümünde finalde söylenen cümle dizisinin ilki buydu..

Bilgi,açması yüzyıllar süren bir çiçek gibidir..
Çocuklar ve gençler, bol bol bilgilendirilmelidir..
O çiçek, yıllar sonra her yerde  açmaya başlayacaktır..

Eğitim işiyle uğraşınca çok anlamlı geliyor..
Bilgiyi aktarabilmek için,daha çok da eğitebilmek için öyle çok uğraşıyorsunuz ki..
Siz elinde bilgi tohumları olan  bir bahçıvan,öğrencilerinizse toprak..
Kulağınızda da Tohum ve Toprak adlı oyununda Orhan Asena'nın yeniçeriye söylettiği replik:
"Her tohum her toprağa uygun değildir,bazı toprak tohumu çürütür.paşa!"
İçinizde bir ürperti..

18 Mayıs 2016 Çarşamba

"Sevgili Babacığım"

"Seni çok özledim..
Keşke yanımda olsan.."

Bu küçük kızının..

"Canım Babam,
Hani biz üniversiteyi kazanınca annemle sen gezecektiniz..
Senin yokluğuna dayanmak çok zor.."

Bu da büyük kızının satırlarından..

17 Şubat'ta Ankara'daki patlamada hayatını kaybedenlerden, Şehit Cüneyt Sertel'in çocuklarının yazdıkları bunlar..
Mezarı üç hafta önce yaptırıldı..
Ayak ucuna da bir kutu kondu.
İçine de bir defter..
Ziyaretine gelenler içlerine doğanları yazsınlar diye..
Cüneyt'in arkadaşlarından,eşinin özellikle istediği şey bu olmuş..
Bir ziyaret defteri..
Tıpkı Ruşen Ülker ve Hakan Türkyılmaz için bırakılan defterler gibi..
Şimdi ziyaretçilerin içlerini dökebilecekleri üç defter oldu..
Herkes yazabilsin diye..
Herkes de yazıyor zaten..
Eşi yazmış ki, okuyunca boğazınız düğüm düğüm oluyor,çocukları,kardeşi,arkadaşları,ziyaretçileri kalemi ellerine almışlar ve sayfaları gözyaşlarıyla doldurmuşlar..
Ben de defterleri olmayan ama Cüneyt'e,Ruşen'e,Hakan'a komşu olan birkaçının adı anılsın istedim..
Mayıs şehitlerinin..

Örneğin,16 Mayıs 2001'de 31 yaşındayken şehit olan P.Kd.Üçvş. Turan KALIN,
O da evliymiş,bir oğlu varmış,şimdi kocaman bir delikanlı olan..
Babasının ayak ucunda bir defter olsaydı, neler yazardı kimbilir..

18 Mayıs 1968'de, 21 yaşındayken şehit olan Kahramanmaraşlı Er Mustafa ER,

2 Mayıs 1969'da, 20 yaşındayken şehit olan Zonguldaklı Mehmet Ali ENGİN,

14 Mayıs 1984'te, 32 yaşındayken şehit olan Pilot Celal ALTUNBAŞ,
Bayramlarda ihtiyar anneciği ve babacığı gelip ziyaret ederlerdi,babası da vefat edince anneciğini getiren kalmadı..

ve 31 Mayıs 1994'te 20 yaşındayken şehit olan Mu.Astsb.Çvş.Erbil Çelik..

Bütün şehitlerimize saygıyla..




9 Mayıs 2016 Pazartesi

Bitti mi?

Bir Anneler Günü daha geldi,geçti.. çok şükür..
Annesi olanlarla,evladı olanlar için mutluluklarla dolu bir gün..
Annesi olmayan çocuklarla,evladını yitirmiş anneler içinse..
Kafanı yastığa,bedenini yatağa gömüp,kendini herkese ve her şeye kapattığın bir ızdırap günü..
Neyseki bir gün..
Neyseki dişini sıktın mı geçip gidiyor..
Bir dahaki seneye de kim öle, kim kavuşa..


2 Mayıs 2016 Pazartesi

Mehmet Ali Engin

Adı bu..
Kendisini tanıyan ve bilen ise yok,yani artık yok..
Zonguldak doğumlu topçu astteğmen..
1949 doğumlu..
2 Mayıs 1969'da da şehit olmuş..
Mezarlığın şehitlik bölümündeki otuz beş şehitten biri..
Mezar taşında babasının adı var..
Annesinin adı yok..
(Kadının adı yine yok, yazık ki)
Henüz yirmi yaşındayken,hatta ağustos doğumlu olduğu için,yirmisini bile doldurmadan şehit olmuş..
Başucundaki mezar taşına fotoğrafı da konulamadığı için dünyaya bir fotoğraftan da bakamıyor..
Biz de onun pırıl pırıl gençliğini sadece tasavvur edebiliyoruz..
Bir de daha gençliğine doyamadan solup gittiğini..
Işıklar içinde ol,güzel çocuk !

İnler Köyünde Bir Canlı Tarih

Adı Hüseyin Türkoğlu..
1920 doğumlu..
Yani 96 yaşında..
Yaşlılığa bağlı işitme zorluğu ve 26 yıl önce başlayan görme kaybı dışında bir rahatsızlığı yok..
Bir de 20 sene önce bir çatışmada şehit olan oğlu Kadir'in acısı dışında..
Dün onu ziyaret ettik..
Evinde,köyünde..
Bahçesindeki kayısı ağacının  altında oturduk..
Konuşturabildiğimiz kadar konuşturduk..
Anlatmayı seviyor..
"Siz sorun; ben anlatırım .."deyip durdu..
Bir de sürekli bize ikramlar yapılıp yapılmadığını denetledi..
Hemen çay hazırlattırdı..
Aç olup olmadımızı tekrar tekrar sordurttu..
Torunlarına bile toplattırılmayan,tepemizde salınıp duran çağlalardan toplamamıza izin verdirtti..
Birlikte gittiğimiz müzik öğretmenimiz ve çocukları, dalından çağla toplayıp yemenin tadına vardılar..
Hava pırıl pırıl,güneş tatlı tatlı ısıtıyor,arılar,kelebekler koşuşup duruyor..
Köyün erkekleri köy konağında hafta sonunun tadını çıkartıyor..
Kısacası güzel bir pazar gününün tadını çıkartmak için her şey vardı..
Biz de tadını çıkarttık..

Benim asıl amacım ise.Sakarya Savaşı'nı izleyen yılları yaşayan,savaşın getirdiği acı ve yokluğun içine doğan Hüseyin Dede'nin o yıllarla ilgili hatırladıklarını sormaktı..
İşittirebildiğimiz kadar sorduk..
Hatırlayabildiği kadar anlattı..
O güzelim bahar esintileri içinde hatırlamanın bile insanı buruklaştırdığı yılları..

Yunanlıların kuyuya attıkları ve çığlıklarına aldırmadan koca koca taşları üzerine atarak öldürdükleri Bilal oğlu Yusuf'u..
Bir bataklık bölgeyi geçerken çamurun içine yatırıp üzerine basarak yürüdükleri yaşlı Karaca'yı..
Köyden esir olarak götürülen Abdullah'ı,Mustafa'yı ve diğerlerini..
On yıl sonra köye dönebilenlerin yaşadıkları acıları..
Bir de onu anlatırken içlendiği güzeller güzeli Küpe Kız'ı..
Ay gibi beyaz tenli güzel kızı nasıl perişan ettiklerini ve öldürdüklerini..
Anlatmadı..
İki kelime söyleyip sustu..
Anladık..
Biz de sustuk..

Köyü dolaşan bahar rüzgarında hala Küpe Kız'ın çığlığı,Bilal oğlu Yusuf'un haykırışları  yankılanır mıydı bilemedik..
Hep sustuk..

25 Nisan 2016 Pazartesi

Eğitim Şart

Yıllar önce,ünlü bir komedyenimizin, bir reklam filminde kullandığı bu sözün aslında ne kadar önemli olduğunu her vesileyle hatırlıyorum..
Cumartesi günü tiyatro izlemek için Şinasi Sahnesi'ne biraz erkence gidince vakit geçirmek için yakındaki Kuğulu Park'a yöneldim..
Çocukların bayramını kutlamak için Çankaya Belediyesi'nin etkinliklerinin ortasına düşmüşüm..
Ortalık kuşların ve çocukların cıvıltısıyla doluydu..
Onları hem izleyeyim hem dinleyeyim diye bir banka oturdum..
Biraz sonra iki hanım geldi,selam verdi,oturmak için izin diledi ve yanıma oturdular..
Biraz sonra birer sigara yaktılar,yanımda olan da ayağa kalkıp kenarda dikilmeye başlayınca şaşırdım..
Meğer dumanın bana gelmemesi için nezaket göstermiş..
Çok hoşuma gitti..
Günlük hayatta,genellikle bu yaştaki gençlerden böyle incelikleri o kadar az görüyoruz ki..
Biraz oturan iki hanım giderken de yine selam verip gittiler..
Park daha güzelleşti sanki..

Pazar günü konserden sonra Kızılay'a çıkıp birkaç kitap aldım..
Elimdeki yükümle Gar'a doğru giderken bir delikanlı yardım teklif etti..
Teşekkür edip gerek olmadığını söyledim ama ısrar edip elimdekini aldı ..
Gar'ın önünde ayrılana dek taşıdı,adını bilmediğim Mersinli Otomasyon 2.sınıf öğrencisi..
Dünya daha güzelleşti..

Ya bulunduğum şehrin sokaklarında karşılaştığım her yaştan insanla duruma göre birbirimize yol vermedeki nezaketimiz..
Bu insanların çoğunun geleneksel yaşamın içinden süzülenlerden oluşu..
Bazılarının şalvarlı,yazmalı;bazılarının kasketli halleriyle ama aynı görgülülükleriyle şehre ,şehrin sokaklarına birçoğumuzdan daha çok yakışmaları..

Galiba köyden kente gelince terbiye zincirini bir yerde koparmışız;ki sokaklar kent insanı olduğunu iddia eden ama mağara devrinde yaşadığını her vesileyle gösteren çeşitli yaşlarda  yaratıklarla dolu..

Yürüyüş yapmak için, evine bir saat uzaklıktaki ünlü bir caddeye gittiğini,görgülü insanlarla birlikte olmayı sevdiğini;kendi semtindeki görgüden nasibini almamış insanlarla aynı sahil yolunda olmaktan hiç mi hiç hazzetmediğini söyleyen Elif'in kulaklarını çınlattım..

Eğitim şart !


Ümmühan Hanım

Geçen cuma mezarlığa girdiğimde gördüm ilk olarak..
Beni görünce tedirgin oldu sanki..
Dönerken de tedirginliği artmıştı ..
Kapıdan çıktığımda da yanıma geldi,benimle yürümek istedi..
Nefes nefeseydi..
Hızlı yürümekten ,daha çok da tedirginlikten,daha doğrusu korkudan..
Yol boyunca anlattı..
Adı Ümmühan'mış..
70 yaşındaymış..
İki oğlu bir kızı varmış..
Henüz otuz yaşındayken dul kalmış,
Kocası kalp hastasıymış,henüz kırk yaşındayken de ölmüş..
Kendisinin de iki damarı değiştirilmiş,yüksek tansiyon hastasıymış şimdi..

Tekrar evlenmemiş,çocuklarını büyütmüş,evlendirmiş,torunlara karışmış..
Kirada oturuyormuş,babasından yetim aylığı alıyormuş..
Gül gibi geçinip gidiyormuş..
Akşam yaklaşırken teyzesi,yeğeni arabalarıyla mezarlık ziyaretine gelirken onu da almışlar..
Ancak mezarlık içinde birbirlerini kaybetmişler..
Bu da paniklemiş,akşam vakti orada yapayalnız kaldığını düşünerek korkmuş,hem de nasıl..
Yanıma geldiğinde ağlayacak gibiydi..
Evden acele çıkarken telefonunu da almamış yanına,her ihtimale karşı cüzdanını da..
Korkuyla ağzı kurumuş olacak ki,arabada bıraktığı su şişesini andı durdu yol boyunca..
Bir de kendisini orada bırakan akrabalarını..
Eğer beni görmeseymiş ne yapacağını bilemeyecek kadar korkmuş olduğunu ise sürekli tekrarlıyordu..
O durmadan konuşarak korkusunu yatıştırırken ben de sanki annemi dinledim..
O da böyle bir durumda kalsa aynı şekilde korkar,kime sığınacağını bilemez,panikler,ağlamaklı olurdu..

Şehir ışıklarının içine girdiğimizde sakinleşmişti..
Tam o anda yanımızda bir araba durdu..
İçindekiler kornaya basıp Ümmühan Hanım'a seslendiler..
Meğer onu unutup gitmemişler,mezarlıkta onu arayıp durmuş,bulamayınca yol boyunca aramışlar..
Onlar da korku içinde kalmışlar..
Karşılıklı sitem sözleriyle arabaya Ümmühan Hanım'ı aldılar,vedalaşıp ayrıldık..

Hayvanlar Karnavalı

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Ankara Opera ve Bale yöneticiler bir hoşluk düşünmüşler ve..
Bir aile konseri düzenlemişler..
Saint­-Saens'in Hayvanlar Karnavali adlı eserini seslendirilmek üzere sahneye koymuşlar..
24 Nisan'da ve tek bir konser..
Kaçırmadım elbette..
Keşke kimse kaçırmasa ve salon dopdolu olsaydı..
Koca salonda birkaç sırayı dolduracak seyirci\dinleyici ancak vardık..
Neyseki alkışlarımızla beş yüz kişilik ses çıkararak sanatçıların az seyirci burukluğunu giderdik..
Çok beğendim..
Hepimiz çok beğendik hatta  çocuklardan çok büyükler..
Anlatıcımız ve orkustra şefimiz Nezih Seçkin de çok sempatikti..
Çok sıcacık bir kırk dakikaydı kısacası..
Umarız her yıl tekrarlanır..
Çünkü hem eğleniyor hem öğreniyorsunuz
Enstrümanların sesini ayırt etmeyi,
Eserlerin yazılış öykülerini,
Sanatçının esere ve seyirciye saygısını,
Böyle olunca o seyircinin de o saygıyı hak etmesi gerektiğini..
Sanıyorum hepimiz birbirimizden memnun ayrıldık..
Nezih Seçkin(piyano),Aylin Özuğur(piyano),Tayfun Bozok(keman),Emel Özer(keman),Yasemin Gören(viyola),Hande Ulutaş(viyolonsel),Yalçın Özen(kontrabas),Müjde Kurt(flüt),Ferda Özkanat(klarinet),Soner Özer(vurmalı sazlar)'e teşekkürlerimizi sunarız..
Yineliyorum,umarım her yıl tekrar programa alınır,ben de tekrar tekrar izleyebilirim..

Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş


İstanbul Devlet Tiyatrolarının bu sezonki oyunlarından..
Ankara'ya konuk gelmişlerdi bir haftalığına..
Ankara seyircisi de salonu doldurarak ilgi gösterdi onlara..
Ben de cumartesi matinesinde gidip izledim..
Hanoch Levin'in bir oyunu..
Kerem Ayan yönetmiş..
Işın Mumcu dekorları yapmış..
Daha önce Sen De Gitme Triyandafilis'in dekorlarındaki başarısıyla hatırlıyorum onu..
Oyuncu kadrosu üç kişiden oluşuyor..
Musa Uzunlar,Ülkü Duru,İştar Gökseven..
Konusu pek çok kişi için tanıdık ve hatta gündelik..
Evlilik hayatı ve yıllar içinde yaşlanan, ilişkileri yıpranan karı kocalar..
Salondaki kadın erkek seyircilerin kahkahalarından pek çok kişiye dokunduğunu görebildim..
Kadının söylediklerine kadın seyirciler,erkeğin söylediklerine erkek seyirciler güldüklerine göre tanıdık sahneler anlaşılan..
Oyun metnine çok ısınabildiğimi söyleyemem..
Yazardan mı çeviriden mi kaynaklanıyor bilemem..
Ancak oyunculuk iyiydi..
Özellikle Musa Uzunlar'ın oyunculuğunu çok beğendim..
Başka ve bizden bir oyunda aynı kadroyu izlemeyi çok isterim doğrusu..
Belki bu oyundaki o tuhaf yapaylık hissini kaybettiren başka bir oyunla oyunculukları daha  da parlar ..





18 Nisan 2016 Pazartesi

Bir İnsan Öldü Diyeler Döşeğini Çöpe Atalar

Dün işlerimi bitirip huzurevini gittim..
Gittiğimde ziyaret saati bitmişti;ama kısa bir ziyarete izin verdiler,ben de Sabiha Hanım'ın kapısını tıklattım..
Uzun bir süredir görünmediğim için,haklı olarak, sitemler ederek karşıladı..
Yüksek tansiyon sıkıntısı şimdi de burun kanamaları şekline dönüştüğü için üzgündü..
Biraz yatıştırıcı sözler ettim,biraz oradan buradan konuşarak, zihnini hastalıktan uzaklaştırmaya çalıştım,biraz gülüştük..
Bir saat sonra izin isteyip kalktım..
Yolumun üzerinde dayımın bahçesi var,biraz da ona uğrar,hatırını sorarım diye düşünüyordum..
O da çıkıyormuş..
Yolumuzun üzerindeki bir çöp varilinin yanına konmuş döşek dikkatimizi çekti..
"Aa,koca döşeği çöpe atmışlar!"dedim..
Dayımın tepkisi daha ilginçti..
"Bu evde üç gün önce yaşlı bir teyze öldü.İşte bu yatak da onun yün döşeği..Demek ki insan ölünce yatağı da çöpe atılıyor.Yazık !"
Başka bir şey konuşmadan yürüdük..

13 Nisan 2016 Çarşamba

1461

Trabzon'un fethi değil..
2012'den bugüne geçen gün..
Diğer deyişle dört yıl..
Ya da kırk sekiz ay..
Geçti..
Annemi toprağa vereli..
Kaybetmenin ilk günkü acısı biraz küllendi ama ateşi yanıyor..

11 Nisan 2016 Pazartesi

10 Nisan

1951'de şehit olmuşlar..
Yani tam 65 yıl önce.
Galiba bir havacılık kazası;çünkü biri pilot..
Adı Top.Plt.Tğm.İsmail Ergin..
1927  Bursa doğumlu..
Yaşasa 89 yaşında olacakmış..
Mezar taşındaki fotoğrafında ise yirmili yaşlarının nasıl da gururlu bakışları var ..
Zaten can verdiğinde sadece 24 yaşındaymış..

Yanıbaşındaki kader arkadaşı,aynı kazada birlikte can verdikleri P.Ütğm. Kemal Akdora'nın mezarı..
O da 1923 Ankara doğumluymuş..
Cumhuriyetle yaşıt yani..
Yaşasa bu yıl 93.yaşını kutlayacakmış..
Torunlarının içinde gülümserdi herhalde..
Oysa mezar taşındaki 28 yaşının canlılığını taşıyan fotoğrafındaki bakışlarıyla sonsuzluğa güler gibi..

Ailelerinden gelen yok,belki artık hatırlayan da kalmamıştır..
Şimdi kuşların cıvıltısı,rüzgarın sesi,dalgalanan bayrağın çırpınışı onların sürekli ziyaretçisi artık..
Bir de şehitliğe gelen ve sessizce her mezarın önünde durarak taşlardaki yazıları okuyan,fotoğraflara eğilerek dikkatle bakanlar..

10 Nisan, annemin de bu dünyadaki son günüydü..
Sesini son kez duyduğumuz gün..
Sonrası yoğun bakımdaki iki gün ve yapay solunumla çarpabilen kalbinin artık dayanamayıp durduğu an..
12 Nisan..
Toprağa verdiğimiz gün ise 13'ü,ertesi gün..
Tam dört yıl geçti aradan..

'Nisandır ayların en zalimi' diyen şair ne doğru söylemiş..

4 Nisan 2016 Pazartesi

Yüzüm Güler İçim Yanar

Geçen cuma okul çıkışı önce mezarlık ziyareti ardından da epey zamandır ihmal ettiğim huzurevi ziyaretini yapayım dedim..
Huzurevine geldiğimde saat 19.00 olmuştu..
Yani yaşlılar yemeklerini ve ilaçların alalı iki saat kadar..
Bazıları için çoktan uyku saati,Sabiha Hanım'ın deyimiyle de bitkisel hayat,vakti gelmiş demekti..
Yine de Ali Dayı'yı ziyaret edebilirim,diye düşünüp ziyaret defterine adımı yazdırdım..
Yeni gelen güvenlik görevlisi,henüz iyi niyetini ve insanlığını kaybetmemiş,beni salona yönlendirip,Ali Dayı'yı almaya gitti..
Vakit geç olduğu,yaşlıların çoğu dinlenmeye çekildiği  için odada ziyaret uygun görülmüyor,doğal olarak..
Biraz sonra bir bey geldi..
İyi ama bu benim ziyarete geldiği Ali Dayı değil..
Zaten o da şaşkın bir yüzle inmiş salona,benim ziyaretçim olamaz,kimse bana gelmez,diye.
Karşılıklı şaşkınlığı attıktan sonra,ben diğer Ali Dayı'ya ne olduğunu sordum..
Kısa süre önce vefat etmiş..
Kansermiş..
Demek üç dört ay önceki son ziyaretimmiş..
Daha da üzüldüm,kendime de kızdım,daha önce gelmedim diye..
Kansermiş,son devresindeymiş..
Kendisi biliyor muydu acaba?

Yanlışlıkla da olsa görüşmeye çağrılan Ali Bey Amca ile sohbete başladık..
Yaşı henüz genç,,
Yani diğerlerine kıyasla..
65 yaşındaymış..
Toprakpınar Köyündenmiş..
Bir karısı ve beş çocuğu varmış..
-40 yaşına kadar hiç çalışmadım ben..Zaten babam da,ben ölürsem sen perişan olursun,derdi.Dediği gibi de oldu..Önce tarlaları sattım,sonra daireleri..Eldeki para tükenmeye yüz tutunca hanımla anlaşamadık..Biraz da bana vefasızlık etti..Boşandık..Oğlum da bana bıçak çekip evden kovunca ortada kaldım..
Bir akrabamın yanında çay ocağında çalışmaya başladım..Ömrümde ilk defa olarak çalıştım..O akrabanın boş bir kulübesini de kiraladım..Yere kartonlar,kırık pencereye gazeteler döşeyerek orada barındım birkaç ay..Ancak akrabam bana hiç sahip çıkmadı..
Ben de sahip olduğum tek şey olan ceketimi alıp gurbete çıktım..
Birkaç ay orada burada dolandıktan sonra kürkçü dükkanına döndüm..
Ancak iş bulamadım..
Kargalı Köyünün yakınlarında bir çiftliğin sahibi bekçi arıyormuş,kabul ettim..Tek şartım sigortamı yatırmasıydı..
Tam yedi yıl o çiflikte bir konteynırda barındım..
2500 kiraz,birkaç yüz asmanın dikili olduğu çiftlikte,arada sırada geçen çobanlar ve çiftlik sahibi dışında kimseyi görmeden geçen yedi yıl..
Kışın konteynırın önünde kurtların ulumasını dinlerken titredim..
Yazın konteynırın üstünden kavuran güneşin altında piştim..
Bir de çiftlik sahibinin acı sözlerinde ezildim..
Bana"Sakın ağaçlardan kiraz koparayım deme,yere düşenlerden,kuşların gagaladıklarından başkasına el sürme"diye sürekli tembihleyen,geldiğinde bana bir selam bile vermeyecek kadar beni hor gören o adam beni o kadar incitirdi ki..
Ben de inadına gelen geçen çobanlara o güzel kirazlardan.üzümlerden dalından koparıp ikram ederdim..
Sonunda emekli olmaya hak kazandım,hatta iki sene de fazla çalışmışım..
Şimdi on dört aydır burada barınıyorum..Elimdeki paradan dolayı başka gidecek yerim yok çünkü..

İçimi en çok buran nedir,bilir misin?Buraya ziyarete gelen küçük çocuklar..Kendi torunlarımı hatırlarım,ağlarım..

Beni evden kovan oğlumun evine arada sırada gidiyorum,sırf torunlarımı sevebilmek için..Gelinim iyi..Beni hoş karşılıyor,sağ olsun..Torunlarım sırtımda,başımda dolaşır,ben de mutlu olurum..

Burası son durağımız artık..Zamanımız gelince biz de bizden önce gidenlere katılacağız elbette..
Allah senden razı olsun,geldin,hem derdimi dinledin,hatırımı sordun,akşamımız değerlendi..Yine gel..




İki Kadın

-Kızım sen hayvanat bahçesinde mi büyüdün?
Yanımda oturan hanımın, karşımda oturan on yaşlarındaki kıza söylediği bu sözle sohbetimiz başladı..
Kendi kızına söylüyormuş..
Karşımda oturan çilli güzel kız hiç cevap vermedi..
Neyseki..
Ve aferin..
Karşılıklı oturan iki hanım kardeşlermiş..
Ankara'ya,ameliyat olan teyzelerine geçmiş olsuna gidiyorlarmış..
Ki aynı zamanda birinin de kayınvaldesiymiş..
Hatta iki kardeş,iki teyzelerinin çocuklarıyla evlendirilmişler..
Tam bir içli dışlılık..
Karşıda oturan hanımın aynı zamanda kuzeni olan kocası inşaat işçisiymiş..
Geçen sene çalıştığı inşaattan düşerek vefat etmiş..
Bu kadıncağız da üç çocukla kalakalmış..
Üstelik çocuklarının en küçüğü olan minik Berat da kas kasılmasıyla süren bir hastalıktan muzdaripmiş..
Çifte çile..
Minik çocuğu özel bir rehabilitasyon merkezine gönderiyormuş..
Devletin onun için bağladığı bakım parasını alıyormuş..
-Zaten mama,bez ve ilaç masraflarını ancak karşılıyor,dedi..
Kocasının çalıştığı günler toplamı dul maaşı bağlatmasına yetmemiş..
Bunun üzerine inşaat firması devreye girerek,hanıma aylık bağlayacak bir formül bulmuş,tazminat olarak da aynı inşaattan bir daire vermişler..
Tüm bunları anlatırkan gözlerinden de sicim gibi yaşlar iniyordu..
-Çorumluyuz biz,Bayat ilçesinden..Onun da bir köyünden..Ekmek parası bizi bu yerlere attı,başımıza da bu işler geldi..Ama kime şikayet edelim..Kader böyle yazılmış bir kere..
Derken de..

Albayın Karısı

Geçen hafta Ankara'da ilk gösterimini yapan Van Devlet Tiyatrosu'nun oyunu..
Hristo Boytchev yazmış..
Hüseyin Mevsim çevirmiş..
Hakkı Kuş da yönetmiş..
İzlediğinizin bir oyun olduğunu,gerçek olmadığını size hissettiren bir sahneye koyuş olmuş..
Dekor da kostüm de buna uymuş..
Müzikler iyiydi..
Işıklar da öyle..
Oyunculara gelince..
Ki en önemlisi zaten onlar..
Diğerleri teferruat..
Nine rolündeki Zeynep Yalçın Gören iyiydi..
Albay Kontuzov rolündeki Tolga Gülcüler,William rolündeki Doğukan Özman,dede rolündeki Nedim Salman,İsviçre'ye gidebilme hayalindeki Fero rolünde Muharrem Dalfidan,Sürekli ameliyat edilen zavallı Bratoy rolünde Mehmet Emrah Hamşioğlu da öyleydiler..
Sanıyorum rolüne çok kısa zamanda hazırlanmak durumunda kalan çocuk oyuncu Efe Küçük de alkışları hak etti..
Gül Urgan,Ezgi Yıldız Küçük(Galiba Efe'nin annesi),Aron Bunuel,Mustafa Mert de..
Bu sezon kış uykusuna yatmayı seçen Ankara Devlet Tiyatrosu nedeniyle turne oyunlarını gözler haldeyiz..
Albayın Karısı da iyi bir oyundu diyebilirim..
En azından yeni bir oyun ve Ankara'nın bu sezonki yeni oyunlarının neredeyse hepsinden iyi..
Cumartesi matinesinde kalabalık bir seyirci topluluğu olarak izledik,beğendik..
Savaşın benliğinden kopardığı insanların dramını izledik,ibretle..
Yer yer, bu halde bile kendini gösteren gülünçlüğe, güldük..
Hatta genç seyirciler daha çok güldüler bazı sözlere..
Televizyondaki bazı programlara gönderme miydi bilmiyorum,umarım değildi..

21 Mart 2016 Pazartesi

Yine Nevruz Geldi

Tam 29 yıl önce babamı kaybetmiştik..
Bir nevruz günü..

Henüz bir yıllık öğretmendim gittiğinde....

Sizler olmadan hiçbir şeyin tadı yok..
Zaten 'yalnız ve güzel ülkemiz'de artık hiçbir şeyin, hiçbirimizin tadı yok..

17 Mart 2016 Perşembe

Dört Mehmetler (ve Bütün Mehmetlerimiz)

Adı Mehmet Karabacak..tı..
29 Şubat'ta vefat etmiş..
İlerleyen ve geç farkedilen bir akciğer ve gırtlak kanseri nedeniyle bir ay içinde göçmüş gitmiş..
1954 doğumluymuş..
Yani 66 yaşındaymış..
Buraya kadar özellikli sayılmayabilir..
Onun özelliği 1974 Temmuzundaki Kıbrıs Barış Harekatı'na katılan Mehmetlerimizden olması..
Bir de o sırada atılan bombalar nedeniyle oluşan gazlardan etkilenen gözlerinin görme yeteneğinin kaybolması yani kör oluşu..
Ömrünün geri kalanı 40 yılını kör bir gazi olarak onurla yaşadı..hiç şikayet etmeden,tevekkülle,güler yüzle,sevgiyle..
Yani en azından, şu son birkaç yılda tanışabildiğimiz için, için ben onu öyle gördüm..
Geç öğrendim vefatını,eşini arayıp taziye dileklerimi ilettim,dün de mezarını ziyaret ettim..
Üzerine nergisler dikilmiş taze mezarını..
En son geçen 19 Eylül'de,Gaziler Günü'nde görüşmüş,mutlaka evlerinde ziyaret sözü vermiştim..
Evinde ziyaret fırsatı bulamadan mezarında ziyaret etmem kısmet oldu..
Yine geç kaldım..

Adı Mehmet Durna imiş..
Gaziantep Şahinbey doğumluymuş..
Askerliğini yaparken şehit olmuş..
16 Mart 1964'te..
28 yaşındaymış..
Hikayesi nedir hiç öğrenemeyeceğim sanıyorum..
Hiç ziyaret edeni yok..
Bizim Mehmetlerimizden artık..

Adı Nuri Gök..
İzmir Alsancaklı..
Mehmet Durna ile aynı gün şehit olmuş..
Aynı yerde..
Mezarları da yan yana..
O biraz daha genç,21 yaşındaymış..

Adı Göksel Lale..
Mesleği askerlikmiş..
Fotoğrafı ise hayat dolu bir genç olduğunu söylüyor..
23 Mart 1990'da şehit olmuş..
21 yaşında..

Bugün 18 Mart Şehitler Günü..
Şehitlerimizi anma,bizim için yiten o hayatlara minnet ve şükranları sunma günü..
Ne söylesek az..



14 Mart 2016 Pazartesi

Üç Ziyaret Üç Damla Gözyaşı

Dün çoktandır niyetlendiğim ziyaretlerimi yapabildim..
 En yakın olandan başladım..
Aslında eski mahallemizden demeliyim..
İlk kapısını çaldığım, Şahin'in evi oldu..
Annesi Ayşe Hanım da:"Bu sıralarda gelmeni bekliyordum!"deyince,iyi ki gitmişim diye düşündüm..
Şahin geçen eylülde,askerliğini yaptığı birliğinde ölen delikanlı..
Önce şehit olduğu söylendi,sonra kendini vurduğu..
Anne ve babasını çifter çifter acılara gark ederek gitti..
Henüz yirmi yaşındaydı..

Babası Kuran okuyordu..
Sohbetimize hiç katılmadı,okudu,okudu..
Annesi ise dinmeyen göz yaşlarıyla oğlunu anlattı..
Hayatta olsaydı terhisine gün sayacaklarını..
İzinli geldiğinde birlikte fotoğraf çektirmeye bir türlü fırsat bulamadıklarını..

İkinci durak, on beş gün önce toprağa giren Can'ın eviydi..
Üç ay önce taşındıkları yeni evlerine gittim..
Babası,annesi,halaları oturuyorlardı..
Duvarda Can'ın mahzun gülümseyişli fotoğrafı..
Ne kadar genç..
Ve annenin yüzündeki o ifade..
Şaşkın,neye uğradığını sanki henüz anlayamamış,bu nedenle de acısı zamanla çok derinleşecek olan o yüz ifadesi..
Hala gözümün önünde..
Bir de babasının elindeki saate bakarak:"Oğlumun son nefesini verdiği andan beri tam onbeşinci gündeyiz;yirmi dakika sonra tam ölüm saati ile on beşinci gün olacak!"demesi..
Dayanılır gibi değil..

Üçüncü durak da bir ay kadar önce Ankara'da akşam üzeri askeri servis araçlarına yönelik saldırıda can veren Cüneyt'in evi oldu..
Kapıyı annesi açtı..
Evde yalnızmış..
Cüneyt'in evi Ankara'da,dolayısıyla eşi ve çocukları kendi evlerine geçmişler artık..
Gelenlerin de arkası kesilmiş..
Annenin gözyaşları ise akmaya devam ediyor elbette..
"Ben Cüneyt'i ve iki kardeşini babasız büyüttüm!"deyince içim bir kez daha cız etti..
Duvarda da Cüneyt'in mahzun gülümseyen fotoğrafı....

Akşam üzeri Ankara'da yine bir saldırı,yine ölenler,yaralananlar,yine acılara gark olanlar..

6 Mart 2016 Pazar

Bütün Bacılar Toplandık Bacı Köyü'nde

Yani kentli bacılar..
Asıl köylü bacılarımız,her zamanki gibi köy işlerinin peşinde koşturuyordu..
Bir de biz kentten gelen bacılara hizmet peşinde..
Kimi köyün tarihi camiinin temizliğinin son aşamasına gelmiş,camiyi süpürüyordu,ziyaretler öncesi..
Kimi mevlid sonrası ikram edilecek yemeğin hazırlıkları ile uğraşıyordu..
Geri kalanı ise hiç görünmedi..
Biz kentli bacılar oturtulduğumuz yerde hazırlanan programı izledik..
Beklendiği gibi bol bol yapılan konuşmaları, yine beklendiği gibi bol bol alkışladık,
Dağıtılan kırmızı beyaz karanfilleri kapıştık..
(Tabii biraz sonra ufalayıp etrafa saçtık)
Edilen dualara tam yerinde aminleri sıraladık..
Dağıtılan hediye paketlerini alamadıysak biraz arıza çıkardık..
Bu arada, ziyarete geldiğimiz Bacı Köyü'nün kadınları nerede diye sormadık..
Bu çiçeklerle hediyeler onların da hakkıdır,demedik..
Dünya Kadınlar Günü için yapılan etkinlikte neden sadece annelik yüceltiliyor,demedik..
Ülkemizde sayısı,oranı giderek artan kadına yönelik her türlü şiddetin üzerinde ise hiç durmadık..
Dünya Kadınlar Günü'nü kutladık..
Arkamızda bıraktığımız kirliliği temizlemek için de yine Bacı Köyü'nün bacıları seferber olmuştur sanırım..
Kutlamak bize,temizlemek onlara düştü,yine,bir kere daha,maalesef..

Annemin Son Çılgınlıkları

Bu yıl kış uykusuna yatırılan Ankara Devlet Tiyatroları'nın nadiren yeni olan oyunlarından biri..
Geçen cuma gösterime girdi..
Ben de cumartesi gidip izledim..
Bu yıl seçilen oyunlardaki gariplik bu oyunda da sürüyor..
Tuhaf,yapay,yüzeysel,oynanmasa da olur,hatta daha iyi olur düzeyindeki oyunlara biri daha eklenmiş..
Salondan yine aynı,bir boşluk hissiyle ayrıldım..
Seni boşver,oyunun konusu nedir denirse;
Alzheimer,diyeyim..
Bizim dilimizdeki gibi söylersek,bunamaya başlamış,hatta epey ilerlemiş bir anne ile iki kızının yaşantıları idi,konu edilen..

Oysa aynı konu,çok sevilen,hatta neredeyse klasik olan Not Defteri(Notebook) filminde ne de güzel işleniyordu..

Neyse ki,bir perdelik de(Bir saat on beş dakika sürüyor)çok da sıkılmaya kalmadan bitiyor..
Dekor tasarımcısıyla el ele veren yönetmen de hareketli bir oyun denemiş,böylece sahnede habire gezinen oyuncuları izliyorsunuz,çok sıkılırsanız..
Hiç mi iyi bir şey yoktu denirse,anneyi oynayan Aysel Çakar Kara fena değildi..
Hatta Ankara'daki bu oyun kıtlığında ödül bile alabilir,o kadar...

4 Mart 2016 Cuma

Analar Çeker Yükü Kimsenin Bilesi Yok

"Senin gördüğün şu hali çok iyi,gözleri dışında hiçbir yeri oynamıyordu..
Doktorlar bana,'Umudunu kes,bunun oturması bile ancak Acıbadem'de yapılacak bir yurtdışı ameliyatla mümkün olabilir !'dediler..
Bir de'Tabii bu ameliyatı yaptırabilirsen'..
Ameliyat için hemen başvurdum,bu kez de doktorlar bana,13 gün uykusuz kalmaya dayanabilecek misin,dediler..
Dayandım..Hem de nasıl..
Bir hemşire uykusuz geçen ilk dört günden sonra bana dedi ki:'Seni sabah saat altıda yatırayım,yedide uyandırayım !'
Kalan günlerde bir saatlik uykuyla idare ettim..
Ama oğlum da ameliyattan dört gün sonra oturdu,oturabildi..
Yoğun bakımda geçen günlerde kolları göğsüne bitişik tutulduğu ve bu kez de parmakları katıldığı için vazelinle,sıcak havlularla parmaklarına,ellerine masajlar yaparak onları açtım..günlerce..
Rabbime şükür,şimdi çok iyiyiz.."
Dün akşam üzeri ekmek almak için girdiğim markette karşılaştık Fadime Hanım'la..
Tahir'in annesi..
Tahir'den daha önce söz etmiştim..
Önceki yıl sabahları annesinin ittiği tekerlekli sandalyesiyle okula giden bir orta okul öğrencisi olarak tanıdım onu..
Sadece Tahir ile selamlaşıyorduk önceleri..
Balkonun önünden geçerlerken birbirimize el sallıyorduk..
Annesi tedirgin bakışlarla izliyordu..
Kendilerine zarar verecek birisi olmadığıma kanaat getirince o da selamlamaya katıldı..

En son geçen aralık ayında Engelliler Haftası için yapılan etkinlikte görüşmüştük onlarla..
Sonra kış şartları nedeniyle, herkes gibi, evlerine çekilince göremedim elbette..
Çünkü Tahir iki senedir evde eğitim görüyor..
Annesi sebebini,fizik tedaviye daha fazla vakit ayırmak için, diye açıkladı..
Okula gidince ders saatlerinin uzunluğu nedeniyle rehabilitasyona gidişi azalıyormuş,bu da gelişimi için çok olumsuz oluyormuş;bu nedenle öğretmenler eve geliyor,tedavi için daha çok zaman bulabiliyormuş..
Bilmediğimiz ne çok şey var!

Asıl önemli olansa annenin anlatmaya olan ihtiyacı..
Marketteki ayaküstü görüşmemizde anlattı bunları..
Dar vakit olmasa daha da anlatacaktı..
Ellerinde oğlunun her akşam içmekten hoşlandığı hazır kahve poşetleri..

22 Şubat 2016 Pazartesi

Çamaşırhane

Ankara Devlet Tiyatrosu bütün eleştirilere kulak tıkıyarak uzun bir kış uykusuna devam ediyor..
Hala..
Derken yeni bir oyun ilk gösterimini yaptı geçen hafta..
Pazar günü gidip izledim,Cüneyt Gökçer Sahnesi'nde..
1.Dünya Savaşı yıllarında Fransa'da bir çamaşırhanede çalışan yoksul,çaresiz kadınların bir günü anlatılıyor..
Yaşama nasıl tutundukları,hayatın onları nasıl savurduğu,örselediği,yine de umutlu,neşeli kalabilmeye çabalamaları..
Kendi aralarındaki çatışmaları,hırçınlıkları,kavgaları da oyunu hareketlendiriyor..
İki perde diye yazıyordu;ancak galiba biraz kırpılmış olmalı ki,tek perdelik olarak izledik..
Bir saat otuz beş dakika sürdü..
Hala oturmayan,sarkan ya da eksikmiş hissi veren yerleri vardı bana kalırsa..
Zaman içinde oturacaktır elbette..
Aynı oyunların dönüp durduğu Ankara sahnelerinin bu en yeni oyunu gidilip görülebilir..
Ali Cem Köroğlu'nun ilginç gelebilecek dekoru için..
Fatih Veli Sönmez'in müziği için..
Kader İlhan'ın canlı oyunu için..
Tiyatro emektarı Gönül Orbey için bir de..
En çok da her şeyin durmadan yerle bir olduğu dünyayı 'temizlemek' zorunda kalan kadınlar için..

Güneşin Sesi

Cumartesi Mozart konseri günüydü..
Yaşadığımız günlerde yapılabilecek en iyi şey;her ne ile uğraşıyorsak,işimizi en iyi şekilde yapmak,gündemi dikkatle ve ibretle takip etmek,bir de olabildiğince yaşama tutunmak gibi geliyor bana..
Bu nedenle de Mozart konseri matinesi olduğunu öğrenince Elif'ten bilet almasını istemiştim,gittim dinledim,izledim..
Mozart'ın bestelerinden seslendirilen orkestra parçaları ve aryalarla dolu iki saat ilaç gibi geldi..
Sadece konser değildi izlediğimiz,anlatım ve canlandırmaya da yer vererek daha da etkileyici kılmışlar..
Yorulan ruhlara dinlendirici bir tedavi seansı gibiydi..
Ruhumuz yıkandı..

Tesadüf

Geçen cuma henüz okuldayken telefon çaldı..
Arayan Sezer'di..
İki yıl önce Ankara'da GATA'nın rehabilitasyon merkezinde tanıştığımız genç gazilerimizden..
Henüz yirmili yaşlarında..
Askerliği sırasında girdiği çatışmada çenesinden,kolundan,bacağından yaralanmış;protezi yok ama zaman zaman tedaviye geliyor,diğerleri gibi..
Bir trafik kazası geçirmiş,bacağına platin takılması gerekmiş,ameliyat için gelmiş,şimdi fizik tedavi için biraz daha kalması gerekiyormuş..
Hastanede durum nedir,dedim..
Son dönemde artan olaylar nedeniyle yaralanan asker ve polislerle doluymuş..
En kısa zamanda ziyaret etmek için sözleşerek vedalaştık..

Aynı gün akşama doğru eve dönüş yolundayken de Hakan'la karşılaştık..
Asker öğrencilerimden..
Uzun süredir güneydoğuda görevliydi..
Kanser..
Geçen seneden beri tedavi için GATA'da..
Ciddi ameliyatlar geçirdi,tedavisi sürüyor,..
Kanser akciğere de sıçradığı için yakında yine ameliyat olacak..
Çarşıdan geliyormuş..
Şeker yemesi yasak olduğu için,kendine hurma almış,eve dönüyormuş..
Kayınpederinin evinde misafir..
Tam da onların kapısının önünde karşılaşmışız..
Birlikte eve çıktık..
Gündemdeki ameliyatı için Ankara'ya gittiğini,henüz ameliyat gününün kesinleşmediğini,
çarşamba akşamı yaşanan askeri servis saldırısında yaralananların tedavi edildiği askeri hastanede,yaralıların durumunun çok ciddi olduğunun anlatıldığını,
şehit sayısının artmasının hiç de sürpriz olmayacağını,
yaralıların tamamen yanmış olduklarını..
Kendi derdi kendine yetmez gibi üzülerek anlattı..

Cuma günü, aynı olayda hayatını kaybeden Cüneyt Sertel için de cenaze töreni düzenlenmiş,cenazesi şehitliğe defnedilmişti..
Eski öğrencilerimden Ediz'in de ağabeyi Cüneyt Sertel..

Cumartesi sabahı annemle babamı ziyaret için mezarlığa gittiğimde şehitliğe de uğradım..
Beş ay önce,Şahin için kazılıp da şehit olmadığı gerekçesiyle kapatılan yer bu kez Cüneyt için kazılmış,demek ona kısmet olacakmış..

Cumartesi Mozart konseri için Ankara'ya gitmek üzere servisi beklerken de genç bir hanım yaklaştı..
Selamlaştık..
Eski öğrencilerimden Sibel imiş..
Evlenmiş,şimdi beş yaşında olan güzel bir kızı varmış,eşi askermiş..
Doğu görevinden sonra eşiyle birlikte Ankara'ya tayin olmuşlar..
Ankara'da görevli olan eşi de servisle dönenlerdenmiş..
O akşam onun bindiği servis geçtikten sonra olmuş olay..
Şaşkınlığı hala üzerindeydi..

15 Şubat 2016 Pazartesi

Bir Yıldönümü

Bugün de Alparslan'ın yıldönümü..
Alparslan Sarıkaya..
Jandarma er olarak askerliğini yaparken 15 Şubat 1999'da şehit olmuş..
Henüz 22 yaşındaymış..
Hep de öyle kalacak..
Dün mezarının başındaydım..
Mezar taşının üzerindeki tozları sildim..
Toprağının üzerine güller serdim..
Diğer şehitlerin her birine de karanfiller..
27.yılında da unutulmadın güzel çocuk!
Unutulmadınız!

1 Şubat 2016 Pazartesi

Anne Ben Evleniyorum

Pazar günü izlediğim operetin adı bu..
Azeri besteci Rauf Hacıyev'in eserinin prömiyeriydi..
Saat 16.00'da Leyla Gencer Sahnesi'nde..
Ben de oradaydım..
Prömiyere gelen protokol üyeleri de..
Fuayede temsil saatini beklerken orada bulunan Genel Müdür Rengim Gökmen'e biz taşradan gelenlerin sorunlarını iletme fırsatını da kaçırmadım..
Opera,bale,konser için matine kovalamak zorundayız..
Suarelere katılmanın keyfi, dönüşte vasıta bulamamaktan dolayı ıstıraba dönüşüyor bizler için..
Bir de Ankara'da metroların akşam 22.00'da,otobüs ve dolmuşların 23.00'da seferlerinin bittiğini düşünürsek..
Yani operadan otobüs terminaline ulaşmakta saniyelerle yarışıyoruz..
Vaziyet sefalet..
Bunları kendisine ilettim..
Ankara'da bulunan ve yaşı ileride bulunanların da matinelerin arttırılması talebi olduğunu,bir de ben ve benim gibi dışarıdan gelenlerin sorunları olduğunu öğrenmenin kendileri için bu talebi değerlendirmede daha güçlendirici olduğunu belirtti..
Artık her ay en az üç oyunun matineye konacağını da..
Çok sevindim elbette..
Operetin keyfi daha da arttı..
İki buçuk saat neşeyle ve güzel seslerden aryalarla geçti gitti..

Akdeniz Esintisi

Hafta sonu bale ve operet izleyerek geçti..
Yani keyifli..
Cumartesi, Akdeniz Esintisi adıyla sahneye konulan balenin matinesine gittim..
Sahnede kelebekler gibi uçuşan balerinleri izlemek insanı ne güzel duygulara taşıyor..
Kızlı erkekli bale sanatçılarımızı izlerken gurur duyduk..
İçlerinden biri ise özellikle alkışları hak ediyor:
Burak Kayıhan..
Sahneye çıktığı andan itibaren o nasıl bir seyirciyi ipnotize etmektir öyle..
Rolünü  sadece teknik olarak bale yaparak değil,bütün varlığıyla kendini adayarak..
Hepimizi mest etti..
Ancak haklarını yemeyelim,sahnedeki herkesin selama çıktıklarında körük gibi şişen göğüsleri,yüzlerinden boyunlarına akan terleri nasıl bir emekle karşı karşıya olduğumuzu bize gösterdi..
Alnının teriyle başarıya ulaşmak dediklerinin hem gerçek hem mecaz anlamı bu olsa gerek..

Dansla dolu,günlük kaygılardan azade, uçuveren bir buçuk saat..güzeldi !

Güller ve Karanfiller

29 Ocak'ta iki genç beden toprağa girmiş..
Biri 19 yaşındaki Hasan Erdem..
Vurulmuş..
1977'de..
Diğeri 26 yaşındaki Ömer Yazgan..
İdam edilmiş..
1983'te..
Farklı ideolojilerin ölüme savurduğu iki genç beden..
Ömer Yazgan'ın doğum günü de 28 Ocak..

İkisi için de ayrı ayrı gruplar tarafından anma törenleri düzenlendi mezarları başında..
Ömer için hem 28 Ocak'ta,hem 29 Ocak'ta..
Hasan için sadece 29'unda..
İki ayrı siyasi parti kendi ideolojilerine yakın gördükleri mezarın başında toplanıp konuşmalar yapmışlar..
Ertesi günkü yerel gazetede okudum konuşma metinlerini..
Mezarların üstlerini partilerinin isimleri,simgeleri ile birlikte çiçeklerle donatmışlar..
Hasan Erdem için kırmızı güller..
Ömer Yazgan için kırmızı karanfiller alınmış..
Kan rengi ikisi de..
Ancak hiçbir grup diğerinin mezarına uğramadan dönmüş..
İkisi de bu ülkenin genci ve ailesinin kıymetlisi..
Birbirlerine de o kadar yakın ki mezarları..

Şimdi Hasan'ın mezarının üzerinde Ömer'in karanfillerinden biri duruyor..
Ömer'in mezarının üzerinde de Hasan'ın güllerinden biri..
Onları görmezden gelenlere inat birbirlerine çiçek yolladılar..


29 Ocak 2016 Cuma

Dün Doğduk Bugün Ölürüz

Dün doğum günüydü..
Bugün de ölüm günü..
Adı Ömer Yazgan..
28 Ocak 1957'de doğmuş..
29 Ocak 1983'te İzmit'te idam edilmiş..
Hikayesi internette bulunabiliyor..

Sevenleri mezarını çiçeklerle süslemişler,dün gelerek..
Doğum doğum gününde gelmek istemişler galiba..
Henüz 26 yaşındaymış..
İdam edildiğinde..
Aile bu olayı hiç atlatamamıştır eminim..
Az önce,idamından önce yazdığı son mektubunu okudum..
Ailesine yıllar sonra ancak teslim edilebilen..
Aklımda  mezarına gelenlerin toprağına bıraktıkları karanfiller,kasımpatılar..

Birkaç mezar yukarıda da bir mezar daha var..
Hasan Erdem'in..
29 Ocak 1977'de toprağa düşmüş..
Henüz 19 yaşındayken..
Bugün de onun mezarı başında anmak için toplanacak sevenleri..
Daha çok da siyasiler..
Sabah bunun için mezar çevresi temizleniyor,mezarının üzerine siyasi parti bayrağı konuyordu..

Birbirine birkaç adım uzaklıktaki iki mezar..
Yaşarken dünyalar kadar ayrı fikirler peşindeki iki gence ait..
Şimdi ölümde birbirlerine komşu olmuşlar..


25 Ocak 2016 Pazartesi

Kocasını Pişiren Kadın

Dün izlediğim oyunun adı bu..
Birkaç hafta önce sahneye kondu,Ankara Devlet Tiyatrosu oyunu olarak..
İlk oyundan beridir de yer bulunmuyor..
Kapalı gişe yani..
Adı enteresan,bir de seyirci ilgisi çok olunca,merakım daha da arttı..
Sonunda geçen hafta bir seyirci biletini iade edince yer bulma şansım oldu..
Sonuç: hüsran..yine..
Ankara Devlet Tiyatroları yönetimi ne yapıyor böyle?
Sahneye koydukları seyirciyle birlikte izlemiyorlar mı hiç?
Oyun metni çok zayıf,laf kalabalığından hallice..
Oyuncuların çabasıyla izlenebiliyor ama,soğuk ve neredeyse itici bir oyun olmaktan öteye gidemeyecek..
Bir salon dolusu seyirci bunu hissettik de tiyatro yönetimi anlayamıyorsa yazık!
Oyunun adına kapılıp da giden herkesi hüsran bekliyor,benden söylemesi..

Maksat kadına şiddeti,kadın sorununu işlemekse bizden ne güzel oyunlar var oysaki..
Mesela Necati Cumalı'nın Mine'si,Oktay Rıfat'ın Çil Horoz'u hemen aklıma gelenler..
Daha kimbilir ne güzel oyunlar,oyunlarımız var..
Böyle yazarlık kursu bitirme ödevi kılıklı oyunlar için Devlet Tiyatrosu olanaklarını çar çur etmek hangi akla hizmettir..

Kocaları bilmem ama yöneticileri pişirmeli!

22 Ocak 2016 Cuma

Cemil Meriç Engelsiz Hayat Merkezi'nde Kartopu Neşesi

Eğitim Uygulama Okulu,Huzurevi,Huzurevi İş Okulu ziyaretlerinin ardından son olarak 21 Ocak'ta da Cemil Meriç Engelsiz Hayat Merkezi adıyla engellire hizmet veren kurumu ziyaret ettik..
Kar tatili nedeniyle doğrudan merkezde buluşacaktık..
Öyle de oldu,gittiğimde öğrencilerim çoktan gelmiş,tanışmış,sohbete koyulmuştu bile..
İşte görmek istediğim manzara !
Selamlaştık,hal hatır sorduk..
Küçük salonu eğlence için hazırladıktan sonra,yine öğrencilerim mikrofon başına geçti..
Önce Özcan bağlamasıyla türküler seslendirdi..
Onun ardından İbrahim'le Elif gitarlarını ellerine aldılar,Canselle birlikte şarkılar söylediler..
Hareketli şarkılarla birlikte  ortamı hemen ısıtmak için Esmanur,Tayfun,Safiye,İremnur oynamak üzere kalktılar,elbette engellilerden oynamak isteyenleri de kaldırarak..
Sonrası zaten hiç oturmamak üzere oynayarak geçen bir saatlik eğlenceydi..
Arada nefesi kesilen biraz oturuyor,sonra hemen sahnedeki yerini alıyordu..
Bizimkilerin repertuarı bitince oyun havaları ile eğlenceye devam edildi..
Düğün evinden farksızdı ortalık..
Yine..
Dördüncü kez..
Yüzler kıpkırmızı oluncaya,alınlardan terler akıncaya dek oynadılar,oynadılar..
Son sınıfta olan öğrencilerimin saat 16.00'da deneme sınavları olduğu için eğlenceye bahçede yarım saatlik kartopu oyunuyla devam etmeye karar verdik..
Sıkıca giyinerek bahçede kartopu savaşına koştular..
Herkesi çocukluk neşesine kavuşturan  kartopu savaşı ile geçen o yarım saatte de öyle mutluydular ki..
Ne engellilerin engelleri,ne öğrencilerimin sınav endişeleri..
Her şey yarım saat için zihinlerden silindi,kar beyazının ardında kaldı..
Geriye şarkılarla eğlenilen,kartopuyla neşelenilen kısacık bir zaman dilimi kaldı..
Dertli,tasalı,kaygılı yaşamlarımızda neşeyle geçen küçük bir an..
Onların neşelerini görünce mutlu olan anneleriyle birlikte biz de mutlu ayrıldık oradan..


Huzurevi İş Okulu'nda Eğlence Molası

3.durağımız Huzurevi İş Okulu öğrencileri oldu..
20 Ocak'ta oradaydık..
Okulumuza çok yakın olduğu için yürüyerek gittik..
Kapıda karşılandık..
Geleceğimizden haberleri olduğu için,derse girmemiş,bizi bekliyorlardı..
Yine Cansel ve Elif mikrofonu paylaşarak şarkılar söylediler..
İbrahim gitarıyla onlara eşlik etti..
Onlardan da Resul ve Meryem şarkılar söyledi..
Tabii kısıtlı repertuar bitince mecburen oyun havalarına dönüldü..
Ondan sonrası da hep birlikte ter içinde kalana dek oynamaktı zaten..
Oynadılar,oynadılar,oynadılar..
Yorulan biraz dinleniyor,sonra yine ufacık sahnede yerini alıyordu..
Bir saat önce birbirlerini hiç tanımayan iki ayrı genç grup şimdi sahnede karşılıklı döktürüyor,hatta öğrencilerimle sarmaş dolaş pozlar veriyorlardı..
Ancak onların servisle evlerine gitme saatleri gelince eğlence sona erdi elbette..
Onlar öğretmenlerinin denetiminde servislerine bindirilirken biz de okulumuza, derslerimize döndük..
Geriye birlikte geçirilen neşeli dakikalar ve hatırda kalmasını umut ettiğim güzel anılar kalacak..

19 Ocak 2016 Salı

Gözüm Nuru Oğulcuğum Hakan'ım!


"Sonunda kavuştuk..
Tam 29 yıldır sana hasrettim..
Bitti hasretim,hasretimiz..
Şehit olduğun haberi geldiğinden beri yanan yüreğim sonunda durdu..
Şehit oluşunun yıldönümlerinde mezarının başında toplanan arkadaşlarını evde yanıma toplardım..
Onlar sofrada yer içerken,sohbet ederken sen de aralarındaymışsın gibi gelirdi..
Onların seslerini seni dinler gibi dinlerdim..
Her yıldönümünü seni bekler gibi sabırsızlıkla bekler,sen gelecekmişsin gibi heyecanla hazırlıkları denetlerdim..
Evimin kapısından arkadaşlarınla birlikte sen de giriyordun sanki..
Ellerimi arkadaşlarınla beraber "Anacığım!"diyerek sen de öpüyordun sanki..
Yaşasaydın,şimdi saçları ağarmış,yüzleri çizgilerle dolmuş,çoğu emekli olmuş arkadaşlarının yanında, duvarda gülümseyen fotoğrafınla,sen hep genceciksin yavrucuğum..

Bir ay önceki yıldönümünde de seni anmak için gelen arkadaşlarını evde yanıma topladığımda son kez toplanmışız meğer..
Onlara son kez sofra kurdurmuş,seslerini son kez dinlemişim meğer..
Ben sana hasret,gözlerimden yaşlar sızarken,onları son kez görmüşüm meğer..
Şükür kavuşturana yavrucuğum,hasretimiz bitti artık.."

Şermin Teyze de vefat etmiş..
Yerel gazetedeki haberde okudum..
29 yıl önce,19 Aralık 1986'da şehit olan oğluna kavuştu sonunda demek ki..
Son nefesine dek dilinden düşürmediği sevgili Hakan'ına..
Işıklar içinde olun Şermin Teyze,Mehmet Amca,sevgili Hakan!










15 Ocak 2016 Cuma

Tek Hayalim Topuklu Ayakkabılarımı Giyip Yürümek

Dün akşam üzeri belediye tiyatrosunu izlemek için giderken yolda karşılaştım onlarla..
İki kız kardeş..
Biri tekerlekli sandalyede..
Spastik engelli..
Konuşamıyor pek..
Diğeri ablası galiba..
Kardeşini gittiği her yere taşıyan o..
Yüzünde de hep aynı yorgun,bıkkın  ifade..

Yıllardır çarşı pazarda karşılaşırız..
Ancak pek tanışmazdık..
Bir vesileyle biraz konuştuk..
Şimdi her gördükçe selamlaşıyor,birkaç kelime de olsa konuşuyoruz..

Birkaç ay önceki karşılaşmalarımızın birinde neden hep düz ayakkabı giydiğimi sormuştu abla olan ..
Sabah akşam yürüdüğüm için böylesi daha uygun bana elbette..
Ancak bunu duyunca ablanın söylediği söz içimi sızlattı..
"Biliyor musun en çok neyi özlüyorum?Topuklu ayakkabılarımı giyip caddede salına salına yürümeyi..
Tek özlediğim,hayal ettiğim şey bu..Giyinip kuşanıp on beş dakika için de olsa tek başıma gezmek !.."

Dün akşam üzeri karşılaştığımızda yine gazinoya çay içmeye  gidiyorlardı..
Ablanın yüzünde yine aynı yorgun ve bıkkın ifade,tekerlekli sandalyedeki kardeşinin gözleri ise ışıl ışıl..
Benim aklımda olansa ablanın hayali..


11 Ocak 2016 Pazartesi

Cehennemin Kuytusu


Bu yıl Ankara Devlet Tiyatroları dinlenme döneminde..
Geçen sezonun hatta iki üç sezon öncesinin oyunlarıyla yetinmeyi tercih etmişler..
O oyunları izlediğim için de izleyecek oyun bulamıyorum haliyle..
O zaman da turne oyunlarının yolunu gözlüyorum..
Geçen hafta İstanbul Devlet Tiyatroları'ndan 'Cehennem' Ankara turnesindeydi..
Ben de cumartesi gidip izledim..
Konu sanal alem suçları,bilhassa pedofili..
Bir saati biraz aşan tek perdelik oyun hakkında gitmeden biraz bilgi sahibi olmuştum..
Asıl merak ettiğim ise iyi bir oyunculuk görebilmekti aslında..
Beş kişilik oyuncu kadrosu fena değildi diyeyim..
Benim dikkatimi Ahmet Somers'in yalın oyunculuğu çekti,..
Bir de oyunun sürprizini üzerinde taşıyan bir rol olunca daha etkileyici oldu..
Metin Belgin hem yönetmiş hem de rollerden birini üzerine almış..
Dikkatimiyse ne oyunu yönetmesi ne de oyunculuğu çekti,ne kadar yaşlandığına takıldım..
Dede Korkut'a dönmüş,zaten kocaman kafası bir de bembeyaz uzun saçlar ve uzun sakalla iyice kocaman olmuş..
Zaten sadece bu tarafıyla dikkat çekiyordu..
Sahne düzeni çok sade tutulmuş,oyunculuklar da öyle,tercih meselesi elbette..
Ancak iyi oyunculuk görmeyi de istiyoruz tabii ki..
Neredesin tiyatro?


8 Ocak 2016 Cuma

Bi Sus Artık !

Geçen gün gazetede haber yazısı olarak yer alıyordu..
Konserlerde gürültü yapan seyirciler..
Konsere geliyor ama dinlemek ve anın tadını çıkarmak yerine o kadar yüksek sesle konuşuyorlarmış ki,orkestranın sesini bastırıyor,üstelik uyarılara da atarlanıp,kavga çıkarıyorlarmış..
Ya da konseri dinlemek yerine solistin dibine kadar sokulup sürekli telefonla kayıt yapıyor,orkestra elemanlarının dikkatini de dağıtıyorlarmış,yine uyarılar karşısında da atarlanıp,kavgaya bahane arıyorlarmış..
Üstelik bu durum artık sıradan bir olay halindeymiş..
Konser veren solistlerin hepsi bu durumdan fena halde muzdariplermiş ancık işletme sahiplerinin konuya ilgisizliği nedeniyle çaresizlik yaşıyorlarmış..

Yazıyı okuyunca yıllar önce sinema salonunda film izlemeye gidişimi hatırladım..
Kendi aralarında konuşanlar,çerez paketlerini haşır huşur açanlar..
Bir daha da gelmem sinemaya demiştim..
Sözümü tutuyorum..

Tiyatro,opera,balede bu durum pek yok neyseki..
Yoksa dilimi ısırıp,henüz mü demeliyim..
Genellikle oturup oyunumuzu izliyoruz terbiyeli terbiyeli..
Arada çalan telefon zırıltıları olmuyor değil ama o zaman hepimiz dönüp o seyirciye bakarak öyle bir 'mahalle baskısı' oluşturuyoruz ki..
Ya da arada bir konuşan seyirciye..
Sessizlik hemen oluşuyor tekrar..

Tabii aynı durum,Ankara ve İstanbul Belediye Tiyatroları için söz konusu değilmiş..
Bunu hem Ankar'da hem de İstanbul'da Büyükşehir Belediye Tiyatroları'nın oyunlarını izleyenler anlattılar..
Bazen belediyelerin otobüslerle taşıdıkları seyirciler(ya da seçmenler) oyun izleme terbiyesi noktasında bilgilendirilmedikleri için olsa gerek,gürültü oyuncunun sesini bastırıyor,ancak bu kepazeliğe kimse bir şey d(iy)emiyormuş..


4 Ocak 2016 Pazartesi

Yeni Yıl Umudu

Kardelenlerin minik yeşil uçları görünmeye başladı..
Güzel günlerin habercisi olarak..
2016'yı da ucundan yaşamaya başladık..
Umarız güzel günlere doğrudur..
Şairin dediği gibi..

Kardelenlerin incecik  rüzgarlarda titreşecek kadar narin ama hiçbir rüzgarda da kopmayacak kadar  güçlü ve bembeyaz yapraklarının saflığında bir yıl diliyorum..




Okulumun adı iade edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi!(İade edilene dek geçen 286.gün)

Gece O Kadar Kirliydi Ki

İkisi De Kayboldular..
Diye bitiyor cümle ve de oyunun adı..
26 Aralık'ta izlediğim Van Devlet Tiyatrosu'nun oyunu bu..
Ankara turnesinde biz de görme fırsatı bulduk,Altındağ sahnesi'nde..
Plınıo Marcos'un yazdığı oyunu Orhan Güner çevirmiş..
Ferdi Değirmencioğlu yönetmiş..
Sertel Çetiner'in ellerinden çıkmış güzel bir dekorda izledik..
Oyuna gelince..
Evrensel bir konu olan, yoksulluktan kurtulabilmek için imkansızlıklar içinde debelenen insanların öyküsü anlatılıyor..
Ancak oyuna ısınamadım(k) nedense..
Arka sırada oturan bir seyircinin duyulur bir sesle (ruhum yoruldu!) deyivermesi  başkalarının da pek farklı duygular içinde olmadığını gösteriyordu zannederim..
Yine de emeği geçenlere farklı bir oyun izleme fırsatı verdikleri için teşekkür eder,daha iyi oyunlarda görüşebilmeyi dileriz,emeklerine sağlık..

Huzurevi'nde Parti Var

Bu da geç kalmış bir yazı maalesef..
30 Aralık'ta da Huzurevi'ndeydik..
Yine aynı öğrenci grubumla, bu kez yaşlılarla eğlenmek,eğlendirmek için yola düştük..
Biz gittiğimizde salonda bir kaç yaşlıdan başka kimse yoktu henüz..
Yavaş yavaş salonu doldurdular..
İlk kez böyle bir ortamda bulunan öğrencilerim, kısa bir çekimserlikten sonra hemen yaşlıların aralarına dağıldılar,ellerini öpüp,hatırlarını sordular,sohbet havası hemen oluşuverdi..
Bir yandan da ses düzeni hazırlandı,tabii yine çok amatörce..
Ama bu kez gürültü çıkaran düdükler ortada olmadığı için ses daha iyi duyuldu..da bu kez de repertuar yetmedi..
Hadii yine işi oyun havalarına döktük..
Bilgisayara yüklü oyun havaları evire çevire tam bir buçuk saat boyunca çalındı,oynamaya gönüllü olanlarla oynandı..
Arada yorulanlarla sohbetler devam etti ve yine gitme saati geldi..
Bu ziyaretler kendi ders saatimde yapıldığı için kısıtlı sürelerde gidip dönmek zorundayız yazık ki..
Ancak yeknesak geçen huzurevi yaşantılarının içinde onlara oyunla,sohbetle dolu iki saati yaşatabilmek de her sıkıntıya,yorgunluğa değiyor..
Şimdi o esnada çekilen 'selfie'lere baktığımızda bunu görebiliyoruz..
Ziyaretlerimiz devam edecek,sırada Huzurevi İş Okulu öğrencileriyle karne partisi var..

Eğitim Uygulama'da Şenlik Var

Bu yazı 25 Aralık'ta yazılmalıydı aslında..
Yani geç kalmış bir yazı..
Kendi kendimize gelenek haline getirdiğimiz kurum ziyaretlerimizin bu yılki ilkini,25 Aralık 2015 Cuma günü, Eğitim Uygulama Okulu'na giderek gerçekleştirdik..
Engelli öğrencilerin eğitim gördüğü okula yeni yıl öncesi birlikte eğlenmek için yola düştük..
Yılbaşı süslerinden oluşan torbalarımızla gittiğimizde onlar da salonu balonlarla süslemek için hazırlık yapıyorlardı..
Süsleme işini birlikte tamamladıktan sonra öğrencilerimden Elif ve Cansel birlikte gitar çalıp şarkılar söylediler..
Özcan da bağlamasıyla türkü söyleyerek katıldı..
Ancak engelli çocukların tam gaz eğlenmek için ellerindeki düdükleri öttürmeleri, bizim de tek mikrofonla cılız çıkan seslerimiz nedeniyle pek de duyulmayan bir konser oldu..
Önceden tembihlediğim gibi yanlarında oyun havaları yüklü bilgisayarlarını getirdikleri için hemen oyun havasına döndük..
Benim öğrencilerim,engelli öğrenciler sonraki bir saat boyunca hiç oturmadılar artık,bayılana dek oynadılar..
Bir engelli kız oynamaktan bayıldı..
Neyseki hemen kendine geldi ve eğlenceye devam etti..
Bir yandan da bütün cep telefonlarıyla selfieler çekiliyor,pozlar veriliyor;o zamana dek çekingen duranlar da oyun halkasına katılıyor,öğrencilerimle sohbet etmeye razı oluyor..
O kadar oyundan sonra acıkan midelere hazır olan yemekler servis edildi,birlikte sofraya oturuldu..
Elbette dönüş saati de geldi çattı..
Son kez selfieler çekildi,son kez sarılındı..
Tam çıkarken de hepimize elleriyle yaptıkları minik anahtarlıklar sundular,yüreğimiz bir kez daha sıcacık oldu..
Bana bir baykuş verildi..
Mor keçeden yapılmış..
Tıpkı onlar gibi olağanüstü sevimli..
Kullanmaya kıyamıyorum,sadece bakıp tekrar paketine koyuyorum ..
Fotoğraflar ise rüzgar gibi geçen ziyaretimizin ayrıntılarını ortaya koyuyor şimdi..
Yine gideceğiz..