28 Şubat 2014 Cuma

Deli Gönül Herkesle Anlaşır Kendi Ailemle Anlaşmak Muhal

Nazım Hikmet'in ,Otobiyografi adlı şiirindeki dizeler dünden beri zihnimde dolaşıyor;tabii yukarıda yazdığım ifade  daha da fazla..
Neden insan 'en zor' ailesiyle anlaşır?
Cümleyi tekrar kurayım.
İnsanın ailesiyle anlaşması neden 'atomu parçalamaktan' zordur?
Geçmiş hayal kırıklıkları,geçmiş kuyruk acıları,bir türlü silinemeyen ortak geçmişin kötü  izleri aile bireyleriyle her karşılaşmayı beynimizde bıçak yarasına dönüştürüyor,ondan mı?
Dünden beri geçmeyen baş ağrım ondan mı?
Hafta sonu kendimi atacağım bir opera olmaması ne yazık !Belki yaralı ruhu biraz iyileştirebilirdim..

26 Şubat 2014 Çarşamba

İnmek Mi Çıkmak Mı... İşte Bütün Mesele...

Geçen akşam ilçemizi ziyaret eden Erzurum Devlet Tiyatrosu'ndan Meraki'yi izledik.Moliere'in Hastalık Hastası adlı oyunundan  "Tanzimat'ın Moliere'i" Ahmet Vefik Paşa'nın uyarladığı oyun
,                     0,









































































































































Dün akşam "Meraki"yi izledik.Erzurum Devlet Tiyatrosu ilçemizde turne konuğumuz oldu ve bize çok eğlenerek izlediğimiz bir oyun sundu.
Moliere'in Hastalık Hastası adlı oyunundan( bizim  Tanzimat Moliere'i )Ahmet Vefik Paşa'nın uyarladığı bir oyun..
Bir buçuk saat süren tek perdelik oyunda en çok eğlenenler çocuklardı.Attıkları zincirleme kahkahalarla oyuncuları bile keyiflendirdiler.Gerçi oyuncuların kendileri de çok keyif alarak oynuyorlardı.Ama seyircinin keyifle izlemesi,oyunculara sunduğu cömert alkışlar ve kahkahalar onların da keyfini arttırdı sanırım..kısacası birbirimizden memnun ayrıldık..
O halde başlıktaki tuhaflık da nesi..?
Şuraya takıldım:Her seviyeden seyirciye keyifli vakit geçirtirken bir yandan da iyi bir oyun seyrettirme çabasının ince sınırı bazen yönetmeni zorlayabiliyor.Denge bazen eğlence ağırlıklı olurken oyun metni,yazarın derdi, "hafif"leyebiliyor;hatta eğlencenin arkasında gözden kaçabiliyor.Çok eğleniyoruz ama oyun izlemiş olmuyoruz.Elbette yönetmen, "Ben böyle yorumluyorum."deme hakkına sahip ama klasik bir oyun izleme fırsatını  bir salonda,canlı izleme fırsatını yılda bir kere bulabilen halkın bir eseri öğrenme fırsatı araya kaynıyor.Zaten televizyonda dizi,yarışma,çeşitli gösteri programlarıyla beyni bombardımana uğrayan insanlar bir oyunu  duruluğu içinde izlemenin de güzel olduğunu görmeliler..Hele de Devlet Tiyatrosunun bir oyunu en iyi şekliyle sunacağı beklentisi içinde olanların uğradığı şaşkınlık da ayrı bir konu..Yani oyunu bir televizyon eğlencesine  dönüştürerek mi sunalım yoksa oyunun içindeki eğlenceyle yetinip halka bilmediği bir  dünya mı sunalım?


















24 Şubat 2014 Pazartesi

Çehov Ankara'daydı..

Geçen hafta tiyatro sahneleri Çehov oyunlarıyla doluydu.Biz de hafta sonunda iki matine oyunu izleyerek konuya dahil olabildik.İlk izlediğim oyun Sevgili Doktor'du.Adana Devlet Tiyatrosu oyuncularının performansıyla ve keyifle izledik.Seyirci topluluğu da oyunla bütünleşir bazen,oyun daha bir güzelleşir.Bu kez de öyle oldu.Oyunun yönetmeni de böyle bir kurgu oturttuğu için izleyici de oyuna katıldı.Daha doğrusu oyuncular yönlendirdi.
Çehov'un sekiz oyunundan bir kolajdı oyun..Okuyanlar zaten bilir..Benim sözünü etmek istediğim oyuncular..Özlem Kaya,soprano sesiyle ve canlandırdığı üç ayrı tipleme ile hemen fark ediliyordu.Bütün oyunun ağırlığını üstlenen Murat Özben de öyle..Halil İbrahim Kurum da öyle..Farklı tiplemeleri,üstelik kendileri de eğlenerek çok güzel sunuyorlardı.Çok keyifli bir oyundu kısacası..
Tiyatro izlerken son zamanlarda bu hususa çok takılıyorum.Oyuncu da oyundan keyif alıyor mu?Komedide onun da gözleri gülüyor mu?Dramda yüzündeki hüzün samimi mi?Rahmetli Macide Tanır'ın dediği gibi "Önce kendisi inanıyor mu?"Biz seyirciler bunu fark ediyoruz çünkü..Eğer buna önem de veriyorsanız,oyun daha da etkileyici geliyor.Yoksa izliyor ve salondan çıkınca da ne izlediğinizi bile hatırlamıyorsunuz.Onca kan,ter,gözyaşı,vakit,nakit,bin türlü çaba ziyan olup gidiyor.Üstüne bazı kere pişmanlık da cabası..Keşke gitmeseydim,keşke bunu seçmeseydim..

20 Şubat 2014 Perşembe

İşte Ben Öldüm Çocuklarım Siz Yaşayın

Müsellem Amca öldü,yani ölmüş...Ben duyduğumda cenazesi bile kaldırılmıştı..Son bir yılı çocuklarının vefasızlığı,bıkmışlığı ile ;son altı haftası ise yoğun bakımda sabırlı bir bekleyişle geçtikten sonra,  18 Şubat'ta öğle vakti son nefesini vermiş.Hayattayken istediği gibi köyde,annesinin,ilk karısının yanına defnedilmiş.Sonunda hayattaki yakınlarının elinden kurtulduğu için sevindim ama benim için tanıdığım kapılardan birinin daha kapanması anlamına geldiği için üzüldüm.En çok da son üç ayında ona çektirilen,reva görülen muameleye üzüldüm.Dün yerel gazetede, ilçemizde vefat edenler bölümünde onun adı da yazıyordu:"Tatlıkuyu Köyü'den Müsellem Nefes vefat etmiştir.
"Işıklar içinde yat Müsellem Amca.Burada sabırla ölümü bekledin,sana ölümü arattılar.

Sonsuz hayatında,sevdiklerinle birlikte yüzün hep gülüyor,buradayken görmeyen gözlerin her güzelliği görüyor,buradayken duymayan kulakların her güzel sesi duyuyor,ağzındaki protezin işe yaramaz hale geldiği ve yenisi de yapılmadığı için yarı aç,istediğini yiyemeden geçen buradaki günlerine inat, özlediğin her şeyin tadına bakabiliyorsundur inşallah !
Annemle babama da selam söyle..Yeniden görüşünceye kadar,bizi oradan gözetin,olur mu?



    İhtiyarlar Balladı
''onlara ün mü gelir bazı ses mi duyarlar
yumuşak bir kedere ufalır bakışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları
yorgun öksürükleri oturup kalkışları
yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar
her gece artık gitmek vaktidir sanırlar
geçmiş günlerinden bir destek aranırlar
uysal bir gülümseme tek sızlanışları
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
ölüme koşullanmış bütün davranışları

yolculuk sabaha mı yoksa akşam üstü mü
aylardan bu ay mı günlerden acaba ne gün
yılan gibi çöreklenmiş bu boğuk kördüğümü
çözebilirsen çöz çözememekten üzgün
kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün
şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü
bir daha yiyecek mi yediği şu üzümü
ya uykuda giderse söylemeden son sözünü
ölmek var mı farkına varmadan öldüğünü
yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü
çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün

bakılan her resim bütün bir ömrü saklar
ellerini kaldırsalar yıllar dökülüşür
birazdan yalıda sanki buluşacaklar
bir yerde saat çalsa o sevgili görünür
umut heykeli midir ay ışığı örtünür
bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar
çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar
kalkan her vapurda giden bir yolcu var
gönderilen her mektup onları götürür
idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar
sabahtan akşama her gün kaç kere ölür..''
                                          Attila İlhan

18 Şubat 2014 Salı

Bana Bak Benimle Konuş

Dün eve doğru giderken yine aynı manzarayı gördüm.Bir anne elinde cep telefonu,hararetle konuşuyor,zavallı bebecik de eline tutuşturulan şekerlemeyi yalayarak oyalanıyor;arada da annesinin konuşmasına dahil olmaya çalışıyor. Pek çok kez bu manzarayı görüp çocuklar için üzülüyorum.Anne ya da babalarının sündürdüğü kolları ile çekiştirilerek, yüzlerindeki mutsuz ifade,ama asıl yalnız ve üzgün bakışlarla yanımdan geçip gidiyorlar.. O an içimden geçeni bir gün dayanamayıp yapacağım sanıyorum.O anne veya babayı durdurup "Bırak o elindekini,yanında dünyanın en tatlı varlığı duruyor,bütün masumluğuyla..Onunla konuş,hazır tüm dünyası seninle doluyken,sana taparken,ne dersen ona inanırken..Öyle hızla büyüyecek,yerini hemen başka kahramanlar öyle çabucak alacak,söylediğin her şeyi alayla karşılayacağı günler öyle çabuk sökün edecek ki! Bugünün her saniyesini değerlendir.Başka hiç kimseyi,hiçbir şeyi düşünmeden sana bakan o gözlere sen de başka hiç kimseyi,hiçbir şeyi düşünmeden bak !"diyeceğim. Eğer yanlış insanların saçmalıklarıyla büyütülmemişlerse çocuklardan daha sahici varlık yok.Büyüklerle konuşmaktansa çocuklarla konuşmayı yeğliyorum çoğu kez.İçindeki çocuğu canlı tutmaya çalıştığını düşünen,iddia edenlerden de köşe bucak kaçıyorum.Hatta gerçek çocuklarca oyundan atılmalarını istiyorum.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Don Giovanni

Hafta sonunda operadaydım. DOB bu temsili matineye koymuş,böylece bizim gibi taşrada oturan operaseverlere büyük bir iyilikte bulunmuştu.Teşekkür ederim.Çok keyifli bir üç saat geçirdim(k). Operanın başkalarında nasıl bir tesiri var bilmem ama o müziği,o aryaları dinlerken şırıl şırıl akan bir çağlayanın altında duruyorum ve sular başımdan,omuzlarımdan dökülürken ben de arınıyorum sanıyorum.Bu kez de öyle oldu.Ruhum üç saat boyunca yıkandı,yıkandı ... Şimdi yüzümde dingin,gülümseyen bir ifadeyle dolaşıyorum. Çok sürmez tabii..Saçma sapan insanlar,olaylar yine ruhumu ağırlaştırır,bezginleştirir,yine kırış kırış olurum.Ozamana kadar bir opera matinesi daha olur umarım.Yine yıkanır,arınır,hayata dayanma gücünü kazanırım..Duy beni DOB !Yarasa Opereti,Attila ,Macbeth Operalarının matineleri benim gibi uzakta oturanları çok mutlu edecektir. Bizi Don Giovanni'de aryalarıyla mest eden opera ekibine teşekkürlerimi iletmek isterim.Özellikle Eralp Kıyıcı...Performansı olağanüstüydü.Sabri Karabudak,Mehlika Karadeniz ve lirik sesiyle Şenol Talınlı bizi sesleriyle mest ettiler.Aslı Akar Sesal da hem sesi hem güzelliğiyle..Genç seyircinin çok olduğunu ve eseri büyük bir ilgiyle ve zevkle izlediklerini eklemek isterim.İddia edildiği gibi ak saçlı bir grup ihtiyarla, birkaç yabancının izlediği etkinlik değil opera.Gençler akın akın geliyor.Yetkililer bunu dikkatle izleyip not alıyordur umarım.Genç kitleyi kaybetmemek gerek çünkü.İyi hazırlanmış,nitelikli eserler daha çok genci salonlara çekecektir.Yekta Kara'nın adını da anmak isterim.Sahneye koyduğu eserleri dikkatle takip ediyor,genellikle memnunlukla izliyoruz.Bu kez de öyle oldu.Birlikte çalıştığı bütün ekibini de isterim;orkestrasından,kostüm ve ışıkçısına dek kutlamak isterim.

TÜRKAN TEYZE

Mezarlıktan çıktığımda hava kararıyordu.Geç kaldım diyerek hızla yürümeye başlamışken "Komşu !" diye seslenildiğini duydum.Doğrusu hem yanlış duyduğumu düşündüm hem de o komşu ben değilimdir diye..Ses tekrarladı:"Komşu !" Dönüp baktım,Türkan Teyze imiş.Şaşırdım.Bu geç saatte ne yapıyor burada?Sanki o saatte ben orada değilim de !Bekledim.Yetişti,birlikte yürüdük. Onunla geçen yıl yine mezarlıkta,yine dönüş yolunda karşılaşmıştık.Hiç tanışmıyorduk.Ama o kadar dertli bir haldeydi ki,selam verip girizgaha bile geçmeden derdini dökmeye koyulmuştu.O anda sadece bir insana,kim olursa olsun onu dinleyecek birine ihtiyacı vardı,o kadar..Anlattı,anlattı,anlattı... Bir kızını kanserden kaybetmiş,ondan bir yıl önce diğer kızının kocası bir bir kalp krizi sonrası sonsuzluğa göçmüş.Evlat kaybının acısı öksüz ve yetim kalan torunlarının acısıyla katmerlenmiş.Bir de esnaflık yapan oğlunun iflas edip bir yığın borçla ortadan kaybolması dertlerini katmerlemiş..Oturduğu evi satarak oğlunun borcunu ödemiş.Uzak bir kentte onlara ev açarak,iş bulmasını sağlayarak yeni bir düzen kurmuş onlara..Kocası tüm bu üzüntülere dayanamayarak hastalanmış.Kendisi ise nasıl olup da ölmediğine şaşıyordu.. Mezar ziyareti onun için de tek teselli olmuş,sık sık çocuklarının mezarını ziyaret ediyor,derdini mezarda yatan sevgili çocuklarına döküyormuş. O akşam da iflas eden oğlunun yine buraya dönmek istediğini,eski sorunların tekrarlanmasından korktuğunu,biraz yoluna giren hayatının yine dert yükü haline geleceğinden yakınıyordu. Üzüldüm haline,biraz teselli ettim.Evinin önüne gelince vedalaşıp ayrıldım, bu yüreği yanık dertli ana ile..Hayat neden bazen sadece kederdir..Hep ağlamak düşer payımıza nedendir..

14 Şubat 2014 Cuma

Kalbini Yanımda Taşıyorum

e.e.cummings in bir şiiri. (ın hear shoes - yerinde olsam filminden...) "kalbini yanımda taşıyorum/ seni kalbimde taşıyorum/ ve hiç şüphem yok ki nereye gidersem gideyim/ sen de benimle geliyorsun/ ve bir başıma yaptığım her şeyi aslında/ sen de benimle yapıyorsun/ kaderden korkmuyorum/ çünkü sen benim kaderimsin tatlım/ dünyayı istemem/ çünkü güzelim/ benim dünyam sensin/ gerçeğimsin.../ işte kimsenin bilmediği derin sırrım/ işte köklerin kökü, göklerin göğü/ ve hayat denen gökler ve kökler/ ruhun alabileceğinden daha çok büyüyebilen/ aklın saklayabileceğinden/ bu yıldızları birbirinden ayrı tutan mucize/ kalbini yanımda taşıyorum/ ve seni kalbimde taşıyorum... (Anneme ve Babama)

12 Şubat 2014 Çarşamba

Sen Bana Göz Ol Canım, Ben Sana Koca

Dün akşam üzeri eve dönerken gördüm onları..El ele tutuşmuş evlerine gidiyorlardı..El ele olmaları romantizmden değil,zorunluluktan daha çok..Adam kör;dolayısıyla her yerde el ele dolaşıyorlar.Çok da sevimliler..Adam uzun boylu,yapılı;kadın kısa boylu,kambur, kalın camlı kocaman gözlükleriyle çarşıda,pazarda,yürüyüşlerde çok karşılaşıyoruz.Hikayeleri nedir bilmiyorum ama onları görünce sevimliliklerini gülümseyerek izliyorum,birbirlerine uyumlarını..Onları bir araya kim getirmişse, çok doğru bir iş yapmış bence..

10 Şubat 2014 Pazartesi

Hanife Hanım

Pencereden dışarı baktığımda gördüm onu.Kaldırım kenarına oturmuş,soluklanıyordu.Epeydir görmediğim için hatırını sorayım diye balkona çıktım.Beni görünce o da gülümsedi.Selamlaştık.Yüzü ter içinde yine..Kalp yetersizliği var.Kalbine pil takılacaktı birkaç ay önce.Ancak hastanenin talep ettiği ameliyat masrafı nedeniyle yaptıramamıştı.Nasıl olduğunu sordum."İyiyim çok şükür,ciğerlerimde kist mi ne varmış;onu kurutmadan kalp pilini takamazlarmış.Şimdi ayda bir ,o yarayı kurutacak iğneyi yaptırmak ve kontrol için hastaneye gidiyorum.Bu ayın yirmisinde gene gideceğim." dedi.Amcayı sordum."İyi işte,kendini taşıyor.Atsan atılmaz,satsan satılmaz."dedi.Oğlunu sordum."Bir buçuk aydan beridir ne aradı,ne sordu.Canı sağ olsun."dedi.Benim hatırımı sordu.Yavaş yavaş doğruldu.Yükünü sırtına vurup yola koyuldu.
Annem hayatta iken ,penceremizin önünden ağır ağır geçtiği bir gün görmüş,ikimiz de merak etmiştik; koca bir çuvalı sırtına vurmuş taşıyan bu iki büklüm kadıncağız kimdir diye..Kendisi hem yaşlı hem aksıyor;çuval ise onun narin yapısının yanında iyice devasa görünüyordu..Sonra araya annemin hastalığı,ne yazık ki kurtaramayışımız,acıyla kahrolup kalışımız girdi.Kahır perdesi gözlerimin önünden biraz sıyrıldığında, yine bir gün pencereden bakarken onu gördüm.Aynı yükü yine sırtında ağır ağır yürüyordu.Göz göze geldik.Selamlaştık.Halini hatırını sordum.Onu çok daha önce yine burada rahmetli annemle gördüğümüzü,haline üzüldüğümüzü söyledim.Kim olduğunu,derdini sordum.Anlattı.
Adı Hanife imiş.Ordulu'muş.Küçükken annesini kaybetmiş.Babası da yeniden evlenmiş.Üvey anne ,evde fazla durdurmadan biraz boylanınca kocaya gitmesi için zorlamış babasını.O da ihtiyar bir adamın ikinci karısı olarak kızını verivermiş.Kocası hem yaşlı hem hastaymış.Kısa süre sonra ölmüş.Üvey çocukları da Hanife'yi kapının önüne koymuşlar.Yine babasının evine dönmüş.Bu arada hamile olduğunu anlamış.Ölen kocasından dünyaya bir oğlan getirmiş ;ama babasının evinde de yine istenmemiş.Şimdiki kocasıyla evlendirmişler.Adam çok yoksulmuş.Kendilerini zor doyurur olunca bir çiftlik sahibinin teklifini kabul etmek zorunda kalmış.Oğlunu besleyip büyütmek,hem de kendisi için yararlı bir işçi yapmak istemiş o adam.Hanife Hanım da ,üvey baba yanında yarı aç yarı tok yaşayacağına hem karnı doyar hem iş güç sahibi olur diye küçük oğlunu o adama vermeyi kabul etmiş.Çiftlik sahibi oğlunu büyütmekle kalmamış bir de kızıyla evlendirmiş.
Her şey buraya kadar iyi ;ancak oğul,kendisini evlatlık veren annesine kızgınlığını yenemiyormuş bir türlü şimdi.."Bayramlarda gelirler,gelinimle torunlarım içeri girer;ama oğlum kapının önünde durur zorla elimi öper,yüzü hiç gülmez.Bana kahrı hiç bitmez.Benim de her bayramım bu yüzden gözlerim yaşlı geçer."dedi.
Derdi sadece bu da değil Hanife Hanım'ın.Kocası da yıllar önce geçirdiği bir kaza yüzünden çalışamaz duruma gelmiş.Bu nedenle de kadıncağız çöp ayrıştırıcılığı yapmaya başlamış.Pet şişe,plastik ambalaj toplayıp satıyor.Ev kiralarını ve tüm masraflarını bununla çıkarıyor.Biraz da durumunu bilenlerin yardımıyla.Belediye yakacak ve sıcak yemek yardımı yapıyor.Kocasına yaşlılık aylığı henüz bağlandı.Geçinip gidiyorlar işte.Tabii bu kadar kahrın üzerine sağlık problemleri de başlamış.Kalp yetmezliği de tedavi edilmeyi bekliyor.Hanife Hanım da oğlunun yeniden kendisine dönmesini..,

7 Şubat 2014 Cuma

Çehov Haftası

18 Şubat'tan itibaren bir hafta boyunca Ankara sahnelerinde tam 8 Çehov oyunu sahnelenecek.Ankara'da oturanlar ne şanslısınız !Bizim gibi tiyatro izlemeyi sevenler size imreniyoruz.Bulunduğumuz yer Ankara dışında olduğu ve ulaşım sıkıntısı yaşadığımız için sadece hafta sonu matinelerine gelebileceğim.Dolayısıyla ancak iki ya da üç oyun izleyebileceğim.Ya bu haftayı biraz uzatsalar ya da bizim gibi dışarıdan gelenlere ulaşım kolaylığı sağlasalar ne kadar sevinirdik !Dün Kont Drakula balesini keyifle izledikten sonra AŞTİ'ye koşturup eve dönebilmek için şehirler arası yolcu otobüsü firmalarına yüz suları dökmek zorunda kalmazdık !Yarım saat boyunca otobüs terminalinde firmaların bilet  bankoları arasında koşturdum.Hiçbiri ilgilenmedi.Sonunda hareket etmeye hazırlanan otobüslere yöneldim.Onların arasındaki koşturmam ve hepsine yollarının üzerindeki ilçeye beni bırakmaları yalvarmalarım da bir o kadar sürdü. Sonunda halime acıyan bir otobüs şoförü sayesinde eve ulaşabildim.İlçemiz Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlandı.Ama belediye otobüsümüz yok.İlçemizde hızlı tren istasyonu var ama gece geç saatte tren seferi yok.Şehirler arası otobüs firmaları kısa mesafe diye almıyorlar.E havaalanı da yok.Ne yapsın şimdi bu Orta Anadolu ilçesinde oturan vatandaş,kendi arabası da yoksa ? 80 kilometre olmasa yürürüz ama...!

Kont Dracula

Dün akşam Ankara'da Kont Dracula balesini izledim.Bu sezon dünya prömiyerini yaptı ve ilk günden itibaren kapalı gişe oynadı.Ankara seyircisinden fırsat bularak son temsile ben de bilet bulabildim.Seyirci her zaman olduğu gibi haklıydı.Oyun güzel kotarılmış.Başından sonuna kadar hiç sıkılmadan,heyecanla izledik.Basın bülteninde belirtildiği gibi "sinema tadında "bir gösteri olmuş.Hakan Odabaşı'nı ilerleyen yaşına rağmen hiç gerilemeyen performansıyla izlemekten keyif aldım.Ertuğrul Bolat çok önemli bir rol üstlenmemişti.Geçmiş yıllarda hayranlıkla izlerdik.Özge Başaran Konuk kuğu gibiydi.Burak Kayıhan çok etkileyici bir Drakula olmuştu.O kadar ki eserin finalinde kızı kaçırmak için geldiğinde bütün salon alkıştan yıkıldı.Halbuki kötü adam rolündeydi..Biz insanlar garip mahluklarız vesselam.Beğendiğimiz kişiler yok edici de olsalar beğenmekten vazgeçmiyor,tersine onları idolleştiriyoruz..Kısacası Kont Drakula'yı izlemek keyifliydi.Umarım gelecek sezonda da oynar,daha çok kişiye ulaşabilir.

Nişanlılar

Dün akşam Ankara'ya gitmek için bindiğim vasıtada arkamdaki koltuğa geçkin yaşta bir hanım ve bir bey oturdu.Kendi hallerindeydiler.Ben de kitabımı okumaya devam ettim.O arada o bey yanındaki hanıma heyecanla şöyle söyledi:"Zeynep Hanım,artık resmen nişanlıyız !"
Galiba yanlış anladım diye düşünürken,beyefendinin telefonu çaldı.Arayan kişiye ayrıntıları sıralayınca yanlış anlamadığımı,bu geçkin çiftin gerçekten de iki saat önce resmen nişanlandıklarını öğrendim.Zeynep Hanım'ın felçli bir eniştesi varmış.Nişan yüzüklerini alan mutlu çiftimiz,kendilerine yüzüklerini takma ve onları resmen nişanlama görevini bu eniştenin yapması için buraya gelmişler.Eniştenin felçli parmakları arasına yüzüklerini sıkıştırarak,kendilerinin de yardımıyla,parmaklarına yüzüklerini takabilmesini sağlayabilmişler.Bu jest,felçli enişteyi çok mutlu etmiş elbette.Hatta geçkin nişanlı bey,Zeynep Hanım'ı resmen istemek için de yine aynı eniştenin kapısını çalmış.Bunların hepsini kendisini arayan kişiye telefonda,üstelik yüksek sesle anlatıyordu.İster istemez duyuyorsunuz her şeyi.Tebrik telefonları peş peşe gelmeye başlayınca,her arayana aynı hikayeyi baştan bir kere daha anlatıyordu.Telefon konuşmaları arasında da yine aynı heyecandan kısılan sesiyle:"Zeynep Hanım,artık resmen nişanlıyız !"cümlesini tekrarlıyordu.Zeynep Hanım ise bir kuyumcuya yetişemeyeceklerinden bahsediyordu durmadan..Ankara'ya kadar bu minval üzere ilginç bir yolculuk yaptık.Onları da ilginç bir ikinci bahar yolculuğu bekliyor anlaşılan..Zeynep Hanım'ın o kuyumcuya yetişmeyi niçin o kadar istediğini merak ettim doğrusu !

5 Şubat 2014 Çarşamba

Hüsniye Teyze

Sabah karşılaştık..Annem rahmetli ile tanışıyorlar,hem aynı memleketli olma hem de birlikte hacca gitme nedeniyle aralarında ahbaplık var,daha doğrusu vardı.Şimdi annem adına onları ziyaret etmeyi sürdürüyorum.Hüsniye Teyze yedi ay önce oğlunu kaybetti.Oğlunun birkaç ay içinde hızlanan hastalığı genç yaşında vefat etmesine neden olunca, kadıncağız kederlere boğuldu.Üstelik bir derdi daha var.Zihinsel engelli torununun bakımı onun üzerinde..Kocaman bir delikanlı olan torununa hayattaki ebeveyni ilgisiz kalınca iş başa düşmüş.Bu sabah da torununu hastaneye götürüyordu.Selamlaştık,hal hatır sorduk.Çocuklarından dert yandı ayaküstü..Teselli ettim azıcık.Sonra da hepimiz kendi yolumuza dönüp ayrıldık.

4 Şubat 2014 Salı

Adam Gibi Seven Yar

Adam Gibi Seven Yar Ankara'da Kalmadı
11 EK 364

Ben Bi Askere Gidiyim
06 GR 030

Her Şeyi Bilmene Gerek Yok Haddini Bil Yeter
26 HE 897

Hayat Dikenli Bi Yol O Yolda Eşim Sen Ol Kartanesi
42 NE 122

 Bizim kent sokaklarında bu hafta içinde gördüklerim bunlar.. Aziz Nesin merhumun dediği gibi :"Beş kişiden altısının şair olduğu bir milletiz vesselam !"
Her zaman ilgimi çeken bir konu olmuştur araba yazıları.Bazan gündemi vurgulayan,genellikle ise araba sahibinin kendi " mesele"sini konu edinen,kimi kez de ' derin felsefi görüşler'le okuyanı şaşırtan  bu yazıları okumayı seviyorum, ama ne yazık ki ,bir yere not etmeyince çok beğendiklerimi de unutuyorum.Yukarıdakiler de unutmamak için artık yanımda taşıdığım kalemle yazdıklarım..İmlalarına dokunmadım.Nasıl yazmışlarsa  öyle bıraktım.

Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin

Demek için erken bizim buralarda ama kardelenler açtı !Sert poyraz içimizi titretse de baharın kokusunu rüzgar taşıyor artık..
O kardelenler ne güzel şeyler öyle !İncecik bir yeşil sapın üstünde titreşen üç kocaman beyaz yaprak,ortalarında da sarı tüycükler..Ve ne güzel bir koku !Ben kokuları olmaz sanıyordum;ama tam iki yıl önce, hastane odasında sabırla derdine deva bulmaya çalışan anacığıma biraz neşelensin diye birkaç tane kardelen götürüp eline verdiğimde koklamışve "Ne güzel kokuyor !" demişti.Canım benim ,şimdi mezarının üstünde kardelenler var.Şimdi onlara  o kokularını veren sensin artık !



Türkünün Öyküsü

Hafta sonunda Operet Sahnesi'nde Türkünün Öyküsü'nü dinledik,izledik ve de türkülere biz de eşlik ettik..
O binaya gittiğim her sefer içimden "Şu duvarların dili olmalı !"sözügeçer..Büyük Atatürk'ün de oturup konser,opera ,tiyatro izlediği günler !..
Biz de türkü dinledik, yetmiş dakika boyunca..Oturduğumuz yerden mırıldanarak,daha cesurlarımız yüksek sesle sanatçılara eşlik ederek..
Çiçek Cihan'ınpiyanoyla orkestraya eşlik edip,bir yandan dazarif bir sunuşla programı takdim ettiği ve çok beğendiğim,dupduru bir okuyuşla güzel bir Giresun türküsü olan Gelevera Deresi'ni söylediği programda bariton Tuncer Tercan Bağlamasıyla üç türkü seslendirdi.Mehlika Karadeniz o güzel soprano sesiyle ne güzel türküler söyledi !Keza tenor Haser Tek de..Türküler boyunca Deniz Alp ve Hakan Özenalp danslarıyla sahneyi doldurdular.Bize de keyifle izlemek düştü.Ellerinize sağlık !Tekrarları yapılacak olan konseri öneririm.Hatta biraz erken gidih Resim Heykel Müzesi'ni  gezmeyi de..Ben yarım saat kadar gezebildim.Doğal olarak zaman yetmedi.Bir daha Operet Sahnesi'ne gideceğim zaman çok daha erken gitmeye kararlıyım.Yani inşallah !