29 Haziran 2021 Salı

Aliye Nur Çakıllı

Dün toprağa verdik.. Lisenin 2004 dönemi mezunlarından.. Hem öğrencim,hem tiyatro oyuncum.. Bütün ekip Tarla Kuşuydu Jülyet'i sahnelemiştik 2003'te.. Ona da Jülyet'in dadısı rolü düşmüştü.. Şimdi oyundaki kostümü ve makyajıyla çekilmiş fotoğrafının bulunduğu afişi kütüphane rafının üzerinden bakıyor.. Beş yıl önce kansere yakalanmış.. İleri evrede tesbit edilebilmiş,hemen ameliyata alınmış,tedaviye başlanmış.. Bu arada aynı hastalığın pençesine düşen babasını kaybetmiş.. Bütün bunları bir arkadaşından duymuş,telefonunu bulup aramıştım.. Uzun uzun konuşmuştuk.. Aradan geçen zamanda sık sık aklıma gelmiş,arayayım dediğim her seferinde bir şey beni engellemiş adeta,arayamamıştım.. Dün Miray'ın "Aliye'yi kaybettik ."mesajını görünceye kadar.. Kanser tekrarlamış,tedaviye yanıt vermemiş bünye.. Henüz yolun yarısına ancak ulaşan gencecik bir beden toprağın altına indiriliverdi.. Kardeşi Sema,babasının mezarının kıyısından ağlayarak izlerken.. Annesi evde ağıtlar yakarken.. Apartmanın önüne konmuş pabuçları boynu bükük dururken.. Öğrencilerimin cenazelerinde, yaşayanların temsilcisi olarak bulunmanın ağırlığıyla ezilirken..

28 Haziran 2021 Pazartesi

Kitap Oburunun Masasından-13

Pek oburluk bir durum değil aslında.. Sadece iki kitap bitirebildim geçen hafta..
İlki Tarık Dursun K.'nın Denizin Kanı adlı romanı.. Bir Ege kasabasında geçiyor.. Başkahramanı yiğit delikanlı Kara Mustafa.. Sünger avcısı.. Arkadaşları ile birlikte geçimlerini denizin dibinden sünger avlayarak sağlıyorlar.. Sevdiği kız Iraz'la kurdukları mutlu hayatları, yazık ki,yediği bir vurgundan sonra felç olmasıyla gölgeleniyor.. Bütün bunların sorumlusu olarak gördüğü Hacı Ağa ile hesaplaşması da ,yine yazık ki, kendi felaketiyle sonuçlanıyor.. Buruk bir hikaye.. Ama Tarık Dursun'un ,biraz Halikarnas Balıkçısı'nı,biraz Yaşar Kemal'i hatırlatan üslubu hevesle okutuyor.. Hele de kirlenen denizlerimizin temizliği için seferberlik ilan edilen şu müsilaj günlerinde daha da ibretle okunuyor..
İkinci kitap,Tarık Buğra'nın Firavun İmanı romanı.. Küçük Ağa üçlemesinin üçüncüsü.. Birinci kitap olan Küçük Ağa'da Akşehir'de imam olan genç hoca,başlangıçta Kuvayı Milliye'ye direnmekte,hatta halkı etkileyen vaazları ile harekete engel olmaktadır.. Gelişen olaylar,hocanın gerçeği idrak etmesini sağlar.. O da Kuvayı Milliye'de yerini alır.. Küçük Ağa olarak.. Firavun İmanı romanında tarafını seçen Küçük Ağa,Millî Mücadele'ye katılan değerli bir isim olarak Ankara'ya gelmiştir.. Zaman Sakarya Savaşı'nın az öncesidir.. Bir yandan da Zile'de kopan isyanın bastırılması gerekmektedir.. Mehmet Âkif ve arkadaşları bunun için görevlendirilirler.. Gerçek yurtseverler cephede kanlarını dökmekte,millet varını yoğunu,hayatını vatanı uğruna sarf etmektedir.. Ancak meydanda başkaları da vardır.. Kurtuluş Savaşı sürerken,hangi taraf kazanacak diye havayı koklayan,kazanacak taraf belli olur olmaz hemen Ankara'ya gelip köşeleri tutmak için ağlarını örmeye başlayanlardır bunlar.. Ve bu başkaları Cumhuriyetin kuruluşundan sonra başköşelere kurulmakta hiç gecikmedikleri gibi kurtuluş mücadelesinde hayatını ortaya koyanları acımasızca bertaraf etmekte de hiç tereddüt göstermezler. Ankara'nın 1921-1925'li yıllarının romanı.. Üçlemenin ikincisi olan Küçük Ağa Ankara'da için bir şey söyleyemiyorum,çünkü kitabı bugüne kadar bulamadığım için okuyamadım..

23 Haziran 2021 Çarşamba

Kitap Oburunun Masasından-12

Okumaya devam.. Elimde yine Kemal Tahir'in Hür şehrin İnsanları vardı..
Hafta sonu onu okudum.. Kemal Tahir'in kendi yaşamından izler taşıyan bir roman bu da.. Karılar Koğuşu,Malatya Cezaevi'nde kaldığı dönemi anlatıyordu.. Damağası'nda,Malatya'dan sonra gönderildiği Çorum Cezaevi'ndeki günlerini anlatıyordu.. Hür şehrin İnsanları'nda,Zonguldak'ta kömür ocağında katiplik yaptığı bir buçuk yıldan sonra tekrar döndüğü İstanbul'da avukat yanına katip olarak girdiği döneme kadarki parasız,yoksul günlerini anlatıyor.. Kitaptan bir paragraf: "Türk Salonu'nu işleten Hacı İsa Efendi'nin büyük oğluydu.Mehmet Âkif,Asım isimli kitabı biraz da bu eski dostunun oğlunun adıyla yazmıştı. Hacı İsa Efendi'nin en büyük kederi oğullarının ikisinin de okumayı sevmemeleriydi." (sayfa 157) Sonra elime Kemal Varol'un Kara Sis'ini aldım..
Daha önce Âşıklar Bayramı'nı okuyup beğenmiştim.. Kütüphanemize ikinci bir kitabını kazandırmaktan memnun oluruz diye sipariş ettik.. Gelir gelmez de okudum.. 264 sayfalık kitap iki günde de bitti.. Konu yine cezaevi.. Bu kez günümüzdeki koşullarla.. Arkanya olarak adlandırılan bir şehirdeki en modern teknoloji ile inşa edilen cezaevinin C-6 koğuşunda çilelerini dolduran altı mahkumun hikayesi anlatılıyor.. Hepsi cinayetten hükümlü mahkumların arasına bir gün dayaktan haşat olmuş yeni bir hükümlü getirirler.. Adı Fikri Fidel Barana olan bu mahkum hiçbirine benzememektedir.. Ve bir gardiyanı öldürmekten müebbede mahkumdur.. Onunla geçen bir yıl iki ay dört gün sonra bir sabah bakarlar ki,bu yüksek güvenlikli cezaevinden firar etmiştir.. Bunu nasıl başardığı anlaşıldığında da hem koğuş arkadaşlarının hem cezaevi personelinin yaşamını değiştirir.. Ama en çok kendisinin.. Müebbede mahkum Barana hürdür.. Enteresan bir kitaptı ama,yer yer rastladığım acemilikler okuma zevkini zedeliyordu doğrusu.. Kitaptan seçtiğim cümle şu oldu: "Belki de bir tek susanların içinden geçenler doğruydu." (sayfa 136)
Üçüncü kitap yine kütüphaneye yeni alınan Ecel çiçekleri oldu.. Elçin poyrazlar'ın polisiye türünde yazdığı 246 sayfalık kitabını dün öğleden sonra başlayıp bitirdim.. Sürükleyiciydi doğrusu.. Ama tabiî acemilikler de görülmeyecek gibi değildi.. Yine de umarım yazmaya devam eder temennimi ileteyim ve kitaptan bir cümle ile de yazıyı bitireyim.. "Şimdiki zaman uçucuydu,geçmiş zaman ise değiştirilemez." (sayfa 186)

15 Haziran 2021 Salı

Güzel Kokulu Ruhlar Gölünün Kadınları

1993 yapımı bir Çin filmi.. Dün TRT2'de izledim.. Konusu itibariyle ilgimi çekince filmin sonuna kadar ekranın önünden kalkmadım..
Orta yaşların başındaki bir kadın köyünde küçük imalathanesinde ürettiği susam yağını hem köyünün halkına hem kentte satmaktadır.. Kentteki satışta kocasının kardeşi yardımcı olmaktadır.. Kendisinden yaşlı,bastonla aksayarak dolaşan,meyhaneden çıkmayan bir kocası,yirmilerinde ama akıl fukarası bir oğlu,on iki yaşlarında bir kızı vardır.. Köyünde sevilen,sayılan bir kadındır.. Bir üzüntüsü,geceleri çişe tuttuğu,sonra da oyuncak bebeği ile uykuya yatırdığı zeka özürlü oğludur.. Onu evlendirme fikrine kapılır;böylece biraz daha durulacağını umar.. Bir gün imalathanede çalışırken evinin önünde bir araba durur.. Köy halkının kapı önüne yığılmasına neden olan bu misafir bir Japon işkadınıdır.. Çin'e yaptığı ziyarette bu susam yağını tesadüfen tatmış,çok beğenmiş,nerede üretildiğini sormuş ve kendisiyle tanışmak üzere yanında bir tercüman ile köyü ziyarete gelmiştir.. Bu konuda yine kocasının kardeşi devreye girmiş,iki tarafı buluşturmuştur.. Misafirini susam yağı atölyesine götüren kadın daha sonra onu köyün kıyısında bulunduğu gölde tekne gezintisine çıkarır.. Bu arada gölün efsanesini anlatır.. Bir zamanlar iki genç kız bu gölde boğulmuşlardır.. Bedenleri gölden çıkarılıp gömülmüş,ruhları ise turna kuşları gibi gölün üzerinden uçmuştur.. Üç kaynağın aktığı gölün suyunun susam yağına benzersiz tadını verdiğini de ekler.. Japon işkadını çok etkilenir,işbirliği teklif eder.. Böylece üretilen susam yağı Japonya'da da satılacak,ayrıca atölyeye yeni sanayı ürünü makineler gelecek,üretim de kazanç da artacaktır.. Hatta Japon işkadını onu kentte bir yağ fabrikasına götürür,makineyle üretimin kolaylıklarını görmesini sağlar.. Bütün bu gelişmeler küçük bir aile işletmesinden daha düşük ölçekli bir üretim atölyesine doğru gelişmesini sağlar köydeki kadının ve ailesinin.. Böylece kafasındaki bir düşünceyi icraata koyar..
Çok yoksul,çok çocuklu bir çiftçi ailenin kendisine olan yüklü borçlarına karşılık genç ve sessiz kızlarını oğluna almak ister.. Genç kız ailesinin asla ödeyemeyeceği borç nedeniyle kendisini feda eder,o zeka fukarası delikanlıyla evlenmeyi kabul eder.. Gönlü ise susam yağı atölyesinde çalışırken tanıdığı,şimdi ise kentteki satış bölümünde çalışmaya gönderilen delikanlıdadır.. Ancak çaresizdir.. Yönetmen bize burada bir Çin köy düğününün bütün güzelliklerini gösterdiği düğün sahnesi hazırlamış.. Ancak gelin kızın acı kaderini bildiğimiz için içimiz buruk izliyoruz bütün düğün renklerini.. Damat ve gelin misafirlerin kahkahaları eşliğinde odalarına çekilirler.. Biraz sonra yarım akıllı damat elinde kızın iç çamaşırları ile annesine koşar,hepsini çıkarmayı başardığını söyleyerek kendince öğünür.. Anne hemen onu tekrar gelinin odasına götürüp içeriye koyar.. Davetlilere bol bol ikramda bulunarak bu tuhaf düğünün,birbirine uymayan bu çiftin dedikodusunu önlemeye çalışır.. Ancak kızcağız yarım akıllı olması yetmezmiş gibi kendisini sevmek yerine ısıran,çimdikleyen bu tuhaf kocanın evinden kaçıp ailesine döner ertesi sabah.. Kadın bir süre durumun yatışmasını bekler,sonra gelinine hediyeler gönderir,eve dönmesini rica eder.. Ancak gelini hiçbir şekilde geri dönmez.. Bunun üzerine Çinli bir kayınvalde öfkesiyle, bu isyankar geline haddini bildirmek için kayığa atladığı gibi kızın evine gider.. Yoksul evinde iki gözü iki çeşme ağlayan kızcağıza hiç acımadan ya hemen kendisiyle gelmesini ya da ailesine verdiği borcun hem de faiziyle derhal ödenmesini talep eder.. Kızın sessiz annesi sadece ağlamaktadır.. Kızına hiçbir şekilde arka çıkamaz.. Kızcağız gözünün yaşını siler.. Yataktan çıkar.. Kayınvaldesiyle eve döner.. Kaderine razı olmuştur.. Bu arada bu otoriter ve henüz genç kayınvaldenin hikayesini de öğreniriz.. Henüz yedi yaşındayken evlerini yıkan bir selin ardından babası onu şimdiki kocasına satmıştır.. 13 yaşına geldiğinde de adamın karısı olmuştur.. O gece yaşadıkları üzerine intihar etme kararıyla gölün kıyısına indiğinde onu durduran kayınvaldesi olmuştur.. Sabretmesini,bu yaşadığı felakete dayanırsa ileride daha iyi bir hayatı olacağını söyleyip teselli eden kayınvaldesinin sözleri üzerine hayatını sürdürmüştür.. Zeka özürlü doğan oğlundan sonra da yaşlı kocasından başka bir çocuk sahibi olmamak için doğum kontrol hapı almaya başlamıştır.. Bu arada kocasının kardeşi ona aradığı sevgiyi vermiş,onunla gizli bir ilişkiye başlamış,hatta bir kızı dünyaya gelmiştir.. Kaynı ile yeni bir hayata atılmaya da hazırdır.. Ama kaynı kentte yaşamak,kentli bir kadınla evlenmek kararını açıklayınca,onunla gizli ilişkiyi sürdürmekten başka çaresi kalmamıştır.. Haşin ve kaba kocası bir şeyin farkında değilken bir gün tesadüfen doğum kontrol haplarını bulur.. Kendisinden hep uzak duran karısının bu yaptıklarının hesabını sorar,döver.. Hatta kızlarının babasının kendisi olup olmadığını sorarak sıkıştırır.. Bu arada gizli aşkının son ziyaretinde ona yaptığı bir itiraf kadının hayatında yeni bir dönemin başlamasına sebep olur.. Kaynı artık yaşlarının ilerlediğini,hatta kadının artık kayınvalde olduğunu,yakında mutlaka büyükanne de olacağını,bu ilişkiyi bitirmenin en doğrusu olacağını söyler.. Sadece kendisinden olan kızının okuması için her zaman yanında olacağını söyler.. Onların bu son buluşmalarında kocasının aniden eve erken dönmesiyle kaynını pencereden gönderen kadın kocasıyla tartışırken,pencereden çıkan adamı gelini görüp irkilir.. Ertesi sabah kadın gelinine bütün bu şahit oldukları üzerine diline sahip olmasını tembihler,hatta tehdit eder.. Ancak kendisi öyle bir ruhsal çöküntüye uğrar ki,kısa süre içinde yerinden kalkamaz hale gelir.. Bu süre içinde evi çekip çeviren ve ona şefkatle bakan yine gelini olur.. Günler süren rahatsızlıktan sonra nihayet bir gece ay ışığında gelininin göl kıyısına indiğini görüp peşinden gider.. Kızcağız yarım akıllı kocasının her gece ısırdığı,çimdiklediği bedenini serin sularla yıkamak için göle inmiştir.. Sessiz gelininin çektiği işkence dolu hayatının farkına varan kayınvalde,ona yaptığı kötülüğü telafi etmeye karar verir.. Kendi mahvolan hayatı gibi bu genç kadının hayatını da mahvetmemelidir.. Gelinine oğlundan ayrılıp kendine yeni bir hayat kurmasını söyler.. Kızcağızın cevabı ise hıçkırıklarla olur.. Kendisini artık kimsenin istemeyeceğini söyleyerek gözyaşlarına boğulur..
Seyrederken insanın içini burkan bir filmdi.. Ancak Çin'in aile hayatını,geleneklerini,kırsal kesimin günlük hayatını öyle güzel pastoral görüntülerle vermiş ki,105 dakika su gibi geçti gitti.. Çin'de de kadının adının olmadığını hüzünle izledim.. Yönetmen Xie Fei'nin duru anlatımına da bayıldım.. Filmin gittiği her festivalden ödüller alarak dönmesine şaşmamak lazım.. Hak ediyor.. Evrensel konuları işleyenlerin neden daima izlendiğini,okunduğunu,unutulmadığını da bir kere daha gördüm.. İnsan dünyanın her yerinde aynı insan.. Seven,acı çeken,kaderinin çizgisinden çıkamayan,çaresiz..

14 Haziran 2021 Pazartesi

Kitap Oburunun Masasından-11

Kemal Tahir okumaya devam edip iki kitabını daha bitirdim.. Karılar Koğuşu elimdeydi..
Bitirdim.. Namusçular'a başlayıp hafta sonunda onu da bitirdim.. Namusçular,Karılar Koğuşu'nun daha genişi,ayrıntılısı aslında.. Namus davasından hapse düşenlerin ağırlıklı olarak anlatıldığı romanda Karılar Koğuşu'nun senaryosu yazılırken bundan da faydalanılmış..
1940'ların Malatya'sını ve hapishanesini ve de insanlarını Kemal Tahir'in gözünden ve kaleminden okudum.. Şimdi bir süre Kemal Tahir'e ara verip Tarık Buğra okumalarına geçeceğim.. İlk durağım da Dönemeç'te olacak.. Yıllar önce okumuş,dizisini de beğenerek izlemiştim.. Bakalım yıllar önce göremediğim neler göreceğim bu kez okurken.. Namusçular'dan bir fıkra ile bitireyim.. "...Vaktiyle Sivas'a vali göndermiş padişah.Vali geldiğinin akşamı ağa,tüccar,bezirgan takımını ziyafete çağırmış.yedirmiş,içirmiş.Kahveden sonra,Sivas'ın en zenginini aşağıya buyur etmişler.Ahıra sokmuşlar.Direkte bir tiftik keçisi bağlı duruyor.Vali sormuş:'Ağa bu nedir?' 'Bu mu? Sayenizde tiftik keçisi !' 'Hele yıkın!'Adamı sopanın altına yıkmışlar.Bir,beş,on beş,valinin çavuşu yaklaşmış,'Lüzumsuz yere dayak yeme efendi,beş yüz lira ver de hayatını kurtar.'demiş.Adamcağız beş yüzü saymış.Duvarlara tutunarak giderken bir takrip meseleyi yukardakilere çıtlatmış.İkinci zengini buyur etmişler.Vali sormuş:'Bu nedir?'Adam bakmış,bakmış;'keçi' dese dayak muhakkak... 'Bu mu vali paşa hazretleri!Bu halisinden koç..Hem de Erzurum koyunu..Mor koyun cinsi...' 'Bire yıkın !' yıkmışlar.Onu da sızdırmışlar.Velhasıl sıra Yahudiye gelmiş.Yahudi ahıra girince vali,'Bu ne bezirgan?'demiş.Yahudi derhal elini belindeki kemere atmış.'Paşam'demiş,'Bu ne keçidir,ne koyundur.Bu Allahın bir belasıdır.Her kaç lira iktiza ederse emret !' (sayfa 126)

8 Haziran 2021 Salı

Kitap Oburunun Masasından-10

Pek oburluk bir durum değil ama neyse.. Sadece üç kitap bitirebildim geçen hafta.. Biri Napoli Romanlarının ilki olan Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım idi..
Aslında okumuştum ama bütün seriyi bitirdikten sonra bir kere daha okumak istedim.. Başka da okumam artık.. İkinci ve üçüncü kitaplar Kemal Tahir'den.. Önce Yol Ayrımı'nı okudum.. Sonra da Damağası'nı..
Yol Ayrımı,1930'da Atatürk'ün tek parti olan CHP'yi ve elbette hükümetin uygulamalarını kontrol ve tenkit edebilecek bir mekanizma olarak düşünüp uygulamaya geçirdiği iki partili seçim sürecini anlatıyor.. Daha önceki iki kitabın devamı olarak görülen Yol Ayrımı'nda yine önceki kitaplardaki kahramanlara yer verilmiş.. (Önceki iki kitap Esir Şehrin İnsanlar ve Esir Şehrin Mahpusu) Dolayısıyla kahramanların hayatlarının devamını merak edenler için de,yani benim gibiler,sayfaların merakla çevrildiği bir okuma oldu.. Enteresan bilgilere rastladım yine.. Mesela dönemin siyasi figürlerinden biri olan Ahmet Ağaoğlu'nun bir gözü takma imiş !.. Süleyman Nazif'in onun için söylediği bir cümleden öğrendik:"Bakışlarında biraz şefkat sezinlemiştim;demek o da cam gözdeymiş !"..(sayfa 52) İstiklal Mahkemelerinde 13.500 kişi asılmış !..(sayfa 101) Çelebi Mehmet'in gövdesinde kırka yakın kılıç yarası varmış !..(sayfa 125) Yaşadığımız şehre bağlı köylerden biri olan İğciler'in eski adı "İnceciler" imiş !.. (Birkaç köyün adı da başka eski kaynaklarda bugünkünden farklı veriliyordu.Örneğin Uzunbeyli'nin eski yazılışı "Üzümbeyli",Çekirdeksiz'in eski yazılışı da "Çekirdekler" şeklindeydi..) 163,164,165.sayfalarda Eskişehir-Kütahya Savaşı,166,167,168. sayfalarda da Sakarya Savaşı anlatılıyor.. Kuvayı Milliyeciler için ilginç bir tanımlama da kitabın yine ilginç figürlerinden Doktor münir Bey'e söyletilmiş.. "Aslında bu bizim Kuvayı Milliyeciler başka bir insan soyu..Bunlar iyi yetiştirilmiş savaş atlarına benzer..Savaşsız yapamazlar..Savaş atları nasıl saldırı borusunu duyunca kafayı dikerse bunlar da öyle..Yirmi dört satte bir kere vatanı kurtaramazlarsa sapıtırlar !".. (sayfa 216-7) Atatürk,yıllar sonra,Milli Mücadele'de kendisine zorluk çıkaranları neden bağışladığı sorulunca,"Hak veriyorum onlara,ben Erzurum'dan İzmir'e bir elimde tabanca,bir elimde idam direklerimle geldim !"..cevabını vermiş..(sayfa 256) I.İnönü'ye katılan bir askerin ailesine yazdığı mektuptan iki dize: "Vuruştuk mermisiz,kasaturasız/ Ne aman diledik,ne aman verdik" (sayfa 253) Son savaşa katılan bir askerin mektubundan da yine iki dize: "Açtık,yürüdük göğsümüzü İzmir'e doğru/ Azrail'i kattık Yunan'a,ezdik,öç aldık.." Sayfalar bitsin istemedim,yine de bitti 443 sayfa..
Damağası,Çorum Cezaevi,mahkumları,cazaevi yöneticileri,gardiyanları üzerine kaleme alınmış bir dizi notlardan bazıları birbirini takip eden/tekrar eden hikayelerden oluşuyor.. Kemal Tahir'in Malatya Cezaevi'nden sonra gönderildiği bu cezaevinde tanıdığı kişilerin portrelerini okudum.. Kimi zaman gülümseten ama daha çok insanın içini burkan 356 sayfalık bir kitap.. Çorumluluk üzerine bir dörtlük örneği var: "Çorumlu haindir geçin solundan/ Sohbet alın aptal ata dilinden/ Hatip boğazından Göre belinden/ Dönmez bir diyara geçin yolcular " Bir de deyim: "Eşeğe Çorumlu olacaksın demişler de,bir hafta saman yememiş !.." Daha ne desin..