29 Kasım 2021 Pazartesi

Sodom ve Gomore

Yakup Kadri'nin romanı.. Okudum.. Daha önce de okumuştum.. Ancak klasikleri yeniden okumak isteyince onu da sıraya aldım.. Atatürk'ün son yıllarından başlayarak 150'li yıllara kadar olan Türkiye'yi PANORAMA'da anlatmıştı.. Önce onu okudum.. Bağımsızlık Mücadelesi'nden Cumhuriyet'in 20.yılına kadarki yılları ANKARA'da anlatıyor.. Onu da bitirdim.. Son olarak da işgal altındaki yıllarda İstanbul'u anlattığı SODOM ve GOMORE'yi okudum.. Ön planda Necdet ile nişanlısı Leyla'nın anlatıldığı romanda; bütün düşman kuvvetlerince teslim alınan İstanbul'un temiz vicdanlı insanları hakaretin,işkencenin en kötülerine tahammül etmek zorunda kalırken, bütün bencillikleri ile sadece kendi keyiflerini düşünen vicdan ve ahlak yoksunu bazı Türklerin işgalcilerle kol kola yaşamları anlatılıyor.. Necdet'in nişanlısı Leyla ve ailesi de bunların arasındadır.. Necdet'e gelince bütün bu rezaletlere tanık olmaktan başka elinden bir şey gelmez nedense.. Leyla'ya olan aşkı elini kolunu ve gözünü bağlamıştır adeta.. Nişanlısının İngiliz,Fransız subaylarıyla gece gündüz serbestçe görüşmesine engel olamadığı gibi,ara sıra aklından geçen, Anadolu'da o sıralarda bütün şiddetiyle süren Sakarya Savaşı'na katılıp hiç olmazsa onurlu bir ölümü aramaktan da geri kalır.. Uyuşuk,aciz,beceriksiz bir insan olarak yaşar bu yılları.. Ne zaman ki Büyük Zafer kazanılır.. İşte o zaman Necdet'in uyuşukluğu geçer.. Sokaklardaki zafer coşkusuna kaptırır kendisini.. Ruhundaki Leyla hastalığı da bitmiştir artık.. Leyla'ya gelince;işgal ordusunun bütün askerleri çekip gidince o ve ailesi adeta ortada kalmışlardır.. Şimdi de zaferi kazanan Türk ordusunun önde gelen subaylarına yaklaşmanın yolunu aramaktadırlar.. Tamamen millî duygularla kaleme alınan romanda altını çizdiğim birkaç yer oldu.. Bunlardan biri,ortaçağ işkencelerinin en korkunçlarından biri olan kazığa oturtmanın eski Mısır dönemine ait olduğuydu..! Sakarya Savaşı kitapta iki yerde anılıyor.. Dikkatimi çeken bir şey de,işgal yıllarında,İstanbul'da,İtilaf kuvvetleri tarafından,Çanakkale'de yaralanan Fransız askerleri için bir yardım etkinliği düzenlenmesi..! Esir alınan bir ülkenin vatandaşlarını daha da yaralamak için düşünülen yollardan biri de bu galiba.. Bir diğeri de Anadolu'da o yıllarda cirit atan Hristiyan misyonerleri ile ilgili bir ayrıntı.. Ermenilerin haklarını aramak için Türkiye'ye gelen bu misyonerlerin İstanbul'da Türk mahallelerinde resmen çocuk kaçırma olaylarına karışmaları..! Tabiî en acı örneklerden birine de Necdet tanık oluyor.. İki bacağı kesik bir Türk askeri tramvayda kendine yer bulmak için elleri üzerinde ilerlerken,tramvaya binen bir İngiliz subayının yanındaki Türk kızı fark etmeden Türk askerinin elini sivri topuklarıyla eziverir.. Zavallı asker can acısıyla çığlık atınca da onu azarlayıp,İngiliz subayının bir işaretiyle boşaltılan öndeki yere geçip oturur.. Olaya şahit olan diğer yolcular ve Necdet seslerini çıkaramazlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Necdet ilk durakta iner.. Bu arada birçok Türk kadını işgalci askerlerin zevk oyuncağı olmuştur.. Bunların arasında bir saraylı hanım da vardır.. İstanbul'un köşkleri,konakları,arsaları gözüaçık Ermenilerle Rumlarla ortaklaşa entrika çeviren işgal ordusu askerleri taragından açgözlülükle paylaşılmakta,tapular elden ele geçmektedir.. Necdet,umutsuzluk dolu o yıllarda,bütün bu aşağılamaların,rezaletlerin yaşandığı bu kentin giderek kutsal kitaplarda anlatılan günahkar kentler Sodom ve Gomore'ye benzediği ve onlar gibi yanıp kül olması,kendisinin de acıdan taş kesilmesi gerektiğini düşünür..

23 Kasım 2021 Salı

Okuma Zamanı

Az önce derste meraklı son sınıf öğrencilerinin heyecanlı sesleriyle ekonomi gündeminin gençler arasında nasıl dikkatle takip edildiğini bir kez daha gördüm.. Doların 13 lira ,Avronun da 15 lira sınırını zorladığını da.. Merak,heyecan,endişe ve çaresizlikle izlediğimiz ekonomik durum,alev alev çarşı pazar fiyatlarından boğulur gibi olunca, biraz nefes almak için kitapların dünyasına sığınıyorum.. Bu aralar yakup Kadri'yi okuyorum..
Önce Panorama'yla başladım.. Atatürk'ün hayatta olduğu 30'ların sonlarından başlayıp,Demokrat Parti'nin henüz iktidara geldiği 50'lere kadarki Türkiye ve Ankara'yı anlatan bu oldukça hacimli(608 sayfa)romanda yazarın her zamanki karamsar tutumu bu kez Cumhuriyeti ve devrimleri sahiplenmeyen ama yönetim makamlarında bulunanlara yönelmiş.. Acı acı yakınıyor onlardan.. Atatürk'ün büyük bir irade,inanılmaz bir çalışma gücüyle gerçekleştirdiği yeniliklerin "Babıali döküntüleri"nin beceriksiz ellerine teslim edilen devlet kadroları ile nasıl âtıl hale getirildiğini uzun uzun anlatmış.. Yaban'da olduğu gibi bu konuda da halkın yalnız bırakıldığını,aydınların yenilikleri halka anlatamadığını,uygarlığın başkentte bile merkezdeki birkaç caddenin ötesine geçmediğini anlatan satırları okurken, Türkiye'nin nerelerden bugünlere geldiğini bir kere daha düşünerek,Büyük Atatürk'e bir kez daha şükran duydum..
Panorama'dan sonra Ankara'yı elime aldım.. Bu kez Bağımsızlık Savaşı yıllarından başlayarak Cumhuriyet'in 20.yılına kadarki süreci anlatmış Yakup Kadri.. İşgale direnen Türkiye halkının giriştiği varoluş mücadelesi,başta bulunan büyük önderin sarsılmaz inancı ile sonunda zafere ulaşır.. Romanın kahramanı Selma Hanım da savaş boyunca bir iç dönüşüm yaşar.. Anadolu'ya gelin gelmiş bir İstanbul kızından kurtuluşa inanmış ve elinden ne gelirse destek olmaya azmetmiş bir kadına dönüşür.. Yaralı askerlere hemşire olarak hizmet verir.. Kendisi gibi inançlı bir yurtsever olmayan kocasından ayrılıp,İzmir'den zaferle dönen Türk ordusunun bir subayı ile evlenir.. Ancak aradan geçen üç yılda kocası inançlı,tunç yüzlü bir subay olmaktan çıkıp,züppe bir salon erkeğine,sadece kendi keyfi için yaşayan bencil bir adama dönüşür.. Bu duruma bir süre dişini sıkan Selma Hanım,sonunda bu hem kendisi hem milleti için bir asalak olan bu adamdan da ayrılır.. Yaşça kendisinden küçük ama çok inançlı bir idealist olan gazeteci olan Neşet Sabit'le evlenir.. İkisi de Cumhuriyet değerlerine kendilerini adayan,bunun için çalışan iki insan olarak yaşamlarını sürdürürler.. Selma Hanım bir kız okulunun yöneticisi olur.. Neşet Sabit bir yandan gazeteciliğe bir yandan yazarlığa devam eder,yazdığı bir piyes sahneye konduğunda Atatürk de gelip izler,beğenir.. Ayrıca Cumhuriyet değerlerini anlatan konferanslar vermek üzere bütün memleketi dolaşır.. Panorama'da o kadar karamsar olan yazarın,Ankara'da adeta iyimser bir havaya bürünmesi ilginçti doğrusu.. Bir de Atatürk'ün,Cumhuriyet'in 20.yılında hayatta olacağı ve 20 yılda Türkiye'nin ne kadar gelişip ilerleyeceği hülyası..
Şimdi de Sodom ve Gomore'yi okuyorum.. İşgal altındaki İstanbul'u.. Hepsini daha önce okumuştum;ama klasiklerin arada bir tekrar okunmaları geleneği uyarınca başladığım bu uygulamadan çok da memnun kaldım.. Yıllar önce okuduğumda sadece konularını anlamış olduğumu,romanların derinliklerine hiç inemediğimi çok iyi görüyorum bu ikinci okumalarımda..

12 Kasım 2021 Cuma

Yaz Demeden Kış Demeden Ağaç Dikelim Hey !

Dün dersim yoktu.. Önemli bir işim de.. Aylaklık edebilirdim yani.. Sabah annemle babamı,çiçeklerini ziyaret ettikten sonra,haydi bugün eski okul müdürümüzü ziyaret edeyim,diyerek benim de ilkokulum olan yere gittim.. Tabiî benim küçük iki katlı mütevazi okul binamın yerini şimdi dört katlı devasa bir bina almış.. Neyse.. Ziyaret edeceğim eski müdürümüz de kapıdan çıkarken karşılaştık.. Ağaç dikimi etkinliğine gidiyorlarmış,öğretmen ve öğrencilerle.. O zaman aklıma geldi.. 11 Kasım tarihi, Millî Ağaçlandırma Bayramı olarak geçen seneden bu yana ciddi etkinlik olarak düzenleniyor.. Ben de katıldım onlara.. Şehre en yakın olan Üçpınar köyü civarında bir boş alan belirlenmiş,fidanlar,kürekler hatta fidan dikilecek çukurlar da hazırlanmış.. Önceden gelenler seçtikleri fidanları dikmiş,küçücük fidanların çevresinde sekiz on yetişkin gülerek fotoğraf çektiriyordu.. İnsanların biraz çocuklaştığı etkinliklerden olmalı bu da.. Taflan,çınar,ladin,ıhlamur fidelerinden isteyen istediğini,istediği yere dikebiliyor.. Hiçbir düzenleme ya da yol gösterme yok.. Dolayısıyla bir taflanın yanına ıhlamur,bir çınarın yanına ladin dikmek suretiyle karışık düzende fidanlar dikildi.. Okul etkinliği olarak herkes fotoğraflarını çekti,çektirdi.. Sonra isteyen istediği kadar fidanı arabasına koyup götürdü.. İşi büyük bir ciddiyetle ele alan ve tadını çıkaranlar, her zamanki gibi, minikler oldu..
Minik elleriyle fidanları diktiler,topraklarını tombul parmaklarıyla düzelttiler,sevgiyle suladılar.. Candan yürekten katıldılar..
Gençler de öyle.. Her zamanki dalgacılıkları yine vardı;ama bir yandan da ciddiyetle fidanları toprakla buluşturmaktan geri kalmadılar..
Umarız tutar o fidanlar,yeşerir bozkırımız,yanan alanlarımız.. Ama ıhlamur yanına taflan,yanına ladin de olmamalı sanırım.. Dikim konusunda biraz yol gösterilmeli insanlara,özellikle miniklere,gençlere.. Bu arada benim de bir dikili ağacım var.. Bir çınar..

10 Kasım 2021 Çarşamba

10 Kasım

Sevgili Atamızın ölümünün 83 yılı.. Saygıyla,minnetle,sevgiyle; okulumuzda düzenlediğimiz törene katılan bütün öğretmen ve öğrencilerimizle birlikte, andık.. Işıklar içinde,dua bulutlarıyla çevrili olsun,gönüllerdeki adı hiç silinmesin.. "En büyük eserim" dediği Türkiye Cumhuriyeti dünya durdukça yaşasın..

8 Kasım 2021 Pazartesi

Tütün Zamanı

Necati Cumalı'nın üçlemesinin ilki olan Zeliş'i okumuştum hemen.. Sevdiği insan ile bir hayat kurmakta kararlı ve cesaretli davranan Zeliş'in öyküsü sürükleyici olduğu kadar iyimserdi de..
İkinci kitap Yağmurlarla Topraklar,ege tütün üreticilerinin durumuna ve dramına yoğunlaşırken bir yandan da avukatlık yaptığı yıllarda tanık olduğu olayları ve kişileri hikayeye katmış.. Sanıyorum Avukat Nihat ile de kendisini.. Küçük bir kasabada yaşayan ve çalışan insanların durumlarını,birbirleri ile ilişkilerini kendi duyarlılığı ile romanında anlatmış.. Kadın erkek ilişkileri ve bu ilişkinin doğal sonucu olan cinsellik de romanında epeyce geniş yer tutuyor.. Bu noktaları anlatırken kalemini,bugünkü deyimle,hiç korkak alıştırmamış.. Avukat Nihat'ın İstanbul'a gitme,yazar olma,avukatlığı bırakma isteği,romanın sonunda gerçekleşiyor.. Kasabada resim öğretmenliği yapan güzel Perihan'la evlenme isteği de..
Üçlemenin son kitabı Acı Tütün.. Adı gibi okurken insanın içini burkuyor.. Hem Zeliş'te hem Yağmurlarla Topraklar'da tütün yetiştiriciliğinin ne zorluklarla ve emeklerle gerçekleştiği uzun uzun anlatılmıştı.. Dört yaşına gelen her egeli çocuğun tütün işine sokulduğunu okumuş,bütün ailenin kendini tüketircesine bu işten ekmek yediğini öğrenmiştik.. Acı tütün'de de meselenin son noktası olan tütün alım piyasasının başlaması,Tekel ve tüccar arasında kalan üreticilerin alım fiyatlarının düşüklüğü karşısındaki isyanları anlatılıyor burada da.. Dönem D.P.'nin iktidara gelişinden iki sene sonrasıdır.. Büyük hayal kırıklığına uğrayan üreticilerin simgesi arabacı Yusuf olur.. Yedi balya tütününü Tekel'in karşısında ateşe verir,"Benden sadece dumanını alırsınız,o kadar !"der,gider.. Tütün üretiminin zorluklarını,yoksul ve küçük ölçekli toprağı olan köylünün çıkmazlarla dolu yaşamını öğrenmek açısından iyi; ancak edebi açıdan Viran Dağlar'ın epeyce gerisinde bir roman dizisi olmuş..

3 Kasım 2021 Çarşamba

İki Kitap

Okuyalı epey oldu aslında.. Ama yazmakta geç kaldım.. Geçenlerde Orhan Pamuk okumak istedim..
Okul kitaplığında Cevdet Bey ve Oğulları varmış.. Şöyle bir karıştırdım.. Okuyabilirim sanırım,deyip aldım.. 610 sayfayı keyifle de okudum.. Bir ailenin üç kuşağa yayılan hikayesini işlemiş.. Osmanlı vatandaşı olan 'tüccar' Cevdet Bey'in gençliğinden başlayarak evlenişi,aile kuruşu,işini büyütmesi,yaşlanıp köşeye çekilmesi,işleri çocuklarına devretmesi;oğullarından Osman'ın işlere dört elle sarılmasına karşın küçük oğul Refik'in,yaşamının bir anında 'hayatın anlamını'sorgulamaya başlaması.. Sonra kendini kitap yazma ve basma işlerine vermesi,ailesinin savrulup dağılması.. Bu arada Osmanlı'dan Cumhuriyete,Orhan Pamuk'un kaleminden, Türkiye'nin gayriresmi tarihini de okumuş olduk.. Orhan Pamuk'u bitirince Necati Cumalı'ya geçmeye karar verdim.. Tütün Zamanı adlı üçlemesini bir kere daha okumak için elime aldım.. İlk kitap Zeliş'i hemen okudum..
Akıllı,dirayetli,kararlı,sevgisinde cömert,yoksulluğun içinde pırıl pırıl Zeliş'i bir kere daha sevdim.. Şimdi ikinci kitap olan Yağmurlar ve Topraklar'dayım.. Avukat Nihat ile öğretmen Perihan'ın hikayelerini heyecanla okuyorum..

Geç Kalmış Bir Cumhuriyet Kutlaması

Eve internet almamakta,bilgisayar almamakta;akıllı telefon kullanmamakta ısrar ve inat edince, yazıları yazmak için okulun açık olduğu günleri beklemek gerekiyor zorunlu olarak.. Dolayısıyla Cumhuriyet Bayramımızın 98.yılını kutlama yazısı da bugünlere kaldı.. Biraz geç kalmış olsam da .. Şehitliğimizdeki mezar taşlarının üzerindeki bilgilere bakınca, en çok ekim ayında şehit verdiğimizi gördüm.. Fotoğraflar eşliğinde bu şehitlerimizi anmak ve onların bedenlerini siper ettikleri Cumhuriyetimizin en büyük bayramını ben de kutlamak istedim..
29 Ekim 1989'da J.Ütğm.Ruşen ÜLKER toprağa düştü,şehit oldu.. 26 yaşındaydı..
28 Ekim 1965'te Top.Er Hasan ARZAK toprağa düştü,şehit oldu.. 21 yaşındaydı..
23 Ekim 1993'te P.Atğm.Yalçın Dölcü toprağa düştü,şahit oldu.. 25 yaşındaydı..
16 Ekim 1990'da İs.Kd.Çvş.Orhan KORKMAZ toprağa düştü,şehit oldu.. 25 yaşındaydı..
14 Ekim 1996'da J.Tğm.Ahmet KARA toprağa düştü,şehit oldu.. 20 yaşındaydı..
Top.Er İbrahim Yenilmez toprağa düştü,şehit oldu.. 21 yaşındaydı..
Şehitlikte bulunan 36 şehidin altısı ekim ayında sonsuzluğa göçmüşler.. Bugünlerde ise gün geçmiyor ki,bir fidan daha toprağa düştü,şehidimiz var haberini almayalım.. Yaşasın Cumhuriyetimiz ! Bir ilave:29 Ekim 1989'da şehit olan Ruşen Ülker'in annesi,Gülümser Teyze'yi aradım o akşam.. Sesi gayet iyi geliyordu..Biraz yalnızlıktan,biraz da yaşlılıktan başka şikayeti yok..Bu yıl oğlunun arkadaşları da aramamış galiba..Öyle dedi..