22 Aralık 2020 Salı

Son Cüret

Yılmaz Özdil'in yeni kitabı.. Halk Kütüphanesinin de yeni kitaplarından.. İlk okuyucusu benim.. Kurtuluş Savaşımızın hikayesini anlatıyor.. Daha önce başka kaynaklarda okuduklarımızın yanında hiç duymadığımız bilgiler de yer alıyor.. Bu konuda eline kalemi alanlardan biri rahmetli Turgut Özakman'dı.. Şu Çılgın Türkler'i yazmış ve dönemine göre olağanüstü okunmuştu.. Aynısını Yılmaz Özdil daha başarılı biçimde tekrarlamış.. Konu yine Kurtuluş Savaşımız. Yine belgeler hem de fotoğraflarla bezeli.. Üstelik çok akıcı ve kısa bölümler halinde.. Kitabı rastgele bir sayfadan okumak da mümkün.. Bir gece içinde bütün kitabı bitirmek de..(445 sayfa) Okurken dönemin olayları öyle heyecanlandırıyor ki,damarlarınızda akan kanın akışının hızlandığını duyabiliyorsunuz.. Öylesine de çarpıcı.. Daha önce böyle çok beğendiğim Kurtuluş Savaşı belgesel romanı olarak Hasan İzzettin Dinamo'nun Kutsal İsyan'ı olmuştu.. Ancak o da herkesin harcı değil.. Her biri 500 sayfa olan beş cilt.. Toplam 2500 sayfa.. Benim için şahaneydi.. Uzun anlatımlara tahammülü olmayan yeni nesil okuyucu içinse böylesi iyi bir tercih.. Sıkılmadan okuyup daha fazla bilgi edinmek için kendileri araştırma yoluna düşerler.. diye umuyorum.. Özellikle büyük savaşımızın yüzüncü yılı yaklaşıyorken, Sakarya Savaşı'nın yüzüncü yılına kısa bir zaman dilimi kalmışken, böyle kitapların daha çok yazılmasına ihtiyaç varken.. Yazarın ve emeği geçen herkesin ellerine sağlık.. Kitaptan bir bölümle yazıyı bitireyim: "Milli Savunma Bakanı Refet Paşa,Sakarya Savaşı'ndan sonra Meclis kürsüsüne çıkacak ve Tekalif-i Milliye'nin ne anlama geldiğini şöyle anlatacaktı: 'Madem ki derdimizi dökeceğiz,o halde her şeyi söyleyeyim.. 72 bin silah lazımdı,elimizde 28 bin vardı. Matara bile yoktu. Süngü yoktu,süngü yaptık. Süngü demirini topladığımız yüzde kırk demirlerden aldık. Buğdaya el koyduk,değirmenler yaptık,fırınlar yaptık. Ordu buradan ekmek yedi. Silahlarımız Konya'daki depolardan geldi. Erzincan'dan geldi,Elazığ'dan geldi. Bunları 20 gün zarfında getirdik.Samsun'daki cephane dört günde geldi.Bunun için yolda insanlar öldü. Ben kendim elbise yapmaya muktedir değilim. Bana elbise vermezseniz ben ne yaparım? Ben bu elbiseyi askere giydirebildiysem,Tekalif-i Milliye'nin topladığı kumaştan giydirdim. Her verdiğinizi kullandım. Arkadaşlar,bir kaputun (askeri üniforma) üç sene miadı vardır. Biz altı ayda bir kaput veriyorduk,yine yetişmiyordu. Çünkü kaputu alan kaçıyordu. 30 binden fazla kişi firar etti. Bu kaçanların hepsini asmalı mıydım? Bunları söylemek istemezdim... Ama söylemek mecburiyetinde kaldım. Orduyu giydiriyorduk,15 gün sonra ordu yine çıplak kalıyordu. 30 binden fazla kişi elbiselerle firar etti,yerlerine gelenlerde yine elbise olmuyordu. Tekalif-i Milliye işte buydu."

21 Aralık 2020 Pazartesi

Hüküm Gecesi

Millî tarihle ilgili okumalara devam.. Bir süre önce bir yazıda konu edinildiğini okuyup merak ettiğim Hüküm Gecesi elimde.. Evire çevire okudum.. Yakup Kadri'nin üslubuna-yine- hayran olarak.. Romanlarında kronolojik olarak Türkiye tarihini anlatan yazar bu roman için İttihat ve Terakki'nin iktidarda olduğu dönemi seçmiş.. Hürriyet ve İtilaf Partisinin kısa süren üstünlüğünden sonra (22 Temmuz 1912-23 Ocak 1913) İttihat ve Terakki Babıâlî Baskını ile iktidara el koyar.. Hürriyet ve İtilafçı ve onlarla birlikte ne kadar muhalif varsa hepsi Sinop'a sürülür.. Romanda anlatılan süreç bu.. Baş kahramanı genç gazeteci Ahmet Kerim.. Atak,iddialı,kalemi kuvvetli;neşeli,eğlence alemlerinde,arkadaş çevresinde aranan isimlerden.. Mahallesinde piyanosunu ve şarkı söyleyen sesini duyduğundan beri aklından çıkmayan Samiye'ye gönlü su gibi akıverir.. Ancak Samiye yaşından ve devrinden beklenmeyecek kadar oyunbaz ve çapkıncadır.. Ahmet Kerim'in kendinden hoşlandığının farkına varınca da ona bir oyun eder.. Bir gece eve davet eder.. Odada kızın yalnız olduğunu zanneden Ahmet Kerim tuzağa düştüğünü anlar.. İttihatçılardan olan ve bu sayede kısa sürede maddi olarak refaha kavuşan kızın ağabeyi yanına kuzenlerini alıp Ahmet Kerim'e tuzak kurmuştur.. Onu evlerine baskına gelmiş gibi gösterip vuracaklardır.. Bu durum karşısında kendisine suikast tertip edenlerin karşısına korkusuzca dikilen Ahmet Kerim karşısında bir an tereddüt ederler.. O arada Samiye Ahmet Kerim'in elinden tutup onu kapı önüne götürür.. Mutlak bir ölümden kurtarır.. Ahmet Kerim kendine geldiğinde utanç içinde kalır.. Sonra da hemen kendini işine ve Beyoğlu eğlencelerine verir.. Bu olayı unutmaya çalışır.. Ancak Samiye unutamaz.. Önceleri eğlence olsun diye baktığı bu küçük flörte kendini kaptırır.. Ahmet Kerim'e defalarca haber gönderir,araya çeşitli kimseleri hatta Ahmet Kerim'in annesini koyar.. Ancak Ahmet Kerim onu her defasında reddeder.. Sonunda Samiye bu imkansız aşktan kurtulamayacağını düşünerek denize atlar,boğulur.. Samiye'nin intiharını öğrenen Ahmet Kerim önce üzülür.. Sonra vicdan azabı adeta onu ele geçirir.. Samiye'yi tanıyanlarla oturup uzun uzun Samiye'den bahsetmek bir tutku halini alır.. Bu arada memleket kaynamaktadır.. İttihat ve Terakki'nin baskısı basın dünyasında bütün ağırlığıyla hissedilmektedir.. Ancak iki atak gazeteci Ahmet Kerim ve Ahmet Samim kalemlerini sivriltmiş,bütün hızlarıyla muhalefet rüzgarını estirmektedirler.. Tabiî ölüm tehditleri dolu imzasız mektuplar da eksik olmamaktadır.. Aralarında bu konuyu esprilerle geçiştirirler.. Ancak Ahmet Samim İttihatçıların bir tetikçisi tarafından ensesinden vurularak öldürülür.. Bu haber Ahmet Kerim'i yıkar.. Arkadaşının cenazesini bile alıkoyan İttihatçılardan ve onların emirlerini uygulayanların kibirlerinden,tahammülsüzlük ve nobranlıklarından o gün tiksinir ve muhalefetinin dozunu arttırır.. Ancak bu durum kendisini hedef haline getirir.. Bu arada Bâbıâlî Baskını gerçekleşir.. Polis kuvvetlerinin başına geçen Cemal Bey bütün muhalifleri sıkı bir şekilde izletip gözaltına aldırır.. Muhaliflerden fırsatını bulanlar kapağı Avrupa'ya atarlar.. Zaten sürekli izlenen Ahmet Kerim de polislerce alınıp Cemal Bey'in karşısına çıkarılır.. Kısa bir sorgudan sonra tutuklanır.. Hakkında idam kararı verileceği kendisine hissettirilmiştir.. korku ve endişe dolu birkaç gün sonra cezası sürgüne çevrilir.. Sinop'a gönderilir.. Onu mutlak ölümden kurtaran kendisini seven Ziya Gökalp olmuştur.. Türkçülük fikrine olan ilgi ve sevgisini takdir etmiş,Ahmet Kerim'in kaleminden ileride faydalanmak istemiştir.. Sinop'ta sürgünlüğün,yaşadıklarının bütün ağırlığı ile manen çöken Ahmet Kerim ise kendini alkolle boğmaya çalışmaktadır.. Henüz otuz yaşındadır.. Romanda, tarihin önemli bir bölümünü,gerçek şahsiyetlerin de katıldığı bir kurgu içinde okumaktan hoşlananlar için pek çok lezzet mevcut..

23 Kasım 2020 Pazartesi

Sevgili Öğretmenim

Sabah ezanı geç okunuyor artık.. Ben yattığım yerden doğrulmuş,ezanı dinlerken telefonun mesaj kutusuna ilk mesaj düştü.. Sami'den.. İlkokul arkadaşım,Öğretmenler Günümü kutluyor.. Sağolsun.. Hazırlandım,yola çıktım,bugünkü canlı ders için.. Yolda karşılaştık.. Beni görünce durdu,elimi öpmek için eğildi.. Güneş gözlüğünü çıkardı,maskesini araladı.. Barış'mış.. Eski öğrencilerimden.. Öğretmenler Günümü kutladı.. Mezun olduğu devre arkadaşlarına göstermesi için birlikte fotoğraf çektirdik.. Arkadaşlarına selamlarımı iletmesini söyledim,işlerimize gitmek üzere ayrıldık.. Okulda yeni ve sempatik müzik öğretmenimiz ve müdür yardımcımız Deniz'le selamlaştık,birbirimizin Öğretmenler Gününü kutladık.. Bugün için özenle giyinmiş,kırmızı ceketini de çok yakıştırmış.. Dün parktaki Atatürk büstünü çam dalları ve kasımpatılarla süslemiş,birazını da okuldaki Atatürk köşesi için ayırmıştım.. Okula gelirken biraz da sararmış kocaman yapraklı ağaçlardan birkaç dal aldım.. Başöğretmenimiz Atatürk için çiçeklerle,kitaplarla süslü bir köşe hazırladım.. Az önce de günün ilk armağanı geldi.. Bir saksı Atatürk çiçeği.. Eski öğrencilerimden Yeşim göndermiş.. Küçük bir karta da zarif sözler iliştirmiş.. Hâlâ hatırlanmak ne güzel.. Canlı derslere geçtik.. 11-B ile günün ilk derslerine başladık.. Derslere ara ara girip çıkan,henüz seslerindeki uykulu tınıları atamamış sekiz öğrenci.. Hiçbiri akıl edip "Öğretmenler Gününüz kutlu olsun."demedi.. Dersin sonunda hepsini uyardım:"Anaokulu,ilkokul veya ortaokul öğretmenlerinizden bağlantılı olduklarınızı arayıp günlerini kutlamayı unutmayın !"
Ben de bugün öğretmenlerimi arayacağım.. Öğleden sonra annemle babamı ziyaret etmek için mezarlığa gittiğimde artık hayatta olmayan öğretmenlerimin mezarlarına uğrayacağım.. Ve "Sevgili Öğretmenim " diye arayanların seslerini duymak için bekleyeceğim.. Bakalım kimler arayacak,yarın eklerim onları da.. (Ek:Öğretmenler Gününü kutlamak ve hatırımı sormak için arayanlarla 30 telefon görüşmesiyaptık, buna ilaveten 13 mesajla günü kapattım.Ben de 10 öğretmenimi aradım.Mezarlıkta da vefat etmiş öğretmenlerimi ,meslektaşlarımı ziyaret ettim.Yoğun bir gün oldu.)

17 Kasım 2020 Salı

Kitaplar

Halk Kütüphanesinden yararlanmaya devam.. Önce Hemingway'in Nick Adams Öyküleri'ni bitirdim.. Hemingway'in çocukluğundan yetişkinliğe giden uzun yolculuğu boyunca yaşadıkları ve yazdıklarından oluşan öykülerinden bir seçki.. Elbette yaşadıklarını birebir anlatmamış,kurgulamış ama bu arada yazarın nasıl olgunlaşma evresinde ilerlediğini de satır aralarında okuyoruz.. Kızkardeşiyle olan ,babasıyla olan,annesiyle olan ilginç ilişkilerini de.. Bu arada ölüm korkusunu uzun uzun anlattığı bölüm de ilginçti.. Bir de geceleri ruhunun bedeninden çıkıp gittiğini,sonra dönüp geldiğini ama bunun kendisinde yarattığı korkudan dolayı geceleri uyuyamadığını anlattığı bölümler.. İki ayrı hikayede de gelecekte iyi bir yazar olacağını hissettiği satırları tekrarlamış: "Büyük bir yazar olmak istiyordu.Olacağından da son derece emindi.Pek çok açıdan emindi.Her şeye rağmen olacaktı.Ama yine de zor bir işti bu. Dünyayı,yaşamayı ve özel insanları seviyorsanız,büyük bir yazar olmak zordu.Onca yeri bu kadar çok severken zordu.Sağlığınız yerinde olup kendinizi iyi hissedince,hele bir de iyi vakit geçiriyorsanız,'Aman boş ver'deyiveriyorsunuz." Balık avına duyduğu tutkuyu da sayfalar dolusu balık avı ile ilgili bilgi,betimlemelerle sıralamış.. Ancak yalın,belki biraz sert anlatım sevenler için güzel bir kitap olduğunu,yazarı kendi kaleminden tanımak için ilginç bir okuma olduğunu da belirtmek gerekir.. Her ne kadar kendisi "öykülerinde yazdığı adam hiçbir zaman kendisi değildi.Onu uydurmuştu."dese de.. İkinci kitap Zafer Çetin'in yazdığı Babamın Omuzlarında adlı anı.. İlahiyat mezunu olan yazar,akademik alanda ilerlemek için girdiği yüksek lisans sınavında yüksek başarı göstermesine rağmen adam kayırmacılık sonucu hakkı yenince din kültürü öğretmeni olarak eşiyle birlikte Anadolu kasabalarında öğrenci yetiştirmeyi seçmiş.. Öğretmen olarak atanıncaya kadar da epey sıkıntılı bir süreçten geçmiş.. Bütün bunları da kendisinden daha sıkıntılı bir yaşam süren ve tecrübelerini birer sabır yumağına dönüştüren babasının hayatını anlatmak amacıyla yazdığı kitabının satırlarına aktarmış.. Kitapta sürükleyici bir anlatımla,bir köy çocuğu olan babasının çocukluğundan başlayarak bütün hayatını,kendi gözlemlerine bol bol yer vererek anlatmış.. Üçüncü kitap ise benim okumalara doyamadığım Kurtuluş Savaşı konulu eserlerden biri oldu: Yakup kadri'nin Vatan Yolunda adlı anı kitabı.. Ülkemizin işgal edildiği 1919'da İsviçre'de tedavide olan yazarın ilk işgal haberleri geldiğinde yurt dışında basının ve siyaset dünyasının konuyla ilgilerinden başlıyor,aynı anda orada bulunan Türklerin durumlarından bahsederek onların konuya nasıl farklı açılardan baktıklarını anlatıyor.. Sonra da bir an evvel yurda dönme yolunu aradığını,Türk olmanın o sıralarda Avrupa'da ne derece zor olduğunu satırlarında aktarıyor.. İşgal altındaki İstanbul'a geldiğinde de rahat bir soluk almaktan hâlâ çok uzaktır..Sansür ve Damat Fedit Hükümeti bütün ağırlığıyla İstanbul basınının üzerine kapanmıştır.. Anadolu'ya geçmenin yollarını ararken,İkdam'da yazmaya,romanlarını tefrika etmekte, örneğin "Kiralık Konak'ı TanzimatDevri'nin tipleriyle onu takip eden devirlerin sosyal atmosferini canlandırmaya çalışmaktadır." Ama Nemrut Mustafa Mahkemesinin gadrine uğramaktan kurtulamaz elbette.. Bir gece yarısı mahkeme huzuruna çıkarılır.. Sonradan öğrendiği şey ise onu daha da şaşırtır.. Meğer gece kurulan mahkeme oturumlarından mahkeme başkanı Mustafa Paşa ve divan üyeleri iki misli para almaktalarmış.. Yani mesele sadece daha fazla para elde etmekmiş,adalet dağıtmak zaten değilmiş !.. Zaten mahkemeye çağrılma sebebi de Ali Fuat Paşa'dan söz eden bir gazete yazısında neden adının sonuna "Paşa" ünvanının konmasının hesabını sormak içinmiş!.. Ali Fuat paşa'nın Eskişehir'de kazandığı bir zaferi duyuran habere tahammül edemeyen işgal kuvvetlerinin sansür görevlisi,mahkemeyi toplatıp,gazetede yazan herkesi de mahkemenin karşısına dizmiş.. Böylece göz korkutacak,güçlerini duyuracaklar!.. Sonuçta olan,Hürriyet ve İtilafçı olan yazı işleri müdürü Yusuf Kenan'ın birkaç aylık tutuklanmasıdır.. Sonra beklediği izin gelir.. İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçer.. Kendisi gibi rahat bir soluk alabilmek için Anadolu yollarına düşen genç askerler,genç asker eşleri hanımlarla birlikte,cephane taşıyan Anadolu kadınları ve çocuklarla birlikte Ankara yolunu tutarlar.. Sonunda rahat bir soluk alabilmektedir.. Vatanının bağrında,düşman yüzlerinden uzaktadır.. Ankara'ya Mustafa Kemal'e,Meclis'e,Sakarya Savaşı'na ve İzmir'e kavuşmaya dair olan heyecanlı,heyecanlandıran satırlarla bir solukta okunan kitap şu satırlarla bitiyor: "(İzmir'de geç vakit ikisi taraçanın bir köşesinde söyleşmektedirler.)Daha birkaç gün evvel yüz bin kişilik düşman ordusunu boğup yok etmiş ve tozu dumana katarak şu bulunduğumuz şehri kurtarmaya gelmiş bir savaş kahramanı...kimbilir,şu zinde görünüşüne rağmen,için için ne kadar da sükun ve huzura muhtaçtı.mektepten çıktığı günden beri bütün gençliği hürriyet yolunda,vatan yolunda binbir türlü mihnet ve meşakkatle geçmişti.Artık rahat bir ikbal sedirine yaslanıp yalnız kendisi için yaşamak hakkı değil miydi? Fakat,hayır.Tam böyle düşündüğüm sırada sanki içimden geçenleri sezmişçesine,yeniden bir çelik parıltısıyla parlayan gözlerini gözlerime dikerek: "Millî Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır.'dedi,'şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.'"
Bir kere daha okuyacağım..

11 Kasım 2020 Çarşamba

Sevgili Atatürk

Dün, ölümünün 82.yıl dönümüydü.. Sabah okula gelirken Cumhuriyet Meydanından geçtim.. Bütün meydan az sonra yapılacak tören için yıkanmış,temizlenmiş.. Görevli askerler,belediye personeli,öğrenciler,öğretmenler pırıl pırıl, ütülü üniformalarıyla yerlerini almışlar.. Ellerindeki çiçeklerle tören alanına yürüyenler de gördüm.. Boynuna attığı fularındaki adını,imzanı özenle öne getiren de.. İstisnasız hepsi, senin gibi,senin için özenle giyinmişlerdi..
Okulda tam 09.05'te,bütün şehrin sokaklarını dolduran siren sesleriyle birlikte, iki dakikalık saygı duruşunda seni ve bizim için yaptıklarını andık,düşündük.. Saygıyla,minnetle,özlemle.. Bir de adı bilinen,bilinmeyen ama Kurtuluş Savaşı'mızda, Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve varoluşumuzun devamında hayatlarını ülkemize adayanların hepsini.. Bütün kahramanlarımızı andık,dualar okudum,okuduk.. Ölümünün ardından İngiliz Daily Telegraph Gazetesi yazmış.. "Türk Milletinin gönlünde Türk bayrağı gibi dalgalanan kişi "diye.. Ne doğru tespit.. 82 yıldır her zaman; ama en çok 29 Ekim'lerde,23 Nisan'larda,19 Mayıs'larda,30 Ağustos'larda,13 Eylül'lerde ve 10 Kasım'larda gönüllerimizde kabara kabara dalgalanıyorsun.. Dün de öyle oldu.. Sonsuzluğa yattığın Ankara'dan Van'a,Sivas'tan Zonguldak'a,son İzmir depreminde çadırkentte kalanlara kadar bütün yurtta iki dakika için senin adına,seni düşünerek,senin için nöbetteydik..
Sevgili Atatürk,ruhun şad,mekanın cennet,kurduğun Cumhuriyet ebediyyen payidar olsun !..

3 Kasım 2020 Salı

Kahramanlar ve Mucizeler

Ülkemize geçmiş olsun.. Kaybettiğimiz canlara da rahmet olsun.. Kabirlerine ışıklar yağsın.. Şu an itibariyle 105 kişiyi kaybettik.. Bine civarında kişi çeşitli derecelerde yaralı olarak kurtarıldı.. (5 Kasım 2020 itibariyle arama kurtarma çalışmaları sonlandırıldı.114 kişi depremde vefat etti.) Bunların hepsinin gerisindeki isimsiz kahramanlara ise kocaman bir teşekkür borcumuz var.. Dört günden beri insanın dayanma gücünü aşan bir çaba ile uğraşıyorlar.. Asfalta uzanıp dinlenmeye çalışanların fotoğraflarını da gördüm.. Kurtaramadığı bir canın karşısında hıçkırarak ağlayanları da
.. Karınlarını ayak üstü doyuruyorlar.. Uykularını yıkılacak kadar yorulduklarında.. İçlerinde gönüllü gelenler de çok.. Her canlı kurtardıklarında gücünü tazeleyenler daha çok.. Onların ve enkazın güvenliğini temin eden polisler, jandarma birlikleri, hiç olmazsa sıcak bir yemek yesinler diye kazanların başındaki görevliler, sağlık çalışanları, kepçe operatörleri, ekran karşısında bekleyenlere haber iletenler, koordinasyon görevlileri,hükumet yetkilileri, bütün bunları sonsuzlaştıran fotoğrafçılar, arama kurtarmada çabalayan köpekleri de unutmamak gerek.. Hepsinin başında da enkaz altında kurtarılmayı bekleyenler,kurtarılmış olanlar geliyor elbette.. Hayatın ne kadar kırılgan olduğunu acı bir şekilde bir kere daha anladık,gördük,hatırladık.. Gözlerimizde yaşlar,dilimizde dualar,gerçekleşen mucizelerin tazelediği umutlarla..