24 Aralık 2014 Çarşamba

Ali Dayı İçin Kitabe-i Seng-i Mezar ( Mezarcı Ali Dayı-3 )


             1
Hiçbir şeyden yakınmazdı dünyada
Kimsesizlikten yakındığı kadar
Hatta kardeşi olmadığına her hayıflanışında bile
İyimserliğini kaybetmezdi
Yazık oldu Ali Amca'ya
           
              2
Hakikaten mesele falan değil artık
Dünya meseleleri onun için
Geçen ay hayattaydı
Şimdi ölü
Onu da aldılar,götürdüler
Yıkandı,namazı kılındı,gömüldü
Alacaklısı varsa
Hakkını helal eder elbet
Alacağına gelince...
Umarım dul eşine öderler...
   
                3
Kulübesini yıktılar mezarlıktaki
Tam karşısına da gömdüler
Artık o da öyle bir ruzigar ki
Kendi gitti
İsmi kaldı yaptığı mezarların üzerindeki
Bir de bana verdiği kartvizitteki:
"Mezarcı Ali Dayı
Ali Osman Yıldırım
Her türlü Mezar İşleri Yapılır
Adres:Şehir Mezarlığı"

(Kartvizitteki telefon numarasını her akşam çeviriyorum,açan olursa,eşine bir başsağlığı dileyeyim diye,ama hiç kimse açmıyor.Işıklar içinde kalasın Ali Amca.Anneme ,babama, senden dört ay önce giden mezarcı arkadaşın Hacı'ya selam söyle..Bir gün yine bir araya gelebiliriz umarım...O zamana dek dualarımda olacaksınız.İmza:Deli Kızın)

23 Aralık 2014 Salı

Mezarcı Ali Dayı_2

1937 doğumluymuş.
77 yaşındaymış yani..
Oysa daha birkaç ay önce mezar yapıyordu,bir yandan da eski gücünü bulamadığından yakınarak...
"Bu sene kendimi hiç beğenmiyorum."sözünü birkaç kere tekrarlamıştı.Buna rağmen kasımın ortalarına kadar iyi havalarda her gün mezarlığa gelir,kulübesini kolaçan eder,varsa oradaki diğer mezarcılarla biraz sohbet edip giderdi.Üstelik mezarlığa kadar olan iki kilometreyi aşkın yolu yürüyerek..hem de gidiş dönüş olmak üzere..Ondan daha az yaşlı olanlar bunun yarısı kadar efor sarf etmiyorlar.
Mezarcı olmasına rağmen, küçücükken  kaybettiği ve mezarının yerini unuttuğu kızına bir mezar yapamadığına yanardı.
Hiç kardeşi olmadığı için dünyada kimsesiz olmaktan yakınır,iki oğlunun geçinememesine ise çok üzülürdü.
İlk eşinden çocuğu olmadığı için ayrıldığını,şimdiki eşiyle evlendiğinde doğup küçük yaşta kaybettiği kızının erken ölümünü,ilk eşinin gönlünü kırmasına bağlardı.
Sabahları beni göremezse,gözlerinin beni aradığını, basbayağı kendi kızıymış gibi özlediğini anlatır,elinde o an yiyecek ne varsa,küçük bir çocuğu besler gibi, bana ikram etmek isterdi.
Sabah beni görür görmez hep aynı cümleyle seslenirdi:Mezarlığa kimler gelir?"Sonra cevabını da kendi verirdi:"Ölüler bir de deliler !"Birlikte gülerdik.
Küçükken rahmetli babaannesinin onu öğretmen okuluna göndermeyip camiye hafız olmaya gönderdiğini,eğer okusaydı benim gibi öğretmen olacağını,şimdi torunlarını okuttuğunu anlatırdı.
Birlikte mezarlığı dolaşırken yaptığı mezarları gösterir,taş çeşitleri üzerine bilgi verir,diğer mezarcıların işlerindeki falsoları ya da üçkağıtçılıkları gösterirdi.
Demiryolu işçiliğinden,ayar memurluğuna,taş işçiliğinden mezar yapıcılığına dek geçen koca bir ömürden neler anlatmazdı ki...Onun deyimiyle"Laf lafı açıyor"du.
Pazar günü yıkılan kulübesinin karşısına denk gelen mezarını ziyaret ettim.Mezarcılar çiçeklerle süslemiş,düzgünce biçimlendirmişler.Adını da özenerek yazmışlar baş tahtasına...
"Ben geldim,Ali Amca !"diye seslendim."Deli kızın geldi !"
Birkaç kadife çiçeği diktim,can suyunu verdim,bir yandan da eskiden olduğu gibi sohbet ettim ama artık konuşan sadece bendim.
Işıklar içinde kal Ali Amca,annemle babama selam söyle.Yeniden görüşürüz inşallah !


22 Aralık 2014 Pazartesi

Mezarcı Ali Dayı ­-1

Cumartesi günü annemle babamı ziyaret ettikten sonra,mezarlığın yeni bölümüne doğru gideyim dedim.Merhum dostları da ziyaret ederim ve yeni defnedilenlerden tanıdığım isimler var mı bakarım..Böyle tuhaf insanlar da varmış denilmesin..Şehir büyüdüğü,bazı aşinalarla bağlantı koptuğu için bazen mezarlıkta dolaşırken"Aa,falanca da vefat etmiş !"demek gayet normal olabiliyor...Neyse..
Mezarlığın yeni bölümünde, zaman zaman önündeki sıraya oturup sohbet ettiğimiz kulübenin yerinde yeller esiyor !
Amanın!Ali Dayı görmesin,kimbilir ne kadar üzülür,diyerek ziyareti bitirmiş giderken mezarlık görevlisi Ünal'la karşılaştık.Kulübenin yıkıldığından söz ettim."Orayı biz yıktık,mezarlık yapacağız;zaten Ali Dayı da sizlere ömür,onu da tam kulübenin önüne gömdük !"demesin mi?
O an hissettiklerimi,sabah ayrıldığı aile bireyinin öğleye varmadan vefat haberini alan biri anlayabilir.
İnanamadım.
İki yıldır,annemi de toprağa verişimle birlikte sürekli ziyaret etmeye başladığım mezarlıkta tanıdığım biriydi.Birlikte neler konuşmamıştık ki!
Beni,üç yaşındayken kaybettiği kızının yerine koymuş,bana "kızım!"diye seslenir olmuştu.Sabahları annemin ve babamın mezarına uğrar,ben oradaysam(ki bahar ve yaz sabahları genellikle karşılaşırdık )beni selamlar,hatırımı sorar,dikkatli olmamı tembihler,ondan sonra kendi işine giderdi.
Bazen ziyaretimi ve mezar bakımı işimi bitirince onun kulübesinin yanına gider,mutlaka hazır olan çayını içer,sohbet ederdik.Bazen diğer mezarcılar da katılırdı ve benim Hamlet Sohbetleri diye içimden isimlendirdiğim o dereden tepeden konuşmalarla biraz baba kız gibi olurduk.
Babamı kaybedeli 28 sene oldu.İnsanın babası olması nasıl bir şey unutmuşum.Ali Dayı bana bunu tekrar hatırlatmıştı.
Sanıyorum o da bir daha hiç sahip olamadığı(iki oğlu vardı)kızının yerine koyduğu bana,belki de evde kimseye anlatmadığı neler anlatmamıştı ki !







Sevgili Hakan İmza:85'liyiz Biz

19 Aralık  2014 Cuma günü, şehir mezarlığının şehitlik bölümünde medfun Hakan Türkyılmaz'ın şehitlik yıl dönümüydü.Perşembe günü annemle babamı ziyaret etmek için mezarlığa gittiğimde,Hakan'ın mezarına da uğradım.Ertesi gün ,üç yıldır olduğu gibi,arkadaşları gelecek ve mezarı başında toplanacaklardı.Mezarının mermerini sildim,dökülen çam iğnelerini topladım,ziyaret defterinin olduğu kutuyu kontrol ettim.
Yine devre arkadaşları olan Şehit Ruşen Ülker'in mezarını da sildim.Tabii bütün bunları eski bir bulaşık bezi ve küçük bir kap içindeki suyla yapıyorum;çünkü kış nedeniyle çeşmelerden su verilmiyor mezarlıkta..Üstelik yağmur da yağıyor.Sildiğim mermerin tekrar kirlenmesi de cabası...
Üç yıldır gelen arkadaşlarının temiz bir mezar bulması umuduyla, biraz boşuna ama,çabalıyorum ve ertesi gün dersim olduğu için mezar başı toplantısında bulunamayacağıma,bu arkadaşları bizzat göremeyeceğime de üzülüyorum...
Bütün bunları da küçücük bir kağıda yazıp ziyaret defterinin üzerine bıraktım.Gelecek olurlarsa görürler ümidiyle..Bir de ekledim:"Vaktiniz olursa okulumda bir çay içmeye beklerim.İmza,adres,telefon vs."
Ertesi gün okulda derslere dalmış,sınıftan sınıfa koştururken telefon çaldı.6.derse girmek üzereydik.Bir bey kendini tanıtıyor,yazdığım notu okuduklarını,çok duygulandıklarını,şehit Hakan Türkyılmaz'ın ailesinin evindeki buluşmada kendilerine katılmamı arzu ettiklerini söylüyordu.
Şaşırdım ve sevindim.
Dersten çıkışımın saatini söyledim,gelip alacaklarını söylediler.
Tam 14.50'de,dersten çıkış ziliyle birlikte telefon tekrar çaldı.Aynı ses,okulun önünde beklediklerini söylüyordu.Hemen aşağıya indim.
Orta yaşlı iki bey kapının önünde bekliyordu.Kendilerini tanıttılar.Birisi eski bir öğrencime ne kadar benziyordu.Meğer ağabeyi değil miymiş!Üstelik benim de ilkokul 2. sınıftan arkadaşım...Dünya ne küçük !
Eve vardığımızda bir ev dolusu ziyaretçi oturmuş,hem yemek yiyor hem sohbet ediyordu.Şehit Hakan Türkyılmaz'ın annesi Şermin Hanım Teyze de oğlunun arkadaşlarını izliyordu.Çok dramatik bir görünüştü doğrusu...Şermin Hanım Teyze ne düşünüyordu bilmem,ama  "Demek Hakan şimdi hayatta olsa bu ak saçlı, bazıları oldukça göbekli arkadaşları gibi olacakmış,oysa şimdi olanca gençliğiyle,umut dolu gözlerle fotoğrafından bize bakıyor!" sözleri zihnimde dolaştı durdu...
Beni büyük bir ilgiyle,sevecenlikle,nezaketle karşıladılar,o küçücük kağıttaki sözleri okuduklarını, çok duygulandıklarını,böyle bir sürprizin kendilerini hem çok şaşırttığını hem de çok sevindirdiğini,tanışmaktan ziyadesiyle memnuniyet duyduklarını anlattılar.
Elbette ben de aynı duygular içindeydim.
Üç yıldır arkadaşlarının mezarı başında toplanan ,ziyaret defterinde gördüğüm isimleri karşımda gördüğüm, incelik,vefa ve dayanışma ruhunu yansıtan dostlarla tanışmaktan duyduğum memnuniyeti kendilerine ilettim.Birlikte bir dostluk çayı içtik,Hakan Türkyılmaz'ı andık..
İçlerinden biri de bir şehit babası imiş.Şehit Selahattin Şen'in babası Necdet Şen Bey.Oğlunun arkadaşlarının buluşmasına katılmak için o da İzmit'ten gelmiş.Cumartesi günü mezarlık ziyaretinde Hakan'ın mezarına uğradım,defterin son sayfasını açtım.Necdet Bey de bir cümle eklemiş"Sevgili Hakan,benim oğlumla  cennette buluşun, huzur içinde olun inşallah !"
İlhan Ertekin,Mertaşk Kilciler,Yaşar Dündar,Ömer Uçar,Gürcan Levent,Erim Şirin,Erhan Halıcı,Erhan Canbolat,Vehbi Sermeti,Vedat Bulduk,Mehmet Özcan,Ayhan Girgin,Cengiz Kayın,son iç yılın buluşmalarında bulunmuş olan Haluk Üçok ve 85'liyiz Biz derneğinin başkanı Ferhat İnanç Beyler,çelenklerininizdeki kırmızı beyaz karanfillerin güzelliğinde ömürler dilerim sizlere...

15 Aralık 2014 Pazartesi

Niyazi Bey

Hafta sonu eski bir arkadaşımla birlikte huzurevine ziyarete gittik.
İki hafta önce gidişimde,huzurevi sakinlerinden Sabiha Hanım,Niyazi Bey'in 4.kata taşındığını söylediğinden beri tekrar gitmek için sabırsızlanıyordum.4.kat yatalak hastalarla,bakımı güçleşen,zihin sorunları olanların katıdır.
Daha önce yazmış olduğum üzere kısa bir özet geçmek gerekirse eğer,aktif bir genel müdürlük yaşantısından sonra,emeklilik günlerini huzurevinde geçirmek isteyen Niyazi Bey,huzurevinin en çok ziyaret edilen müstesna kişilerinden aynı zamanda..ya da idi...
Tam bir İstanbul beyefendisi..zarif,kibar,kültürlü..her konuda konuşabileceğiniz,sohbetinden çok keyif alabileceğiniz bir insan...ya da idi...
Arkadaşım Nevin'le birlikte odasının kapısına vardığımda önce görevliden müsait olup olmadığını sordurduk,sonra kapısını tıklatıp odasına girdik,çünkü etiket kurallarına riayet eden ve edilmesini isteyen biridir...ya da idi...
İlk şok, tek kişilik yatağının üzerine çaprazlama yat(ırıl)mış olan ve minicik kalmış  Niyazi Bey'i görünce başladı.Her zaman genel müdür edasıyla koltuğunda hafif mağrur oturan Niyazi Bey, bu kez, çarşafsız yatağa yan uzatılmış,,muhtemelen sonda takılı olduğu için çıplak olan belden aşağısını örtmek üzere üzerine ince bir pike örtülmüş bu insan yığını mı şimdi?
Dilim tutuldu.Kendime hakim olmaya çalışıp,hatırını sordum.Cevap olarak, yaşlı bir adamın kısık sesle okuduğu anlaşılmaz duaları işitebildik.
Tekrar seslenip,hatırını sordum.Tanır gibi oldu,ancak verdiği cevaplar mantığını,belki bilincini yitirmiş bir insanın sözleriydi.
Artık görevde olmayan müdürün göreve getirildiğini,şimdiki sorumlu hemşirenin nezarete atıldığını,kendisine ve aynı huzurevinde kalan yatalak kardeşine komplo kurulduğunu,bütün bunların kendisini şu anda rahatsız eden(bizim göremediğimiz) 'gülenciler'in işi olduğunu...
İki ay önce bayram ziyaretinde sohbet ettiğimiz Niyazi Bey miydi bunları söyleyen?
Annem rahmetlinin duası geldi aklıma:"Allahım aklımı alma !Sen aklıma mukayyet ol!"
Bir ay önce katarakt ameliyatı için Ankara'ya gitmiş,prostatlarındaki büyüme nedeniyle de tedavisine başlamıştı.İki gözündeki kataraktı alınmış,ancak yaşı nedeniyle(82 yaşında)prostat ameliyatı yapılamamış.Başka nesi var ki,bu adamcağız bu hale gelmiş,anlayamadım?Neden böyle kısa sürede demans durumuna geçti?Hafta sonu nedeniyle ortada sorumlu bir sağlık görevlisi olmadığı için de kimseye soramadım.Sabiha Hanımla bile uzun süre oturamadan üzüntüyle ayrıldım.
Niyazi Bey,Allah yardımcınız olsun.Hem sizin hem kardeşiniz Müjgan Hanım'ın...

5 Aralık 2014 Cuma

Gemilerde Talim Var Gözleri Görmeyen Oyuncular Oynar

Çarşamba günü Dünya Engelliler Günü idi.Gün boyunca bizim yöremizde de etkinlikler yapıldı.Eğitim Uygulama Okulunda eğitilebilir engelli öğrencilerin etkinlikleri ile başlayan etkinlik trafiği (ne yazık ki katılamadım,dersim vardı) Engelsiz Eller adıyla açılan standın önünde devam etti.Dükkan demeliyim aslında..Belediyenin yönettiği Cemil Meriç Engelsiz Yaşam Merkezi'ne devam eden engelli bireylerin ürettiği el işleri burada satılacak.Onlar için çok moral verici bir uygulama olacak umarım ki.
Etkinliğin üçüncü ayağı engellilerden oluşan müzik topluluklarının sunulması idi.Kültür merkezindeki etkinliğin elli dakikasına katılabildim.Başlangıçta sıkıcı protokol konuşmaları nedeniyle sabırla beklemek zorunda kaldık.Neyse yirmi dakikayı aşan konuşma faslı bitti,bu kez de tanıtım filmini izledik.
Salonda engelli ve yakınlarından bir de protokol üyelerinden başka kimse olmadığı için o tanıtım filmi de havada kaldı.Çünkü engelliler o güzel mesajları ne yazık ki yine kendilerine vermiş oldular.Kent halkından kimseler yoktu,yani engelli yakını olmayan...
Etkinliğin son bölümü akşamki tiyatroydu.En çok merakla beklediğim de buydu;çünkü oyuncularının çoğunun görme engelli olduğunu duymuştum.Üstelik Tuzla'dan geldiklerini..Turneye çıktıklarını...
Akşam salonda seyircilerin neredeyse hepsi yine engelliler ve yakınlarıydı..Belediyenin günler öncesinden astığı kocaman afişler yine görülmemiş,okunmamıştı,yazık ki...Ah bu ilgisizliğimiz,tepkisizliğimiz...
Oyun iyiydi,hem de çok iyi..Ama asıl oyuncular çok iyiydi..Ahmet Öngen,Geylani Akçay,Hülya Köseoğlu,Nihal Çağlar,Yaşar Türkan,İnci Kaynarpınar..Çok çok iyiydiniz..İsimlerinizi yazmada bir yanlış yaptıysam, benim körlüğüme veriniz...
Tuzla Sanat Sahnesi Benan Tiyatrosu adıyla bu işe kimler emek vermişse ne kadar doğru bir iş yapmışlar..Gerçekten çok ve yürekten bir çalışma ile sahneye çok yakışan oyuncular bize engelli olduklarını unutturdular !Kendilerini tebrik ederken bunu onlara da ilettim..
İlk oyunlarını bize oynamışlar,buradan sonra turneye devam edeceklermiş.
Bulunduğunuz yere Gemilerde Talim Var oyunu gelmişse mutlaka gidiniz ve izleyip,sanatın engelleri nasıl kaldırdığına tanık olun diyorum.
Umarım başkalarına ilham kaynağı olurlar ve böyle gruplar çoğalır,umarım.

28 Kasım 2014 Cuma

Bir Kasım Garibi

Başlık biraz tuhaf,biliyorum.Kasım Ayında Şehit Olan Garip mi deseydim,onu da bilemedim zaten..En doğrusu kasım ayında şehit olup, sonsuza dek unutulan olmalıydı galiba..

Adı:Şehit Top.Bnb. Halim Öztürk
Doğum yeri:Sürmene Trabzon
Baba adı:Hasan
Ana adı:Ayşe
Doğum tarihi:1916
Şehitlik tarihi:18.11.1974

Daimi ziyaretçileri: gün ışığı,rüzgar,ay ışığı,bulutlar ve kuşlar..
Arada bir ziyaretçileri: Şehitliği ziyaret ederken yanından adını okuyarak geçenler ve baharda kelebekler...
Yılda bir ziyaretçileri:Şehitler Haftası nedeniyle askeriyeden ve belediyeden gelen mezar bakım görevlileri...
Ana babasıyla,çoktan, kavuştuğu için artık arkasından yürek dolusu yaş dökeni de kalmamıştır...Ve kasım ayında şehit olan tek asker olarak mezarlıkta o yatmaktadır...

25 Kasım 2014 Salı

Tek Kişilik Oyunlar Haftasından Tek Kişilik İzlenimler

Geçen hafta Ankara'da Devlet Tiyatroları'nın Tek Kişilik Oyunlar Festivali vardı.Hamlet,Kontrabas,Bizim Yunus,Hüzzam'ı geçen sezonda izlemiştim.Hatta Hüzzam'ı önceki sezonda da izlemiş ve her sezon oynaması gerektiğini söylemiştim.Şimdi Shirley Valentin,Tek Kişilik Yaşam Bedri Rahmi Eyüboğlu,Nice Yıllara,Bir İnsan Bir ağaç Bir Köpek,İyiyim'i izledikten sonra hala aynı düşüncedeyim:Hüzzam her sezon oynanmalı...
Shirley Valentin'de Bengisu Gürbüzer Doğru'yu izledik.Oyunun yönetmeni de o olduğu için nasıl bir performansı olacağını merak ediyordum.Muradıma erdim,diyeyim.İyi bir oyun izledik.Bir oyuncunun sahnede yapabileceklerini,sesini,bedenini kullanma olanaklarını bize ders anlatır gibi sundu.Sanatçılığın nasıl alın teri olduğunu hepimize gösterdi.Konyalılar kaçırmasınlar derim.
Bedri Rahmi'nin yaşamından çizgiler içeren Tek Kişilik Yaşam yalın anlatımıyla iyiydi diyebilirim.Yapaylık içermeyen oyunları seviyoruz..Y.Emir Çiçek'in oyunu da öyleydi.Bursalılar sevmişlerdir sanırım.
Nice Yıllara, tam anlamıyla, ustalara saygı çerçevesinde izlediğimiz oyundu.Tuncay Özinel yazmış,Göksel Kortay yönetmiş,Defne Yalnız da yorumlamıştı.İstanbullular koca kentin kaosu içinde izleyebilirler umarım.
Bir İnsan Bir ağaç Bir Köpek, oyuncusu Devrim Evin nedeniyle merak ettiğim bir oyundu.Oyunculuğunu görmek istedim.Kanaatim, ilerde daha da iyi bir oyuncu olacağıdır.Oyunda asıl dikkatimi çeken ışık tasarımı(Halil İbrahim Karahan) ve müzik(Besteci Nuri Harun Ateş) oldu.Ellerine sağlık...Adanalılar şanslılar doğrusu...
İyiyim'e festival öncesi gitmiştim.Oyuncu Zeynep Hürol'u tanıdığımız bir oyundu.
Kısacası dolu dolu bir hafta geçirdim.
Asıl bu sezonun yeni oyunu Cymbeline'den bahsetmek isterim.Üçüncü oyunlarında izledim ve çok beğendim.Özellikle yönetmenin hareket dolu yönetimini,dekoru ve ışık tasarımını..Son zamanlarda bunu hep görüyorum zaten..Dekor ve ışık tasarımıyla öne çıkan oyunlar var.Daha fecisi sadece ışık tasarımı ve dekorla yönetim açığını kapatmaya çalışanlar bile gördük.Ama bu oyunda oyuncuların yürek yırtan performanslarını da ilgiyle izledik.Bütün ekibin eline sağlık;ancak söylemeden edemeyeceğim,Prenses Imogen'in kocası Leonatus rolündeki delikanlıyı o role yakıştırmadık,başka bir oyuncu neden düşünülmedi,merak ettik.
Cleten rolündeki Nezih Işıtan ve İacimo rolündeki Cevat Duman'ın ve asıl yürek yırtan(yani bizim yüreğimizi;çünkü bir sahnede kafasını o kadar kötü vurdu ve gıkını çıkarmadan rolüne devam etti ki..Biz izleyiciler bayılacağını düşündük;neyse ki bir şey olmadı.) Prenses Imogen rolünde Eda Aydınlı iyiydiler.
Bu sezon tekrar izlemek istediğim oyun bu olacak galiba....
Ocak ayında da Moliere oyunları haftası yapılacakmış;inşallah diyelim.

12 Kasım 2014 Çarşamba

Leylaklar Açtı !

Aslında leylaklar açalı haftalar oldu;ancak işten güçten fırsat bulup yazamadım. Mezarlıkta üç leylak fidanı çiçek açtı ! Biri babamın mezarının yanındaki leylak fidanı..En erkenci oydu.Kurban bayramında açılmıştı.Mis kokusunu içimize çektik günlerce...Hatta haftalarca;çünkü geçen haftaya kadar kokularını salıyordu çevreye.. Diğerleri ise eski mezarlık tarafında şehitlik kenarındaki fidanlar ve ne kadar güzel açmışlardı öyle!Her gidişimde onları koklamak için yanlarına gidiyor,kokularını doya doya içime çekiyordum.Son soğuklarla onlar da soldular.. Bu sürprizi neye yoracağımı da bilemedim.Bunca yılda, hiç bu mevsimde leylakların açtığını görmemiştim;ama çok mutlu oldum.Hele kokularının baskınlığı...Rüzgar o nefaseti size taşıyor zaten ve başınızı çevirince güzelim çiçeklerle karşılaşıp siz de o sözü söylüyorsunuz:"Dur ey zaman,ne güzelsin !"

10 Kasım 2014 Pazartesi

Bugün 10 Kasım

Geçen gün okuduğum bir kitapta şu cümlenin altını çizmiştim: "Çileyi asaletle çeken asil bir milletin çocuklarıyız." Bu asil ve aziz milletin karakterini pek iyi anlayan, en dara düştüğü zamanda imdadına yetişen, onu derleyip toplayıp İstiklal Harbi'nden zaferle çıkaran, "Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz !" sadeliğiyle yeni bir devlet kuran, Türkiye Cumhuriyeti'mizin mimarı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ü ölümünün 76.yılında saygıyla ve minnetle anıyor,manevi huzurunda şükran duygularımızı ve dualarımızı sunuyoruz. Ve elbette bütün şehitlerimizin,gazi iken vefat etmiş olanların ve ömrünü yurdumuz için çalışarak tamamlayan bütün vatandaşlarımızın da manevi huzurlarında saygıyla eğiliyoruz. "Beni hatırlayınız !" demişti. Hiç unutmuyoruz !

3 Kasım 2014 Pazartesi

İyiyim

Hafta sonunda cumartesi gittiğim oyunun adı İyiyim. Daha önce gitmediğim bir sahne olan 75. Yıl Sahnesi'nde izledim. Kızılay'a yakın bir salon olması sevindirici ve bence bir eksikliği kapatmış.Önceki yıllarda daha merkezi bir yerdeki Yeni Sahne'yi hatırladım ve orada izlediğimiz oyunları.. Tek kişilik bir oyun.70 dakika sürüyor.Oyuncunun performansına dayalı kısacası..Zeynep Hürol da onu yaptı zaten..Gittiğinize değen bir oyun diyebilirim.Sanırım yeni bir oyun da.. Yerli yazarlara destek verilmesi ise en sevindiğim yönü.

Ekim Şehitleri-3

Unutulanlar arasında bir ekim şehidi daha varmış ve ben onu atlamışım..Yani kimseyi değil kendimi suçlayarak onun adın da anmam gerekir hemen. Görev şehidi diye tanımlananlardan sanırım;çünkü şehitlik tarihi olarak 1965 yazıyor.Doğum tarihi olarak da 1944..Bu durumda anne babası hayatta değillerdir diye düşünürüm..Belki onu hatırlayıp üzülecek kimse de kalmamış diye bir de... Yanındaki görev şehidi arkadaşları ile birlikte sessizce yatıyorlar çamların ve bayrakların gölgesinde..Yanlarına dikilen çamlar bayrak direklerinin boyuna erişmiş ve hatta geçmişler..Dolayısıyla bayraklarla çamlar birlikte salınıyor mezarlıkta ve birlikte şehitleri gölgeliyorlar.. Şehidin künyesi şöyle: Şehidin adı:Topçu Er Hasan Arzak Doğum yeri:Şirvan Siirt Baba adı: Abdullah Ana adı: Bessi Doğum tarihi: 03.02.1944 Şehitlik tarihi: 28.10.1965 Huzur içinde ve ışıklar içinde olsunlar...

31 Ekim 2014 Cuma

Ekim Şehitleri - 2


 Ekim ayında şehit olanların dördünü daha önceki yazıda yazmış,yazık ki unutulduklarını da esefle belirtmiştim.Ekim ayında şehit olan iki yiğidimiz daha var.

   Şehit P:ATĞM.  Yalçın DÖLCÜ
   Doğum yeri: Polatlı
   Baba adı: İbiş
   Ana adı:  Makbule
   Doğum tarihi: 26.08.1968
   Şehitlik tarihi:23.10.1993


   ŞehitJ:ÜTĞM.  Ruşen ÜLKER
   Baba adı:Yüksel
   Ana adı:Gülümser
   Doğum yeri:Polatlı
   Doğum tarihi:25.10.1963
   Şehitlik tarihi:29.10.1989
  
   
   Ruşen'in arkadaşları yine geldiler,çelenk getirip,kendi yaptırdıkları ziyaret defterine duygularını yazdılar.Arkadaşlarının mezarına toprak serptiler.
    Yalçın'ın aile ve arkadaşları yine gelmediler,ziyaret defteri hiç olmadı.Mezarına toprak serpen de,sulayan da...Benden başka...

Sevgili Ruşen

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Bütün Türkiye'de buruk kutlandı,hepimizin malumu..
Yine de günün önemli hususları vurgulandı.Gerekli mesajlar verildi.Hatta geçen 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 13 Eylül Sakarya Zaferi kutlamalarında göremediğim kadar kalabalık bir halk topluluğu bayram kutlaması için meydanda idi.Sağa sola sevinerek bakındım şiir ve konuşmaları dinlerken..
Güne önce mezarlıkta başladım ama...29 Ekim'de şehit edilen Ruşen ÜLKER'in mezarını tekrar yıkadım,sildim.Otlarını bir gün önce temizlemiştim.Akşam yağan yağmur nedeniyle kirlenen mermerini tekrar yıkadım.Yanındaki arkadaşları Orhan,Hakkı,Hakan,Birol'un da mezarlarını yıkadım.Böylece Ruşen'in şehitlik yıl dönümünde gelecek olan devre  arkadaşlarına bakımlı bir mezarlık hazırladım.
Benim bildiğim üç yıldan beri arkadaşları ve ailesi,yılda bir kez geliyor,bir çelenk bırakıyor,geçen yıl yaptırdıkları ziyaret defterine yazıyor;böylece arkadaşlarına vefalarını gösteriyorlar.
30 Ekim perşembe sabahı yine mezarlığa gittiğimde şehitliğe uğradım önce.Baktım,gelmişler...Çelenklerini mezarın üzerine koymuşlar.Mezarın üzerine biraz toprak da serpmişler.Deftere de birkaç cümleyle duygularını yazmışlar:
     
          "Sevgili Ruşen,
            Hep seninle birlikte olmaya,anılarını yaşatmaya,seni unutmamaya söz verdik.İnşallah her zaman da böyle olacak.
             Sen rahat uyu.Dualarımız seninle..
                                                                                            Devre Arkadaşların ve Ailen  "


           Darısı diğer şehitlerimizin de başına demek istiyorum,umarım onların da arkadaş ve aileleri onların mezarları başında toplanır,saygılarını sunar;unutuluşun bahçesinde mahzun bırakmazlar.

30 Ekim 2014 Perşembe

Kuaförde Bir Gün

Hafta sonunda  gittiğim diğer tiyatro da Altındağ Sahnesi'ndeki Kuaförde Bir Gün adlı oyun oldu.
Pervin Ünalp'in yazdığı ve yine kendisinin yönettiği, yeni bir oyun bu.Üç acemi soyguncunun soygun sonrası sığındıkları kadın berberinde yaşananlar anlatılıyor.
Oyunun ilk perdesinde biraz canım sıkıldı.Televizyonlarda yayınlanan,yeğenlerimden duyduğum anlık güldürü programları gibiydi.Gülüyorsunuz ama "Eee,bu mudur yani !" de diyorsunuz.Amaçsız güldürü,oyunculuk çırpıntısı...
İkinci perdede oyun adına kıpırdanma oldu neyse ki...Oyunculuklarda da öyle.."Televizyonlarda bu seyrediliyor,aman buna alışkın olanları ürkütmeyelim." mantığı kadar yanlış bir şey olamaz.Güldürü evet ama kolaycılığa kaçmadan..Neden mi?Oyunda benimle yan yana oturan bir anne ve kızla olan kısa konuşmamızdan..
Oyun başında yanımda oturan ve hallerinden tiyatro salonuna ilk kez geldikleri belli olan iki kişiyle perde arasında konuştuk.Ayşegül ticaret lisesinde birinci sınıf öğrencisiymiş.Öğretmenleri bir oyun izleme ödevi vermiş.Babası iki bilet almış. Annesi de gelmek isteyince baba onları dışarıda beklemeye karar vermiş.Baba asgari ücretle çalışan bir işçi..Anne evlere temizliğe giden iki çocuklu bir ev kadını..Bir oğulları askerdeymiş.Ona da harçlık gönderilmesi nedeniyle Ayşegül'ü bu yıl kazandığı sağlık meslek lisesinde okumak için Niğde'ye gönderememişler.Ankara'da bir ticaret meslek lisesine yazdırmışlar.Anne,salona girdiğindeki duygularını "Kültürlü bir yere gelmişim gibi hissettim."diye anlattı.Hele bir cümlesi daha vardı ki içim titredi.Şöyle dedi:"Atatürk'ü görmüş gibi oldum !"
İşte bunun için gelenlere gerçek tiyatro sunulmalı ve " halk böyle istiyor" kolaycılığından ve yalancılığından kaçınmalı..Kültüre her zamankinden fazla ihtiyacımız var.Yanında güldürü de varsa eyvallah,tadından yenmez; ama anlamsız güldürüye hayır !

28 Ekim 2014 Salı

En Büyük Bayramımız Kutlu Olsun !

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun !

Satıcının Ölümü ya da Babalar ve Oğulları

Hafta sonu cumartesi Satıcının Ölümü'nü izlemek için Cüneyt Gökçer'deydim.İki saat kırk beş dakika süren uzunca bir oyundu.İlk perdede yine biraz yorgunluğa biraz sıkılmaya bağlı olarak uyukladım,kendime de kızarak...Uyuklamak için evden kalkıp Ankara'ya tiyatroya gidiyormuşum gibi oluyor ve elbette ne saçma !
Neyse perde arası verildi.Yanımdaki hanımla biraz lafladık.Ben de azıcık açıldım.Necmiye Hanım'ı salondaki yerine kadar oturtan oğlu bize iyi seyirler dileyip gitmişti.O da benim gibi yakınlarda annesini kaybetmiş.Yalnız yaşıyormuş.Çocukları yalnız bırakmıyormuş ama annesinin boşluğunu da hiçbir şey dolduramıyormuş.Bilmez miyim !O nedenle değil mi kafası koparılmış tavuk gibi çırpınarak dolaşışım hala !
İkinci perde iyiydi.Uyumadan ve sıkılmadan izledim.Ama şunun da farkına vardım ki, uzun zamandır yerli oyunlar izlediğim için oyun biraz uzak geldi bana.O insanların derdiyle dertlenemedim.Ya da onların derdi bana inandırıcı gelmedi.Ta ki güzel replikler duyana kadar..Yani benim için anlamlı olanlarını..
"-Babamın artık hayallere kapılmayı bırakması lazım.
-Nasıl bıraksın?Baban bir satıcı oğlum.Bir satıcı biraz gülümseme,biraz da parlak bir ayakkabı demektir.Karşısındaki ona gülümsemedi miydi...O nedenle baban da hayal kuruyor.Sizinle ilgili hayaller..Yıkmayın onu..."
Yine de satıcı baba sonunda hayallerini gerçekleştirebilmek için gülümseyerek kendi sonunu hazırladığı ana kadar karısı dışında anlaşılamadan bu dünyadaki rolünü tamamlamak zorunda kalacaktır.
Hayat bazılarımız için ne acımasız!
Bir komşumuzun kocasının kendisine dediği gibi:"Ben bu dünyadan hiçbir şey anlamadım."
Oyundaki büyük oğul rolündeki Buğra Koçtepe çok iyiydi..Anne rolündeki Gülçin Yaşaroğlu da...Diğer rollerdeki Neşet Erdem,Şahap Sayılgan da...Satıcı rolündeki Erdal Küçükkömürcü de döktürüyordu elbette.Ama şımarık bir seyirci olarak onun döktürmesi değil, genç oyuncuların daha inandırıcı görünen performansını beğendim.Dedim ya şımarıklık benimkisi...

20 Ekim 2014 Pazartesi

Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok ya da Unutulan Ekim Şehitleri

Ekim ayı içinde şehit olan gençlerimizin mezarlarına kimsenin anmaya gelmemesi üzerine yazıyorum.Ne aileleri ne Şehit Aileleri Derneği'nin üyeleri,kimse ziyarete gitmedi onları..Nereden mi biliyorum?Çünkü annemle babama gittiğim her gün onlara da uğruyorum da onun için.Özellikle de şehitlik yıldönümü gelenlere bir gün önceden uğrayıp mezarını temizlemeye gayret ediyorum ki ertesi gün gelmesi muhtemel olanlar temiz ve olabildiğince bakımlı bir mezarla karşılaşsınlar..Ama son günlerde hepimiz buruğuz ! Topçu Er İbrahim Yenilmez Polatlı doğumlu Baba adı Bilal Anne adı Zeynep Doğum tarihi 16.03.1954 Şehitlik tarihi 13.10.1975 Şehit J.Tğm.Ahmet Kara Konya Yunak doğumlu Baba adı Musa Anne adı Döndü Doğum tarihi 17.06.1966 Şehitlik tarihi 14.10.1996 Şehit İs.Kd.Çvş.Orhan Korkmaz Polatlı doğumlu Baba adı Seyit Ömer Anne adı Ayser Doğum tarihi 08.03.1965 Şehitlik tarihi 16.10.1990 Daha bitmedi ekim şehitleri..Onları da yıldönümleri gelince yazacağım.Umarım bu sefer ziyarete gelenleri olur... Her gün gördükleri için beni ziyaretçiden saymıyorlar ne de olsa...

Alacaklılar

19 Ekim pazar günü gittiğim oyun Alacaklılar oldu. Hemen söyleyeyim,beğenmedim.Neden mi? Strindbeng'in kadın erkek,daha doğrusu karı koca ilişkisi üzerine yazdığı ve kendi yaşamından izler taşıyan oyununu bir karı koca yönetmiş:Kudret ve Burcu Dilik.Ancak oyuna farklı bir bakış açısı getirebildiklerini söyleyemeyeceğim.Sıradan bir oyun olarak izledim. Oyuncular Çağrı Turan,Boğaçhan Sözmen ve Gaye Alacacı da standart oyunculuğun ötesine geçmediler ya da geçemediler veya geçirilmediler,artık bilmiyorum.Hiç heyecan duymadan düz bir oyun olarak izledim,hatta oyunun finalinde Çağrı Turan kan revan içinde sahneye çıktığında da hiç heyecanlanmadan gayet kanıksamış olarak izledim hatta izledik,sonra da formalite alkışlarımızı sunduk.Pek beğenmediğimiz oyunlar için böyle formalite alkışlarını kullanıyoruz:fazla sürmeyen,içine "bravo" ünlemleri girmeyen,kimsenin ayağa kalkıp heyecanlı ıslıklar çalmadığı...Ne kötü değil mi? Oyunun güzel olan tek yanı program kitapçığı..Güzel kaleme alınmış..Keşke aynısını oyun için de söyleyebilseydim..Benim için sadece zaman ve para kaybı oldu.Oyunu izleyebilmek için öğleyin on ikide evden çıktım,Ankara'ya gittim,akşam eve döndüğümde saat 19.45 olmuştu.İki saat süren ve hiç de tatmin edici olmayan bir tiyatro için ne kayıp ! Bari değseydi !Alacaklılar, sizden alacaklıyım diye berbat bir espriyle bitireyim bu tatsız yazıyı...

14 Ekim 2014 Salı

Yeşilçam'ın Ufak Tefek Taşları


12 Ekim pazar günü Küçük Tiyatro sahnesinde Yeşilçam'ı izledim.
Uğur saatçi yazmış.Barış Erdenk yönetmiş.
Geçen sezonun en iyi oyunlarından Hayvan Çiftliği'ni de yöneten Barış Erdenk'i de dikkatle izlenecek yönetmenler arasına alıyoruz böylece..
Salondaki panoda oyuncu fotoğraflarını görünce,bu oyunu seçtiğime bir kez daha memnun oldum;çünkü Özgür Öztürk de oynuyormuş.İlk kez Jerry ve Tom'da sonra Hayvan Çiftliği'nde izlediğim bu oyuncuyu da dikkatle izliyorum artık.Hep arıza tipleri oynuyor ama olsun.
Oyun tek perde.Ne kadar sürüyor diye sordum.Bir saat kır dakika dediler.İyi.Dönüşte trene yetişebileceğim diyerek yerimi aldım.
Saat 16.45'i gösterdiğinde bir salon dolusu seyirci kahkahalara eşlik eden alkışlarla oyuncuları kulise uğurluyorduk,izlediğimiz oyunun verdiği keyifle..Tempo hiç düşmeden,çok eğlenerek izlediğimiz oyunu,birbiriyle çok iyi paslaşan iyi bir ekipten izledik.
Özgür Öztürk,Nuri karakteriyle başrolü üstlenmiş.Her zamanki bol mimikli oyunuyla bence iyiydi.Ama asıl bütün ekip iyiydi.Birbirlerine verdikleri enerjiyle oyunu öyle bir canlandırıyorlar ki seyirci olarak seyir keyfiniz artarak izliyorsunuz.Yani biz öyleydik.Üstelik prömiyerden sonra altıncı oyunlarında izledim.Yani ısınma turlarında..Şimdiden iyiler..Kapalı gişe oynamalarını dilerim.
 Nuri'nin platonik aşkı  film yıldızına erişebilmek için en yakın arkadaşı Stavros'un ninesinin altınlarını sermaye yaparak başlayan büyük film yönetmenliği düşü ile gerçeklerin komedisini anlatıyor oyun...
Senarist rolündeki Ahmet Burak Bacınoğlu bana Beyoğlu Beyoğlu'ndaki Metin Akpınar'ı hatırlattı oyun boyunca.Ulaş Ersoy Stavros,ulaşılmaz film yıldızı Gülin Ersoy,Özlem Gündoğdu Pakize rolündeydi.Hele Özlem Gündoğdu canlı oyunuyla hepimizin hayranlığını kazandı.Oyunun en canlı figürü oydu.Deniz Keyf ve Şivan Bilici de hiç ezilmediler.Subay rolündeki Ufuk Ersoy da öyleYanımda oturan bir hanımla bey ,Ulaş ve Gülin Ersoy'un ana babalarıymış,Oyuncuların konservatuardan sınıf arkadaşları olduğunu söyledi.Nasıl bu kadar iyi uyum sağladıklarını böylece anlamış olduk.Meğer bir arkadaş dayanışması varmış önümüzde..Sonuç da çok keyifli..Emeği geçenlerin ellerine sağlık,dolu bir sezon geçirirler umarım.
Başlıktaki ufak tefek taşlara gelince..
Oyunda askeri darbe dönemine dair sahneler var.O döneme ilişkin küçük küçük hatırlatmalar var ki,acı gülüşlerle izliyorsunuz.Bazılarını Enternasyonel filminden hatırlayacaksınız.

13 Ekim 2014 Pazartesi

Hedda Gabler


2014­­-2015 Tiyatro sezonunu açmış bulunuyorum.
İzlediğim ilk oyun Hedda Gabler oldu.11 Ekim cumartesi matinesinde Cüneyt Gökçer Sahnesi'nde...
Geçen sezonda Nora Bir Bebek Evi'ni izlediğimiz H.İbsen'in oyunlarından biri de bu imiş.
Yine erkeklerce köşeye sıkıştırılıp,çıkışsız bırakılan kadını anlatıyor yazar..
Yönetmen de geçen sezon Bizim Yunus'u sahneleyen Mustafa Kurt.
Dekor ve kostümlere Behlüldane Tor ve Gülümser Erigül'ün elleri değmiş,özenle hazırlanmışlar.
Ben prömiyerden sonraki beşinci oyunlarını izledim.Oyun da dekor ve kostümler de yeni yani..Çok oynanmışlığın kokusu henüz oyuna sinmemiş..Çok emek verildiği belli olan oyunlarını dolu salonlara oynarlar dileimi iletiyim öncelikle..
Hedda Gabler'ı Sibel Özer Chulliat canlandırıyor.İlk kez sahnede gördüğüm bir oyuncu..ve çok beğendim oyununu..özellikle sesini kullanışını...
Film seslendirmelerinden iyi bildiğim bir sesi izledim sahnede doktor rolünde:Mesut Turan.Çok iyiydi.
Sezonlarca oynayan ve hep oynamasını dilediğim "Hüzzam"Hanımefendisi Maral Üner de oyunda küçük bir rol ince ince nasıl dokunur ve büyütülürün misalini verdi.Şahaneydi..
Diğer oyuncular da iyiydi..Ancak  kaynaşmış  bir ekip havası mı yoktu;yoksa oyunun konusundan dolayı mıydı 'serin' bir hava esiyordu gibi geldi bana..Ya da ben biraz hasta olduğum için 'üşüdüm' .

Semizotu

Bayrama birkaç gün kala, mezarlık dönüşü Huzurevi'ne sapıverdim.Vakit akşam üzeriydi..Onların da yemek saati..Neyse artık,onlar yemeklerini yerken ben de salonda oturup beklerim,diyerek geçtim içeriye..
Meğer gene yemek almamışlar...Sabiha Hanım da Niyazı Bey de...Nohutlu pirinç pilavı varmış...Sabiha Hanım diyabetli,pirinç yemiyor ama sürekli de pirinç pilavı pişiriliyor diye şikayetçi..
Bu kez önce Niyazi Bey'in kapısını tıklattım.Çok sıkkın ve yüreği dolu bir anına denk gelmişim..Buyur etti.Biraz hal hatırdan sonra da anlattı,anlattı,anlattı...
Huzurevi yönetiminden şikayetçi o da..Anlattıklarından bir tanesi aklıma takıldı kaldı."Bütün yaz geçti,o kadar rica ettim,bir semizotu pişirin,diye ama bir kez bile yiyemedik !"
"Az önce de yemek olarak pilav getirmişler,üzerinde on tane nohut var,Allah için inanınız,hepsi de taş gibi çiğ! Almadım yemeklerini;telefon ettim,dışarıdan yemek getirtiyorum!"
Sonra da Sabiha Hanım'a uğradım.O da akşam yemeği olarak yine peynir ekmek yiyeceğini söyledi.İnsanın yüreği nasıl burkuluyor,anlatamam..
Ertesi gün semizotu pişirdim.Kendi usulümce...Sade,sarımsaklı,domatesli,bir de havuç çenttim içine..Bir kaba koydum..Sabah mezarlığa giderken Sabiha Hanım'a çok sevdiği hanımelinden bir dalla birlikte bıraktım.Öğleyin yersiniz,diyerek...

25 Eylül 2014 Perşembe

Eylül Şehitleri ya da Eylül Kırgınları

Eylül ayında sonsuzluğa uğurlanan şehitlerimiz iki kişiymiş.
Biri görev şehidi olarak tanımlananlardan:
Adı  İsmail Aydın
Bursalı
Baba adı Ahmet
Ana adı öğrenilememiş galiba,yazmıyor taşının üzerinde
Doğum tarihi 1941
Şehitlik tarihi 14.09.1962

52 yıl önce,21 yaşında görev şehidi olan İsmail'i yıldönümü olan 14 Eylülde,mezarı başında anmak üzere kimse toplanmadı.Tek ziyaretçisi yine bendim.Sabah taşını yıkadım,toprağını suladım,belki gelen olur diye hazırladım mezarını.Ertesi sabah baktım,gelen olmamıştı.
Nereden mi anlaşılıyor?
Resmi ziyaretçiler çiçeklerle geliyor,onları mezarlara serpiyorlar..Diğerleri mezarları suluyorlar..
Ne çiçek ne de sulanmış toprak vardı..Benim suladığım toprak da kurumuştu..Yani tek ziyaretçi bendim..

İkinci şehidimizin künyesi ise şöyle:

Adı:Lv.Kd.Çvş. Hasan Hüseyin Atik
Doğum yeri:Polatlı
Baba adı:Ömer Lütfi
Ana adı:Nermin
Doğum tarihi:1973
Şehitlik tarihi:24.09.1995

Maalesef Hasan Hüseyin'i de ziyaret eden kimse olmamıştı..Sabah dersim olduğu için, okul çıkışında mezarlığa gidebildim.Toprağı kupkuru,taşı yıkanmamı..;Ne bir çiçek ne bir ziyaretçi anısı...Anlaşılan anne babası hayatta değiller..Ya da gelemeyecek durumdalar..Unuttular diyemem,unutulamaz..
Ama Şehit Aileleri Derneği nasıl unuttu ya da atladı,bunu anlayabilmiş değilim..Galiba atladılar.
Hasan Hüseyin de 22 yaşının güzelliği ile mezar taşındaki fotoğrafından gülümsemeye devam ediyor,hayatın güzelliklerine ve diğer şehit arkadaşlarının mezarlarına  bakarak....




16 Eylül 2014 Salı

Okula Başladık Heyya Okula Başladık !

Okullar açıldı.
Okulların neşesi,varlık sebebi öğrenciler okulları,sınıfları doldurdu.
İki haftadan beri bizler gelip gidiyorduk okula ama dersler başlamadığı için ziyaretçiler gibiydik.Ya da bana öyle geliyordu.Şimdi ise ,eski deyimle uhdemize verilen sınıflarımızla birlikte derslerimize başlıyoruz,başlayacağız,başladık.
Şu anda okul cıvıl cıvıl..Eski öğrenciler arkadaşlarına kavuştu,okulda katlar arasında dört dönüyorlar..Yenilerse şimdilik ürkek kuşlar gibiler;orta okuldan tanıdıkları arkadaşlarına sokulup,teneffüslerde okulu tanımaya çalışıyorlar..Çok sürmez,yakında okulun kurdu olurlar..
Geçen seneki öğrencilerimden birinin annesinin vefat ettiğini duydum dün ve çok üzüldüm.Şimdi 11.sınıf öğrencisi ve annesini kaybedeli henüz iki hafta olmuş..Bu yıl onun için çok zor geçecek demektir..Geçen sene de derslerine pek çalışmıyordu..Meğer sebebi bu imiş.Evde hasta anne ile yaşarken ona üzülen çocukcağız ne yapsın..O zaman bilmiyordum.Keşke bilseydim..Atlatacak elbet;ama zamana ihtiyacı olacak.
Her yenilik umuttur,hayata dair umutları arttıracak yenilikler dolsun günlerimize,en çok da geleceğimizin umudu gençlerimize,çocuklarımıza..

12 Eylül 2014 Cuma

Ağustos Şehitleri

Geçen ay yazamadığım konuyu daha fazla ertelemeden yazmak istedim;eylül şehitlerini de ilerleyen günlerde yazarım.
Bu sabahki mezarlık ziyaretimde taşlarının üzerindeki künyelerini not etmiştim.Bu kısacık bilgi kendi öyküsünü anlatıyor zaten,fazla söze gerek yok.

Adı,soyadı:   Top.Onb. Feridun Yücesoy
Doğum yeri:Kırklareli
Baba adı:Nazmi
Ana adı:Nigar
Doğum tarihi:15.1.1946
Şehitlik tarihi:21.8.1967

Adı,soyadı: Polis Memuru Ali Osman Zeybek
Doğum yeri:Polatlı
Baba adı:Aziz
Ana adı:Dudu
Doğum tarihi:10.2.1962
Şehitlik tarihi:10.8.1995

Adı,soyadı: J.Kd.Çvş.Bekir Pehlivan
Doğum yeri:Polatlı
Baba adı:İsmet
Ana adı:Safiye
Doğum tarihi:5.7.1971
Şehitlik tarihi:3.8.1994

Ruhları şad,kabirleri ışıklarla dolu olsun !Onların ve yanlarında yatan diğer 31 şehidin ve bütün vatan uğruna can verenlerin...

ZAFERE DOĞRU Duatepe

Tarihe saygı yürüyüşünün son etabı 10 Eylülde Duatepe'ye fener alayı düzenleyerek yapıldı.Tıpkı 93 yıl önce olduğu gibi sağanak yağmurla başlayan gün,akşama da sağanak yağmurla girdi.Ancak yürüyüşten vazgeçilmedi ve Üçpınar Köyünden Duatepe'ye kadar olan 1100 metrelik tırmanışı genç yaşlı kalabalık bir grup yürüdük.Gece saat dokuzda tepede buluştuk.Etkinliğin finali olduğu için protokol konuşmalarından sonra öğrencilerimden oluşan yirmi beş kişilik bir grup da Sakarya Savaşı konulu şiirlerden oluşan bir oratoryo seslendirdi.Tepeye çıkışta ve inişte hep bir ağızdan türküler,marşlar seslendirildi.Gelecek yıl ve yıllarda bu etkinliklerin artarak devamı dileğiyle dağılındı.
Kendi adıma bu tarihsel alanlara yürüyüş etkinliğinden ben çok yararlandım.Hatta belki de en çok ben yararlandım.Derslerde anlattığım alanları ilk kez görme fırsatım oldu.Görmeden anlatmanın ne kadar eksik olduğunu da bir kez daha idrak ettim.Bilmediklerimi öğrendim.Her zaman olduğu gibi, bilmediklerimin daha ne kadar çok olduğunu bir kez daha fark ettim.Bazı şiirler, dizeler şimdi daha anlamlı geliyor.Bunu artık daha bilerek vurgulayacağım.Ama asıl halka daha fazla kulak vermek gerekiyor.Her zaman olduğu gibi asıl kaynak o.
Mesela daha önce duyduğum bir türkünün hikayesinin farklı anlatımını, bu yürüyüşe katılan bir hanımdan dinleme şansım oldu.Doğrusu bunu değerlendirmek gerek diye düşünüyorum.
Savaşın en yoğun yaşandığı bu topraklarda daha kim bilir ne hikayeler derlenmeyi bekliyor.Üzerine düşen vatanı kurtarma vazifesini alçak gönüllüce yerine getiren  Anadolu halkı,yaşadıklarının en acısını unutup,kimini de türküye dönüştürerek gündelik hayatına dönmüş,çektiklerine kulak verecek birini bekleyen türkülerini de çocuklarına ninni olarak söyleyip bugünlere ulaştırmış.Şimdi de bu türküleri,hikayeleri yazıya dökme,kayıt altına alma görevi bu işi bilen,yapabilecek olanlara düşüyor diye düşünüyorum.
Liseli Şehitler Destanı'ndan birkaç dize ile yazıyı sonlandırmak istiyorum:

Kanla yıkana yıkana
Temizlendi
Sakarya nın doğusu
Onlar,
Geri dönmeyi düşünmeyenler
Onlar,
Onbinler
Yüzbinler
Bu toprak için
Can veren erler
Sanılmasın
Belirsiz mezarlarda kaldılar
Hür ufuklardan vatanın
Hem gece
Hem gündüzüne
Doğacak aylara yıldız oldular.
(FAZIL AHMET BAHADIR/YENİDEN KUVAYİ MİLLİYE)

11 Eylül 2014 Perşembe

ZAFERE DOĞRU Nefeslerin Tutulduğu An

Tarihe saygı yürüyüşünün 9 Eylüldeki güzergahı Kocadere mevzilerinin gezilmesiyle başladı.Yine bir tepe,yine arazinin elverişsizliği nedeniyle askerlerimizin taşlardan hazırladığı siperler,yine koyu bir sessizlik..
Her savaş mekanını gezerken aynı hüzün hissi hakim oluyor..Bugün baktığımızda sıradan birer tepe olarak gördüğümüz bu coğrafya parçalarında 93 yıl önce kan gövdeyi götürüyormuş..Ana baba kuzuları son nefeslerini bizim şimdi dolandığımız bu arazi üzerinde vermişler...
Üzerlik adıyla bildiğimiz bir yabani bitki var..Aile dağarcığımızda nazara karşı iyi geldiği inancı vardır.Rahmetli annem yazdan toplayıp kuruttuğu üzerlikleri, kışın nazar olduğuna inandığı zamanlarda bir parça kor üzerine koyar,çıkan dumanı dualar okuyarak evde dolaştırır;hatta bizlerin de içimize çekmemizi isterdi..Evdeki nazarı,kötü duyguları(bizimkiler ' pis nefis' derdi !)böylece uzaklaştırdığına inanırdı..Taze üzerlik taneciklerini de kumaş kırpıntılarıyla birlikte dizerek duvara asmak üzere nazarlık hazırlardı..Canım anacığım,nur içinde olasınız babamla birlikte..
Bizim gezdiğimiz savaş mekanlarında bol bol üzerlik var elbette.Bilmediğim ise bu bitkinin genellikle eski bir yerleşim yeri,sürülerin barındığı yerler,ama daha ilginci cesetlerin üzerinde bittiği..Tarihçi ve arkeologlar bunu bilirlermiş..Aslında bu bilgiye sahip olan halk elbette..Biz de her zaman olduğu gibi halkın bilgisine kulak verdiğimizde bilmediğimiz ,bilemeyeceğimiz bazı malumata erişebiliyoruz..Bana çok ilginç geldi..Şimdi üzerliklere başka bir gözle bakmaya başladım..
Yürüyüşün ikinci bölümünde İnler Köyündeki Gazi Tepe'ye gittik.Atatürk'ün Savaş hazırlık planları yapmak için geldiği ve bir anlık dikkatsizlikle belki,attan düştüğü yer burası..Genelkurmay tarafından buraya bir anıt yaptırılmış..Nefeslerin tutulduğu o günün anısına..Bir de burada şehit olan on üç mehmetçiğin anısına..İsimleri yazılmış bir mermer bloğun uzerine..Ancak on iki erin adı var..On üçüncünün adı bilinememiş her halde..Ya da bir karışıklık oldu,bilemiyorum artık...
Tepede iken o günü bir düşündüm..Kimbilir herkes ne kadar korkmuştur..Düşmenin etkisiyle kısa bir baygınlık geçiren Atatürk'ün yüzünü yıkadıktan sonra sapsarı yüzüyle gülümsemeye çalışıp,çevresindeki komutanlarını teskin etmeye çalıştığı anlatılır anılarda..Ama o sırada herkesin sapsarı kesildiğini tahmin ederim..
Toydemir köyündeki siperleri göstermeye götürdü rehberimiz bize..İçinde rahatça dolaşabildikleri o siperler bugün hafifçe içe eğimli bir uzantı halinde sadece..Yani bize siper olduğu söylenmese asla fark edemezdim.Ama asker gözü hemen ayırt ediyor..Tabii hemen şarapnel parçaları bulundu yine..Hatta ben bile minik bir teneke parçası buldum.O döneme ait midir bilmem tabii..
Sonuç;yine hüzün elbette..Ben hep aynı şekilde, o günlerde savaşarak ölen o insanların bu fedakarlıklarını nasıl hak edebiliriz,diye düşünüyorum.Yalnızca bir kez yaşanabilecek bir ömür,yokluklar içinde,savaşın korkunçluğu içinde burada sona erdi.Hayatın güzelliği ve keyfi adına belki hiçbir şey yaşayamadılar.Şimdi onların bu fedakarlıklarını nasıl ödeyebiliriz,nasıl hak edebiliriz bilmiyorum..Hak etmediğimizi düşünüyorum.
Hak etmediğimizi düşünmeme neden olacak o kadar çok şey oluyor ki..Mesela bugün okula gelirken,çarşıda,heykel dediğimiz meydandan geçerken saygı duruşuna çağıran boru sesini duydum,şaşırdım.Bugün ne vardı diye düşünüp sesin geldiği yere doğru bakınırken,boru sesi kesildi.Arkadan İstiklal Marşı'nın geleceğini bildiğim için kımıldamadım artık.Marşa bulunduğum yerden katıldım.Tam karşımdaki otelin altındaki pastanenin kaldırıma çıkardığı masalarda kahvaltı eden üç grupla da karşı karşıya kaldım.Marşın sesi gümbür gümbür duyuluyor.O kahvaltı grubunun hemen yanı başında resmi görevliler selam durumunda marşa katılıyorlar.Ancak grup hiç istifini bozmadı.Kahvaltılarına devam ettiler.Sonra onlara baktığımı sanan ortadaki kalabalık grup ayağa kalktı.Sonra sağdaki grup ayağa kalktı.Soldaki grup,ki selam durumundaki resmi görevlilere en yakın olanlar da onlardı,hiç istifini bozmadan,hatta ayağa kalkanlara,selam duranlara bakınarak kahvaltısına devam etti.Ben de bu durumu izledim,şimdi ne yapmalıyım sorusunu kendime sorarak..Marşı ayağa kalkarak dinleyen o grubu tebrik edip,ayağa kalkmayan gruba da neden kalkmadıklarını sorayım mı;yoksa hiçbir şey yapmadan yola devam edeyim mi?
Marş bitince hem yola devam ettim,hem de kendime de kızmaya..Gidip o saygısızlara sormalıydım aslında..

8 Eylül 2014 Pazartesi

ZAFERE DOĞRU Sarıçaltepe

Alagöz'den Mangaldağı'na Tarihe Saygı Yürüyüşü'nün 7 Eylüldeki etabında Yıldızdağı,Sarıçaltepe ve Karatepe(Sivritepe) vardı.
Önce Sarıçaltepe'ye gittik.Sakarya Savaşı'nın gerçek mevzilerini gördük.Askeri bilgiler verildi,gezi koordinatörü tarafından..Gurur ve hüzünle karışık duygularla dinledik..Ovaya hakim yüksekçe bir tepe...Uzaktan Çaldağı,Duatepe,Basritepe,Beştepeler görünüyor..Tabii ben henüz yön tayininde pek iyi değilim..Bazılarını hemen seçebiliyorum..Bazı mekanları seçemiyorum..Buranın yerlileri,askerler hemen biliyor,işaret ediyorlar.Ben şimdilik bakınma devresindeyim.Bilinçli bakma dönemi de inşallah gelecek..
Bu geziye yeğenlerim de dahil küçük bir  öğrenci grubum da katıldı.Dört ay önce Gençlik Haftası'nda gerçekleştirdiğimiz" Duatepe'de Kurtuluş Savaşı Edebiyatı" dersinin bir bölümünü burada katılımcılara sunduk.Güzel oldu.Teknik bilgiden çok anlamayan benim gibiler için Milli Mücadele dönemine ilişkin anı ve şiirlerden oluşan bir sunum daha etkili oluyor.Atatürk ile bir gazetecinin milli meclis ve Milli Mücadele'ye ilişkin söyleşisi de dönem kostümüyle, gerçek savaş meydanında çok etkileyici bir sunuş oldu.Aynısını mayıs ayında Duatepe'de arkadaşlarına sunan öğrencilerim burada da başarılı oldular.Gurur duydum..
Yürüyüşün ikinci noktası Yıldızdağı idi.Yine çevreye hakim bir noktada bir yükselti.Buranın özelliği biraz dramatik..Savaş boyunca asker kaçaklarının sayısı artınca bunu engellemek için İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan ve idama mahkum edilenlerin idam sehpası burada..Her tepede sonsuz gibi duran sessizlik, burada biraz daha dramatik geldi bana..Burada kimbilir nasıl dramlar yaşandı.Ya da belki trajediler. İdam sehpası bir ağaçlandırma çalışması sırasında kazayla devrilmiş;ancak bana orada yaşananların ağırlığı nedeniyle gibi geldi nedense..Tabii bunu kimseye söyleyemedim.
Yürüyüşün üçüncü noktası bizim Sivritepe dediğimiz Karatepe 'ydi.Sakarya Savaşı'nın ilerleyen günlerinde bizim ordumuz ve Yunan ordusu arasında adeta inat çatışmasının yaşandığı bir nokta burası..Halk arasında bir günde yedi defa el değiştiren tepe diye biliniyor.Antik çağda bir kale bulunan bu sipsivri tepeyi elde tutabilmek için ne yiğitlerimiz burada son nefeslerini verdi kimbilir.. Bizler işte o topraklarda olağanüstü bir şehir panoraması izlerken , o fedakar nesil şimdi yanımızda olsalar, tam 93 yıl önce bugün düşmanla boğaz boğaza geldikleri o tepenin eteğinde uzanan, parsellenmiş ve burası için astronomik fiyata satılan bağ evlerine baksalar ,bize dönüp ne söylerlerdi acaba diye düşünmedim değil...Tabii bunu da kimseye söylemedim;çünkü o tepenin de içinde bulunduğu arazinin daha doğrusu tarlanın sahibi ve şu anda belediye meclisi üyesi olan zat da yanımızdakilere arazisinin nasıl değerlendiğinden bahsediyordu...
Böylece bugünkü tarih yürüyüşümüz de bitti.Tabii gönlüm karmakarışık..Ah o ölenler,vatanımız için bir günde sonsuzluğa karışan 700'ler,900'ler..O sayılarla ifade edilen; ama esasında bir kerecik yaşayabileceği ömrünü vatanına bağışlayanlar..Ve biz bunu bilerek yaşamanın ağırlığını taşımak zorunda kalanlar..Hele de bu kadarını bile anlamadan yaşayanlar...

5 Eylül 2014 Cuma

Anneler Melektir Yavrum !

Bu sabah seminer çalışması için okula gelirken bir ana oğulun yanından geçtim.Oğlan henüz çok küçük..Ne dersen ona inanacak yaşta..Annesinin söylediği bir cümle beni durdurdu."Bundan önce de yaramazlık yapmıştın,o zaman seni yutmuştum.Şimdi yine yaramazlık yaparsan seni tekrar yutabilirim!"
Zavallıcık, anne tarafından tekrar yutulma tehdidi üzerine gıkını çıkaramadan yürüyordu.Daha fazlasını dinlemedim,yürüdüm.
Okula gelene kadar da zavallı küçüğün yerinde olmadığıma şükredip, onun haline acıdım.Garipceğiz kimbilir nasıl korkmuştur..O yaşta olsam ben de korkardım.Neyse ki benim anacığım böyle psikopatça ifadeler kullanmazdı.
Bazen öyle ailelere denk geliyorum ki,o zavallı çocukları o ana baba elinden derhal almak gerek diye düşünüyorum.Ana babanın,ana baba olmakla hiç ilgisi yok.Çocuk kazaen onlara düşmüş.Şayet onların elinde ölmeden büyüyebilirse de ilerde toplum için sakıncalı birey olması işten bile değil..O ana babadan insanlık için iyi,güzel,faydalı;çocuk için eğitici,nitelikli bir şey öğrenmesi imkansız..
Nasıl böyle değiştik,ne ara bu kadar insan olmayı öğrenmeden,öğrenemeden büyüyüp aile kuranların sayısı nasıl bu kadar arttı?Ailelerdeki çözülme nasıl böyle ışık hızıyla çoğaldı?
Birkaç yıl önce hiç olmazsa aile değerlerimiz yerinde duruyor diyordum.Meğer bilmeden konuşuyormuşum..

4 Eylül 2014 Perşembe

Gül Yetiştiren..

Yazının başlığına Gül Yetiştiren Adam diyecektim ama sonra asıl amacım edebiyat eleştirisi yapmak olmadığı için öylece yarım bıraktım.Rasim Özdenören'in bu kısa romanını lisedeyken okumuştum.Ama dediğim gibi asıl amacım edebiyat eleştirisi yapmak değil şimdi..
Artık sürekli meşgalem haline gelen mezarlıkta çam ve gül fidanlarını sulamak işinde azıcık daha ilerleyip budama ile de ilgilenmeye başladım bir süredir..
İki hafta kadar önce güllerin bir kısmını, yeniden gül versinler diye, budadım.Bazılarına göre aşırı denebilecek kadar kısa budadım hem de.Her gün sulamaya devam ediyorum elbette..Bir haftaya kalmadan biri hemen filiz verdi,sonra da diğerleri..Üç tanesi ise  sopa görünümlerini ısrarla koruyor.
Şimdi ilk filiz verenin gülünü kokluyorum üç gündür.Bir acele filiz verdi.Bir acele gül açtı.İkinci gülün tomurcuğu da yolda..Her gün hepsiyle olduğu gibi onunla da konuşuyorum.Hangisi daha faydalı bilmiyorum,Su mu onlarla konuşmak mı?Galiba ikisi de..
Hepsini aynı zamanda budadığım,aynı şekilde suladığım güllere bakarken zihnimden hep şunu geçiriyorum:Öğrencilerimle geçirdiğim ders zamanlarında da aynı şeyi yaşıyorum aslında.Onların hepsine aynı zaman içinde aynı mevzudan söz ediyor,aynı bilgileri aktarıyor,aynı soruların cevaplarını veriyorum;ama onlardan geri dönüşüm aynı eşitlikte olmuyor.Kimi hemen algılayıp istediğim zihin olgunluğuna erişirken kimileri farklı uzunluklarda  hazım dönemine ihtiyaç duyuyor;çok azı ise farklı uzunluklarda sopa olmaktan öteye geçemiyor..Bazen insanlık bahçesi deyimini kullanıyoruz ya boşuna değil aslında..

1 Eylül 2014 Pazartesi

ZAFERE DOĞRU Çaldağındaki Bayrak Direği

31 Ağustos'ta "Tarihe Saygı" yürüyüşünün 3.etabına katıldık.İstikamet Çaldağı idi.Yine Haymana yolu üzerinden bir saat kadar otobüs yolculuğu yaptık.Tepenin eteğine kadar ilerledikten sonra yarım saat kadar süren bir tırmanışla Çaldağı zirvesine ulaştık.Bunlar aslında orta ölçekli tepeler bence..Ancak ovaya en hakim olanlar oldukları da gerçek..
Taşlıktan oluşan Çaldağı zirvesinde kırık bir direk var.Bir bayrak direği..Betondan yapılmış..Haymana'ya karşıdan bakan Çaldağı'nı ele geçiren Yunanlılar dikmişler.Haymanalılar da on gün boyunca dalgalanan Yunan bayrağını izlemişler demek ki..Hem de canlar pahasına oraya dikilen bir bayrağı..Ne acı..
1 ve 2 Eylül 1921'de bu tepeyi savunmak için çok yetersiz cephaneyle çarpışmak zorunda kalan askerlerimiz 3 alay komutanı,5 tabur komutanı ve 900 erin kanını üzerinde dolaştığımız bu toprağa akıtmış..İki gün içinde bin üç yüz metre yüksekliğindeki bu tepeyi savunabilmek için bin kadar gencimiz bu tepede canlarını feda etmiş yani ..
Yerlerde yine kekikler,adaçayları..Geçmişin sessiz tanıkları..
Tam karşıda Haymana..İç Anadolu'nun cefakar,mütevazı şehri..Karşısında cereyan eden boğazlaşmanın,askerlerimizin yürek paralayan fedakarlığının tanığı..
Tepedeki beton direği zaferden sonra bizim askerlerimiz parçalamış..Dolayısıyla o da bir kırık tanık..
Hepsi dile gelse neler söyler kim bilir?
Tepenin hemen eteğinde Ahırlıkuyu Köyü.Elinde bayraklarla tepeye çıkan grubumuzu gören köy muhtarı ve birkaç köy sakini dönüşte araçlarımızın yanında bizi karşıladılar.Savaşın tanığı olan köylerini de ziyaret etmek isterdik ama yola koyulmak gerektiği söylendiği için onlarla vedalaşıp döndük..
Önce Malıköy,sonra Mangaldağı,sonra da Çaldağı; üçünden de buruk ayrıldım.Bize zaferi ve vatanı hediye eden sessiz yığınlarımızın emanetleriydi hepsi de..Rüzgarın sesinden başka ses duyulmayan,bulutlardan  ve kuşlardan başka ziyaretçisi olmayan bir zamanların savaş alanları..'Bizim' diyebilmek için önce' bizim 'kendimizi feda etmemiz gerektiğini pek güzel anlatan topraklar..

29 Ağustos 2014 Cuma

ZAFERE GİDERKEN Mangaldağı'nın Kekikleri

İlçemizin tanıtımı için belediyemizce  oluşturulan POTA adlı kuruluşun düzenlediği Sakarya Savaşı alanlarında tarih yürüyüşü yolu temalı etkinlik geçen hafta başladı.
Son derece anlamlı olarak tren garının önünde toplandık.Anlamlı çünkü,savaş sırasında her türlü sevkiyat buradan yapılıyordu.POTA'nın yöneticisi olan emekli asker bizi toplayıp belediyenin araçlarıyla ilk gün gezisini başlattı.İlk olarak 23 Ağustos cumartesi günü Alagöz Köyü Karargah Müzesi'ne gittik
Derslerimizde Kurtuluş Savaşı Edebiyatı'nı anlatırken sözünü ettiğimiz,Atatürk'ün Sakarya Savaşı'nı idare ettiği,komutanlarıyla birlikte günlerce kaldığı bu köyü ve kaldığı evi sonunda gördüm.O günleri,yaşananları bir de evin sahibi olan Ali Ağa'nın torunundan dinleme fırsatı bulduk.Tarihe tanıklık etmiş olan evin duvarları dile gelse diye düşündüm hep,evi gezerken...O telaşlı,koşuşturmalı,şimdi bize masal gibi gelen; kahramanlarına da masal kahramanı gibi bakılan zamanları şimdinin en hakiki tanığı olan duvarlardan dinlemek ne müthiş olurdu !
İkinci durağımız Malıköy İstasyon Müzesi idi.Bugün de faal olan Malıköy İstasyonu Kurtuluş Savaşı'nın yine en hakiki tanıklarından..Askere alınanlar,cepheye gidenler,cephane sevkiyatı,cepheden gelen yaralılar,hemen bitişikteki depodan dönüştürülen revirde ameliyata alınanlar,bahçede bekleyen gönüllüler,yaralılar,komutanlar,hiç bitmeyen,dinmeyen savaş trafiği...Nereye baksam savaşın anıları...Bir milletin,milletimizin Bağımsızlık Savaşı..O masal kahramanları buradan gelip geçtiler,hem de kimbilir kaç kez..Bazıları burada şehit oldu,burada toprağa verildi.Hele hava kuvvetlerimizin mütevazi barınağı da burası ve tabii şehit pilotlarımızın da..Yakıt kıt,uçağın kanatları için branda yok,yedek parça yok;yoklar içinde verilen bir kahramanlık destanı..
Üçüncü durağımız Zafertepe oldu.Atatürk'ün Sakarya Savaşı'nın sonuna doğru Duatepe'ye taarruz eden ordumuza komuta ettiği ünlü yer..Karapınar Köyü'nün hemen üzerinde yer alıyor.Yazık ki kafilede yer alan yaşlılar ve öğle güneşinin bastırması nedeniyle tepeye çıkamadık.Kısmet başka sefere..Ki ben kendim de gidebilirim.Köy yürüme mesafesi sayılır..Hele şu kavuran sıcaklar bir geçsin..
Son olarak Sakarya Anıtı'na geldik.Cumhuriyetimizin 50.yılı onuruna yapılan anıta geldik.Kafile başkanımız burada da bilgiler verdi ve ertesi günkü gezide buluşmak üzere dağıldık.
24 Ağustos pazar günü Mangaldağı'na gittik.Sakarya Savaşı'nda elimizden çıkan tepelerden biri bu..Buradan Türbetepe'ye çekilmiş,onu da kaybedince Çaldağı'na çekilmiş ve canımızı dişimize takarak direnmişiz.Kaybedilen tepeler de canlar pahasına elden çıkmış elbette...Yol üstündeki bütün köylerde ve yol kenarlarında adı sanı unutulmuş mehmetçiklerimizin mezarlarını gördük.Tam tespitleri henüz yapılmamış;ancak çalışmalar başlamış.
Mangaldağı bin üç yüz metrelik bir tepe..Askerlerimiz burada Yunanlılarla döğüşürken kendilerini koruyabilmek için siper bile kazamamışlar.Hem arazi çok taşlık siper kazmaya müsait değil,hem de gece Polatlı'dan hareket emri alan birlikler bizim otobüsle bir buçuk saatte aldığımız mesafeyi bir gecede almış ve tepeye varır varmaz da tepeyi savunmak için düşmanla döğüşmeye başlamış,yani siper kazmaya vakit de yok.Ancak çevredeki taşlardan bir barikat oluşturulabilmiş.Onların izleri bugün görülebiliyor..Bütün bunları kafile başkanı anlattı.Tepeye kan ter içinde tırmanan bugünün gezginleri olan bizler de o taşlara oturup çevredeki kekiklerin kokularını içimize çekerek dinledik.Her yer kekik...Kimsecikler gelmediği için kocaman olmuş,çiçeklenmişler..Acaba o gün de askerlerimiz düşman mermileri altındayken bu kekik kokularını mı içlerine çekiyorlardı ?Yoksa o hengamede kimsenin kekikleri görecek hali olmamış mıydı?Ama canlar pahasına kaybettiğimiz o tepede kimbilir hangi ana baba kuzularının kanları o kekiklerin de üzerine serpildi.Belki de o kekikler o nedenle bu kadar çok ve güzel kokuyor !Kimbilir..Dile gelseler neler neler anlatırlar o taşlar,bitkiler..şimdi huzurlu bir sessizlikte dinlenen o tepe...Mangaldağı.

12 Ağustos 2014 Salı

Sizin Hiç Tanıdığınız Öldü mü?

Bir kitabın adından alıntı yaparak yazmak istedim Hacı Gülcan'ın ölüm haberini...
Yoksa şöyle yazmak geçiyordu içimden:Mezarcıya mezar kazdılar..
Adı Hacı idi.Bu kadarını biliyordum,bir de şehir mezarlığında mezarcı olduğunu..
İki yılı aşkın süredir sık sık gittiğim mezarlıkta karşılaştığım insanlardan daha doğrusu görevli çalışanlardan biriydi..
Hamlet'teki mezarlık sahnesini canlandırabilecek derecede mezarcı rolüne uygun olduğunu düşünürdüm,kendi kendime..Ortadan uzun boyu,kocaman göbeği,bir nedenle özürlü gözü,haşin denebilecek kadar sert yüz ifadesi ile tam o rolün adamıydı bence ve zaten her gün bu rolü gerçek hayatında canlandırıyordu..
Geçen cumartesi ben her günkü ziyaretim için oradayken sabah selamlaştık,sonra ben ziyaretim sonrası biraz dinlenmek için oturduğumda yanımdan geçti.Biraz ilerdeki yeni bir mezarın yanına yer almış olan biri için 'hapis' diye adlandırdıkları hazır mezar yapmaya doğru gitti.Giderken de yanımda oturan yaşlı mezarcı Ali Dayı ile birbirlerine takıldılar,Kimin önce öleceğine dair..Giderayak Hacı son sözü söyleyip uzaklaştı"Ali Dayı sen bizi de gömersin gayri!"
Meğer doğru söylemiş.O gün onu sağ gördüğümüz son gün imiş.Herkesin oy verme telaşında olduğu gün o da yaşam savaşındaymış.Kalp krizi geçirmiş ve kurtarılamamış...
Dün mezarlığa gittiğimde,belediye işçileri,belediye personeli için ayrılan parselde çalışıyordu."Hayrola,yoksa cenaze mi var?"dedim."Evet,hani bizim mezarcı Hacı var ya,ona kazıyoruz burayı..O başkalarına mezar hazırlardı;biz de şimdi onun için hazırlıyoruz"dediler.İnanamadım.
Bu sabah o kazılan yerin yanına gittim.Açılan çukur doldurulmuş,baş ucuna adı yazılı tahta dikilmiş(Daha 49 yaşındaymış !),üzeri düzeltilmiş;artık o da mezarlık sakinlerinden biri olmuş bile..
Ben de mezarını suladım,dua ettim.Yarın da ilk yeşilliklerini dikeceğim.Toprağı bol,rahmeti bol olsun..Ama hala da aşağıdaki yoldan gelip"Hocam hoşgeldin,Allah kabul etsin!"diyecek sanıyorum.Güle güle Hacı,ışıklar içinde olasın  inşallah !

7 Ağustos 2014 Perşembe

Ziyaretçi

Dün seçim görevi nedeniyle evrak teslimi için eski mahallemizdeki bir okula gitmemiz gerekiyordu.Hazır o tarafa gitmişken eski komşularımızı da ziyaret ederim diye düşünerek işlerimi ayarlayıp evden çıktım.Her zamanki gibi yürüyerek gidip okuldan evrakı teslim aldım.Sonra da eski komşumuz Ayşe Teyze'nin kapısını çaldım.İnsanın habersizce gidip kapısını çalabileceği,güler yüzle karşılanıp sorgusuz buyur edildiği kapılarının olması ne güzel şey !
Evdeydi,zaten her zaman evde..Yaşlı,hasta,yürüyemiyor;ama bir anne ve nine olarak görevlerini asla ihmal etmiyor,şefkatini de...Ben de dahil herkese sevgi ve şefkat dağıtıyor..
Kocası Memduh Amca kısmi felç nedeniyle hastanedeymiş.Kendisi refakat edemediği için çocukları nöbetleşe hastaneye gidiyor,Ayşe Teyze de evdeki düzeni yürütmeye çalışıyor,torunlara göz kulak oluyor..
Oturduk epeyce,Eskilerden konuştuk..O unutamadığım eski komşuluk günlerimizden...Babam,annem rahmetlilerden..
Akşam üzeri kalktım.Giderken de evde kestiği makarnadan,kendi yaptığı bazlamalardan paketledi."Git evde bacınla ye !"diyerek..
Bugün de sabahki mezarlık ziyaretinden sonra eve gelen sütçüden sütü alıp pişirdim.Sonra da hazırlanıp,hastaneye Memduh Amca'yı ziyarete gideyim diye yola çıktım.Hastaneye gittiğimde Onlar da az önce taburcu olup gitmişler meğer..Yetişememişim.Artık telefonla selam söyledim.Ben de bir ay kadar önce ameliyat olan Gülşen Abla'ya gideyim bari deyip oraya yöneldim.Hastaneye yakın oturuyorlar..Evdelermiş.Yine ne zaman çat kapı gitsem güler yüzle karşılandığım bir ev..
Oturduk..Yine eskilerden konuştuk..Biraz da yeni dertlerden..Az önce de okula geldim.Hafta sonunda kendi okulumuzda sandık başında görevliyim.Hem neredeyim ona bakayım,hem de biraz klavye başında 'takılayım' diye girdim kapıdan içeri..Okul her zamanki yaz sakinliği içinde..ve de serinliği..Biraz da burada oyalanır sonra eve doğru yollanırım..Yoğurt mayalanacak,pazara çıkılacak,börek yapılacak..İşler beni bekliyor.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Hay Bin Kunduz ASKİ !

Hafta sonundan bugüne mezarlık oldu kerbela..Çeşmelerin bakımı ve tamiri yapılıyormuş,bu nedenle suyu bir kesmişler, daha gelmedi..Üstelik tamir ettikleri çeşmedeki su kaçağı da aynen devam ediyor.
Çalışanlara da bir şey diyemiyorum;çünkü büyükşehir belediyesine bağlandığımız için su işlerine bakanlar Ankara'dan geleceklermiş!?!
Böyle kepazelik olur mu?"Biz bildiriyoruz arızayı ama Ankara'dakiler gelmiyor.Biz de kendi imkanlarımızla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz yine de.."diyor bizim belediye çalışanları..
Rezaletin daniskası..Su burada,arıza burada;tamir için Ankara'dan gelecekler de,Ankara'daki arıza ve bakımlardan da fırsat kalacak da, bizim de işimiz görülecek !Ölme eşeğim ölme..
Bunu hangi akıllı düşündü,bilmiyorum ama o aklıyla bu memlekete çok geliyor,başka bir memlekete transfer etsinler de  parlak fikirlerini biraz da orada yumurtlasın !
Bugünle üç gündür ben de sulanması gereken mezar ve çiçek,fidan için 250 metrelik mesafeden su taşıyorum.Fazla gücüm de olmadığı için her seferinde on litre suyu ancak getirebiliyorum.Bugün dokuz kere aynı mesafeyi gitmek zorunda kaldım.Sadece çiçekleri sulamak için..Birkaç da minik çam fidanını..Tabii bir de annemle babamın mezarlarını..Gölgede 35 derece sıcaklıkta zavallıcıklar kuruyuveriyorlar hemen...Dolayısıyla her sabah mezarlık yoluna düşmek zorundayız..Bir de su olmayınca..Hay bin kunduz ASKİ !!

1 Ağustos 2014 Cuma

Geçmiş Bayramınız Kutlu Olsun

Bir bayram daha geçti.Aile üyeleri,tanıdıklar ve öğrencilerimden oluşan ziyaretçi gruplarını ağırlayarak..Uzaklarda olanlarla telefon mesajları veya konuşmalarıyla iletişim kurarak..Eh,bundan iyisi can sağlığı..
Seneye kısmet olursa bir ramazan daha yaşarız,bir bayram trafiğini daha keyifle atlatırız inşallah.
Benim için iyi olan şeylerden biri de mezarlık ziyaretçilerinin arttığı bir bayram olmasıydı.Kandil gününden başlayarak arife ve bayram sonuna kadar mezarlık hep ziyaretçi doluydu.Elleri çiçekli ziyaretçiler mezarlarını ziyaret edip çiçek dikti.yabani otlarını temizledi.bakımını yaptı,suladı.Ama çiçeklerin her gün sulanması gerektiğini unuttu.Şimdi o çiçekler de kurumaya yüz tuttu.Benim 'mücavir alanım' içine girenleri suluyorum.Yani yolumun üzerindekileri..Diğerleri için ne yazık ki yapabileceğim bir şey yok.
Bütün ülkede var mıdır,bilmem ama şimdi bir hafta kadar 'geçmiş bayramın kutlu olsun'dönemindeyiz.Karşılaştığımız herkes bu cümleyi kuruyor.İster istemez siz de aynı şekilde karşılık veriyorsunuz..
Arife gününden beri bunaltan yaz sıcakları da berdevam tabii..Terleye terleye yaşıyoruz bugünlerde ve tüm doktorları memnun edecek kadar çok su içiyoruz..
Son olarak da dün mezarlık dönüşü gördüğüm kamyondan söz ederek bitireyim.İzmir plakalı kamyonun ön camına sıralanmış pelüş ayıcık,tavşancık,kediciklerden oluşan renk renk oyuncak dizisi tüm cam kenarını kaplıyor ve karşıdan çok sevimli duruyordu.Torunların hediyesi midir yoksa şoför amcanın çocuk ruhunun yansıması mıdır,bilmiyorum ama insanı gülümsettiği kesin.Umarım o kamyonu tekrar görürüz..

25 Temmuz 2014 Cuma

Bayram Geliyor

Ramazanın sonuna yaklaştık.Bayram kapıda..
Yaz,ramazan ve bayram temizliği bitti.Son rötuşlar dışında..
Bayram şekeri için marketlerdeki şeker standları dolaşıldı.Yeni çeşitlere bakıldı.Ne alınacağı üzerine fikir geliştirildi.
Sabah mezarlık ziyaretinde şehitlik bölümünün de görevliler tarafından temizliği yapıldı.Yani alelusul süpürüldü.Olsun,geçen sene bunu bile yapmamışlardı.Ben de arife günü iyice bir sularım şehitlerin mezarlarını,bayrama tertemiz olurlar.Üstelik 27 Temmuz içlerinden birinin,Birol Aksu'nun şehitlik yıldönümü..
Heyecanla beklenen bir bayram değil ne yazık ki gelecek olan..27 yıldır böyle aslında..Babamın rahmetli oluşundan beri bayram benim için buruk bir sürece dönmüştü zaten;annemden sonra ise bir an evvel geçmesini dilediğim birkaç güne dönüşmüş durumda..Neyseki çocuklar,gençler,öğrencilerim var da biraz olsun katlanılır oluyor,tabii benim için..
Yani kısacası memleketçe bir bayramı daha idrak edeceğiz yakında.Şeker tadında bayramlar dilerim.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

23 Temmuz 2014 Bugün Kadir Gecesi ve İyi Ki Doğdum Ben

Bugün Kadir Gecesi.Dolayısıyla mezarlık ziyaretim daha uzun sürdü.Her zamanki gibi annemin ve babamın ziyaretlerinin, çiçek ve fidan sulamalarının yanında şehitlikteki otların da temizlenmesi gerekiyordu.Sabah bir gayret onları da hallettim.Sabah sekizden on bire kadar çalıştım,terledim,susadım ve tabii sabrettim.
Yarın süt günü,dolayısıyla mezarlıkta işimi erken bitirip, eve gidip sütçüyü beklemem gerekiyor.
Cuma günü şehitliğin sulama ve süpürülmesi işini bitirmeyi planlıyorum.Bir de saçımı kestirmeyi..Nisandan beri uzayan saçıma Ayhan bir düzen versin artık..Öğleden sonra da oturup bayram için yaprak sarmak da planlarım arasında..
Bugün ise bu yazıyı yazabilmek için evden yarım saat ötede olan okula geldim,yorgunum zaten,biraz daha yoruldum,susadım,sabrediyorum.Yazıyı bitirince biraz Kafka'nın Dava adlı kitabıyla ilgili araştırma yapıp saat 14.00'daki Okuma Kulübü toplantısına gideceğim.Bu ay bu kitap tartışılacak..
Ve bugün benim doğum günüm..Sabah önce annem ve babama söyledim.Komşuları da duymuştur sanırım..İşin esprisi bir tarafa bu doğum günü kızı bir an önce akşam olmasını ve suya kavuşabilmeyi istiyor şu anda...Ama sabır,sabır..On saat bitti,yedi saat kaldı şunun şurasında..
Sıcaktan kaynayan beynimle ve bugünkü görevlerini yapmanın huzuru içindeki yüreğimle herkesin kandili ve benim doğum günüm kutlu olsun efendim.İyi ki doğdum ben !İyi ki doğdum ben !Mutlu yıllar bana !Püf !!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Hayatı Sürüklüyorum İşte

Geçen cuma günü belediye çalışanı Salih'in sorusuna verdiğim bu cevabı son iki yıldır sürekli tekrarlıyorum aslında..Hatta daha uzun süreden beri...
Şehrimizde yardıma ihtiyacı olanları bazen yerel basından da öğreniyoruz..Bu sefer de öyle oldu.Bir süre önce yaşlı bir kadıncağızın haberini okudum.Kendisini ziyaret eden belediye görevlilerinin gözlemlediği gibi evinde yere serebileceği kilimi bile yokmuş..Bunun üzerine bir büyük halı vereyim diye belediyemiz görevlilerine söyleyip eve gelip almalarını talep etmiştim.Konuyu kardeşimle konuşurken,o da evde kullanmadığı halıları olduğunu,başka ihtiyacı olanlara da onları verebileceğini,belediye aracının geldiğinde kendisine de uğrayıp onları teslim almalarını söyledi.Böylece bir halı oldu,  irili ufaklı dokuz halı..
Cuma günü eve giderken belediyeye uğrayıp halıları almaları için yedi bin altı yüz on sekizinci kez,evet abartıyorum ama neredeyse her hafta talebimi tekrarladığım ikinci ay bitmek üzere...
Neyse gelip almaya karar verildi.Bir belediye aracı ile halıları teslim etmek üzere eve giderken,belediye çalışanı Salih"Ne var ne yok,hocam;nasıl gidiyor?"deyince aynı cevabı verdim:"Ne olsun,şükürler olsun bugünümüze, deyip hayatı sürüklüyorum."
Salih'in aslında sorduğu memleket ve dünya ahvaliydi elbette..Ama biz sıradan kulların akıl erdiremediği öyle korkunç ve karışık hadiseler yaşanıyor ki...
Sınırlarımız yangın yeri,yakın komşularımız karmakarışık olaylarla boğuşup duruyor;içeride yaşadıklarımız ise "Neler oluyor ülkemize,bize geleceğimize?"  sorusunun tedirginliğiyle geçen günler dizisi halinde...
 Sevdiklerini kaybeden ve adeta boşlukta sallanan, sevdiklerini gömdüğü ve onların yanında sonsuzluk uykusuna varmak dileğindeki  bir insanın son arzusunun tehlikede olduğunu hissetmesinin sıkıntısı içindeyim desem,her gün annemle babamın mezarının yanında,duamı "Bizi birbirimize düşmekten,bölünmekten,yurdumuzu kaybetmekten sen koru,yarabbi!"diye bitiriyorum desem,yaşadıklarımızın bir kabus olduğunu düşünüyorum bazen desem,bilmem yüreğimden geçenleri biraz anlatabilir miyim?Fuzuli'ciğin dediği gibi"Söylesem tesiri yok,sussam gönül razı değil"
Gücümüzün yetmediği memleket ve dünya ahvali karşısında bari kendi gücümüzün yettiğine yardım edelim diyerek yakın çevremizi temizleyip,düzenleyerek bir hayatı sürüklüyoruz işte,Salihçiğim !                                                                              

18 Temmuz 2014 Cuma

Bizim Evde Temizlik Var

Hafta başından  bugüne kısa bir özet geçmek gerekirse;15 Temmuz'da Sedat Akça'nın mezarına,daha önce dediğim gibi,mutad kadro ziyaretini gerçekleştirmiş,çiçeklerini mezara sermiş,ki o çiçekler ertesi güne ölmüştü..Neyseki papatyacık açmaya devam ediyor !
Salı günü sabah mezarlık mesaisi,okuldaki internette biraz okuma,yazma işleri derken, ikindi vakti döndüğüm evde, bismillah deyip, yıllık büyük temizliğe başladım.Mutfaktan yola çıktım.Kızkardeşimin de yardımıyla üçüncü güne geldiğimiz temizliği yarıladık diyebilirim.Duvarların silinmesi de dahil olduğu için,uzun sürüyor.Mutfakta el değmedik yer,ütülenmedik örtü,silinmedik eşya kalmadı.Dün de antre,banyo,tuvalet duvar , yer ve evye temizliği vardı.Yine silinmedik yer bırakmamacasına tamamladık.Kapıların da silinmesi bitti.
Bu arada kışlık yorganların havalandırılması da vardı.Neyseki bu yıl güvercinler pislemeden havalandırma işini tamamladık.Üst kat balkonlarına dadanan güvercinler nedeniyle balkona bir şey astığımızda bizi hep tatsız bir sürpriz bekliyor yazık ki.
Bugün de annemin odasındayız.Aslında dünden başladık.Gardrobun içi dışı boşaltılıp temizlendi,silindi,yerleştirildi.Şimdi de sandık içini boşalttım,havalandırıyorum.Öğleden sonra annemin odasını da yerleştiririz.O da biter.Geriye iki oda ve salon kalıyor.Salonun duvarlarını yaz başında sildiğim için(iyi ki öyle yapmışım,şimdi hiç gözüm kesmezdi !)sadece koltuk ve kanepelerin süpürülüp silinmesi işi var orada..Yani bir öğle sonrasında biter inşallah..Toplamda iki üç günlük işimiz kaldı.Ama o kadar yoruldum ki,işin sonunu düşünemiyorum şimdiden.
Asıl sorun ise susuzluk..Ramazanda iş yapmak o kadar kolay değilmiş,anladım.Sıcak ve susuzluk adamı fena güçsüz bırakıyor.Mahalledeki tüm kadınların bir bildiği varmış demek ki,bütün işleri ramazan öncesi hızla tamamladılar.Ancak şimdi bayram temizliğine kalkacaklar..Hadi bakalım kolay gelsin hanımlar..Ben de o zaman kadar tüm işleri bitirmiş olurum umarım...Çok yoruldum çok..Dünkü mesaim mesela tam on altı saatti..Yorgunluktan hala kollarım ve ayaklarım ağrıyor...
Tabii rutin mezarlık mesaisine de devam..Bu sabah mesela yediden ona kadar mezarlıktaki çiçek ve fidanları suladım,her sabahki gibi..Yoruluyorum ama yapılacak bir şey yok.Hava öyle sıcak,çiçekler ve fidanlar o kadar suya muhtaç ki !Ne kadarını sulayabilirsem o kadarını kurtarabilirim zavallıların..O halde durmak yok, çalışmaya devam!

15 Temmuz 2014 Salı

Bir Şehide Mektup

Temmuz şehitlerine geldik.
Bu ay iki şehidimiz var.Birinin yıldönümü  bugün, diğerinin de on iki gün sonra 27 Temmuzda...

Şehidin Adı: Piyade er Sedat  Akça
Baba Adı:Salih
Ana adı:Seyide
Doğum yeri:Polatlı- Ankara
Doğum tarihi:27.02.1986
Şehitlik Tarihi:15.07.2006

Sevgili Sedat,
Sabah mezarının yanındaydım.Dünden söylemiştim zaten,gülünü ve bir dal papatyanı sularken..Bugün yıl dönümün ya,seni ziyarete gelecekler..Onlar gelmeden mezarını hazırlayacağım diye..Bu nedenle sabah saat 07.30'da mezarının otları temizlenmiş,gül fidanın ve bir dal papatyan ,baş ve ayak ucundaki ağaçların sulanmış olarak artık ziyaretçilerine hazırsın.
Şehit Aileleri Derneği başkanı yanına yardımcısını,bir din görevlisini,yerel basından bir muhabiri,ailenden de katılanları alarak seni ziyaret edecekler,bakımlı görünen mezarının yanında dua ederken fotoğrafları çekilecek;yarınki yerel gazetede künyenle birlikte haberini okuyacağız...
Sonra gelecek sene mart ayına dek sana gelen pek kimse olmayacak..Yine ayrık otları mezarını bürüyecek..Zaten bu yüzden herkesin mezarında duran menekşeler senin mezarında gözden yitti,gitti.Fotoğrafındaki hafif bıçkın durmaya çalışan masum halin hep yirmi yaşın tazeliğini yansıtacak..Belki de bu yüzden o bir dal papatyanın mezarında açması..Ayrıkları temizlerken ona dokunamadım.Tazecik iki papatyacık da yıldönümü çiçeğin olmuştu.
Seni ziyaret edenlerin getireceği çiçekler de mezarının boşluğunu bugün için kapatır umarım.Geçen sekiz yıl acıları epey küllüyor demek ki..İlk zamanlar, anneciğindi sanırım, acıdan kavrulan bir kadıncağız görürdüm,artık hiç görmüyorum...
Ne yapalım,siz de sabahları beni göreceksiniz..Gül ve menekşelerinizi sulamak için her sabah uğramaya devam edeceğim.Arada bir de otlarınızı temizlerim.Okul açılana dek bu yıl da bu düzende gideriz umarım..Yarın sabah görüşmek üzere,arkadaşlarına,anneme,babama,hocalarıma.öğrencilerime selamlarımı ilet,sevgili çocuk...

Alo 155

Okulda kilitli kaldım.
Geçen cuma mesai sonuna kadar okulda idim.Bana seslenirler ya da ben onların sesini duyar çıkarım diye düşünerek, pek de acele etmeden, kütüphanenin serin sessizliğinde,bilgisayar önünde oyalandım.Saat 17.00'da yukarı çıktım ki,kapıyı kilitleyip gitmişler,beni hatırlayan olmamış ve okulda kilitli kalmışım!
Eyvahlar olsun !Bugün cuma,koca bir hafta sonu ben burada mı kalacağım?Ciyaaaaak !
Cep telefonu işe yaradı.Yeterli kontörüm de olmadığı için aslında ALO 155 işe yaradı.Ücretsizmiş,onları aradım.Okul idarecisinin numarasını verdim.Hemen ilgilendiler.Kilitli kapının önünde yarım saat süren bekleyiş sonucu gelen idarecinin açtığı kapı sayesinde hafta sonu boyunca okulda kilitli kalmaktan kurtuldum.O da ayrı bir macera olurdu herhalde..Aman eksik kalsın..
İnsanın panikle elleri nasıl da titriyor,eli ayağına dolaşıyormuş..Bir kere daha kendi üzerimde gördüm.Soğukkanlılık başkalarını sorunları yanında oluyormuş meğer..Yıllar geçtikçe daha olgun olduğunu düşünmek sadece bir yanılgı imiş.Bu küçücük olaydan da bunu öğrendim.Daha olgunluk kapısının önüne gelmemişim demek ki..Hayatta her şeye hazırlıklı olmak gerekir diyerek kendimi her zaman en kötüsüne hazırlayarak yaşadığımı sanırken küçük bir aksilik, daha bu konuda pek çok eksiğim olduğunu bana pek güzel gösterdi..Tedbirli olmaya,tedbirli düşünmeye devam,yılgınlığa ise geçit yok !
Beni almaya gelen idareci  paparayı yedi tabii..Eve gidene kadar "Beni nasıl unutursunuz?"cümlesini duymak zorunda kaldı..Meğerse bu konuda sabıkalı imişler,bu ilk vukuatları değilmiş !Olsun,siz beni nasıl unutursunuz?Ya cep telefonum yanımda olmasaydı !Okulda olduğumu evden kimse bilmiyor,beni burada aramak kimsenin aklına gelmezdi.Ne yapardım o zaman ?Bu nasıl idareciliktir?
Sağolasın ALO155,Seni düşünenler de sağ olsun !

11 Temmuz 2014 Cuma

Sıcak Çok Sıcak

Yanıyoruz...
Sıcaklardan perişanız..
Mevsim gereği, biliyoruz,ürünlerin olgunlaşması için gerekli, biliyoruz,­-yaşlıların dediği gibi dersek-sıcaklardan zarar gelmez, biliyoruz;lakin çok sıcak,iftar saatine dek evlerin serinliğinde yaşamaya mecburuz..
Sokağa çıkar çıkmaz güneşin sıcağı vahşi bir hamle ile kafamıza dişlerini geçiriyor,en yakın saçak altlarındaki duvar diplerindeki,ağaç altlarındaki gölgelere seğirtiyoruz.Gerekirse bunun için kaldırım değiştiriyor,yolun bir o yanında,bir bu yanında gölge takipçisi oluyoruz.
Okula gelene dek bugün de öyle yaptım.Yine de okul kapısına geldiğimde beynim pelteleşmiş gibiydi.İnternetten gazetelere göz gezdirip gündemi takip ederken vakit epey geçti.İçerisinin serinliği de çok iyi geldi.
Şimdi ikindi vakti eve gidiş derdi var.Eve kadarki yarım saatte yine beynim pelteye dönecek.Ama vakit geçirebilmek için de bunlara katlanacağız.
Susuzluk nedeniyle ciddi bir iş de yapamıyoruz.Müdür yardımcımız Murat Bey'in deyimiyle bir müddet daha "oruç gezdirmeye" devam edeceğiz.
Sabah çok erken saatte gidip,çiçek ve çamlarını suladığımız mezarlık ziyareti dışında kayda değer pek işimiz yok şimdilik...Haftaya sıcaklar biraz düşme eğilimine giriyormuş,umarız biraz nefes alınır seviyeye gelir..Ben de nicedir ertelediğim yaz ve bayram temizliği seferberliğine başlayabilirim..Yeter bu tembellik.....

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Tavşan,Bir Baykuş,bir Tilki,Bir de Yılan

Dünkü mezarlık ziyaretimde bir mezarın üzerindeki gül fidanını sularken önümden hızla kaçan tavşanı görünce ben de boş bulunup ürktüm önce,sonra da seslendim arkasından yavaşça:"Kaç tavşancık,saklan,seni görmesinler yoksa yerler !"
İki yıldır çeşitli zamanlarda karşılaşıyoruz.Benim gördüğüm bu zamana dek yaşamayı başardı.Umarım daha çok yıllar yaşasın o kocaman kulaklarıyla...
Tilkiyi ise geçen seneden beri görmedim.Tavşan mı yedi desem,saçma olacak!Kocaman kuyruğuyla pek de alımlıydı..
Akşam üzeri ya da sabah çok erken gittiysem baykuşla da göz göze geliyoruz.Uzun ve derin bakışlarla bana bakıyor sessizce,sonra kocaman kanatlarını açıp üzerimden pike yaparak uçup gidiyor..
Dün sıcağa kalmayayım diye çok erken gitmiş,hızla sulanması gereken çiçekleri suluyorken,uzunca kuyruğunu görünce,ne yalan söyleyeyim,bayağı ürktüm.Ne yapacağımı da bilemedim.Ayak seslerime rağmen hiç kımıldamayınca ya ölü ya da uyuyor diye düşünüp hızla uzaklaştım.Gece de yılanlı rüyalar gördüm tabii..
Bu sabah yine çok erken yola çıktığımda aklımdaki tek şey,"Ya yine orada kuyruğunu yaymış yatıyor ise ne yaparım",idi..Aynı yerde, karanfilleri sularken baktım.Kuyruk yok,yılan da yok..Demek ki dün gördüğüm ölü değil,uyuyan yılanmış!!Şimdi her sabah yürek tıpırtılarıyla karanfil sulayacağız demektir.Ölüler koruyun beni !!

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Nihayet Kavuştuk Oğlum

İki gün önce mezarlıkta gülleri sularken bir ses duydum,Yere atılan bir taş sesi..Kuş cıvıltılarından başka ses olmadığı için merak ettim.Biraz sonra sırası gelen gülü sularken de anladım sesin nereden geldiğini..
Mezarcı İbrahim,eski bir mezarın içine girmiş,toprağı kazıyor;epey de kazmış olmalı ki,sadece omuzlarından üstü görünüyor.
Selamlaştık.Niçin bu eski mezarı kazdığını sordum,aslında tahmin ederek...
Kazdığı mezarın sahibinin annesinin vefat ettiğini,buraya gömülmesinin istendiğini,o nedenle cenaze gelmeden her şeyi hazırlamak için çalıştığını..anlattı.
Mezar taşına baktım,adı Ayhan Savin.40 yıl önce,25 yaşında vefat etmiş.
Anneciği uzun bir evlat acısı çetmiş olmalı..Bugün acısı ve hasreti bitecek.Oğulcuğuyla koyun koyuna yatacaklar sonunda ve sonsuza kadar...
Mezarı kazmaya devam eden İbrahim'e oğulun cenazesinin yerini bulup bulmadığını sordum."Zaten görünmeye başladı"dedi.Küreğin ucuyla toprağın içinden çıkan bir kafatasının alın bölümünü göstererek..Genç birine ait olan dişler de görünüyordu.İbrahim de bu durumda tam iskeletin üstünde duruyor olmalı,diye düşünerek çekildim.
Mezarlıkta günlük çalışmamı bitirip dönerken aynı çukura tekrar baktım.İbrahim,"sapıtma"dedikleri cenazenin yatırılacağı girintiyi de kazmış,yanına dayayacağı tahtaları hazırlamış,ortalığı düzenlemiş,cenaze için hazırlığını tamamlamış...
Dün sabah mezarlığa gittiğimde yine gülleri sulayarak o mezara vardım.Baktım,o çukur doldurulmuş,üzeri güzelce düzeltilmiş,sulanmış,anneciği oğluyla koyun koyuna ilk gecesini geçirmiş...Huzur içinde olsunlar...

3 Temmuz 2014 Perşembe

Mavi Yusufcuk ve Karga ve Kedi

Okullar tatile girdi,seminer dönemi de bitti,dolayısıyla her gün okula gelmek zorunda değiliz artık;bizim için de yaz tatili bu haftadan itibaren başladı.
Benim de ikinci mesaime daha fazla zaman ayırma fırsatım oldu böylece..
Geçen cumartesiden beri her sabah mezarlıkta,mezar bakımı ile uğraşıyorum.Annemle babamın ve 42 komşularının bakımıyla başladım.Sonraki gün bir yandaki sıradaki mezarların bakımını yaptım.Üçüncü gün şehitliğe geçtim.Üçü boş,34 şehidin mezarının bakımını yaptım.
16 yaşında vefat eden bir kızcağız var.50 sene önce vefat ettiği için kimsesi kalmamış olmalı ki geleni yok.Geçen seneden beri onunla ilgileniyorum.Dördüncü gün onun mezarını bakımını yaparken hemen baş ucundaki  en az elli yıllık dört mezarın da bakımını yaptım.En az on yıldan beri kimsenin ilgilenmediği mezarların hali içler acısı olmuştu.1938'de doğup 1963'te vefat edenMeliha Arıkan,1963'te vefat eden Veliyullah Olcay,1963'te vefat eden Kemal Oğuz,1942'de vefat eden, Darülfünun Arapça Müderrisi Merhum Bay Şevket Eşi Bayan Feride Bürkev(taşında böyle yazıyor)temizlendikten sonra bana bir de sürpriz gösterdiler.Bu eski mezarların her birinde on beş santim yüksekliğinde humuslu toprak oluşmuş,yani nereden toprak bulacağımı biliyorum artık.
Asıl sürprizi dönüş yolunda gördüm.
Bir yusufcuk yanından geçtiğim bir çama konuverdi.Kocaman ve de masmavi..İlk kez bu renk yusufcuk gördüm..
Sanki temizlenen mezarların sahibi olan ruhların bir jesti gibi geldi.Çünkü ben hayran hayran böceği incelerken hiç kaçmadan konduğu yerde kaldı.
Ramazan başlangıcı olunca,öğleden sonra da aile büyüklerine ziyaretler yapmak gerekti.Bunlardan birinde bir tanıdığın daha vefat ettiğini duydum.Böylece ramazan tebriğine bir de taziye eklendi.
Vefat eden kadıncağızın mevlidinin okunduğu gün evinin balkonuna bir karga gelip konmuş.Ev halkı ne kadar uzaklaştırmaya çalışsa da karga gitmemiş..Saatlerce balkonda beklemeyi sürdürmüş...
Annemin vefatından sonra  böyle bir şeye biz de şahit olmuştuk..Annemin defnedilişinin dört veya beşinci günü akşam üzeri balkona tırmanan bir sarman kedi saatlerce pencereden içeriyi gözlemiş,hatta içeri girmek için fırsat kollamıştı.Ertesi gün de balkon kapısının açık kaldığı bir an içeri girmiş,biz fark edene dek evin her yerini dolaşmış,sonra da taziye için gelen bir misafir grubunun yanında kucağıma tırmanıp uzanmış ve dakikalarca kucağımda yatmıştı.Sonra da geldiği gibi gitmiş,bir daha da görünmemişti.
O nedenle bu türlü hikayeleri önemli buluyorum.O karga, bence henüz vefat eden Sevim Teyze'ydi.Evini son bir kere ziyaret etti ve gitti.Tıpkı iki sene önceki kedi gibi..Annemin de evini son bir kere ziyaret ettiğini düşünürüm hep...

27 Haziran 2014 Cuma

Ramazan Geldi Eyvah

Dün bizim pazarımızın kurulduğu gündü.Sıradan günlerde pek bir olağanüstülük yoktur;ancak ramazan öncesi ve ramazan süresi bir de bayram arifelerine denk gelen zamanlarda pazar halkı tanınamayacak kadar tuhaflaşıyor.Hem satıcıları hem alıcıları...
İnsanlarda, ramazanda oruç tutacağım(z),aman iyi beslenmeliyiz gibi bir algı var sanırım;bu dönemler gelince bir yiyecek alışverişi çılgınlığı başlıyor ki anlatılacak gibi değil !Dün de öyle olmuştu..Akşam üzeri pazara çıkarken her zamanki gibi kapısını çalıp bir ihtiyacı var mı diye sorduğum apartman komşumuz Vasfiye Teyze de domates,biber,maydanoz sipariş etti.
Bütün pazarda ilaç için olsun bir dal maydanoz kalmamıştı !Yeşillik namına ne varsa alınıp tüketilmiş...Bir yerde de insanlar domates ve salatalık almak için kuyruğa girmişler,belki on beş kişi bekliyor.Tek bir satıcı da hayatının önemli insan olma fırsatını yakalamış olmanın mağrurluğuyla afurlanıyor...
Domatesi kuyruk olmayan bir yerden aldım.Bir de küçümsendim.Niye bir kilo alıyormuşum,iki kilo olmasın mıymış?Hayır,olmasın !Biberi de bir kadın satıcıdan kendim seçmek suretiyle alabildim.Geçen hafta yerlerde sürünen maydanoz hanımefendiyi de ancak marketten Allahın emri ile alabildim.Tabii hiçbiri geçen haftanın pazar fiyatı değil,fiyatlar yukarıya çekilmiş şimdiden.
Oysa marketlerde bazı ürünleri daha uygun fiyata alabiliyoruz aslında..Ancak pazardan ve yerli ürünleri taze alma alışkanlığı nedeniyle satıcıların afur tafurlarına da daha ne kadar katlanırız bilmem.
Neyse görür onlar;Ramazan dediğin bir ay sonra biter.Yani şurada topu topu  dört perşembe..Sonra nasılsa yine bu pazarcıların şimdi havalarda gezen kaşları düşer,bize yine "Buyur ablacığım !"diye gerdan kırmaya başlarlar.Bu çılgın kalabalık da ramazandan sonra sakinleşir.Sabır,sabır,ya sabır !

26 Haziran 2014 Perşembe

Bursa'dan Gelen Telefon

Dün akşam üzeri evdeyken telefon çaldı.Açtım.Annemin adını söyleyerek söze başlayan bir erkek sesi..Hayırdır inşallah,diyerek doğruladım.Sonra birden zihnim açıldı.Bursa'da yaşayan Necla Teyzenin oğlu Cem olmalı,dedim.Doğru imiş.Şaşırdım.
O daha da şaşırdığını söyledi.Facebook hesaplarına baktıklarında ta ocak ayında,yani altı ay önce,yarı yıl tatilindeyken,kardeşime söylediğimde yazılmış olan mesajı yeni gördüğünü,hatta kendisinin değil eşinin gördüğünü,zaten bu işlerden pek anlamadığı için sık sık mesaj kutusunu kontrol etmediğini,orada yazılı olan telefon numarasını arayarak ulaştığını söyleyiverdi bir çırpıda..
İkimiz de ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra en çok merak ettiğim konuyu sordum.Annesi hayatta mıydı?Yaşıyormuş,79 yaşındaymış.Alzheimer olduğu için kendi evinde değil,Erdal Abinin evinde yaşıyormuş.Demek ki onun için ulaşamamışım.Henüz ileri aşamada değilmiş.Telefon numaralarını alıp verdik birbirimize..Hatta o heyecanla annesini aramış ama dışardalarmış, telefonun sesini işitmedikleri için olmalı,ulaşamamış.Sık sık görüşmek dileğiyle telefonu kapattık.
Akşam tekrar telefon çaldı.Yine annemin adını soran bir erkek sesi..Bu seferki ses daha yaşlı üstelik..Bursa'dan arıyorum deyince hemen tahmin ettim.Erdal Abi'ydi.Cem'in arayıp haber verdiğini,şaşırdığını,sevindiğini,mutlaka görüşmek istediklerini söyledi.60 yaşına geldiğini,emekli olduğunu,ama geç evlendiği için  henüz okul çağındaki çocuklarının eğitimlerini sağlayabilmek adına yine çalıştığını,ortanca kardeşi Atıf'ın hala Ankara'da olduğunu,Cem'in bile 44 yaşına geldiğini,(benim bildiğim Cem sekiz on yaşlarında güzel bir çocuktu.Kız çocuğu olmadığı için bu küçük oğlunun saçını annesi Necla Teyze hiç kesmeden kız çocuk gibi uzatmıştı,fotoğrafını görmüştüm.Ne çabuk büyüyorlar !)yakında Avrupa'ya gideceklerini,herkesin iyi olduğunu anlattı bir çırpıda.Necla Teyze ile telefonda konuşturdu bizi..Canım benim,sesi aynı,sadece biraz daha yaşlı bir ses olmuş.Daha ağır konuşuyor,muhtemelen pek de hatırlamadan..Hiçbir yerinin ağrımadığından,sadece çabuk unuttuğundan söz etti,sanıyorum bunu kendisiyle konuşan herkese söylüyor artık..Güzel Necla Teyzem,senin payına da bu düştü demek ki...
Erdal Abi aldı tekrar,tanıdığı birini sordu.Başka tanıdıkları da sonra sorarım,dedi.Mutlaka Bursa'ya beklediklerini tekrarladı, vedalaşıp kapattık.
Bu facebook işe yarıyormuş demek ki!
Işıklar içinde olun  annem,babam ve İbrahim Beyamcacığım..Necla Teyze'ye sarılarak ve gülerek poz verdiğiniz o fotoğrafa baktım yine..Orada da bir arada gülüyorsunuzdur ve tekrar görüşmek nasip olur umarım...

25 Haziran 2014 Çarşamba

Vazgeç Gönlüm

Bir yandan Orhan Gencebay'ın bu şarkısını dinliyor,bir yandan da geçen gün gittiğim Huzurevi ziyareti izlenimlerini yazıyorum.
Sabiha Hanım'la geçirdiğim birkaç saatten sonra bir arabesk şarkı dinlemek farz oldu.İnsan orada görüp dinlediklerinden sonra keder katmanlarına gömülüyor.
Önceki gün Huzurevi'ne gitmeye karar verdim.Okuldaki seminer çalışması bittikten sonra eve giderken biraz hanımeli topladım,Sabiha Hanım geçen sene "Hanımelileri açtı mı?Biz burada mevsimlerin farkına varamıyoruz ."demişti.O nedenle mevsiminde mutlaka bahçe çiçeklerinden ne varsa götürüyorum.Akşam üzeri de mezarlığa gideceğim için önce eve gidip hazırlandım.Geçen gün karanfil şerbeti yapmıştım.Sabiha Hanım için küçük bir şişeye ondan koydum.Yolda giderken de ağaçtan biraz ıhlamur çiçeği topladım.Odası mis gibi ıhlamur ve hanımeli koksun..
.İnce ruhlu Sabiha Hanım odasını her zaman parfümlerle mis gibi kokulandırıyor..
Huzurevine girdiğimde önce salona baktım.Birkaç beyamca oturmuş,televizyon izliyordu.Kadınlarla konuşmayan bir beyamca var.Kadınlarla konuşmuyor,çocuk bile olsa elini vermiyor..O de gazete okuyordu..Metin Beyamca televizyon izleyen gruptaydı.Onunla selamlaştık,hatırını sordum.Sonra sigara odasına baktım.İki kişi tavla oynuyordu.Hemşire Gülçin odasındaydı.Onunla selamlaşıp üçüncü kata çıktım.Sabiha Hanım'ın oda kapısını tıklattım.Kapı açık,her zamanki gibi,O da Kanepesine oturmuş,misafir bekleme pozisyonunda..Sesimi duyunca hemen çağırdı içeri..Ben de aynı katta oturan teyzelere selam verip geçtim odaya..
Hanımelilerine sevindi..Ihlamurlara sevindi..Karanfil şerbetine sevindi..Beni gördüğüne sevindi...
Televizyonu on gündür tamirdeymiş..Dün oğlu gelmiş..Arkadaşı Salim Beyle ,neyseki,artık görüşüyorlarmış.Ara sıra kaprisleri olsa da sineye çekiyormuş."Ne yapayım,konuşabileceğim başka kimse yok ki!"diyor.
Dört saat boyunca anlattı,anlattı,anlattı...
Bazan güldük,çokça hüzünlendik..Evinden,çocuklarından,yaşadığı şehirden uzak yaşamak zorunda oluşunu hem tevekkülle karşılıyor,hem de çocuklarına olan kırgınlığını saklayamıyor...
Saat 17.00'de yemekleri getiriliyor.En çok şikayet ettikleri de kötü yemekler...O öğlenki yemekte verilen sulu köftenin kıymasız bulgur köftesi olduğundan şikayet etmişti..Akşam için de biber dolması getirdiklerinde onu da almadı..Dolabında her zaman peynir ve zeytin bulundurduğunu,yemekler böyle kötü geldiğinde peynir ekmek yediğini anlatmıştı..O akşam da öyle olacaktı anlaşılan."Zaten şöyle sıcacık bir çorbaya hasretiz,buraya gelene dek soğuyor."demesi ise içimi acıttı.
Orhan Gencebay'dan Vazgeç Gönlüm dinlemeye devam ediyorum.....
Vakit ilerleyince müsaade isteyip kalktım.Gitmeden önce hemen karşıdaki kapıyı tıklatıp,Niyazi Bey'i de selamlamak istedim."Buyrun !"deyince kapısını açtım.Banyodaydı.Kendisi klozetin kenarına ilişmiş,yere küçük bir elektrikli ocak koymuş,doğradığı soğanları tavada kavuruyor,bir yandan da salam doğruyordu."Ne yapalım,iş başa düşüyor."dedi.Yemekler kötü oldukça o da almıyor,dolabında bulundurduğu nevaleden bir şeyler yapıyormuş..Afiyet olması dileğiyle çekildim.Mezarlık ziyaretimi de yapıp eve döndüm.

"Kapat Çile Kapısını Girmesin O Vefasızlar"




24 Haziran 2014 Salı

Haziran Şehitleri

   Bu sabah mezarlığa erkenden gittim.
   Bugün bir şehidin daha yıldönümü..Muhtemelen öğleden sonra Şehit Aileleri Derneği
   üyeleri yanlarında bir imam ve varsa aile üyeleri ile birlikte şehidin mezarını ziyaret edip dua edecekler,yanlarında da yerel basından birileri bulunacak,ziyaretin fotoğrafını çekip haber yapacak.Bir süreden beri böyle bir uygulamayı sürdürüyorlar..
   Ancak, bence, unutulan önemli bir nokta var.Şehitlikteki mezarlar oldukça bakımsız.
   Çok bakımsız demiyorum;çünkü üç ay önce 18 Mart Şehitler Günü nedeniyle askeri ve sivil görevliler tarafından bir hafta süren bir temizlik ve bakım  ve çiçeklendirme çalışması yapıldı ve o günden sonra hiçbir bakım faaliyeti olmadı.Her gün mezarlık ziyareti yaptığım ve şehitliğe de uğradığım için bizzat görüyorum fışkıran otları,kuruyan menekşeleri,giderek beliren bakımsızlığı..Okul işleri nedeniyle kısıtlı zaman ayırabildiğim mezar ziyaretlerini artık yaz tatili sayesinde daha geniş zamanlarda yapabileceğim ve mezar bakımlarını bu yıl da gücüm yettiğince yapabileceğim.Gücüm yettiğince diyorum;çünkü çiçeklerin bulamadığı suyu yabani otlar her nasılsa buluyor ve öyle güçlü oluyorlar ki,onları koparıp atmak için tüm gücümle asılmam gerekiyor.Bazan gücüm yetmiyor hatta !Bir bıçkım var ama bu yıl,sevgili yabani otlar,bu elimden yani bıçkıdan kaçamayacaksınız !
    Sözün başına dönersem,bu sabah yedi buçukta şehidin mezarındaki otları ayıkladım,kalan birkaç menekşe ile tomurcuklu gül fidanını suladım.Mezarın mermerini de iyice temizledim.Şimdi öğleden sonraki protokol(!)ziyaretine hazır..Yarın da fotoğraflı haberi okuruz artık..Tabii diğer şehitleri de unutmadım.Onların da çiçeklerine sular serptim.Ancak hepsine adamakıllı bir bakım ve sulama için şu seminer döneminin bitmesini bekliyorum.
    Sıra geldi haziran şehitlerine..
    Adı: J.ÖYZB.Hakkı Akyüz
    Doğum yeri:Haymana
    Baba adı:Raşit
    Ana adı:Hava
    Doğum tarihi:1.2.1951
    Şehitlik tarihi:8.6.1985
 
    Adı:J.KD.ÇVŞ.Yaşar Çetinkaya
    Doğum yeri:Günyüzü-Eskişehir
    Baba adı:Ali
    Ana adı:Fatma
    Doğum tarihi:7.1.1974
    Şehitlik tarihi:24.6.1999
 
    Işıklar içinde kalın şehit gençlerimiz !
     

23 Haziran 2014 Pazartesi

Bircan ile Sara

Geçen hafta(20 Haziran) izlediğimiz operanın adı bu.
Kazak opera örneği olarak Samsun Devlet Opera Sahnesi'nde repertuara alınmış..Geçen hafta İstanbul Opera Festivali'ne katıldıktan sonra Bursa ve Eskişehir'de sahnelenerek Ankara'ya gelmişti.Ücretsiz olarak sahneleneceğini duyunca biraz endişelendim doğrusu;bilet bulmak sorun zaten,davetiye bulmak hepten sorun oluyor..Neyseki gişe görevlisi iki davetiye ayırdı,bir öğrencim gidip aldı ve bana ulaştırdı..Ben de yine eski öğrencilerimden biri ile gittim,izledim.
Çok güzeldi.Çok keyifle izledik.
Gitmeden önce internetten biraz operanın konusuna,sergileme çalışmalarına göz atmıştım.Fotoğraflar çok güzeldi.Dekor ve kostüm için titiz ve ciddi bir çalışma yapıldığı hemen dikkati çekiyordu.Beni heveslendiren biraz da bu oldu.Kazak kültürünün unsurları çok estetik bir kurgulamayla yansımıştı.Bu konuda Türksoy'un katkısı olmuş ki buna ayrıca sevindim.Çünkü eser tam bir Türk toplulukları projesi olarak sunulmuş.
Besteci Kazak,rejisör Azeri,Dekor ve kostüm tasarımcısı Kazak,Solistler Kazak,Kırgız,Başkurt,Kıbrıs Türkü ve bizim ülkemizden seçilmişler,dönüşümlü olarak sahne almışlar.
Ankara'daki gösterimde seyirciler arasında Türksoy genel sekreteri,Kazakistan kültür bakanı yardımcısı,Devlet opera genel müdürü,sefaret mensuplarından oluşan protokol de vardı.Salon da epeyce doluydu.Ancak ilk perde sonunda ara verilince bir grup seyirci gitmişti.Sebebi  Kazak Türkçesi'ni anlamayışları olsa gerek diye düşündüm.Çünkü takip etmekte zorlandık.İzlerken de üzülerek bunu düşünüyordum hep.Aynı dilin mensuplarıyız.Birbirimizi zorlanarak anlıyoruz.Ayrı düşmüşüz.Ama bunu aşarız umarım,yeter ki bu türlü çalışmalar sık sık yapılsın.Bizi birbirimize yakınlaştıracak etkinlikler yapılmalı,bir araya getirecek projeler başlatılmalı ki Yunus'un dediği gibi beri gelip tanışalım,bilişelim.Hepimizin Orta Asya'ya gitmeye imkanımız olamıyor.Soydaşlarımızı,özsoyumuzu tanımak için de böyle fırsatların bize sık sık sağlanmasını diliyorum.Bu opera için emeği geçen herkesi de kutluyorum.Her şeyiyle çok etkileyiciydi.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Çok Yorgunum Kaptan

Geçen gün evde bir yandan iş yaparken bir yandan da radyo dinliyordum.Bir ara Cem Karaca'nın sesinden bu şarkıyı dinlettiler.Ne kadar da beni anlatıyor,diye düşündüm..
Çok yorgunum hakikaten de..Koşuşturmayla geçen dopdolu bir eğitim yılı,iki tiyatro hazırlayıp sahneleme,ders içi etkinlikler,ev içi etkinlikler(evdeki ve evle ilgili her işi kendim yapmak zorundayım),tiyatro-opera-bale için tam 40 kere(gerçekten !)Ankara'ya gidiş geliş,sahneye koyduğum tiyatro oyununu yararlı bir etkinliğe dönüştürmek için  kurum veya kuruluşları belirleme,bir de onlar için koşuşturma...
Bazen oturduğum yerde, ihtiyarlar gibi, içim geçerken yakalıyorum kendimi..Dinlenmeyi hak ettim etmesine lakin kocaman bir ev temizliği de beni bekliyor !Ramazanın gelmesini bekliyorum,sıkıldıkça ev işiyle vakit geçiririm nasılsa..Sıcak nedeniyle evde kalınca başka nasıl oyalanabilir insan?Ya da benim gibi oturmamak için bahane arayan deliler...