Hafta sonu cumartesi Satıcının Ölümü'nü izlemek için Cüneyt Gökçer'deydim.İki saat kırk beş dakika süren uzunca bir oyundu.İlk perdede yine biraz yorgunluğa biraz sıkılmaya bağlı olarak uyukladım,kendime de kızarak...Uyuklamak için evden kalkıp Ankara'ya tiyatroya gidiyormuşum gibi oluyor ve elbette ne saçma !
Neyse perde arası verildi.Yanımdaki hanımla biraz lafladık.Ben de azıcık açıldım.Necmiye Hanım'ı salondaki yerine kadar oturtan oğlu bize iyi seyirler dileyip gitmişti.O da benim gibi yakınlarda annesini kaybetmiş.Yalnız yaşıyormuş.Çocukları yalnız bırakmıyormuş ama annesinin boşluğunu da hiçbir şey dolduramıyormuş.Bilmez miyim !O nedenle değil mi kafası koparılmış tavuk gibi çırpınarak dolaşışım hala !
İkinci perde iyiydi.Uyumadan ve sıkılmadan izledim.Ama şunun da farkına vardım ki, uzun zamandır yerli oyunlar izlediğim için oyun biraz uzak geldi bana.O insanların derdiyle dertlenemedim.Ya da onların derdi bana inandırıcı gelmedi.Ta ki güzel replikler duyana kadar..Yani benim için anlamlı olanlarını..
"-Babamın artık hayallere kapılmayı bırakması lazım.
-Nasıl bıraksın?Baban bir satıcı oğlum.Bir satıcı biraz gülümseme,biraz da parlak bir ayakkabı demektir.Karşısındaki ona gülümsemedi miydi...O nedenle baban da hayal kuruyor.Sizinle ilgili hayaller..Yıkmayın onu..."
Yine de satıcı baba sonunda hayallerini gerçekleştirebilmek için gülümseyerek kendi sonunu hazırladığı ana kadar karısı dışında anlaşılamadan bu dünyadaki rolünü tamamlamak zorunda kalacaktır.
Hayat bazılarımız için ne acımasız!
Bir komşumuzun kocasının kendisine dediği gibi:"Ben bu dünyadan hiçbir şey anlamadım."
Oyundaki büyük oğul rolündeki Buğra Koçtepe çok iyiydi..Anne rolündeki Gülçin Yaşaroğlu da...Diğer rollerdeki Neşet Erdem,Şahap Sayılgan da...Satıcı rolündeki Erdal Küçükkömürcü de döktürüyordu elbette.Ama şımarık bir seyirci olarak onun döktürmesi değil, genç oyuncuların daha inandırıcı görünen performansını beğendim.Dedim ya şımarıklık benimkisi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder