27 Kasım 2018 Salı

Gap'ı "Gaptık"-9

Hasankeyf

Batman'dan sonra yol boyu atbaşı diye tanımlanan petrol çıkarma istasyonlarıyla karşılaştık..
Sağımızda solumuzda ,başımız çevirdiğimiz her yerde,otları yiyen bir atın başını indirip kaldırması gibi,yere inip kalkan mekanizma ile petrol çıkarılıyormuş...
Filmlerden görmüşlüğümüz vardı,şimdi karşımızdalar..
Raman Dağı da yayvan tepelerden oluşuyor olmalı..
Öyle dağ diye nitelenecek bir yükselti görmedik..

"Çıkarılan petrolün de gravitesi düşük,sadece ordunun ihtiyacı kadarı elde ediliyor."diye bilgi verdi,rehberimiz..
Bir başka bilgi de şuydu:"Antepfıstığını en çok yetiştiren il Urfa "!..
küçük ölçeklerde de olsa,Batman'da da fıstık fidanları dikilmiş..
Çabuk yetişen bir cinsi imiş..
Genç fidanlar hemen meyveye durmuşlar zaten..
Fıstıklar üzerlerinde hevenk hevenk..
Biz yanından geçtiğimiz fıstık ağaçlarını seyrederken rehberimiz de bilgilendirmeye devam ediyor..
"Hasankeyf tarihi altı bin yıl eskiye gidiyor..
Kalkolitik çağa..

Asıl tarihi dört bin yıl önce Asur (Arami)lar ile başlıyor..
Yani şimdi Süryani diye andığımız halkla..
Ticaretin çok geliştiği bir bölge.."
Nasıl gelişmesin zaten,suyun başını tutmuşlar..
Bölgedeki kalker kayalar kolayca oyulduğu için mağara evler çok..
Şimdi boşaltılmış elbette..
Oysa yaz sıcağında iyi bir sığınak oluyordur bölge halkına..
Dışarısı 40 derece sıcakta yanarken, mağara evde 17 derecenin serinliğinde oturmak ağustosta ne ferahlıktır..

Baraj nedeniyle bütün ilçe suya gömülecek..
Bu nedenle hemen ovanın yukarısında yeni bir şehir inşa edilmiş..
Ancak bizim TOKİ apartmanı diye tanımladığımız binalar şeklinde yapılmış önce..
Hayvancılıkla geçinen bölge halkının durumu göz önüne alınmadan..
Ahırı olmayan apartmanı ne yapsın Hasankeyfliler?..

Sonra tek katlı,avlulu evler şeklinde mahalleler oluşturulmuş..


Bu arada bir türbenin taşınması haberini de kısa bir süre önce okumuştuk..
Zeynel Bey Türbesi idi taşınan..
O da baraj suyu altında kalacaktı..
Taşındı yeni yerine..
Ziyaret ettik..
Şah Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey'i şehit olduktan sonra gömüldüğü topraklardaki mezarında..
Yani yeni mezarında..
İran tarzı soğan kubbeli zarif türbesinin altında..
Türkiye'de bu biçimdeki tek yapı örneği imiş..



Er-Rızk Camisi de aynı şekilde yeni yerine taşınma hazırlıkları içindeydi..

Bu arada  Hasankeyf'i seyrediyoruz artık..
Suyun kıyısında oturup önümüzden akan nehri,eski tarihi köprünün kalıntılarını izliyoruz..
Sıcakta yanan ayaklarımızı da çay bahçesindeki havuzun sularında serinletirken..
Bilgilendirme de geliyor..
Baraj su tuttuğunda bulunduğumuz yerin 30 metre üzerine dek su çıkacakmış..
Ooo!..

O tarihi köprünün de ,yani eski dönemde Roma,son dönemde Artuklu kentinin köprüsünün de özelliği üstü açılır tahta köprü olmasıymış..

Şimdi suyun içinde kalan o tek minarenin
üzerinde leylek yuvası..
Fotoğraflardan,belgesellerden bildiğimiz o minareye de taşıyacaklarmış..
Sadece o mu?..

Yeni yollar,yeni köprüler hatta yeni viyadükler yapılıyor..
Gördük..
Koca ova şantiye halinde..

Mağara evlerde yaşayanlar 1960'ta şimdiki ilçe merkezine taşınmış..
50 yıl sonra yine göç yolları göründü yöre halkına..
Biraz daha yukarıya,yeni yapılan evlere taşınacaklar bu kez de..
Kıyısında ikindi vaktinin yumuşacık ışıkları altında yıkanan ve şimdi önümüzde uzanan bu ğüzelliklerin hepsi de sular altında kalacak..

Zaman önümüzdeki su gibi akıyor..
Biz insanlarsa suyun sürüklediği bir çöpün üzerindeki karıncalar misali kendi yaşamımızdan ötesini düşünecek halde değiliz..
Oysa şu karşımızda yüz yılları aşan bir uygarlık duruyor..
Yaratıcıları durmasa da..








23 Kasım 2018 Cuma

Gap'ı "Gaptık"-9

Batman

Diyarbakır'da çoğu otobüs içinden panoramik tur ile şehri keşfettikten(!) sonra Batman'a doğru yola revan olduk..
Saat 14.00'te Batman'a vasıl olduk..
Girişteki tabelada okuduk..
Batman nüfusu:411.000..
Oooo!..
İl olma sırası gelmiş de geçiyor bile..

Batman büyük ve güzel bir şehir..
Büyük caddeleri,güzel parkları ile panoramik turda göze güzel görünüyor..
Rehberimiz bilgi veriyor..
Ünlü Batman rafinerisi özelleştirilmiş..
Koç Grubuna aitmiş..
Raman Dağı'ndan çıkarılan petrolün de ancak ordumuzun ihtiyacına yettiğini öğrenmiştik..
Ülkemizden çıkarılan ve dışarıdan gelen bütün petrol,Batman rafinerisinde işleniyor..

Ben de daha önce okuduğum bir yazıda Batman'da, ülkemizin bu ırak coğrafyasında, bir rafineri kurulurken,çalışanlar eliyle bir şehrin  nasıl kurulduğunu..
Gerçek anlamda uygar koşullarda yaşamaları için bahçeli lojmanlar yaptırıldığını..
Yüzme havuzlu,tenis kortlu tesislerin sinema salonlarında dönemin filmlerinin izlenebildiğini..
Bir orkestra kurulduğunu..
Konserler verildiğini..
Tek bir ağacın olmadığı araziye dikilen ve tutması için çaba harcanan ağaçların çevreyi nasıl değiştirdiğini..
Çevredeki halka modern hayatın örneklerini yaşayarak verdiklerini..
Sonra hepsinin hayal olduğunu..
O rafineriye emek veren ilk petrol mühendislerinden birinin anılarında okumuş,fotoğraflarına hayranlıkla dalıp gitmiştim..

Şimdiki Batman'a bakarken de bunları hatırladım..
Kafilemizin derdi , öğle yemeğini nerede yiyecekleriydi elbette..
Tur rehberlerimizin ise, onları önceden belirlenmiş olan lokantaya bir an önce götürmek..

Neyse hepsi oldu,onlar lokantaya girdiler..
Öğle yemeği yemeyen bana da buluşma saatini öğrenip, lokanta civarında kalarak, Batman'ı tanımaya çalışmak düştü..
Öyle de yaptım..
Bir saatlik zaman dilimi içinde bir kez sağ bulvarı boydan boya yürüdüm,geri döndüm..
Bir kez de lokanta solunda kalan bulvarı yürüdüm..

Daha ileri gidemem,vakit yok;üstelik nerede ne var,bilmiyorum..
Bari bir Batmanlı ile oturup sohbet edeyim,dedim..
Bir araba lastiği dükkanının önünde oturan genç esnafın yanındaki iskemleye,izin isteyerek oturdum..
Adı Ersin'miş..
Dükkan kendisininmiş..
Genç yaşta patron olmuş..
Evliymiş ve dört çocuğu varmış..
Pat diye,kız çocuklarının okumalarına karşı olduğunu söyleyiverdi..
Kendince,okuyan kızların yolunu şaşırdığını düşünüyordu..
Şiddetle karşı çıktım elbette..
Batman'ın bir köyünden,terör nedeniyle,ailece Diyarbakır' göçmek zorunda kalmışlar..
Bakmışlar olmuyor,tekrar Batman'a dönmüşler..
İlk okuldan sonra okuyamayan Ersin de,çıraklığa başlamış..
Şimdi kendi işinin sahibi..
Beş kardeşlermiş,bir avlu içinde babaları ile birlikte oturuyorlarmış..
Birbirlerine tutunuyorlar,demek ki..
Hayatın güvenilir olmayışından şikayetçi..
İşinden ise memnun..
Dükkanı kira imiş,ayda iki bin lira kira ödüyormuş..
"Batman'da her erkeğin arabası vardır."dedi..
Bana soğuk su,taze demlenmiş çay ikram etti..
Biz onunla söyleşirken,yanımızdan geçen Batmanlılar da yan gözle süzüyordu..
Kapalı toplum olunca,sokakta oturan kadın dikkat çekiyor,demek ki..
Benim de bir saatlik serbest vaktim bitiyordu..
Vedalaşıp,hemen yakındaki lokantaya,diğer kafile üyelerinin yanına ilerledim..
Batman'dan zihnimde kalanlar da bunlar oldu..
Büyük,güzel,modern ve bunu bir rafineriye borçlu bir şehir(Bunun farkındalar mı,emin değilim),Lastikçi Ersin ve sokakta,yabancı olduğunu anladıklarında açıktan açığa bakan yerli halk..
Bir de yol boyunca gördüğümüz atbaşları yani petrol çıkaran makineler..

Yine yollara düştük..
İstikamet Hasankeyf..
Haydi bakalım,dünya gözüyle görme sırası bize de geldi..










21 Kasım 2018 Çarşamba

Gap'ı "Gaptık"-8

Diyarbakır

Birinci gün sabah Maraş'ta başlayan gezi maratonu, öğleden sonra Adıyaman'da Karakuş Tümülüsü,Cendere Köprüsü ve Nemrut Dağı'na tırmanış ve gün batımından sonra tekrar Adıyaman'a dönüş ile gece 22.00 civarında bitti..
Ondan önceki gece otobüs yolculuğu ile uykusuz ve yorgun olup bir de hiç dinlenmeden geziye başlayınca bütün enerjisi biten kafilenin gözü yemekten sonra uykudan başka bir şey görecek halde değildi..
Kaldığımız otelde,havuz başında,  güzel bir Adıyaman düğününün sesleri gelirken, acaba biraz kenardan izlesek mi diye içimden geçirmedim değil;ama uykusuzluk baskın geldi..
Duş aldıktan sonra uzandığım yerde yorgunluktan  sızmışım..
Güneşli bir Adıyaman sabahına uyandığımda dinlenmiş ve zindeydim..
Otel çevresinde sabah yürüyüşü niyetine biraz gezindim..
Kahvaltı sonrası yola koyulduk..
İstikamet Atatürk Barajı..

Baraj ziyareti izlenimlerini  Gap'ı "Gaptık"-4'te yazmıştım..
Dolayısıyla millî gururumuz olan Atatürk Barajı'ndan sonrasına geçiyorum..

Diyarbakır yolundayız..
Bozova'yı geçtik..
Hilvan'ı geçtik..
Yol boyu pamuk,fıstık tarlalarının yanından geçiyoruz..
Boş arazi yok..
Ekilebilir her karış toprak üzerinden bereket fışkırıyor..
Siverek'e doğru bazalt kayaları arttı..
Atatürk Barajı'nın su tutma duvarının bunlarla kaplandığından daha önce söz etmiştim..
Ve daha birkaç baraj duvarını kaplayacak kadar taşın arazide bulunduğundan..
Karacadağ'ın volkanık püskürmelerinin ovadaki yansımaları bu kapkara taşlar,kayalar..
Bazı tarla sahipleri toplayabildiklerini bir kenara yığmışlar..

Bu arada mikrofon başındaki rehberimiz bilgi veriyor:
"Siverek,Kahta,Midyat,Kızıltepe ilerde il olması beklenen,bazılarına göre kesin olan,ilçeler..
Örneğin Siverek nüfusu 254.000.."
Vaay..!

Saat 11.30..
Diyarbakır 'dayız..
Nüfusu resmî olarak 1.050.000..
Gayrı resmî olarak ise 1.500.000..
Oy,oy,oyy !..

Diyarbakır'ın eski adlarından biri de Amed..
Kara Amed..

Diyarbakır surlarının önündeyiz..
Blok halinde ülkemizin en uzun surları bunlar imiş..

Diyarbakır'ın eski adlarından biri de Diyar-ı Bekr..
Bekr Aşiretinin diyarı..

Yazık ki Diyarbakır gezimiz bir panoramik ziyaretten öteye gitmedi..
Sur içine gir(e)medik..
Sebep,rehberimizin çekincesi..
Güvenlik endişesi varmış,sorumluluk alamazmış..
Ben alırım kendi sorumluluğumu..
 ama..
1-Beldeyi tanımıyorum,
 2- Kendi başımıza gezmek için yeterli vakit verilmiyor,
3-Daha önemlisi benim tırsak kafilemden hiç kimse fikrime katılmadı..
Sur dışından selfie çekmekle yetindiler..
Dolayısıyla bir fırsat kaçırmış olduk..
Turumuzun 'efsanevi Gap turu' böylece 'geziden kaçınmak turu'na dönüşüyor giderek..
Bunu da benden başka dert edinen yok..
Üstelik daha sonra Mardin'de karşılaştığımız Diyarbakırlı ve Şırnaklı gezgin kızlar,Diyarbakır'ı gezemediğimizi,hele Suriçi'ne hiç gidemediğimizi anlattığımda,bize acıyarak baktılar..
Güvenlik endişesine ise güldüler..
Kendilerinin gayet rahat gezdiklerini..
Diyarbakırlı gezgin kızlar ise,şehirlerine tekrar gelme fırsatı bulursam,beni memnuniyetle gezdireceklerini..
Söylediler..
Umarım..

Ben sur önündeki kafilemize döneyim..
Urfa Kapı'dan girdiğimiz eski kentte,Mardin Kapı'ya doğru devam ediyoruz..
Keçi Burcu'nun hemen aşağısından da ünlü Hevsel Bahçeleri başlıyormuş..
Tabii Hevsel Bahçeleri'ni de uzaktan seyretmekle yetinmek durumundayız..
Gerekçe aynı:
1-Güvenlik endişesi..
2-Her yeri gezdirmeye vakit yetmeyeceği için bazı noktalarda sadece fotoğraf molası verilebiliyor..

Bu nedenle Diyarbakır şimdi benim için uzaktan gördüğüm surlar,yemyeşil uzanan Hevsel Bahçelerinin uzaktan görünümü,şehrin kenarından geçişten ibaret..
Haydi haksızlık etmeyeyim,bir de Gazi Köşkü..
Diyarbakır'da içine girdiğimiz tek yapı bu oldu çünkü..

Bir diğer şey de surların hemen yanında sıra dükkanlarda gördüğüm pırıl pırıl kadınlar..
Diyarbakır Belediyesi,Umudum Kadın Ürünleri Değerlendirme Merkezi adında bir birim oluşturmuş..
İşsizliğin sonsuz olduğu şehirde kadınların emekleriyle evlerini geçindirebilmeleri için..
Bütün parasal giderleri belediye tarafından sağlanan bu birimlerde kadınlar iş gücünü kullanıyorlar..
Ev kadınları ve kızları için iyi bir fırsat..
Hele de bu kadar kapalı yerlerde..
Hem evlerinin geçimine katkı sağlıyorlar,hem kapalı hayatlarından biraz olsun topluma açılmış oluyorlar..
Başlarındaki koordinatör Berivan'ın canlılığı da ayrıca takdire değer..

Dikkatimi çeken bir diğer şey de her yerde gördüğümüz kürtçe tabelalar..
Belediye tabelası olsun,işyeri tabelası olsun,her yerde kürtçe özellikle kullanılıyor..
Adıyaman'da bu yoktu..
Daha sonra gezeceğimiz Şanlıurfa'da da görmedik..
Ama Diyarbakır'da ve Batman'da özellikle mevcut..

Bu arada Dicle'yi de unutmayayım..
Yanı başımızdan akıp geçiyor..
Geçtiği yere hayat vererek..
Tıpkı geçen sene gördüğüm Nil gibi..
Dicle'nin eski adı Tikris imiş..
Yani taç..


Gezebildiğimiz tek yapı olan Atatürk Müzesi yani Gazi Köşkü'ne gelince..
Aslında Semanoğlu Köşkü olan bina 16.yy eseri..
Akkoyunlu döneminden..

Atatürk,henüz Osmanlı subayı olduğu 1.Dünya Savaşı yıllarında,16.Kolordu komutanı olarak atandığı kentte 11 ay boyunca bu binada kalmış..
Cumhuriyetin ilanından sonra,1937'de tekrar Diyarbakır'ı ziyaret ettiğinde,o zamanki sahiplerinden alınan köşk Atatürk'e hediye edilmiş..
Biz de Atamızın iki kez gelip kaldığı bu binada onun hatırasını taşıyan bahçeyi,havuzu ve karşıda uzanan Diyarbakır ovasını O'nu anarak gezdik..




Dönüş yolunda da ünlü bir Artuklu eseri olan On Gözlü Köprü'de birkaç fotoğraf için mola verdik..

Yine yolda gördüğümüz  eski Tekel Rakı
Fabrikası binasını da ,rehberin verdiği bilgiyi kaydederek yazayım..
Önce Mey içki firmasına satılmış,şimdi ise âtıl vaziyette akıbetini bekliyor..






Diyarbakır bu kadar..
Yazık ki..
Ahmet Arif Evi'ni görmeden..
Cahit Sıtkı Evi'ni görmeden..
Ziya Gökalp Evi'ni görmeden..
Geçip gittik yanı başından..







































19 Kasım 2018 Pazartesi

Gap'ı "Gaptık" -7

Nemrut Dağı

Cendere Köprüsü'nden sonra 45 dakikalık yokuş yukarı bir yolculukla Nemrut Dağı'na çıkılacağı bize bildirildi..
Nemrut Dağı'nda gün batımını izleyeceğiz..
Gün doğumu ve gün batımı seçenekleri var..
Kısmetimize bu düştü..
Bir başka sefere de gün doğumunu izlemek kısmet olur umarım,diyerek yola koyulduk..
Önce seyir terası olarak tanımlanan bir yere getirildik..
Burada bir bekleme\dinlenme\çevreyi izleme alanı var..
Kültür Bakanlığına bağlı olarak çalışan bu birimde bir süre bekletildik..
Biz de bu arada göz alabildiğine uzanan ve birbirini kesen dağların arasından esen rüzgarla serinledik..
Aşağıdaki ovayı yakan sıcaklıktan burada eser yok..
Neredeyse üşüdük bile..
Sonra bizim de yukarıya çıkma sıramız geldi..
Seyir terasından Nemrut Dağı'na transfer minibüslerine bindirildik..
3 dakika süren(gerçekten de) yolculuk için kişi başı 5 lira ödedik..
Dağın eteğine getirip bizi bırakan minibüsler aralıksız yolcu taşıyor,hiç boş kalmıyorlar,gördük..
Bundan sonra yürüyüş parkurundan dağa tırmanacağız..
Daha doğrusu tümülüsün eteğindeki heykellerin bulunduğu yere..
Yürüyüş parkuru 4 yıl önce yapılmış..
Oldukça düzgün;ancak bazı yerler dikkatli olmayı gerektiriyor..
Tırmanış çok yorucu değil;yine de yaşlı,çok kilolu,nefes darlığı çekenler zorlanabiliyor..
Yine de herkes,"Bir daha mı geleceğim,ha gayret !"diyerek çıkıyor,biz de çıktık..
Hatta kafilemizde hasta bir hanım vardı,baktım o da herkesle beraber parkuru tırmanmış,heykellerin yanında yapılan açıklamaları dinliyor..

İçimize dağ havasını çekerek ve yol boyunca dağ kekiği,adaçayı toplayarak zirveye çıktık..
Önce doğu terasındayız..
Karşımızda o ünlü dizi..
Aslan,kartal,Kral Antiochos,Komagene Tike,Zeus,Apollon,Heraklas,kartal,aslan..
Yerdeki başlar,2002'de yukarıda yer alan heykellerin önüne dizilmişler..
Böylece yukarıdaki gövdelerin başları hemen aşağıda tam önünde eşleştirilmiş..
Heykellerin gövdeleri 8-9 metre,başlar ise 2,5-3,5 metre yüksekliğinde..
Hayvan heykelleri koruyucu nitelik taşıyor..
Tek kadın heykeli Komagene Tike..
"Bereketli anavatanım Komagene"ifadesi kazılıymış..
Başındaki nar ve üzüm,bereket ve verimliliği ifade ediyormuş..

Aynı simgeler kucağındaki meyvelerde de varmış..
Heykellerin keşfedildiği 1963'te,baş gövdenin üzerinde iken,aynı yılın sonunda bir yıldırım düşmesi ile baş ve omuz blokları yere düşmüş..
Bulunduğumuz yerin denizden yüksekliği 2100 metre imiş..
Tam tepede bu yükseklik 2140 metre oluyormuş..
10 yıl önce ise bu yükseklik 2600 metre imiş !..
460 metre uçmuş demek ki !?..
Nemrut Dağı'nı ve buradaki heykelleri ilk keşfeden Feltmareşal Möltke imiş..
Orduyu buradan öteye aşırma emrini yerine getirmek üzere çevre keşifleri sırasında,arkeolojik bir keşifte bulunmuş !..
Zaten arkeolojiye meraklıymış..
Bir diğer kaşif de Alman bir aşçı imiş..

Önce Asur heykelleri sanılmış..
Bir arkeolog görevlendirilmiş..
19.yy sonunda başlayan çalışmalar sonucunda heykellerin arkasında eski Yunanca yazılan metinler okunmuş..
Böylece Komagene Krallığı tarihin tozlarından gün ışığına çıkmış..
Bergama'daki Zeus Sunağı'nı Berlin'e götüren arkeolog buraya da gelmiş..
Heykellerin kalıbını çıkarmış..

Antiochos,Zeus ve Herakles heykelleri daha iyi durumdalar..
Bulunduğumuz bu alan ve diğer kuzey ve batı terasları aslında birer sunak alanı..
Yukarıya doğru, portakal büyüklüğünde taş yığınlarıyla yükselen tümülüste Kral Antiochos ve iki kişi M.Ö.34'te defnedilmiş..

Ünlü arkeoloğumuz Osman Hamdi Bey de buraya ilgisiz değildir..
O da bir kitap yazmıştır,hem de burası ile ilgili ilk kitap: Nemrut..

1958'de de Theresa Goel adlı arkeolog hanım,yanında bir meslektaşı ile birlikte burada çalışmak için, Kültür Bakanlığından izin alır..
1989'a dek çalışır..
Aslında, görme duyusunu yitirene dek..
Ancak Theresa Hanım şunu da yapmıştır:
Kuzey terasına yakın bir yerden tümülüsü dinamitlemek !..
Bu nedenle tepe 50 metresini yitirmiştir..
Kaldı 410 metrelik kayıp ?!..

Theresa Hanım'a dönersek..
Ölünce de cesedinin yakılıp küllerinin Nemrut'a serpilmesini vasiyet etmiştir..
Herhalde vasiyeti yerine getirilmiştir..
İşittiğimiz dağ rüzgarına Theresa Hanım'ın sesi de karışıyordur..

Bu satırları yazdığımda artık kış mevsimindeyiz..
Hatta haberlerde Nemrut Dağı'na çıkmak isteyen turist kafilesinin kar fırtınası nedeniyle Nemrut Dağı'na çıkamadığı duyuruluyordu..
Yazın o denli serin olan dağda şimdi rüzgarlar kimbilir nasıl savuruyordur...
Haberi duyduğumda içim üşüdü..
O turistlere de acıdım..
Ömürde bir kere fırsat çıkıp da kış mevsimine denk gelmesi,ne kötü..
Gerçi yaz mevsiminde de fırtınalar çıktığı,dağa çıkanları birbirine katıp,geldiklerine bin pişman ettiği olurmuş..
Biz şanslıydık o halde..
Şahane bir gün batımını izleyebilmekle..
Batı terasından..
Yanı başımızda tanrılarla birlikte..
Dünyanın ve ülkemizin dört bir yanından gelen meraklılarla..
Sessizce..
Saygıyla..
Güneş ağır ağır ufka yaklaşarak..
Uzun,çok uzun bir süre gökyüzü ve koca ova  kıpkızıla boyanarak..


Batı terasında heykel başları daha düzgün,iyi durumda kalabilmişler..
Ama gövdeler harap..
Arslanlı horoskop kapalı alanda korumaya alındığı için göremedik..


Dönüş yolundaki sürpriz ise keyfimizi arttırdı..
Şehre çok uzak olduğumuz,dolayısıyla elektrik ışığı olmadığı için,kararan havayla birlikte sayısız yıldız gökte beliriverdi..
Bu arada uzakta yakında bulunan yerleşim yerlerinin ışıkları da karanlıkta küçük kandiller gibi ışıldıyordu..
Şoförümüz isimlerini sayıyordu o ışıkların:
Hilvan,Siverek,Kahta,Adıyaman..
Gündüz görüp hayran olduğumuz Cendere Köprüsü gece ışıklandırma ile ayrı bir güzel olmuştu..
Gözden kaybolana dek onu izledik..
Gökte sayısız göz bize göz kırparken dönüş yolu da bitiverdi..
(Dağdan Adıyaman'a yolculuk 90 dakika sürüyor..)

Umarım birgün gün doğumunu  izlemek de
kısmet olur..








13 Kasım 2018 Salı

Gap'ı "Gaptık"-6

Cendere Köprüsü

Aslında bir anıt eser..

Cendere Çayı'nın üzerine kurulmuş bir Roma yapısı..
Orduların,o dönem için, giriş noktası olan bu noktaya inşa edilmiş..
14. lejyonun yaptırdığı  köprünün uzunluğu 120,eni 7 metre imiş..
1800 yaşında imiş..
Yakın zamana dek üzerinden vasıtalar geçebiliyorken,daha fazla tahrip olmasın diye
hemen çayın aşağı bölümüne yeni bir köprü yaptırılmış..
Yazık ki o köprüyü sel almış,götürmüş..
Tekrar başka bir noktada yeni bir köprü
yaptırılmış..
Şimdi o köprü vasıtalar için kullanılıyor..
Anhtik köprü da artık sadece biz yayalara tahsis edilmiş;bizler de üzerinde karıncalar gibi geziyoruz..
Gezdik,her noktasından fotoğrafladık..
Tabii hayran olduk..
O zamana göre ileri teknikle yapılışındaki ustalığa..
Çağları aşıp bugüne ulaşabilen sağlamlığına..
Hem güçlü hem zarif görünüşüne..
Bu arada arkeoloji mezunu olan rehberimiz anlatıyor..
"Dönemin muktediri  Septumus Severus,kendisi,karısı Julia Dorna ve iki oğlu için(Caracalla ve Geta) köprü başlarına birer sütun diktirmiş.."
İktidarın gücünü kullanarak kendini ve ailesini ölümsüz kılmaya çalışmak bu olsa gerek..
İşe de yaramış..
"Köprünün temel taşlarını Karakuş
Tümülüsü'nden getirtmişler..
Köprünün finansmanını da  Samsat,Zeugma,Arsemia,Perre gibi zengin Anadolu kentlerinden para alarak sağlamış ve askerlerini suyun öte yanına böylece geçirmeyi başarmışlar..
Sütun üzerine  bütün bu bahisler üzerine latince bir belgeyi de kazıtmışlar..
Daha sonra büyüyüp iktidara gelen Caracalla,kardeşi Geta'nın adına dikilen sütunu da onun için dikilen bütün anıtları da yıktırmış..
Dolayısıyla köprünün güney girişinde iki,kuzey girişinde bir sütun var bugün..

Tek gözlü taştan yapının yağışlı havalarda biriken sulardan zarar görmemesi için köprü kenarlarında su akış terasları da ihmal edilmemiş.."



Biz hayran hayran köprüyü gezer,incelerken,yaz sıcağında bunalan yöre insanı köprünün hemen altında,serin su kıyısında piknikteydiler..

Mangalını yakan,karpuzlarını soğusun diye su
kıyısına yatıran,yüzen,neşeli sesleriyle ortalığı bayram yerine çeviren kalabalığı uzaktan izlerken dayanamayıp ben de indim aşağıya..

Cendere'nin soğuk sularında ayaklarımı hem dinlendirdim hem de piknikçilerin neşesini keyifle izledim..
Sonunda yine toparlanıp gitme vakti geldi..
Bu kez istikamet Nemrut Dağı..
Yolculuğun başından beri içimiz titreyerek,sabırsızlıkla beklediğimiz mekana sonunda gidiyoruz..