17 Ocak 2024 Çarşamba

Okuma Saati-2

Okuduğum üçüncü kitap Yıldız Sarayında Bir Papaz adını taşıyor.. Sabuncuzade Louis Alberi'nin günlüğü.. 384 sayfa..
Yazar 1838'de Diyarbakır'da Deyrek Köyü'nde doğmuş.. Aslen Urfalı bir aileye mensup.. Babası zamanında mühendislik yapmış.. Kendisi de din eğitimi almış.. Ticaretle de ilgileniyor.. Anonim bir şirket hesabına Trablus-Humus-Hama-şam-Halep-Bağdat-Basra demiryolunun imtiyazını almak için İstanbul'a geliyor.. İmtiyazı alamıyor ama tanıştığı Marif Nazırı Münif Paşa'nın aracılığıyla sarayda tercüme kalemine giriyor.. Hatta şehzadelerin tarih öğretmenliğine atanıyor.. Bu arada okuyup yazabildiği diller şunlardır:Latince,İtalyanca,Fransızca,İngilizce,Arapça,Türkçe,Süryanice.. Saraydaki görevi, bu dillerdeki gazeteleri okuyup Osmanlı Devleti hakkındaki yazıları tercüme etmek ve haftada iki kez Avrupa devletlerinin Osmanlı siyaseti üzerine makale hazırlayıp Abdülhamit'e sunmaktır.. 1891-1909 yılları arasında aylıklı bir saray çalışanıdır.. Ama günlüğünde hep aylıklarını zamanında alamadığından yakınıyor.. 31 Mart olaylarında İtalyan tabiyetine geçiyor.. İttihat ve Terakki iktidarıyla İtalya'ya gider.. Alacaklarını tahsil etmek için geri geliyor.. Oradan Mısır'a,Avrupa'ya,Amerika'ya uzanan hayatı Amerika'da bir otelde sona eriyor.. Parasını çalmak isteyen bir hırsız onu barındığı otel odasında öldürüyor..
Kitapta pek çok ilginç anlatım var.. Bunların başında Maarif Nezareti'nin (Milli Eğitim Bakanlığı) anlatıldığı bölüm geliyor.. Binanın daha girişinden itibaren pislik,bakımsızlık,laçkalıktan başka bir şey görülmediğini,okulların da bundan başka bir görünüm arzetmediğini hele tuvalet ve hijyen konusunun ciddi bir sorun olduğunu yana yakıla anlatıyor.. Bir başka yerde Abdülaziz'in öldürülmesi üzerine birkaç satırı var.. Bizim gazetelerimizde intihar ettiği ile ilgili yazılar çıkmasının İngilizleri güldürdüğünü hatta İngiliz mizah gazetelerinde intiharda kullanıldığı ileri sürülen makasın resminin basıldığını yazıyor..(S.162) Bir yerde de Suriyeli genç bir milliyetçiye yazdığı şu satırlar bugünle ilgili olarak bana ilginç geldi: "Suriye hiçbir zaman Suriyelilerin olmayacaktır.Çünkü Suriye,Ermenistan gibi hakiki vücudu olmayan bir isimden ibarettir.İtalya,Bulgaristan gibi başlı başına bir memleket ve millet değildir.Nüfusu iki milyonu geçmez.Bu iki milyondan Müslüman olanlar Hristiyan olanlarla uyuşmaz,Katolikler Ortodokslarla geçinemez."(S.164) Bir yerde de sömürgeci anlayışın bir örneğini veriyor:"1861 antlaşmasına göre bir ihtilal esnasında 25 Hristiyan öldürülürse Fransa Suriye'yi işgal etmek hakkina sahiptir."(S.166) Enteresan bir nokta da yazarın ne kadar geniş bir ilgisi ve dikkati olduğunu gösteriyor.. 30 Mart 1908'de Afrika Müslümanlarından Şıngıti'ler hakkında bir makale yazıp Abdülhamit'e sunar.. Şıngıtiler,Büyük Sahra'nın batısından bir kabiledir.Bunlar ilkin Trablusgarp Cephesi'ne katılmış,yararlık göstermiş,sonra Süveyş ve Filistin Cephelerinde de Türk askeriyle birlikte savaşmış,ordumuzla birlikte geri çekilirken Müslüman bir devlet olan Afganistan'a giden,Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu'ya dönen ve Antalya'ya yerleştirilmişlerdir.Kabile reisi ölünce de yerine oğlu geçmiştir..(S.337) İlginç bir kitaptı..
Dördüncü kitap Murat Köylü'nün kaleme aldığı Kurtuluşun Gölgedeki kahramanları oldu.. 383 sayfalık kitapta Genelkurmay Başkanlığı ATASE Arşivi'nden yararlanarak Kurtuluş Savaşı boyunca nasıl derlenip toplandığımızın,Millî ordumuzun nasıl ve hangi güçlüklere göğüs gererek kurulduğunun,topyekun savaş kavramının ilk kez kullanıldığı bu kutlu mücadelede bütün milletin nasıl emek verdiğini Turgut Özakman'ın Şu Çılgın Türkler'den pasajları aralara serpiştirerek anlatıyor.. Ben Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sından bir bölüm seçtim: "Komutanı,subayı,çetesi,köylüsü;Mustafa Kemal hepsinin temsil ettiği Türk fedakarlığının başında idi.1918 Türkiyesinin şartları içinde,sıra sıra birbirinden beter üç harpten çıkan,başındakilerin akılsızlığı ve maceracılığı yüzünden milyonlarca evlat,vatanlarca toprak veren,ölü çocuklarını yiyen çıldırmış analar,yolsuz,demiryolsuz,tekniksiz,medeniyetsiz bir memleketin bir ucunda Rus devinin ,öbür ucunda yedi düvelin ateş dalgaları içinde eriye eriye tükenen bir millet,gene de harp edecek şevk bulur,gene de başındakilerin peşine düşüp mandalarıyla top çekerek,kadınlarına gülle taşıtarak,don gömlek 21 günlük meydan muharebeleri verir,adeta eti ile istihkamlara çarparak kaleleri düşürür,bunsuz bir milletsiz Mustafa Kemal neye yarardı?"
Beşinci kitap da Cemil Sönmez'in Milletini Aydınlatan Başöğretmen kitabı oldu.. Alt başlığı Kurtuluş Savaşı Öğretmenleri olan kitap 200 sayfa.. Kitapta iyi bildiğimiz birkaç fotoğrafın öyküsü ilk olarak dikkatimi çekti..
Beyaz başlıklı çocuk, Hakimiyeti Milliye gazetesi muhabiri İzzet Ulvi'nin altı yaşındaki oğlu Gültekin.. 16 Mayıs 1922'de Ankara'da bir İzmir Gecesi düzenlenir.. Babasının yazdığı Hınç adlı şiiri okuyan küçük Gültekin Atatürk'ün beğenisini kazanır.. Ona saatini hediye eder..
Diğer fotoğrafta Atatürk kara tahta başında ,yanında İsmet İnönü var.. Tahtada yazı yazan da Atatürk'ün yaveri Cevat Abbas.. Kitap baştan sona eğitimcilerin ve öğrencilerin Kurtuluş Savaşı'na ilk günden itibaren verdiği destekleri ve kendisi de eğitime çok önem veren Atatürk'ün bu konudaki sözlerini bir araya topluyor..

16 Ocak 2024 Salı

Okuma Saati-1

Topçu Okulu Kütüphanesi'nden aldığım kitapları okumaya devam.. İlk olarak Latife Hanım üzerine hazırlanan iki kitabı bitirdim.. Çok merak ettiğim bir konuyu işledikleri için de iki kalın kitap çabucak bitiverdi.. İlki Latife Hanım'ın yeğeni Sadık Öke ile uzun bir mülakat gerçekleştiren Fatih Bayhan'ın kitabı..
Teyzem Latife.. 480 sayfalık kitapta ilginç ayrıntılar var.. Mesela Attila İlhan'ın "Karantinalı Despina"şiirine ilham olan şarkıcı despina ile Latife Hanım'ın babası Muammer Bey'in İzmir halkının diline dolanan birliktelikleri.. Atatürk'ün doğum tarihinin 21 Mayıs olduğu iddiası.. En keyifle okunanlar ise Atatürk'ün alışkanlıkları,sevdikleri.. Omleti,spagettiyi,az yağlı çok tatlı zeytinyağlı bakla ve fasulyeyi;tatlı olarak biraz sulu irmik helvasını(ya da irmik tatlısını) üzerine meyve şerbeti dökerek yemeyi.. Günde birkaç kez duş almayı,hep temiz,bakımlı ve şık olmayı.. Lord Byron ve Elizabeth Brown'ın şiirlerini dinlemeyi.. Balzac ve Victor Hugo okumayı.. Sohbeti hele sofra sohbetlerini.. Çok iyi bir binici,silahşör olduğu.. "İnsanı hipnotize eden metalik tınılı,hafif ince bir ses tonu olduğu".. Bu sesiyle harika fıkralar anlattığı.. Şarkı dinlemeyi de söylemeyi de sevdiği,iyi bir müzik kulağı ve bilgisi olduğu.. İnsanlarla birlikte olmayı hele de milletinin arasında olmayı sevdiğini okudum.. Çok keyifli bir kitaptı..
İkinci kitap de bu söyleşiden sonra Fatih Bayhan'ın kaleme aldığı Latife Hanım'ın Kağıtları adını taşıyordu.. 385 sayfalık kitapta Bayhan yazmayı seven Latife Hanım'ın günlükleri,mektupları,anlattıklarından yazıya dökülenlerden bir bölüm sunuluyor.. Bunlardan aklımda kalanlardan biri şu oldu.. Latife Hanım'ın 1950'de bir gazetede yayınlanan anısında anlatıyor.. Bir kış mevsiminde Konya'ya resmi bir ziyaret yaparlar.. Çok yorulan Latife Hanım kendileri için hazırlanan odaya geçer.. Atatürk'ü beklerken uyuyakalır.. Bir ara gözlerini açınca,Atatürk'ün geldiğini,onu koltukta uyur görünce,yatağa yatmadığını;onu da yandırmayıp,bir yastık ve bir yorgan alarak yere,karısının uyuduğu koltuğun dibine uzanıp orada uyuduğunu görür.. Ne yapacağını bilemeyen Latife Hanım,O'nu uyandırmaya kıyamaz.. Yerde uyuyan Atatürk'ün bu romantik ve sevecen davranışı karşısında kımıldamaya cesaret edemeden kendisi o vaziyette kalarak sabahı ederler.. Doğru ise Atatürk'ün karısına ne kadar ilgili,sevecen bir erkek olduğunu;değilse de Latife Hanım'ın O'nun hatırasına ve verdiği sadakat sözüne ne kadar bağlı kaldığını pek güzel anlatan bir anıydı..

2 Ocak 2024 Salı

Holdein'in Külkedileri

Eski Dünya Efsanesi'ne bilet alırken bunu da yanına katmıştım.. Malum şehirlerarası seyahat yapıyoruz.. Ciddi masraf oluyor,Ankara'ya gidiş gelişler.. Bir günde iki etkinlik de ekonomik oluyor.. Cumantesi akşam Oda Tiyatrosu'nda izledim.. Daha önce oyunla ilgili olumlu yorum okumuştum.. Sahneye çıkan ilk kadın oyuncularımızın hazin öyküsünün anlatılması zaten yeterince etkili gidip izlemek için.. Bir de küçücük sahnede gerçekten ter dökerek oynayan oyuncuları izlemek daha etkileyici.. Öyle de oldu.. Beğenerek izledim..
Kendilerinden sonraki kuşaklara yürüyecekleri engelli yolun ilk engelini kaldırıp karşılığında ağır bedelini ödeyen (Papazköprülü Amelya)Kadriye'yi,Afife Jale'yi andım.. Şimdikiler ne keder şanslı bir kuşak olduklarının farkındalar mı acaba,diyerek.. Oyunculuk adına kendilerini gerçek anlamda "hırpalamak zorunda kalan oyunculara da alkış..

Eski Dünya Efsanesi

Yeni oyunlardan.. Cumartesi gidip İzledim.. Cüneyt Gökçer'de.. "Çocuklar da keyifle izleyebilir"notu düşüldüğü için çocuk oyunu olarak algılanmış olmalı ki,salon neredeyse silme çocuk ya da ergen seyirci ile doluydu.. Salon görevlisi hanım,300 kişilik bir toplu bilet satışı olduğu bilgisini verince dikkatim daha da seyircilere yöneldi.. Yanımda,arkamda,önümde oturanların hepsi ergen seyirciydi.. Çeneleri hiç durmuyor,sürekli kıpırdanıyorlardı.. Neyse ki oyun tek perde,hadi bakalım hayırlısı,diyerek izlemeye başladık.. Bir süre sonra sesleri kesildi,dikkatlerini vererek izlemeye başladılar.. Ben de rahatça izlemeye devam ettim..
Oyun bir distopya üzerine kurulmuş.. Anne ,baba,büyük anne ve genç kızdan oluşan bir ailenin olduğu oyunda;büyük anne torununa bir tohum veriyor doğum günü hediyesi olarak.. Torunu da şimdi bu tohumu toprağa ekmelidir ki,yaşamın sürebilmesi sağlansın.. Toprağı bulabilmek için çöpler arasından,plastikler ortasından yeraltına gidip çamurlar arasından toprağa ulaşacaktır.. Oyund,a dünyayı mahveden insanoğlunun kaçınılmaz yazgısını,yani açlığa,susuzluğa ve belirsiz bir gelecek içinde korkularla yaşamaya yazgılı oluşu anlatılıyor..
Ama bunu gerçeküstü biçimde,gülünçleştirerek vermeye gayret ediyor.. Bol bol müziğe yer vermesiyle de daha da izlenilir kılıyor..
Benim oyuna bilet alırken dikkatimi çeken kostümlerdeki avangartlık olmuştu.. Hele sahne ışıkları altında daha da etkili olmuş kostümler..
Bir de danslar ve tabiî dansçılar.. En çok övgüyü hak edenler onlardı..
Kendi adıma beğenerek izledim.. Ama en çok sahnelemeyi,kostümleri,dansları,müzikleri beğendim.. Yönetmen olarak İlham Yazar'ın adını görünce bakalım neler döktürmüş,diyerek gitmiştim.. Hayal kırıklığına da uğramadım.. Tabiî bir de "10 yaş üzeri çocuklar da keyifle izleyebilir"in çocuk ve ergenleri nasıl buldular,onlara sormak lazım..