26 Şubat 2024 Pazartesi

Üç Kitap Daha

Hafta sonunda okuyup bitirdim.. Önce Önay yıldız'ın Mandalina Cinayetleri.. Cumartesi öğleye kadar bitirdim.. Bir Bodrum ve Bodrum mandalinası güzellemesi.. Dolayısıyla su gibi okunuyor.. Bir suç ve gerilim romanı olarak fena değil,kendini okutuyor.. Sürükleyici,kurgusu iyi,yazım yanlışları ,ne yazık ki,mevcut..
İkincisi Ayşe Erbulak'ın Dokuz Oda Cinayetleri.. Pazar günü sabah başladım,akşama bitti.. (Tabiî arada tiyatro için öğleyin Ankara'ya gidip, akşama döndüm..) Bu da kolay okunan ama pek çok kusurla dolu bir suç ve gerilim romanı(gerçi pek gerilecek tarafı yok ama).. İstanbul'da yaşayan bir grup okul arkadaşının istemeden karıştığı ve sonra devamı gelen bir yakalanamayan suçluların cezalandırılması öyküsü olmasına çalışılmış.. Ancak kurgu sorunlu,anlatım sorunlu,yazım yanlışları sayılamayacak kadar fazla.. Olmamış.. Babası rahmetli Altan Erbulak da okusa aynı şeyi söylerdi bence..
Üçüncüsü bizim fenomen yazarımız Ayfer Tunç'un son kitabı Kuru Kız.. Yedi Kadın'ı izlemek için Ankara'ya giderken yanıma almıştım.. Ayfer Tunç olunca anlatım sular seller gibi elbette.. Yarısı Ankara'ya giderken,kalan yarısı da dönerken okundu ve bitti.. Kuru Kız'ın ömrünün bahtsız ilk kırk yılına da çok üzülündü elbette.. Umarım dünyanın bittiği yerde mutludur artık.. Eline sağlık Ayfer Tunç.. Yenilerini dört gözle bekliyoruz(m)..

Yedi Kadın

Dün izledim.. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun oyunu.. Barbara Schottenfeld'in yazdığı oyunu Sevgi Sanlı çevirmiş,Ebru Aytürk Sanlı yönetmiş.. Yazar, müzik düzenine de el atmış.. Kalan görevleri bizim ustalarımız paylaşmışlar.. Dekoru,kostümü,ışığı.. Bu türlü çeviri oyunlarda hep bir yabancılık hissi geliyor bana.. Oyun soğuk,uzak geliyor,bir türlü ısınamıyorum.. Bu kez da başta öyle oldu..
Sonra,muhtemelen (hatta kesinlikle)yönetmen ve oyuncularımızın başarısıyla, oyunla aramızdaki yabancılık eridi,kayboldu.. Oyun boyunca şarkılarla bir müzikal havası verilmek istenmiş.. Ama çeviri nedeniyle şarkıdan çok bir piyano eşliğinde okunan dizeler gibi bir şey ortaya çıkmış.. Kısacası bizde sahnelenen bu yapım eli yüzü düzgün bir iş olmuş.. Bence müzik kısmı olmasa da olurmuş..
İki perdelik oyun iki saat yirmi beş dakika sürdü.. Üstelik oyunculer perde açılışından çok önce sahneye çıkıp rollerine başlamışlardı.. Konu şöyle:Bir terapi kursunda bir araya gelen altı kadın,altı hafta boyunca hayatlarında yolunda gitmeyen ne varsa bunları toparlayacaklardır.. Kentte yaşayan,sorunlar yumağında boğulmuş günümüz insanının sorunlarına bakış kısacası.. Ve oyunda bu, kadınlar üzerinden anlatılıyor..
Kurs yöneticisi(Sherry) eşinden ayrılma kararı alan iki çocuklu bir anne.. Kocasıyla sorunları var,kendisi de bunalımlı.. Katılımcıların biri bir diş hekiminin eşi(Beth),kocasıyla aynı evde iki yabancı gibi olmalarından şikayetçi.. Bir oyuncu olan diğer katılımcı(Alice)çok kilo aldığı için iş alamıyor.. Michelle bir butik çalışanı;hayali, ev kadını olup boy boy çocuk sahibi olmak.. Gwen,kendini kocası ve çocukları için kul köle eden ama resim yeteneğini erteleyen bir ev kadını.. Eileen,beşinci çocuğuna hamile olan ama bunalmış,çalışma hayatını özleyen,eğitimin yarıda bıraktığına pişman bir eş ve anne.. Mandy,tıp öğrencisi,tezi için gözlemci olarak kursa katılmış.. Onun da babası ve üvey annesiyle sorunları var.. Dolayısıyla bir süre sonra o da terapi seansına katılmak durumunda kalıyor.. İsimleri karıştırmış olabilirim..
Ama özellikle Alice'ten eminim.. Nazlı Uğurtaş'ı ve oyunculuğunu beğendim.. Hem oyuncu hem şarkıcı olarak rolünün hakkını bol bol verdi.. (Elif'e benzettiğim için daha sempatik gelmiş de olabilir elbette)..
Altı hafta sonunda hepsi de sorunlarını şipşak çözerek ayrılmazlar kurstan ama artık hiçbiri eskisi gibi değildir.. Sorunlarının çözümü için gereken gücü yakalamışlardır.. Oyunda kent insanının bunalmışlığına karşı sunulan bir sürü kurs,etkinlik türünden işlerin eleştirisinin yapılmasını da özellikle takdir ettim.. Bunalmış insanların sırtından para kazanıp onların umutlarını sömürenlere iki çift laf etmek gerekir.. Kısacası beğendim,gönülden alkışladım..

21 Şubat 2024 Çarşamba

Her Telden Okumaya Devam

Sömestre tatili öncesi okuduklarıma Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ı da dahildi.. Ama başlanmış bir roman olarak.. İkinci dönemde roman türüne örnek olarak ders kitabında bu esere yer verildiği için tekrar okuyayım diye elime aldım.. Tatil süresince ilk okuduğum o yani Sinekli Bakkal oldu.. İyi ki de okumuşum.. Yıllar önceki okuyuşumda Halide Hanım'ın anlatımını çok küçümsemiştim.. Bu sefer daha saygı duyarak okudum.. Haksızlık etmişim önceki okumamda.. Yoğun,etkileyici, bazen biraz takıntılı ama sürükleyici anlatımı olduğu kesin.. Elime aldığım ikinci kitap,müteveffa,
medya fenomeni Anthony Bourdaine'in Mutfak Sırları oldu.. Geçen yıl da okumuştum.. Pırıltılı bir dünyanın arkasında yaşananlara bir kez daha göz attım..
Üçüncü okuduğum Selim İleri'nin Oburcuğun Edebiyat Kitabı oldu.. Hem eğlendim hem okudum.. Yazarın incelikli dilini bildiğim için su gibi aktı,gitti..
Yanımda Yakup Kadri'nin bir kez daha okuyayım,diye niyetlendiğim Panorama'sı vardı.. Tatil sonunda ona başladım..
Arada, Hep O Şarkı'yı da okudum.. Kapaktaki, bıyık altından gülümseyen fotoğrafına bakarak, yazarın epey eğlenerek yazdığı bir roman diyesim geliyor.... Panorama ise altıyüz sayfayı aşkın kalınlığı ve yoğun anlatımıyla ağır ilerliyor.. Daha önce okuduğumda dikkatimden kaçmış.. Atatürk'ün hastalığının ve ölümünün yurtta nasıl karşılandığını anlattığı 30 sayfalık bir bölüm var.. Etkileyiciydi.. Yakup Kadri'nin 1950'lere kadarki Cumhuriyet idaresine , idarecilerine ve "Cumhur"a eleştirilerini okumaya devam ediyorum.. Hafta sonuna biter.. Son bir ayın okuma serüveni böyle.. Arada okuyup da unuttuğum da olmuştur elbette..