27 Aralık 2021 Pazartesi

Gökkuşağının Sonu

Dün seyrettiğim oyun.. Bu sene Ankara Devlet Tiyatrosunun sahneye koyduklarından.. Aynı isimli bir Broadway oyununun dilimize çevirisi.. Judy Garland'ın İngiltere'de konser vermek üzere gittiği son dönemlerini anlatıyor.. Önce çocuk oyuncu,sonra oyuncu ve şarkıcı olarak(hem de iki yaşından itibaren !) senelerce eğlence sektöründe hizmet veren,çocuk yaşta alıştırıldığı uyarıcı ve yatıştırıcıların bağımlısı olarak kalan kısacık ömrünü çileli tamamlayan ünlü yıldız sonunda aşırı dozda ilaç alarak 47 yaşında hayatını kaybeder.. Yanında beşinci ve son kocası aynı zamanda menejeri olan Mickey Deans vardır.. Geride üç çocuğu kalır..
50 yıl geride kalan bir şöhret.. Yakınlarda (2019)bu konuda bir film de çekilmişti.. Günümüz Türk seyircisini ne kadar ilgilendirir ? 600 kişilik salonu tıklım tıklım dolduran seyircinin durgunluğu da bunu mu gösteriyordu acaba?
Ama izlediğimiz oyun derli topluydu.. Başrolü üstlenen Şirin Giobbi,rolünü, giydiği kostümler gibi giyinmişti.. Yapmacık değildi..
Bu arada oyun boyunca,yanlış saymadımsa yedi kez kostüm değiştirdi.. Sahne arkasında hızlı bir ekip olmalı.. Dikkatimi çeken bir şey de, buz gibi bir aralık gecesinde ben üstümdeki kabanı bile çıkaramayacak kadar üşürken,Şirin Hanım'ın bütün oyun boyunca,rol gereği ayakkabılarını fırlatıp yalın ayak sahnede kalmasıydı.. Oyunculuk çileli iş ! Onun yerine de üşüdüm !
Judy Garland rolünde Şirin Giobbi ve Mickey Deans rolünde Eren Özkan abartısız oyunculukları ile bir perdelik oyunda gayet iyiydiler.. Judy Garland'ın şarkılarını da fena seslendirmedi.. Hatta son sahnede tükenmişliğini vurgularken sesinin çatallanması,çatlaması çok iyiydi.. Onlara eşlik eden dört kişilik orkestra da öyle.. İlaveten sekiz kişilik bir de dans grubu vardı..
Opera ve Bale'den gelen dansçıları da rahatsız ettiğine inandığım bir ayrıntıyı da eklemek isterim.. Dansçı kızlara giydirilen siyah tayt/şort benzeri şey.. Çok daha sakil hatta çirkin duruyor.. İlla bir şey giydirilecekse daha estetik bir çözüm olmalı.. Ama eskiden izlediğimiz balelerde hiç böyle bir şeye gerek olmaz,görsel bir rahatsızlık da olmazdı.. Yeni muhafazakar anlayış buraya da müdahale etmek gerektiğini düşünüyorsa da yapılan daha itici olmaktan öteye gitmiyor..
Yönetmen Funda Mete'ye ve kalabalık ekibine gösterdikleri çaba için teşekkür ederim.. Evden çıkıp uzun ve salgın hastalık endişeleri ile yapılması gereken yolculuğa (gidiş dönüş üç saat,toplamda 5,5 saat) değdi.. Son bir eleştiri de salonda sol ön tarafta oturan seyirciler( yani ben ve yanımdaki birkaç kişi)anfinin fazla yüksek çıkan sesinden rahatsız olduk doğrusu..

20 Aralık 2021 Pazartesi

Sevgili Hakan-2

Dün yine mezarının başında toplandık.. İki yıl aradan sonra.. Nedenini biliyorsundur,salgın hastalık nedeniyle geçen yıl bütün etkinlikler yasaklıydı.. Biz de geçen yıl seni ve senin gibi bütün şehit arkadaşlarımızı anmayı kalplerimizden yaptık,sessizce.. Bu yıl da hava bize muhalefet eder gibi oldu.. Ama ona aldırmadık.. Yağan kara,estiren kış rüzgarına,soğuğa.. Biz böyle ne havalar gördük,bu ne ki,öyle değil mi kardeşim?..
Sözü uzatmayayım, şehitlik makamına erişinin 35.yılında yanındaydık sevgili Hakan.. Ömrümüz oldukça da olacağız,merak etme.. Hem sadece biz değil,ailen de.. Dün,sen de gördün ya,kardeşlerin,yengen,enişten;ikisi senin adını taşıyan dört aslan yeğenin de oradaydı.. On sekiz kişi mezarının başındaki duaya katıldık..
Tek eksiğimiz,mezarındaki duadan sonra,senin ana-baba evine uğrayamayışımız oldu.. Onun da sebebi belli,kardeşim.. İki yıldır ne dünyayı ne bizi terk etmeyen salgın hastalık.. İnşallah seneye bunu da telafi ederiz,sevgili arkadaşım..
Ama annenle babanın mezarlarını ziyaret etmeyi ihmal etmedik.. Rahmetli Şermin Teyze bizi gördüğüne pek sevinmiştir,her zamanki gibi.. Artık ağlamıyordur da.. Ne de olsa sana ve babana kavuştu artık.. Huzur içinde uyuyun,sevgili Hakan. Benim,bizim yiğit,şehit kardeşimiz,arkadaşımız,85'liler devresinin gururu !

14 Aralık 2021 Salı

Kitap Oburunun Masasından-16

Henüz bitirdiğim üç kitap: Bana Sen Söyle (Necati Tosuner) Gülünün Solduğu Akşam (Erdal Öz) İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali)
BANA SEN SÖYLE Necati Tosuner'in eseri bir devam kitabı(imiş).. Yalnızlıktan Devren Kiralık birinci bölüm oluyormuş.. Bu bizim kitaplıkta yok.. Bu ise mevcut.. Kitaplığımıza kazandırmışız.. Daha önce okumuştum,unutmuşum;yine okudum.. Yine unutabilirim.. Günümüzün sorunlarından boşanan ebeveynler,dağılan aileler konusunu işleyen romanda ilginç bazı noktalar var.. Örneğin evinde yalnız ölen emekli hakim Salim Bey'in Yassıada Duruşmalarının ünlü hakimi Salim Başol olduğunun satır arasında verilmesi.. Onun dışında günümüz gençlerinin sorunları,kansere yakalanan kadınların ruh halleri gibi konular da iç içe geçen olaylar dizisi halinde anlatılıyor.. Sürükleyici..
GÜLÜNÜN SOLDUĞU AKŞAM Erdal Öz'ün bu kitabını okumayan az sayıdaki kişilerden biriydim sanırım.. Oysa kitaplığımızın çok okunanlarından(imiş).. Artık değişen okur zevki dolayısıyla pek okunmuyor.. Bilmeyenler için konusunu yazayım.. Gencecikken asılan üç kişi,Deniz Gezmiş,Hüseyin İnan,Yusuf Aslan ile yazarın kendisi de cezaevinde iken yapılan görüşme notlarından roman haline getirilmiş.. İlgiyle ve merakla okunuyor.. Ben de öyle,sabah başladım,akşama bitirdim.. Bunda biraz da yaşadığımız şehirde de bu dramı yaşayan ailelerin,kişilerin bulunduğunu bilmem etkiliydi.. Örneğin şehir mezarlığında birbirine yakın mesafedeki üç mezardan biri idealleri uğruna mücadelesinde suçlu bulunup asılan bir delikanlıya,diğer iki mezar da karşıt görüşteki grupların açtığı ateşte öldürülen iki delikanlıya ait.. Birincinin anne babası da hayatta değil artık.. Diğerlerinin ailelerinden kim var,bilmiyorum;ama birinin hiç ziyaretçisi yok,diğerinin ziyaretçileri ise aynı görüşteki siyasiler.. Ziyaretleri de zaten gövde gösterisi niteliğinde.. Ama üçünün de mezarına diktiğim kardelenler zamanı geldiğinde,hem de çoğalarak,sessizce ve alçakgönüllüce açıyorlar;siyasi görüş ayırt etmeksizin.. Bu romanı okuduğumda da o mezarları ziyaret ettiğimdeki duyguya kapıldım.. Hiç yaşanmamış gençliklerinin ellerinden alınıp gidişinin ardında kalan hüzün.. Tekrar okuyacağım..
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN Sabahattin Ali'nin bu romanını okumamıştım.. Görünüşte üniversiteli Ömer ile,konservatuvarlı Macide'nin aşklarını anlatan romanda dönemin aydın ve edebiyatçıları ve eleştirileri ele alınmış.. Özellikle Emin Kamil olarak anlatılan Necip Fazıl ve İsmet Şerif olarak anlatılan Peyami Safa karakterlerinin olduğu bölümler ilginçti.. Profesör Hikmet'in kimi temsil ettiği üzerine kesin bir hükme varamadım;ama enteresan bir karakterdi.. En çok da, Ömer karakteri neden Sabahattin Ali'nin fiziksel özelliklerini taşıyordu? Oysa romanda olumlu tip o değil,müzik öğretmeni olan Bedri ve zaten sonunda karakterindeki bütün eksikliklerden dolayı Macide'yi bırakmak zorunda olan Ömer oluyor.. Zavallı bedbaht Macide,Bedri ile birlikte yeni bir hayata başlamak üzere yola çıkıyor.. Üstelik onu buna zorlayan da bizzat severek bağlandığı Ömer oluyor.. Neyse,roman, Ömer'e biraz öfkelenerek de olsa,sürükleyiciydi.. Hele dönemin bazı kof aydınları ve kof düşünceleri,boş hayatlarının anlatıldığı bölüm çok iyiydi..
İlave:Bir kitap daha bitirdim şimdi,onu da buraya ekleyeyim.. Enediz Atasü'nün Lanetliler'i.. Sekiz hikayeden oluşuyor.. İlk hikaye olan Arda Kalan ve orada çok canlı çizilen Rabia Hanım'ı anlatan satırlar çok iyiydi.. Onun dışındaki öykülerde bol bol kadın olmak,kadının varlık sorunu gibi özetleyebileceğim konular, biraz da ahkam keserek mi demeli,işlenmişti sürekli.. Rabia Hanım'ın hikayesini anlattığı öyküler yazsaydı sadece keşke.. Şimdiye kadar okumama sebebim de bu korkunç kapak resmi ve kitabın ismi miydi acaba?

13 Aralık 2021 Pazartesi

Böcekbaşı Zülfiyar Efendinin Alelade Hayatı

2019 martından bu yana geçen bir yıl dokuz aylık aradan sonra yeniden tiyatro salonlarına dönebildim.. Bu oyunu seçerek.. Komedidir,biraz güler,içimizin kasavetini dağıtırız,diye düşünerek.. İyi seçim yapmışım.. Yanımızdaki hanımlarla gülüşerek,kıkırdaşarak bir saat elli dakika boyunca günlük hayatın getirdiği daralmaları,yürek burkuntularını unutup,salından çıkıncaya kadar moda tabirle 'keyifli dakikalar' yaşadık.. Oyuncuların,yönetmenin,teknik ekibin,emeği geçen herkesin ellerine sağlık..
Oyunda Hayriye rolünü üstlenen ve sahneye girdiği ilk dakikadan itibaren hepimizi avucunun içine alan Meva Küçükakyüz'ü özellikle anmak isterim.. Bundan sonra nol aldığı oyunları ilgiyle takip edeceğim.. Özlem Lale'nin kaleme aldığı,iki perdelik oyun,Osmanlı döneminden hayali bir devrede geçen,hayali bir bitki kaçakçılığı konusunu işlerken günümüz için de ince ince mesajlar veriyor.. Ya da biz öyle anladık.. İlla bir şeyi eleştirmek gerekirse,kadın kostümleri ile Osmanlı kadın giyimlerini pek örtüştüremedim.. Ya da belki oyunun kendisi gibi bu da tamamen serbest çağrışım işidir,olabilir..
Son söz:Gidilesi,seyredilesi,gülüp eğlenilesi bir oyun..

8 Aralık 2021 Çarşamba

Bir Serencam

Yakup Kadri'den son olarak okuduğum, hikayelerinin toplandığı BİR SERENCAM oldu.. Gençlik dönemi hikayelerinin 12'sini bu başlıkta toplamış.. Kitaba adını veren bir hikaye de var.. Hepsi çok içli,dönemin özenli,biraz ağdalı diliyle kaleme alınmış,fazla dramatik hikayelerde o yıllardaki Yakup Kadri'yi gördüm sanki.. Sonraları Anadolu'yu tanıdıkça bu anlatımdan epey,ve iyi ki, uzaklaşmış olduğunu görmek açısından iyi bir örnek oldu.. Benim dikkatimi çeken bir nokta da,Balkan Savaşı'nda ordumuz bozulup geriye, topraklarımıza döndüğünde yollardaki sefillikten aç,hasta,yorgun,güçsüz kalan askerimizin İstanbul'a gelebildiğinde karşılaştığı muamele.. Kimsenin ilgi göstermediği;sokaklarda,soğuğun,çamurun ortasında sahipsiz kalıp ekmek dilenen,üzerindeki giysilerin yırtıklarından sefaleti daha da içler acısı görünen Türk askerini daha sonra Ayasofya Camisine topluyorlar.. Ancak orada da bin kadar askere ekmek verme işi,belediye ile askeriyeden hangisinin görevidir diye yetkililerin bitmez tükenmez tartışmaları sürerken askerlerin iniltileri ,yazarın anlatımıyla,"boğuk ve derin bir gürültü" halini alır.. Hikaye kahramanıönünde durduğu tütüncü dükkanının sahibine sorar. Şu cevabı alır: "Cami avlusundaki askerlerin sesi.Dün akşam gelmişler.Bin kadar var.Kimi hastalıktan,kimi açlıktan bağırıyor.Bazıları ölüyormuş.Hangi orduya,hangi alaya mensup oldukları bilinmediği için,iş anlaşılıncaya kadar orada muhafazalarına karar verilmiş."
Balkan bozgunu sonrası sahipsiz,hasta,aç kalan askerimizin hazin durumunu başka kitaplarda da okumuştum.. Ancak burada daha acı,daha yürek burkan bir anlatımla dile getirilmiş.. Yazarın bundan önce okuduğum Sodom ve Gomore'sinde,İstanbul'u işgal eden Fransız ordusunun,Çanakkale'de yaralanmış Fransız askerleri için yardım kampanyası başlattıkları yazılıydı.. Yine okuduğum bir başka kaynakta,ülkelerindeki devrimden kaçan Rusların adeta istila ettikleri İstanbul'da,Rus göçmenler için yardım kampanyaları düzenlendiği,İstanbul'daki Türk vatandaşlarının da bu kampanyalara destek oldukları anlatılıyordu.. Aynı İstanbul halkının kendi ordumuzun perişan vaziyetteki askerine karşı bunca ilgisizliği,kayıtsızlığı;askerlerimizinse yorgun,bitkin,hasta,aç ve ilgisizlikten sefil ve perişan olmasını ise nasıl yorumlamak lazım,bilemedim..

29 Kasım 2021 Pazartesi

Sodom ve Gomore

Yakup Kadri'nin romanı.. Okudum.. Daha önce de okumuştum.. Ancak klasikleri yeniden okumak isteyince onu da sıraya aldım.. Atatürk'ün son yıllarından başlayarak 150'li yıllara kadar olan Türkiye'yi PANORAMA'da anlatmıştı.. Önce onu okudum.. Bağımsızlık Mücadelesi'nden Cumhuriyet'in 20.yılına kadarki yılları ANKARA'da anlatıyor.. Onu da bitirdim.. Son olarak da işgal altındaki yıllarda İstanbul'u anlattığı SODOM ve GOMORE'yi okudum.. Ön planda Necdet ile nişanlısı Leyla'nın anlatıldığı romanda; bütün düşman kuvvetlerince teslim alınan İstanbul'un temiz vicdanlı insanları hakaretin,işkencenin en kötülerine tahammül etmek zorunda kalırken, bütün bencillikleri ile sadece kendi keyiflerini düşünen vicdan ve ahlak yoksunu bazı Türklerin işgalcilerle kol kola yaşamları anlatılıyor.. Necdet'in nişanlısı Leyla ve ailesi de bunların arasındadır.. Necdet'e gelince bütün bu rezaletlere tanık olmaktan başka elinden bir şey gelmez nedense.. Leyla'ya olan aşkı elini kolunu ve gözünü bağlamıştır adeta.. Nişanlısının İngiliz,Fransız subaylarıyla gece gündüz serbestçe görüşmesine engel olamadığı gibi,ara sıra aklından geçen, Anadolu'da o sıralarda bütün şiddetiyle süren Sakarya Savaşı'na katılıp hiç olmazsa onurlu bir ölümü aramaktan da geri kalır.. Uyuşuk,aciz,beceriksiz bir insan olarak yaşar bu yılları.. Ne zaman ki Büyük Zafer kazanılır.. İşte o zaman Necdet'in uyuşukluğu geçer.. Sokaklardaki zafer coşkusuna kaptırır kendisini.. Ruhundaki Leyla hastalığı da bitmiştir artık.. Leyla'ya gelince;işgal ordusunun bütün askerleri çekip gidince o ve ailesi adeta ortada kalmışlardır.. Şimdi de zaferi kazanan Türk ordusunun önde gelen subaylarına yaklaşmanın yolunu aramaktadırlar.. Tamamen millî duygularla kaleme alınan romanda altını çizdiğim birkaç yer oldu.. Bunlardan biri,ortaçağ işkencelerinin en korkunçlarından biri olan kazığa oturtmanın eski Mısır dönemine ait olduğuydu..! Sakarya Savaşı kitapta iki yerde anılıyor.. Dikkatimi çeken bir şey de,işgal yıllarında,İstanbul'da,İtilaf kuvvetleri tarafından,Çanakkale'de yaralanan Fransız askerleri için bir yardım etkinliği düzenlenmesi..! Esir alınan bir ülkenin vatandaşlarını daha da yaralamak için düşünülen yollardan biri de bu galiba.. Bir diğeri de Anadolu'da o yıllarda cirit atan Hristiyan misyonerleri ile ilgili bir ayrıntı.. Ermenilerin haklarını aramak için Türkiye'ye gelen bu misyonerlerin İstanbul'da Türk mahallelerinde resmen çocuk kaçırma olaylarına karışmaları..! Tabiî en acı örneklerden birine de Necdet tanık oluyor.. İki bacağı kesik bir Türk askeri tramvayda kendine yer bulmak için elleri üzerinde ilerlerken,tramvaya binen bir İngiliz subayının yanındaki Türk kızı fark etmeden Türk askerinin elini sivri topuklarıyla eziverir.. Zavallı asker can acısıyla çığlık atınca da onu azarlayıp,İngiliz subayının bir işaretiyle boşaltılan öndeki yere geçip oturur.. Olaya şahit olan diğer yolcular ve Necdet seslerini çıkaramazlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Necdet ilk durakta iner.. Bu arada birçok Türk kadını işgalci askerlerin zevk oyuncağı olmuştur.. Bunların arasında bir saraylı hanım da vardır.. İstanbul'un köşkleri,konakları,arsaları gözüaçık Ermenilerle Rumlarla ortaklaşa entrika çeviren işgal ordusu askerleri taragından açgözlülükle paylaşılmakta,tapular elden ele geçmektedir.. Necdet,umutsuzluk dolu o yıllarda,bütün bu aşağılamaların,rezaletlerin yaşandığı bu kentin giderek kutsal kitaplarda anlatılan günahkar kentler Sodom ve Gomore'ye benzediği ve onlar gibi yanıp kül olması,kendisinin de acıdan taş kesilmesi gerektiğini düşünür..

23 Kasım 2021 Salı

Okuma Zamanı

Az önce derste meraklı son sınıf öğrencilerinin heyecanlı sesleriyle ekonomi gündeminin gençler arasında nasıl dikkatle takip edildiğini bir kez daha gördüm.. Doların 13 lira ,Avronun da 15 lira sınırını zorladığını da.. Merak,heyecan,endişe ve çaresizlikle izlediğimiz ekonomik durum,alev alev çarşı pazar fiyatlarından boğulur gibi olunca, biraz nefes almak için kitapların dünyasına sığınıyorum.. Bu aralar yakup Kadri'yi okuyorum..
Önce Panorama'yla başladım.. Atatürk'ün hayatta olduğu 30'ların sonlarından başlayıp,Demokrat Parti'nin henüz iktidara geldiği 50'lere kadarki Türkiye ve Ankara'yı anlatan bu oldukça hacimli(608 sayfa)romanda yazarın her zamanki karamsar tutumu bu kez Cumhuriyeti ve devrimleri sahiplenmeyen ama yönetim makamlarında bulunanlara yönelmiş.. Acı acı yakınıyor onlardan.. Atatürk'ün büyük bir irade,inanılmaz bir çalışma gücüyle gerçekleştirdiği yeniliklerin "Babıali döküntüleri"nin beceriksiz ellerine teslim edilen devlet kadroları ile nasıl âtıl hale getirildiğini uzun uzun anlatmış.. Yaban'da olduğu gibi bu konuda da halkın yalnız bırakıldığını,aydınların yenilikleri halka anlatamadığını,uygarlığın başkentte bile merkezdeki birkaç caddenin ötesine geçmediğini anlatan satırları okurken, Türkiye'nin nerelerden bugünlere geldiğini bir kere daha düşünerek,Büyük Atatürk'e bir kez daha şükran duydum..
Panorama'dan sonra Ankara'yı elime aldım.. Bu kez Bağımsızlık Savaşı yıllarından başlayarak Cumhuriyet'in 20.yılına kadarki süreci anlatmış Yakup Kadri.. İşgale direnen Türkiye halkının giriştiği varoluş mücadelesi,başta bulunan büyük önderin sarsılmaz inancı ile sonunda zafere ulaşır.. Romanın kahramanı Selma Hanım da savaş boyunca bir iç dönüşüm yaşar.. Anadolu'ya gelin gelmiş bir İstanbul kızından kurtuluşa inanmış ve elinden ne gelirse destek olmaya azmetmiş bir kadına dönüşür.. Yaralı askerlere hemşire olarak hizmet verir.. Kendisi gibi inançlı bir yurtsever olmayan kocasından ayrılıp,İzmir'den zaferle dönen Türk ordusunun bir subayı ile evlenir.. Ancak aradan geçen üç yılda kocası inançlı,tunç yüzlü bir subay olmaktan çıkıp,züppe bir salon erkeğine,sadece kendi keyfi için yaşayan bencil bir adama dönüşür.. Bu duruma bir süre dişini sıkan Selma Hanım,sonunda bu hem kendisi hem milleti için bir asalak olan bu adamdan da ayrılır.. Yaşça kendisinden küçük ama çok inançlı bir idealist olan gazeteci olan Neşet Sabit'le evlenir.. İkisi de Cumhuriyet değerlerine kendilerini adayan,bunun için çalışan iki insan olarak yaşamlarını sürdürürler.. Selma Hanım bir kız okulunun yöneticisi olur.. Neşet Sabit bir yandan gazeteciliğe bir yandan yazarlığa devam eder,yazdığı bir piyes sahneye konduğunda Atatürk de gelip izler,beğenir.. Ayrıca Cumhuriyet değerlerini anlatan konferanslar vermek üzere bütün memleketi dolaşır.. Panorama'da o kadar karamsar olan yazarın,Ankara'da adeta iyimser bir havaya bürünmesi ilginçti doğrusu.. Bir de Atatürk'ün,Cumhuriyet'in 20.yılında hayatta olacağı ve 20 yılda Türkiye'nin ne kadar gelişip ilerleyeceği hülyası..
Şimdi de Sodom ve Gomore'yi okuyorum.. İşgal altındaki İstanbul'u.. Hepsini daha önce okumuştum;ama klasiklerin arada bir tekrar okunmaları geleneği uyarınca başladığım bu uygulamadan çok da memnun kaldım.. Yıllar önce okuduğumda sadece konularını anlamış olduğumu,romanların derinliklerine hiç inemediğimi çok iyi görüyorum bu ikinci okumalarımda..

12 Kasım 2021 Cuma

Yaz Demeden Kış Demeden Ağaç Dikelim Hey !

Dün dersim yoktu.. Önemli bir işim de.. Aylaklık edebilirdim yani.. Sabah annemle babamı,çiçeklerini ziyaret ettikten sonra,haydi bugün eski okul müdürümüzü ziyaret edeyim,diyerek benim de ilkokulum olan yere gittim.. Tabiî benim küçük iki katlı mütevazi okul binamın yerini şimdi dört katlı devasa bir bina almış.. Neyse.. Ziyaret edeceğim eski müdürümüz de kapıdan çıkarken karşılaştık.. Ağaç dikimi etkinliğine gidiyorlarmış,öğretmen ve öğrencilerle.. O zaman aklıma geldi.. 11 Kasım tarihi, Millî Ağaçlandırma Bayramı olarak geçen seneden bu yana ciddi etkinlik olarak düzenleniyor.. Ben de katıldım onlara.. Şehre en yakın olan Üçpınar köyü civarında bir boş alan belirlenmiş,fidanlar,kürekler hatta fidan dikilecek çukurlar da hazırlanmış.. Önceden gelenler seçtikleri fidanları dikmiş,küçücük fidanların çevresinde sekiz on yetişkin gülerek fotoğraf çektiriyordu.. İnsanların biraz çocuklaştığı etkinliklerden olmalı bu da.. Taflan,çınar,ladin,ıhlamur fidelerinden isteyen istediğini,istediği yere dikebiliyor.. Hiçbir düzenleme ya da yol gösterme yok.. Dolayısıyla bir taflanın yanına ıhlamur,bir çınarın yanına ladin dikmek suretiyle karışık düzende fidanlar dikildi.. Okul etkinliği olarak herkes fotoğraflarını çekti,çektirdi.. Sonra isteyen istediği kadar fidanı arabasına koyup götürdü.. İşi büyük bir ciddiyetle ele alan ve tadını çıkaranlar, her zamanki gibi, minikler oldu..
Minik elleriyle fidanları diktiler,topraklarını tombul parmaklarıyla düzelttiler,sevgiyle suladılar.. Candan yürekten katıldılar..
Gençler de öyle.. Her zamanki dalgacılıkları yine vardı;ama bir yandan da ciddiyetle fidanları toprakla buluşturmaktan geri kalmadılar..
Umarız tutar o fidanlar,yeşerir bozkırımız,yanan alanlarımız.. Ama ıhlamur yanına taflan,yanına ladin de olmamalı sanırım.. Dikim konusunda biraz yol gösterilmeli insanlara,özellikle miniklere,gençlere.. Bu arada benim de bir dikili ağacım var.. Bir çınar..

10 Kasım 2021 Çarşamba

10 Kasım

Sevgili Atamızın ölümünün 83 yılı.. Saygıyla,minnetle,sevgiyle; okulumuzda düzenlediğimiz törene katılan bütün öğretmen ve öğrencilerimizle birlikte, andık.. Işıklar içinde,dua bulutlarıyla çevrili olsun,gönüllerdeki adı hiç silinmesin.. "En büyük eserim" dediği Türkiye Cumhuriyeti dünya durdukça yaşasın..

8 Kasım 2021 Pazartesi

Tütün Zamanı

Necati Cumalı'nın üçlemesinin ilki olan Zeliş'i okumuştum hemen.. Sevdiği insan ile bir hayat kurmakta kararlı ve cesaretli davranan Zeliş'in öyküsü sürükleyici olduğu kadar iyimserdi de..
İkinci kitap Yağmurlarla Topraklar,ege tütün üreticilerinin durumuna ve dramına yoğunlaşırken bir yandan da avukatlık yaptığı yıllarda tanık olduğu olayları ve kişileri hikayeye katmış.. Sanıyorum Avukat Nihat ile de kendisini.. Küçük bir kasabada yaşayan ve çalışan insanların durumlarını,birbirleri ile ilişkilerini kendi duyarlılığı ile romanında anlatmış.. Kadın erkek ilişkileri ve bu ilişkinin doğal sonucu olan cinsellik de romanında epeyce geniş yer tutuyor.. Bu noktaları anlatırken kalemini,bugünkü deyimle,hiç korkak alıştırmamış.. Avukat Nihat'ın İstanbul'a gitme,yazar olma,avukatlığı bırakma isteği,romanın sonunda gerçekleşiyor.. Kasabada resim öğretmenliği yapan güzel Perihan'la evlenme isteği de..
Üçlemenin son kitabı Acı Tütün.. Adı gibi okurken insanın içini burkuyor.. Hem Zeliş'te hem Yağmurlarla Topraklar'da tütün yetiştiriciliğinin ne zorluklarla ve emeklerle gerçekleştiği uzun uzun anlatılmıştı.. Dört yaşına gelen her egeli çocuğun tütün işine sokulduğunu okumuş,bütün ailenin kendini tüketircesine bu işten ekmek yediğini öğrenmiştik.. Acı tütün'de de meselenin son noktası olan tütün alım piyasasının başlaması,Tekel ve tüccar arasında kalan üreticilerin alım fiyatlarının düşüklüğü karşısındaki isyanları anlatılıyor burada da.. Dönem D.P.'nin iktidara gelişinden iki sene sonrasıdır.. Büyük hayal kırıklığına uğrayan üreticilerin simgesi arabacı Yusuf olur.. Yedi balya tütününü Tekel'in karşısında ateşe verir,"Benden sadece dumanını alırsınız,o kadar !"der,gider.. Tütün üretiminin zorluklarını,yoksul ve küçük ölçekli toprağı olan köylünün çıkmazlarla dolu yaşamını öğrenmek açısından iyi; ancak edebi açıdan Viran Dağlar'ın epeyce gerisinde bir roman dizisi olmuş..

3 Kasım 2021 Çarşamba

İki Kitap

Okuyalı epey oldu aslında.. Ama yazmakta geç kaldım.. Geçenlerde Orhan Pamuk okumak istedim..
Okul kitaplığında Cevdet Bey ve Oğulları varmış.. Şöyle bir karıştırdım.. Okuyabilirim sanırım,deyip aldım.. 610 sayfayı keyifle de okudum.. Bir ailenin üç kuşağa yayılan hikayesini işlemiş.. Osmanlı vatandaşı olan 'tüccar' Cevdet Bey'in gençliğinden başlayarak evlenişi,aile kuruşu,işini büyütmesi,yaşlanıp köşeye çekilmesi,işleri çocuklarına devretmesi;oğullarından Osman'ın işlere dört elle sarılmasına karşın küçük oğul Refik'in,yaşamının bir anında 'hayatın anlamını'sorgulamaya başlaması.. Sonra kendini kitap yazma ve basma işlerine vermesi,ailesinin savrulup dağılması.. Bu arada Osmanlı'dan Cumhuriyete,Orhan Pamuk'un kaleminden, Türkiye'nin gayriresmi tarihini de okumuş olduk.. Orhan Pamuk'u bitirince Necati Cumalı'ya geçmeye karar verdim.. Tütün Zamanı adlı üçlemesini bir kere daha okumak için elime aldım.. İlk kitap Zeliş'i hemen okudum..
Akıllı,dirayetli,kararlı,sevgisinde cömert,yoksulluğun içinde pırıl pırıl Zeliş'i bir kere daha sevdim.. Şimdi ikinci kitap olan Yağmurlar ve Topraklar'dayım.. Avukat Nihat ile öğretmen Perihan'ın hikayelerini heyecanla okuyorum..

Geç Kalmış Bir Cumhuriyet Kutlaması

Eve internet almamakta,bilgisayar almamakta;akıllı telefon kullanmamakta ısrar ve inat edince, yazıları yazmak için okulun açık olduğu günleri beklemek gerekiyor zorunlu olarak.. Dolayısıyla Cumhuriyet Bayramımızın 98.yılını kutlama yazısı da bugünlere kaldı.. Biraz geç kalmış olsam da .. Şehitliğimizdeki mezar taşlarının üzerindeki bilgilere bakınca, en çok ekim ayında şehit verdiğimizi gördüm.. Fotoğraflar eşliğinde bu şehitlerimizi anmak ve onların bedenlerini siper ettikleri Cumhuriyetimizin en büyük bayramını ben de kutlamak istedim..
29 Ekim 1989'da J.Ütğm.Ruşen ÜLKER toprağa düştü,şehit oldu.. 26 yaşındaydı..
28 Ekim 1965'te Top.Er Hasan ARZAK toprağa düştü,şehit oldu.. 21 yaşındaydı..
23 Ekim 1993'te P.Atğm.Yalçın Dölcü toprağa düştü,şahit oldu.. 25 yaşındaydı..
16 Ekim 1990'da İs.Kd.Çvş.Orhan KORKMAZ toprağa düştü,şehit oldu.. 25 yaşındaydı..
14 Ekim 1996'da J.Tğm.Ahmet KARA toprağa düştü,şehit oldu.. 20 yaşındaydı..
Top.Er İbrahim Yenilmez toprağa düştü,şehit oldu.. 21 yaşındaydı..
Şehitlikte bulunan 36 şehidin altısı ekim ayında sonsuzluğa göçmüşler.. Bugünlerde ise gün geçmiyor ki,bir fidan daha toprağa düştü,şehidimiz var haberini almayalım.. Yaşasın Cumhuriyetimiz ! Bir ilave:29 Ekim 1989'da şehit olan Ruşen Ülker'in annesi,Gülümser Teyze'yi aradım o akşam.. Sesi gayet iyi geliyordu..Biraz yalnızlıktan,biraz da yaşlılıktan başka şikayeti yok..Bu yıl oğlunun arkadaşları da aramamış galiba..Öyle dedi..

20 Ekim 2021 Çarşamba

Kalpaklılar

Bu sabah bitirdim.. Geçen haftaki ameliyatım öncesinde de elimdeydi. Arada odaya gelen doktor ve hemşireler köşede oturmuş, sakin sakin kitabını okuyan hastaya biraz şaşırmışlardır.. Ama ameliyat sıram gelene kadar dört saat geçmişti;hem kitap da sürüklüyordu insanı.. Konu, benim son zamanlarda üzerine düştüğüm İstiklal Mücadelemiz.... Üstelik,yazarın önsözde belirttiği üzere,tanıklarla konuşmaların,belgeler incelemenin ardından kaleme alınmış.. Ve de iki kitap bir arada..
Kalpaklılar ve devamı olan Doludizgin.. Daha önce sadece Kalpaklılar'ı okumuştum.. Şimdi ikisini birlikte okuma fırsatını bulmuşken kaçırmadım.. Tadını çıkara çıkara okudum.. Sanırım yazarın bizzat dinlediği kişi,romanda Yusuf adıyla verilen .. Çanakkale Savaşı gazisi avukat.. İzmir'in işgali sonrasında,Kuvayı Milliye'ye katılma kararı veriyor.. Manisa'daki ana babasından haber alamıyor,düşman tacizine uğrayan savunmasız kızkardeşinin cesedini asılı bulunca da onların ve bütün savunmasız,masum Anadolu halkının intikamını almak için yanındaki Nifli Salih Efe ve diğer gönüllüler ile birlikte,Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusunun bir neferi olarak,düşman İzmir'de denize dökülene dek elinden silahı düşürmüyor.. 699 sayfalık eserin konusu bu.. 15 Mayıs 1919'dan başlıyor,9 Eylül 1922'ye dek olayların bütün hızıyla yaşandığı günleri öykülüyor.. 563-603. sayfaları arası Sakarya Savaşı'na ayrılmış.. 645-653.sayfaları da Büyük Taarruz'a.. Büyük Taarruz bölümünü çok heyecanla okudum.. Çok güzel anlatılmış.. Atatürk'ün Nutuk'undan seçilen pasajların çok uygun düştüğü bölümler de eserin etkisini arttırmış.. Yer yer çok kuvvetli bir roman olmamış hissini uyandırsa da,dinlediği tanıklıkların verdiği ayrıntılar ve Büyük Taarruz'un etkileyici anlatımı içimde uyanan olumsuzluğu biraz bastırdı.. İç İsyanlar sonucu büyük zahmetlerle kurulan Türk Ordusunun ilk zaferi olan İnönü Savaşları'ndan sonra Atatürk'ün Nutuk'ta yer verdiği,yazarın da romanına aldığı cümle bana da çok anlamlı geldi: "Mehmet,harbi kabul etti."(Nutuk,s.442) Romandan iki pasajla bitireyim.. (Baş kahraman Yusuf,İzmir'e ve nişanlısı Nemide'ye kavuşur..) "Yusuf iyice düşüncelere dalmıştı.Nemide,onun yanağına elini koydu.yüzünü kendisine çevirdi. "Daldın gittin Yusuf...Neler düşünüyorsun? Yusuf gülümsedi: "Sen,neler düşünüyorsun?" "Hep seni..Seninle birlik kurtuluşu.Kemal Paşa nasıl bir adam?" "Yaptıklarını görmüyor musun Nemide?Türk milleti gibi bir adam !"(s.693) (Yusuf'un yanından hiç ayrılmayan,ileri yaşına rağmen ne savaşı ne Yusuf'u bırakmadan İzmir'e kavuşan Salih Efe'nin en büyük arzusu Mustafa Kemal Paşa'yı görmektir.Kordonboyu'nda olduğunu duyunca görmeye koşar.) Salih Efe,kendisini Mustafa Kemal'in önünde buldu.Paşa ,ona gülümseyerek bakıyordu.Salih sağ elini,titreyen parmaklarını onun omzuna koydu.Arkasını okşadı: "Mustafa Kemal sen misin?" "Benim." "İyi dövüştün oğul." Mustafa Kemal karşılık verdi:"İyi dövüştük baba !"(s.698)
Samim Kocagöz'ün Ekim 1955-21 Aralık 1958 arasında yazdığı bu kitap 1959'da da sinemaya uyarlanmış,bilmiyordum..
Umarız, izlemek nasip olur..

12 Ekim 2021 Salı

Aliye'siz Geçen 100 Gün

Vefatından sonra 100 gün geçti.. Bu arada mezarını sık sık ziyaret ettim.. Her defasında benden az önce birilerinin uğradığını görüp sevindim.. O kavurucu yaz günlerinde çiçekleri hiç solmadı,toprağı hiç kurumadı.. İki hafta önce de mermerinin üzerine konduğunu gördüm.. Mezarını yaptırıyorlar demek ki.. Bir tek baş taşı kaldı.. Çiçekleri ise küçük bir karanfil dışında ortada yok.. Yeniden dikilecek galiba.. Geçen cuma okul çıkışında evlerine uğrayıp ziyaret ettim.. Annesi ve kardeşi Sema evdeydiler.. En son cenaze günü gördüğüm annesi epeyce toparlanmıştı.. Aliye'den,hastalık sürecinden,aynı hastalığa tutulan kocasından,peşpeşe gelen hastalıkların hepsi için nasıl bir yıkım oluşundan söz etti.. Arada gözlerinden süzülen damlaları silerek.. Arada Sema da annesine eşlik ederek.. Dinledim ikisini de.. Önce kocasını sonra iki evladının birini kanserden kaybeden bir anneyi,biricik ablasının toprağa verilişini babasının mezarına ilişip ağlayarak izleyen küçük kardeşi başka nasıl teselli edebilir ki insan ?.. Akşam güneşi pencereden süzülürken iki saat boyunca söyleştiğimizi fark edip izin istedim.. Bu fotoğrafın da Aliye'ye ait olduğunu tahmin ediyorum.. Yanındaki gazetede bulunan vefat ilanı da galiba işyerinin Aliye için verdiği başsağlığı ilanı.. Böylesine genç,umut ve hayat dolu iken sonsuzluğa göç edenlerin arkasından bakakalmak ne zor..

11 Ekim 2021 Pazartesi

Güz Çiğdemleri

Yine mevsimleri geldi..
Eylül sonu,ekim başı civarında,havaların gidişatına göre topraktan önce yeşil burunlarını sonra yarı şeffaf zarfında sarı çiçeklerinin sarılı olduğu bohçalarını çıkaran güzellikler..
Şehir içinde birkaç yerde vardır elbette;ancak ben onları mezarlıkta ve yolumun üzerindeki iki evin bahçesinde görüyorum yıllardır.. Bu sene de öyle güzel açtılar ki..
Parlak sarı renkleri ile her görüşte gülümsetiyorlar.. Bu sene güzel bir sürpriz annemin mezarında olduğu gibi babamın mesarında da çiğdemler sarı sarı açtı..
Havalar sıcak giderse çabucak solacaklar.. O nedenle zaten kısacık ömürleri daha da kısalacak..
İki hafta içinde ne kadar görebilirsek artık.. Sonra sadece fotoğrafları kalır elimizde..
Dün mezarlık çiçeklerini sulama günüydü.. Önceki gün de.. Uğradığım kimi mezarlarda küçük sürprizler vardı..
Doğan Koloğlu Hocamın biraz cılız gülü de yeni filiz vermenin telaşındaydı.. Yaz boyunca tepesinden kavuran güneşin harareti gidince rahatladı çiçekler.. Ilık güneşi, bir de düzenli sulamayı görünce filiz veren verene,tomurcuk açan açana..
Mesela İhsan Bey'in gülleri,açelyaları.. Yanındaki komşusu Gazi Hüseyin Bey'in mezarındaki açelyalarla yarış halindeler.. Bol bol sulanınca iki mezar da yemyeşil,rengarenk pek güzel oldu.. Ama şu anda assolistler güz çiğdemleri..
Bu güzellikle hakları da var.. Tek eksikleri belirgin bir kokularının olmayışı.. Ama zaten bu mevsimin çiçeklerinin kokuları yok.. Güller bile şahane açıyor ama kokuları ya yok ya da çok hafif ve tozlu bir koku..