27 Temmuz 2018 Cuma

SONDEYİŞ (II)Balkan Yazıları..(20)

Epilog-II

Dokuz gün süren Balkan ülkeleri gezimiz bitti..
Sağ salim vatanımıza,evimize döndük..
 Geriye gördüklerimiz,duyduklarımız ve hissettiklerimiz kaldı..
Gittiğimiz şehirlerin bir kısmını daha önceleri belgesellerde izlemiştik,hatta bazılarını birden çok ..

Ancak kendi gözümüzle görmenin daha
farklı,ayrıntılı,kalıcı olduğunu bir kere daha anladık..

Kısacası, "Çok okuyan mı bilir,çok gezen mi?" sorusunun cevabı yine "gezen bilir " olarak doğrulandı..



Soru:Balkanlara gidilmeli mi?

Bence:Evet..İnsanın her yerde insan olduğunu,aslolanın insanlık olduğunu bir kere daha anlamak için..

Şimdi yine televizyonda Balkan ülkeleri ile ilgili belgeselleri izlerken,kameranın gösterdiği görüntünün daha geniş açıdan nasıl olduğunu da,kameranın o anda göstermediği başka neler olduğunu da biliyorum..



Soru:Turlarla gitmek mi,bireysel gitmek mi?

Bence:Benim gibi dil bilmiyorsanız ve ülke dışı yolculuklarda hala biraz ürkekseniz, turlarla gidilmeli..
Ancak yazık ki,turlarda gittiğiniz yerlerde gezip görmeniz tur programına ve kafilenizin başındaki rehberinizle kafile üyelerinin ilgi ve alakalarına bağlı..
Bu arada, rehberimizin anlatımına göre,bireysel turlar yükselme eğilimi gösteriyor,kalabalık turlara ilgi giderek azalıyormuş..Sebebi bu olmalı..İnsanlar gittikleri yerleri kendi ilgi ve alakalarına göre diledikleri gibi gezmek istiyorlar,başkalarına bağlı olarak kısıtlı sürelerde değil..



Soru:Yemek içmekle ilgili sorun yaşadınız mı?

Bence:Yemek içmek hiç sorun olmadı..Zaten "evlad-ı fatihantoprakları";yani yemek kültürümüz aynı ya da  çok benzer..

Yöresel yemekleri denemek konusuna gelince..
Yemek rejimim gündüz bir şey yememek üzerine olduğu için,gidilen yörenin mutfağını gündüz deneme imkanım olmadı..
Akşamları oturduğum sofra
da kaldığımız otellerdeki menü ile sınırlı olunca yemek konusunu değil gezip görme tarafını ön plana almam gerekti..

Yani Boşnak böreği,köftesi, şusu busu üzerine bir şey söyleyebilecek durumda değilim




Soru:Tur firmasından memnun kaldınız mı?
Bence:Bizimle aynı geziye başka tur firmalarından satın alarak İstanbul,Balıkesir gibi illerden gelerek katılanlar daha çok memnun kaldılar..

Biz Ankara grubu başka bir firmadan 500 Avro gibi bir fiyata bu turu satın almıştık..
Hatta gezi programı,tarihi Ankara grubunun başındaki hanımın bilgi ve ilgisiyle hazırlanmıştı..

Oysa  İstanbul'dan katılanlar sadece 1500 Türk Lirası ödemişler..




Hatta Balıkesir'den gelen aile kişibaşı 1400 liraya indirmişler..

Bizimle aynı otobüste geziye gelip bizimle aynı imkanlardan yararlandılar elbette..
(Otel,rehberlik..vs..)

Ekstraları da sayarak onlarla aramızdaki fiyat farkını hesapladığımızda 100 Avro fazla ödediğimiz ortaya çıkınca pek memnun kalmadık açıkçası..

Bizim grubun bu konudaki acemiliğine biraz üzüldük doğrusu..
Gezi turları konusu daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektiriyor,sonuç olarak..

26 Temmuz 2018 Perşembe

SONDEYİŞ (I)Balkan Yazıları..(19)

Epilog-I

Balkan turundan dönüş yoluna çıktığımızda, Kavala'dan kurabiye almayan kafilemizin(çünkü rehberimiz her zaman gidilen bir yerden alacağımızı,hatta şehir içindeki fırınlarda domuz yağı kullanılabilme olasılığı olduğunu,oysa burada bize endişe duyurmayacak biçimde üretim yapıldığını belirten bir brifing vermişti..)kurabiye isteğini karşılamak üzere şehrin çıkışında son bir kez durduk..

Durduğumuz bu yer bir kurabiye üretim tesisiyle hemen yanı başında bir benzin istasyonuydu..

Rehberimiz, gönül rahatlığıyla alışveriş yapılabileceğini,hatta çayın hem demleme hem müessese ikramı olduğunu,tuvaletlerin de temiz ve kullanılabilir olduğunu söyledikten sonra otobüs anında boşaldı tabii..

Hazır olan çay demlikleri bardaklara boşaltıldı,içildi..

Kafilemiz üyeleri kutular dolusu hediyelik kurabiye ve şekerleme aldı..

Anastasya'nın Yeri adını taşıyan müesseseye Türkiye'den gelen her tur kafilesi,her otobüs firması uğruyor olmalı;çünkü kocaman camekan silme Türkçe etiket ve çıkartma ile kaplıydı..

Ancak Anastasya'nın Yeri'nde, Anastasya Hanım pek misafirperver çıkmadı..
(Orada bulunan ve sarışın,biraz topluca olan bir hanımdan söz ediyorum..Yoksa Anastasya kimdir,bilmiyorum..)

Kafilemizin tadına bakması için açtığı kurabiye paketinin bizim tarafımızdan hemen tüketilmesine kızmakla başladı..

Kurabiyeleri tek tek değil,küçük parçalara bölerek almalıymışız..

Herkes bir kurabiye alırsa kar edemezmiş..

Çay ikram değilmiş;parayla içilecekmiş..

Üstelik hepimiz tuvaletleri kullanıyormuşuz..

Bütün bunların üstüne tüy diken bir yanlışlık daha yapmışız..

Yanımızda getirdiğimiz küçük su şişelerini çeşmeden doldurmasını rica ederek..


Bu son yanlışımız(!) üzerine bayramlık ağzını açtı mı yoksa gavur kalbi taştı mı demeli bilmem,söylenmeye bir başladı..


Dolapta satmak için sıraladığı şişeleri neden almıyormuşuz da çeşmeden su doldurtuyormuşuz..

(Bu arada elimdeki şişenin 330cc'lik en küçük boy şişe olduğunu belirteyim)..

Dakikalarca söylendi..

Söylenmesini kırık Türkçesi ile yaptığı için ne dediğini anlıyorduk,neyseki..

Arada küfür etmediğine kulaklarımız şahit..

Ancak edepsizlik ettiğine de..

Doğrusu kendisinden hiçbir şey almamak gerekti..

Nitekim ben de öyle yaptım..

Durumu rehberimize anlattım..

Ancak elindeki, kendisi ve iki şoförümüz için sarılan hediye kurabiyelerin hatırına olsa gerek, Anastasya Hanım'a bir şey demedi..

Ben de Balkan turuna katılanlara öneririm ki,ille de kurabiye alacaksanız Kavala'dan alınız..

En azından kutudaki ikramlık kurabiyeye elinizi uzatıp bir tane aldınız,sonra da şişenizi çeşmeden  doldurmanızı rica ettiniz diye size yiyecek gibi bakan bir satıcıyla muhatap olmazsınız..


KAVALA..Balkan Yazıları..(18)

Kavala

Memlekete dönüş yolundayız artık..

Yol üzerindeki Kavala'ya da  uğrayacağız ama..

Sonra artık Türkiye'ye kadar,  yola aralıksız devam..


Öğle üzeri Kavala'ya geldik..

Şehrin girişindeki iki tabelaya dikkatimizi çekti,rehberimiz..

Biri Kıbrıs konusunda Yunanistan'ın tutumunu sergileyen bir tabela..
Ortada kocaman bir
Kıbrıs haritası..
Bugün KKTC toprağı olan bölüm kan kırmızı ve akan damlalar şeklinde resmedilmiş..
Yanında da kocaman harflerle "Kıbrıs'ı Unutma "diye yazmışlar..
Altında da başka bir alfabeyle bir şeyler daha yazıyor..
Yani,Yunan hükümetine göre, işgalci Türkiye oluyoruz,Kıbrıs konusunda..
Aynı tabelanın daha büyüğünü şehrin çıkışında da göreceğiz nitekim..
Bu nasıl bir  pis siyasettir..!
İkinci tabela da İstanbul'la ilgili..

İstanbul'a kaç kilometre olduğunu gösteriyor güya..

Ama şehrin adını kendi hülyalarındaki gibi yazarak..

"Konstantinoupolis 460"

Öyle olsun..


(Halide Hanım,İzmir'in 15 Mayıs 1919'da Yunanlılar tarafından işgalini protesto için yapılan Sultanahmet Mitingindeki ünlü konuşmasında öyle demişti ,değil mi?
"Milletler dostumuz,hükümetler düşmanımızdır"
İnanalım bakalım..)

Kavala Ege kıyısında şirin bir yerleşim yeri..
Nüfusu 60 bin..
Sahilin hemen karşısı Taşoz Adası..
Günübirlik gidip geliniyor..

Sahile sıralanmış küçük dükkanlar..

Kıyıya sıralanmış balıkçı tekneleri..

Ağlarını tamir eden balıkçılar..

Gezen,konuşan,bir şeyler yiyip içerek vakit geçiren gezginler veya yöre halkı..

Bir tarafta çok katlı binalarla yükselen yeni şehir..

Diğer tarafta küçücük evleriyle eski Kavala..

Şehrin eski kesimindeki evler (hepsi de restore edilmiş) bildiğimiz Türk evleri..

Öyle ki bazılarına şimdilerde bizde bile rastlamak mümkün değil artık..

O kadar ..



Şehrin en önemli simgesi (Her yerdeki milli kahraman İskender'i saymazsak )kim mi?

Kim olabilir,
Kavalalı Mehmet Ali Paşa elbette..

Doğduğu yere yaptırdığı imaret özenle korunuyor..




Tepenin başındaki bir Türk evi,yine özenle restore edilmiş, adına müze yapılmış..


Evin hemen yanı başına küçük bir meydan yapılmış..

Gösterişli bir kaide üzerine,Kavalalı'nın heykeli kondurulmuş..

Başında kavuğu,üstünde kaftanı,bir eli kında,diğer eli kılıcını çeker vaziyette..

Osmanlı'ya isyan ediyor yani..




Heykelin hemen arkasında da gösterişli bir
kilise..

Düşmanımın düşmanı,hele de burada doğmuşsa,benim kahramanımdır,diyorlar galiba..

Heykelin de öyle bir konumu var ki,nereye giderseniz gidin,görüyorsunuz..

Hatta rehberin anlatımına göre,Kavalalı'yı Yunanlılar kadar Mısırlılar,Sudanlılar da çok sevip sayıyormuş..



Anısına zaman zaman toplantı,tören düzenleniyormuş bu üç devlet yetkilileri tarafından..

Daha neler..

Şehirde,beynimizi yakan öğle sıcağında yaptığımız kısa turda  şimdi kiliseye çevrilen bir cami gördük..

Restore edilmiş..

Temelin üs
tündeki orijinal (yani bizim yaptığımız) yığma taş bölüm konunarak üstüne kesme taştan duvar örülmüş..

Tepeye de bir haç kondurulmuş..

Minare yıkılarak yerine bir çan kulesi eklenmiş..
Çanları çalıp duruyordu..

Öğle ayini saatiydi herhalde..

Sonra Roma döneminden kalma su kemerleri dikkatimi çekti..

Uzunluğu 10 kilometreyi buluyormuş..

Şehri boydan boya geçiyor olmalı..

İstanbul'dakini hatırladım..

Sokakları geçerken dükkanların çoğunun fırın/pastane olduğu dikkatimizi çekti..

Bir de bazılarının üstündeki yazılar..

"Hakiki Kavala Kurabiyelerini Buradan Alabilirsiniz.."

Bundan doğal ne olabilir?

Buradan götürülecek en bilindik hediye Kavala veya Selanik adıyla bildiğimiz kurabiyeler,değil mi?

Zaten önünden geçtiğimiz bir fırın/pastane çalışanları kutuyu açmış,bize ikram ediyorlardı bile..

Durmaya vakit yok ki..


Birer tane kurabiye alıp rehberin ardından koşturmaya devam ettik..

Kurabiyeler çok lezzetliydi..



Parmaklarımıza bulaşan pudra şekerlerini yalayarak bir yandan da şekerleme görünümlü eski Türk evlerinin fotoğraflarını çekiyoruz..




Hepsinin içinde de oturuluyor..

Kimbilir kimlerdir diye iç geçirip kaleye doğru yöneliyoruz..

Her eski şehir gibi buranın da bir kalesi var..

Kavalalının heykelinin bulunduğu küçük meydandan aşağı inerken kaleye de gelmiş oluyorsunuz..

Biz de aşağı inmeyedevam ederken kalenin de içinden geçmiş oluyorduk..

Son derece dik olan merdivenlerinden inerken bir kenarda kedi yavrularıyla annelerini besleyen bir adamcağız gördük..

Annenin de yavruların da kimseyi görecek,kimseye nazlanacak hali yoktu..

Önlerine konan yiyecekleri bir an önce mideye indirmenin telaşındaydı zavallılar..

Kimbilir ne kadar zamandır aç olmalıydılar..

Onları rahatsız etmeden yolumuza devam ettik..

Dimdik aşağı inen merdivenler bizi tekrar Kavala'nın sahiline getirdi..

Turu bitiren rehberimiz bize iki saat serbest zaman verdi..

Acıkanların yemek yiyeceği bir zaman dilimiydi daha çok tabii ki..

Şehrin limanını görmek ve esintili bir yerde oturmak için hemen o tarafa doğru yürümeye başladım..

Tam tepedeki güneş fena yakıyordu ama biraz sonra mendireğe geldiğimde hem gölge hem esintili bir yer bulup oturdum..

Kalesiyle,Kavalalı'nın buradan da görünen heykeliyle,eski güzelim evleriyle,pırıl pırıl masmavi gökyüzü ve lacivert deniziyle Kavala karşımda süzülüyordu..

Doya doya seyrettim..

Sonunda saatimiz bitti..
Buluşma yerine doğru giderken buralı bir ressamın eseri olması gereken bu tablo dikkatimi çekti..

Mendireğin dibinden bakıyordu..

Zeugma'daki çingenenin Kavala versiyonu olmalı,diyerek fotoğrafını çektim..

Şarjı biten fotoğraf makinesinin çektiği son fotoğraf da o oldu..












25 Temmuz 2018 Çarşamba

SELANİK (II)Balkan Yazıları..(17)

Selanik-II



Sabah dinlenmiş ve serinlemiş olarak erkenden uyandım..
Niyetim,her zamanki gibi,erkenden hazırlanıp şehri tanıma turuna çıkmak..
Nasılsa Selanik içindeyiz..
Akşam tavernaya gidip dönerken birazcık yolları da tanıdık..
O halde haydi bakalım..


Bavullarımı resepsiyona bırakıp,sokağa çıktım..
Sabahın bu erken saatinde bile (06.30) hava nemli ve ılık..
Bir sabah serinliği bile yok..

Ünlü Beyaz Kule'nin de bulunduğu sahile indim..
Eski kaynaklarda sözü sıkça edilen Beyaz Kule,Selanik'in simgelerinden biri..

Osmanlı yapısı olan kule o dönemlerde isyankar yeniçerilerin yargılanıp infaz edildiği bir yer iken sonraları gözetleme kulesi olarak kullanılmış..

Hemen yanı başında atı Bukafelon'un üstünde İskender heykeli duruyor..

Zaten her yerde buranın Makedonya olduğunu gösteren tabelalar var..

Kıskançlık had safhada..

Oysa öğünebileceği o kadar çok şey var ki..

Bizden kalan eserleri sayalım..

Bey Hamamı mesela..

Hamza Bey Camii mesela..

Tamam, onlarla öğünmek istemiyorsa,şehrin altı olduğu gibi Roma dönemi yerleşimiyle dopdolu..
Ama bir Makedonya takıntısıdır gidiyor ve gülünç oluyor..



Sabahın ilk ışıklarının masumluğumla uyuyan bir şehir duruyor önümde..
Erkenci birkaç kişi oltalarını denize indirmenin hazırlığındalar..
İşlerine gidenler..
Sabah yürüyüşüne  veya koşusuna çıkanlar..
Köpeğini gezdirenler..
Böyle köpeğini gezdiren ve çok hoş olan bir hanımla selamlaşıyoruz..

Tekrar otele dönüyorum..
Kahvaltı sonrası çıkacağız çünkü..




Otobüsle Selanik turu yapıp,Selanik'e gelme amaçlarımızdan biri olan "İki katlı pembe aşı boyalı ev"in önünde duruyoruz..

Gerçi artık pembe aşı boyalı değil..
Beyaz badanalı..
Ama bu ayrıntıyı kim biliyor ki artık ?..

Ata'mızın doğduğu evin önündeyiz..


Saat 10.00'da açılıyormuş..
Gruplar halinde içeri alınıyormuş ziyaretçiler..
Bizden önce gelen gruplar şimdi öncelikli imiş..
Dolayısıyla bizim kafile için bir saatlik bekleme süresi varmış..
Neredeyse Anıtkabir'deki ziyaretçi kalabalığı burada da var..

Ata'mızın bunca ziyaretçisi olmasından ve beklemekten  şikayetçi olunur mu?
Bekleriz,kaç saat olursa..

Dışarda satıcı tezgahları..
Dükkanlar..

Hepsinin içi,önü dopdolu..
Alanlar,bakanlar..

Öyle bir potansiyel oluşmuş ki,
sadece Atatürk ve Atatürk Evi ile ilgili eşya satışı yapılıyor..

Akla gelen gelmeyen her çeşidiyle magnetler, kar küreleri,yapbozlar,tişörtler,kupalar,anahtarlıklar,kalemler..




Ata'mızın meta haline getirilmesine biraz buruluyorum doğrusu..

Ama reel hayat diye de bir şey var yazık ki..
İnsanların buraya geldiğini fotoğraftan başka bir şeye dönüştürme ihtiyacı da karşılanmalı..

Karşılanmalı da..

Böyle mi olmalı bilmem..

Sonunda sıramız geliyor..

Büyükelçilik binamızın bitişiğindeki Atatük Evi'nin avlusundan içeri giriyoruz..

İlkokula başladığımızdan itibaren gördüğümüz fotoğraf şimdi karşımızda..

Sevgili Ata'mızın, kısa ömründeki babası,şefkatli anneciği ve kardeşi Makbule ile yaşadığı;
babasının diktiği nar ağacının dibinde oynadığı,
Odalarında dolaştığı
ve  Selanik elimizden çıkınca bir daha dünya gözüyle göremediği, baba evi..


10 dakikalık sürelerle 20'şerli gruplar halinde eve alınıyoruz..

Dolayısıyla yıldırım süratiyle gezmemiz gerekiyor..

Üstelik daha önceden bir gezi programında görmüştüm..

Burası,şu hiç sevmediğim "modern bir bakışla yeniden düzenlenmiş " bir müze ev artık..



Yani orijinal bir tarafı bırakılmamış neredeyse..
Bir tek mutfak bölümü o dönemdeki bir Türk evinin mutfağı gibi düzenlenmiş..

Bir de Zübeyde Hanım bir odada elinde tesbihle bir divanın üzerine oturuyor ve kapıdan girenleri güler yüzle karşılıyor şeklinde bir oturma odası düzenlemesi var..

Odanın penceresine de Selanik'in ve tabii ki Beyaz Kule'nin o döneme ait bir fotoğrafını yapıştırarak,sözüm ona, nostalji yapmışlar..



Ata'mızın doğduğu odada sadece bir kürsü ve üzerinde bu odada gözlerini dünyaya açtığını belirten bir yazı var..


Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği içinde bu evin bire bir örneğini yıllar önce ziyaret etmiştim..

Evin tamamı o dönemin eşyalarıyla bezeli haldeydi ve çok daha etkileyiciydi..

Dışının pembe aşı boyasına kadar daha incelikli düşünülmüştü..




Burada ise hem Atatürk'ün hem annesi Zübeyde Hanım'ın modellerindeki ifade eğreti duruşluydu..


Kendi evlerinde bir ana oğul  gibi değil de, artık onlara ait olmayan bir evde şöyle bir ilişivermiş gibiydiler..

Hatta az sonra bizimle birlikte kalkıp Ankara'ya gelecekler gibi..




Karşıdaki odada da Ata'mızın bire bir  boyutta bir modeli var..

Buna benzer bir tane de Anıtkabir'de var..

Buradakini Anıtkabir'deki kadar başarılı bulmadım doğrusu..

Hatta ziyaretçi kalabalığının yarattığı rüzgardan olmalı, saçları biraz dağılmış,yüzü de çok yorgun gibi geldi..

Bir tarak bulup saçını taramak isteğimi güç bastırdım,demeliyim..

Yüzündeki yorgunluğu ise nasıl gidereceğimi bilemedim..


Ya da bir önerim var ama burada yapılmasına izin veremezler..

Gelenlerin ona olan sevgilerini yazacakları bir ziyaret defteri iyi giderdi doğrusu..

Ancak zaten 10 dakikayla sınırlı olan ziyaret sırası ,bir de deftere yazmak isteyenlerin yoğunluğuyla iyice arapsaçına dönerdi..

Yine de bahçeye böyle bir defter konamaz mıydı acaba?

Orada daha çok bekleyebiliyoruz çünkü..

Ayakkabılarına takıldığımı da ifade etmeliyim..

Atatürk'ün çok daha zarif iskarpinleri ya da kunduraları vardı..

Bunların örneklerini Anıtkabir'de gördük hepimiz..

Kendisinin giyim kuşamda ne kadar titiz ve zevk sahibi olduğunu da biliyoruz,okuduk kaynaklarda..

O halde neden o ev ayakkabılarını tercih etmişler,anlayamadım?

Ancak söylenecek vakit yok..

Dışarıda sabırsız kalabalıklar içeri girmek için bekleşiyorlar..

Getirdiğim bir sarı ve bir beyaz gülü nereye koyacağıma karar vermeliyim..

Birini doğduğu odaya,diğerini modelinin ayakları dibine bırakıyorum..

Birer de fotoğraf çekip çıkıyorum..



Küçük bahçedeki nar ağacına da bakıp evden çıkıyoruz..

Dalları narlarla dolu..

Bu narlardan yemek O'na nasip oldu mu acaba?

Dışarıdaki çılgın kalabalık Atatürk Evi anı eşyaları almak için dükkanları doldurmuş yine.

Birer broşürle yetinip otobüsümüze doluşuyoruz..



Selanik'teki vaktimiz de doldu..

Artık dörüş yolundayız..

Yunanistan üzerinden döndüğümüz için yol üzerindeki Kavala'ya da uğrayacağız..

Sonra  akşam üzeri Türkiye'mizin sınırlarından içeri girmiş olacağız..




24 Temmuz 2018 Salı

SELANİK (I)..Balkan Yazıları..(16)

Selanik-I

Manastır'da çabucak biten süremizin sonunda hemen yola çıktık..
İstikamet Selanik..
Yani Yunanistan topraklarına gireceğiz..
Hafif bir tedirginlik var demeliyim..
Sakarya Savaşı'nın yaşandığı topraklardan geliyorum ne olsa..
Diğer söyleyişle Yunan Harbi'nin..
Yaşanan onca acının  hala  inceden kanadığı yerlerden..

Dolayısıyla en küçük ters muamele, zaten
kımıldanan hisleri kabartacak..



Yollar diğer Balkan ülkeleriyle aynı..
Yemyeşil,ekili,dikili topraklar,tarlalar..
Karşıdan munis görünen küçük köyler,kasabalar..

Ve sonunda akşam üzeri Selanik'teyiz..


Aman bu nasıl boğucu bir havadır..?
Bu nasıl bir nemdir  ?
Nefes alınmıyor..
Buradakiler nasıl yaşarlar?..
Yazın en boğucu günlerinden birinde İstanbul'a gelmiş gibi olduk..!

Otelimiz Vergina'dayız..
Başka ne olacaktı ki..?
Makedonya bayrağında da bulunan ve Yunanistan'ın şiddetle hak iddia ettiği ünlü antik çağ simgesi..
Hani İskender'in kalkanındaki güneş motifi..

Otel yönetimindeki görevli kız,lütuf dağıtırcasına binbir tembihle anahtarları dağıtıyor..
Zannedersin buraya muhacir gelmişiz,bedava kalacak yer veriyor..

Asansöre binmenin imkanı yok..
Milattan önceden kalmış iki asansörün önünde kırk kişi ve insan boyundaki bavulları yığılıverdi..

İki kişi ve iki bavulla asansör doluveriyor zira..
Odalar da 7. katta..
Hafif valizimi sol elime alıp merdivenlere yöneliyorum..

(Bu arada sağ kolumun bilegimdeki parçalı kırıktan dolayı alçıda olduğunu belirteyim..
Bütün Balkan gezisini bu alçılı kolla yaptım,çabucak uyuşan parmaklarımla aldığım küçük kısa notlarla bu yazılara gelebildim..)

En doğru işi yaptığımı,oda arkadaşımın yarım saat sonra gelişinden anlıyorum..

Oda boğucu..

Açtığım pencereden hava değil,nemli bir sıcak içeri doluyor..
Banyoya geçtiğimde yerde,lavaboda kimbilir kimlerden kalmış yumak yumak saçlar mide bulandırıyor..
Odadaki duvarda da bir sivrisineğin cesedi kanıyla beraber kimbilir ne için bekletiliyor?..
Bir ürpertiyle yatak takımlarını açıyorum..
Neyseki,eski ama temiz görünüyor..
Ancak bir iki yıkamadan sonra lime lime olmaları işten değil..
Kısacası rezalet..

Yine neyseki hemen çıkacağız..
Bu boğucu yerde uzun kalmayacağız;zira bu gece eğlenceye gideceğiz..
Bir yunan tavernasında eğlence nasıl olur,onu göreceğiz..
Hemen aşağı iniyoruz..

Ancak kafile üyeleri hemen inmiyor..
Yarım saat kadar onları bekliyoruz..
Bu arada rehberimize odanın durumunu anlatıyoruz..
Yukardaki bakımsızlıktan,aşağıda beklemenin yoruculuğundan dolayı gerilen sinirlerle sonunda tavernanın yolunu tutuyoruz..
Hala sıcak ve nemli olan Selanik akşamında yollardaki cıvıl cıvıl insanların neşesi gerginliğimizi  biraz yatıştırıyor..
Tavernalar sokağında,önceden ayrılmış yerimizin bulunduğu bir mekana giriyoruz..

Saat 21.30..
Eğlence çoktan başlamış..
İçerisi  yükünü almış..
Hazır bekleyen iki  uzun masaya doluşuyoruz..
Küçük bir seçenek listesinden siparişler alınıyor hemen..
Ve aralıksız servis başlıyor..

Aç,yorgun ve bütün sinirleri ayaklanmış  olarak hırsımızı, önümüze ne getirirlerse çatalla didikleyerek  alıyoruz..

Bir kere daha neyseki,daha kapıdan girerken cilveli bir müzik ve ona eşlik eden güzel şarkılar insanı eğlenceye davet ediyor..

Sesleri gibi kendileri de güzel  iki hanımdan oluşan solistlerin sırayla ve aralıksız söyledikleri şarkılarla zaman akıp gidiveriyor..

Zaman zaman neşeli,kiminde de biraz hüzün kokan çok duygulu şarkılar hepsi de..

Bir tek kelimesini anlamamamıza rağmen duygularımızı alıp götürüveriyorlar..

Küçük mekana çok müşteri sığdırabilmek adına ortada minicik bir boşluk bırakılmış..
Oynamak isteyenler orada kurtlarını döküyorlar..
Birkaç kişi oynamak için ortaya atılıyor..
Bu arada masalara servis yapmak için dört dönen görevliler de aynı minik boşluktan süzülmek zorundalar..
Acemi hareketlerle oynayanlarla,ellerindeki dolu tepsileri devirmeden masalara ulaştırmaya çalışanların kıvrak hareketlerinden doğan komik görüntüleri izlemek de eğlendiriyor bizi ..

Zaten güzel olan, solist hanımların söyledikleri şarkılar ve aralıksız söylemeye devam ediyorlar..
(Ne bitmez tükenmez repertuarları varmış !..)

İçerde ağırlıklı olarak Türk grupları olduğunu anlayınca Türkçe şarkılar da söylüyorlür..
Ancak epeyce eskide kalmışlar bu konuda..
Örneğin İbrahim Tatlıses'in Mavi Mavi'sini söylüyorlar ki, bin yıl geride kaldı o şarkı artık..
Hadi Yeni Türkü'nün bazı şarkıları o geceye de uygun düşüyordu,biz de eşlik ettik..
Ancak Türkçe repertuar konusunu ciddi biçimde ele almalarını öneririm..

Bu arada saat 23.30 olmuş ve içerdeki son
müşteriler olarak bizim kafilemiz kalmıştı..
Toparlanıp çıktık..

Kısa bir yürüyüşle otelimize geldik..
Yine 7 katı yürüyerek tırmandık..
Asansörün önündeki sırayı beklesek daha uzun sürüyordu çünkü..

Odamızdaki düzgün tek şey olan klimanın serinliğinde yorgun bedenlerimizi dinlenmeye bıraktık..
Ve serinlik ve ferahlık ve huzur  !
Sonunda..!