Prolog..
Uzun süredir planlanan Balkan turunu tamamlayıp yurdumuza döndük..
Çok şükür..
Şimdi sıra geldi,neler gördük onları anlatmaya..
Evvela,Osmanlı döneminde,şairin tanımıyla,"asırlar süren koşunun"nedenini anladım..
Yeşil,yeşil,yeşil..
Irmak,ırmak,ırmak..
Aralardaki gölleri,kimini geçtiğimiz deniz kıyılarını hiç söylemiyorum..
Başınızı göğe çevirince pırıl pırıl mavi gök,
Yere çevirince bitki örtüsünün yeşilini ve suların mavisini görmek insanı nasıl kendine çekiyor,biliyoruz..
Balkan coğrafyası da böyle..
Aralıksız yemyeşil dağlar,ovalar,tepeler,vadiler..
O dağların diplerinden fışkıran ırmaklar..
Örneğin Tuna..
Bosna-Hersek'te Poçitel kasabasında,Blagay Bektaşi Tekkesinin dibinden,saniyede 30 kilometre hızla adeta patlayarak fışkırıyor..
Ya da Ohrid'de olduğu gibi dünyanın tatlı su kaynağı bakımından ilk üçte yer alacak kadar büyük bir göl oluyor..
Üstelik suyun kaynağı olan nehirler sürekli beslediği ve hem kaynak girişi hem kaynak çıkışı olan bir göl olduğu için de suları kristal berraklığında..
25 metreden dibindeki beyaz taşları tek tek görebiliyorsunuz..
Tekne ile gezerken biz de gördük..
Geniş ovalardaki yeşil ve mavi şehirlerde de sayısız ve sınırsız parklar olarak devam ettirilmiş..
Belgrad'daki gibi..
Adım başı ve çok bakımlı,asırlık ağaçlarla çevrili parklar huzur veriyor..
Tabii içlerinden birinin bir Müslüman mezarlığının üstüne ve özellikle inşa edildiğini bilince,o huzur duygusu zedeleniyor,o ayrı..
Bir de her yere bir çan kulesi inşa etme gayretkeşliği ve sürekli çalınan çanlar..
Özellikle de o civarda bir cami varsa..
Yanıbaşına mutlaka ve illa bir çan kulesi dikildiğini gördük..
Örneğin Manastır'da..
Şehrin ortasında gerçekten de bir havuz var..
Yanıbaşında da Yeni Cami..
Hemen dibindeki parkta da çan kulesi haline getirilmiş bir saat kulesi..
O güzel yurdun yavuz,seçme ve çınar kızlarını tam seçemedik ama..
Ortalık turist kaynıyor zira..
Manastır'ın Müslüman ahalisi ile tanışamadığımız için bir şey diyemesem de gördüğüm bütün kızların hepsinin de güzel olduğunu söyleyerek bu bahsi şimdilik kapayayım..
Dikkatimi çeken bir konuya hemen değinmek istiyorum..
Bütün saat kuleleri çalışıyor..
Kaç asırlık olursa olsun..
Bütün havuzlar işliyor..
Kaç yüzyıllık olursa olsun..
Yaşadığımız şehirde yaptırılan parktaki saat üç gün çalışıp sonsuza kadar dinlenmeye çekildi..
Parkın havuzu ise belediye görevlileri için daimi bir sorun yumağı teşkil edince doldurulup yok edildi..
Kısacası yanlış giden bir şeylerin neticesi nedense ustasına değil,ürününe ödetiliyor bizde..
Yani yok ediliyor veya atıl bırakılıyor..
Oysa ustalık eseri olunca nasıl asırlara meydan okuyabılıyor o eserler..
Günler boyunca gezdik,gördük ve üzüldük..
Kılıç ve kan pahasına alınan ve yine kılıç ve kan dökülerek elimizden çıkan o beldelerde bizden kalanlar nasıl canlı,işlevli ve anıları dipdiri yaşatıyor..
Kısacası bıraktığımız topraklardaki bozulmamış izlerimizi görmek için çıktığımız yolculuk çok ibret vericiydi..
Ve bu yazı dizisini Balkan topraklarındaki bir haftanın izlenimlerini anlatmak için kaleme alıyorum..
Ya da klavyenin tuşlarına dokunuyorum,diyeyim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder