17 Kasım 2020 Salı

Kitaplar

Halk Kütüphanesinden yararlanmaya devam.. Önce Hemingway'in Nick Adams Öyküleri'ni bitirdim.. Hemingway'in çocukluğundan yetişkinliğe giden uzun yolculuğu boyunca yaşadıkları ve yazdıklarından oluşan öykülerinden bir seçki.. Elbette yaşadıklarını birebir anlatmamış,kurgulamış ama bu arada yazarın nasıl olgunlaşma evresinde ilerlediğini de satır aralarında okuyoruz.. Kızkardeşiyle olan ,babasıyla olan,annesiyle olan ilginç ilişkilerini de.. Bu arada ölüm korkusunu uzun uzun anlattığı bölüm de ilginçti.. Bir de geceleri ruhunun bedeninden çıkıp gittiğini,sonra dönüp geldiğini ama bunun kendisinde yarattığı korkudan dolayı geceleri uyuyamadığını anlattığı bölümler.. İki ayrı hikayede de gelecekte iyi bir yazar olacağını hissettiği satırları tekrarlamış: "Büyük bir yazar olmak istiyordu.Olacağından da son derece emindi.Pek çok açıdan emindi.Her şeye rağmen olacaktı.Ama yine de zor bir işti bu. Dünyayı,yaşamayı ve özel insanları seviyorsanız,büyük bir yazar olmak zordu.Onca yeri bu kadar çok severken zordu.Sağlığınız yerinde olup kendinizi iyi hissedince,hele bir de iyi vakit geçiriyorsanız,'Aman boş ver'deyiveriyorsunuz." Balık avına duyduğu tutkuyu da sayfalar dolusu balık avı ile ilgili bilgi,betimlemelerle sıralamış.. Ancak yalın,belki biraz sert anlatım sevenler için güzel bir kitap olduğunu,yazarı kendi kaleminden tanımak için ilginç bir okuma olduğunu da belirtmek gerekir.. Her ne kadar kendisi "öykülerinde yazdığı adam hiçbir zaman kendisi değildi.Onu uydurmuştu."dese de.. İkinci kitap Zafer Çetin'in yazdığı Babamın Omuzlarında adlı anı.. İlahiyat mezunu olan yazar,akademik alanda ilerlemek için girdiği yüksek lisans sınavında yüksek başarı göstermesine rağmen adam kayırmacılık sonucu hakkı yenince din kültürü öğretmeni olarak eşiyle birlikte Anadolu kasabalarında öğrenci yetiştirmeyi seçmiş.. Öğretmen olarak atanıncaya kadar da epey sıkıntılı bir süreçten geçmiş.. Bütün bunları da kendisinden daha sıkıntılı bir yaşam süren ve tecrübelerini birer sabır yumağına dönüştüren babasının hayatını anlatmak amacıyla yazdığı kitabının satırlarına aktarmış.. Kitapta sürükleyici bir anlatımla,bir köy çocuğu olan babasının çocukluğundan başlayarak bütün hayatını,kendi gözlemlerine bol bol yer vererek anlatmış.. Üçüncü kitap ise benim okumalara doyamadığım Kurtuluş Savaşı konulu eserlerden biri oldu: Yakup kadri'nin Vatan Yolunda adlı anı kitabı.. Ülkemizin işgal edildiği 1919'da İsviçre'de tedavide olan yazarın ilk işgal haberleri geldiğinde yurt dışında basının ve siyaset dünyasının konuyla ilgilerinden başlıyor,aynı anda orada bulunan Türklerin durumlarından bahsederek onların konuya nasıl farklı açılardan baktıklarını anlatıyor.. Sonra da bir an evvel yurda dönme yolunu aradığını,Türk olmanın o sıralarda Avrupa'da ne derece zor olduğunu satırlarında aktarıyor.. İşgal altındaki İstanbul'a geldiğinde de rahat bir soluk almaktan hâlâ çok uzaktır..Sansür ve Damat Fedit Hükümeti bütün ağırlığıyla İstanbul basınının üzerine kapanmıştır.. Anadolu'ya geçmenin yollarını ararken,İkdam'da yazmaya,romanlarını tefrika etmekte, örneğin "Kiralık Konak'ı TanzimatDevri'nin tipleriyle onu takip eden devirlerin sosyal atmosferini canlandırmaya çalışmaktadır." Ama Nemrut Mustafa Mahkemesinin gadrine uğramaktan kurtulamaz elbette.. Bir gece yarısı mahkeme huzuruna çıkarılır.. Sonradan öğrendiği şey ise onu daha da şaşırtır.. Meğer gece kurulan mahkeme oturumlarından mahkeme başkanı Mustafa Paşa ve divan üyeleri iki misli para almaktalarmış.. Yani mesele sadece daha fazla para elde etmekmiş,adalet dağıtmak zaten değilmiş !.. Zaten mahkemeye çağrılma sebebi de Ali Fuat Paşa'dan söz eden bir gazete yazısında neden adının sonuna "Paşa" ünvanının konmasının hesabını sormak içinmiş!.. Ali Fuat paşa'nın Eskişehir'de kazandığı bir zaferi duyuran habere tahammül edemeyen işgal kuvvetlerinin sansür görevlisi,mahkemeyi toplatıp,gazetede yazan herkesi de mahkemenin karşısına dizmiş.. Böylece göz korkutacak,güçlerini duyuracaklar!.. Sonuçta olan,Hürriyet ve İtilafçı olan yazı işleri müdürü Yusuf Kenan'ın birkaç aylık tutuklanmasıdır.. Sonra beklediği izin gelir.. İnebolu üzerinden Anadolu'ya geçer.. Kendisi gibi rahat bir soluk alabilmek için Anadolu yollarına düşen genç askerler,genç asker eşleri hanımlarla birlikte,cephane taşıyan Anadolu kadınları ve çocuklarla birlikte Ankara yolunu tutarlar.. Sonunda rahat bir soluk alabilmektedir.. Vatanının bağrında,düşman yüzlerinden uzaktadır.. Ankara'ya Mustafa Kemal'e,Meclis'e,Sakarya Savaşı'na ve İzmir'e kavuşmaya dair olan heyecanlı,heyecanlandıran satırlarla bir solukta okunan kitap şu satırlarla bitiyor: "(İzmir'de geç vakit ikisi taraçanın bir köşesinde söyleşmektedirler.)Daha birkaç gün evvel yüz bin kişilik düşman ordusunu boğup yok etmiş ve tozu dumana katarak şu bulunduğumuz şehri kurtarmaya gelmiş bir savaş kahramanı...kimbilir,şu zinde görünüşüne rağmen,için için ne kadar da sükun ve huzura muhtaçtı.mektepten çıktığı günden beri bütün gençliği hürriyet yolunda,vatan yolunda binbir türlü mihnet ve meşakkatle geçmişti.Artık rahat bir ikbal sedirine yaslanıp yalnız kendisi için yaşamak hakkı değil miydi? Fakat,hayır.Tam böyle düşündüğüm sırada sanki içimden geçenleri sezmişçesine,yeniden bir çelik parıltısıyla parlayan gözlerini gözlerime dikerek: "Millî Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır.'dedi,'şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.'"
Bir kere daha okuyacağım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder