Şanlıurfa-I
Sıra Gecesi Deneyimi
Gezmeye doyamadığımız Mardin'den ağzımızda badem şekerlerinin tadıyla,ikindi vakti ayrıldık..
İstikamet Urfa..
Yol üstünde Kızıltepe..
Eski adı Nusayri..
Mardin nüfusundan daha büyük nüfusu olan ilçe..
İl olması beklenen dört ilçeden biri..
İpek yolu üzerinde kadim şehirlerden biri..
Yol üzerindeki şehirlerden biri de Viranşehir..
Yol kenarı Gap projesinin getirdiği bereketle yemyeşil ekili tarlaların birbirini izlediği yeşil bir deniz..
Özellikle pamuk,mısır..
Akşam üzeri Urfa'dayız..
Girişteki tabelada okuduk..
Şanlıurfa nüfusu 922 bin..
Az önce de Harran Üniversitesi Kampüsünün önünden geçtik..
Urfa Müzesi'nin de öyle..
Rehberimizin verdiği bilgiye göre, Göbeklitepe'nin yapısını taklit ederek yapılmış müze binası da..
Dikkatimizi çeken bir şey de eski evlerin
yıkılarak yerine geniş bulvarlar açılması veya büyük yapılara yer açılması oldu..
Urfa'da kentsel dönüşüm bütün hızıyla sürüyor anlaşılan..
Urfa'nın eski isimlerinden biri de Edessa imiş..
Rehberimizin verdiği bilgi kırıntılarından..
Büyük İskender döneminden,Makedonya'daki yeşilliğiyle ünlü bir kentin adına atfen..
Biz sağa sola bakınarak yollarda ilerlerken
geceleyeceğimiz Urfa Dedeman Otel'e de gelmişiz..
Adı ünlü ama kendisi artık oldukça köhne,bakımsız bir otel..
Bunu özellikle odalarının haline bakarak söyleme gereği duyduk..
Ama zaten odaya sadece uyumak için çıkacağız..
Bu akşam Urfa sıra gecesi deneyimini yaşayacağız..
Dolayısıyla hemen çıkıp şehir merkezine doğru yeniden yola düşeceğiz..
Öyle de yaptık..
Şehir merkezine gidip,sıra gecesi hizmeti veren bir mekanın kapısından içeriye girdik..
Bu akşam bizim için ayırtılmış olduğundan kapıda karşılandık..
Davul zurna eşliğinde..
İnsan kendini çok önemli biri gibi hissediyor..
Boyunuz olduğunuzdan birkaç santim daha uzuyor adeta !..
Sonra da yer minderleriyle döşeli,yer sofralarının kurulu olduğu büyük salona buyur edildik..
Bizden başka bir karı koca ve görevlilerin "Komutanım "diye seslenmelerine bakılırsa,bir asker vardı..
Biz kırk kişi de geniş salona yayıldık haliyle..
Ömründe ilk kez bir eğlence mekanına giden birinin acemiliği üzerimizden akarak..
Mekanın adı,peçetelerde yazana bakılırsa Paşa S
arayı (Peçetelerde böyle yazıyor) imiş..
Daracık sokaklardan geçirilip bir barakaya alındığımız için adını dışarıda okuyamamıştık..
Biz içeri girip yerleşir yerleşmez program başladı..
Geniş salonun ucunda zurna (Mustafa Çiçek),
keman(Mehmet Kahraman),
bağlama (Mahmut Yıldırım),
darbuka (Nevzat Akagün),
ve davul(Müslüm Çiçek)(Zurna çalan Mustafa Çiçek'in oğlu) çalanlardan oluşan bir orkestra takımı var..
Orta yaşlı bir solist (Ali Akagün)bütün türküleri seslendiriyor..
(Ali Akagün,darbuka çalan Nevzat Akagün'ün de amcası oluyormuş)
Ona zaman zaman bağlama çalan orkestra elemanı da solistlikte eşlik ediyor..
Önce,adet olduğu üzere ağır havalardan başladılar..
Uşşak makamından bir divan gazeli okudular..
Tabiî öncelikle rahmetli Kazancı Bedih'i anmayı unutmadan..
Gazelde geçen Fuzulî'ye ait bir "Bana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı"dizesini duyunca kulaklarım dikildi elbette..
Onlar farkındalar mı,bilmiyorum ama,söyledikleri dizeler yüzlerce yıl önce yazılar bir şiirde mevcut..
(Bunu bir ara kendilerine söyledim,bilmiyorlarmış.).
Perde gazelini söyleyen keman da çalan Mehmet Kahraman'dı..
Biz onların peş peşe söyledikleri türküleri dinlerken bir yandan da yer sofralarında önümüze konan yöresel mezelerden atıştırıyorduk..
Saatlerdir bir şey yememişliğimizden başka,otobüste de yine saatlerce ayran gibi çalkalanan mideler artık açlık sinyali veriyordu..
Dolayısıyla ne varsa yedik..
Ana yemek olarak patlıcanlı kebap yaptırılmıştı..
Bugüne dek gördüğüm en çekirdekli patlıcan bana geldiği için tadına pek varamasam da,açlığım mezelerle giderilmişti,neyse ki..
İçecek olarak ise milli içkimiz ayrandan başkasına iltifat etmedik elbette..
Zaten yoktu..
Urfa sıra gecesi,çiğköfte yoğurmadan olmaz ..
Nitekim bu arada bütün malzemeleriyle çiğköfte tepsisi de ortaya getirildi..
Genç bir usta(onun adı Mahmut imiş) da yardımcısıyla gelip hemen köftesini yoğurmaya koyuldu..
Neredeyse yüz çift göz de onu izliyoruz..
Delikanlı yarım saate kalmadan köftesini yoğurdu..
Zaten çiğköfte şampiyonu imiş !..
Yani bize öyle söylendi..
Köftenin yeterli yoğrulduğunu göstermek için için çiğköfte dolu tepsiyi ters çevirip başının üzerinde fırıl fırıl döndürmeyi de ihmal etmeyerek gösterisini sürdürdü..
(Tavana çiğköfte fırlatmaya gerek yokmuş kısacası !)
Bu halde bütün masaları teker teker dolaşıp bahşişini aldıktan sonra yeşilliklerle birlikte tabaklara dağıtmaya geçti..
Bu arada davul çalan delikanlı da başka bir gösteriye girişmişti..
Davul derisinin üzerine kolonya serperek alevlendirip öyle çalmaya başladı..
Alevli meyve tabağı duymuştuk ama alev alev yanarak çalınan davul duymamış ve görmemiştik..
Hem duyduk hem gördük !..
Tabiî salondaki bizler her şeyi pürdikkat,baştan ayağa göz kesilmiş izliyoruz..
Bir yandan türküler aralıksız okunuyor..
Çiğköftelerin masalara servisi de tamamlandı..
Biz Ankara grubu olduğumuz için "Ankara'nın Bağları" okunmazsa olmazdı..
Onu da repertuvarlarına eklemişler..
Çiğköftesini yiyen oyuna kalktı..
Biraz yorulanlara hemen künefe ve çay ikram edilerek ikram faslı bitirildi..
İki saati aşkın süren eğlencemiz yine kapılara kadar uğurlanarak bitti..
Bunun için ne ödediniz diye merak edenler için;kişi başı 60 lira ödedik..
Her şey dahil..
Peki çiğ köfte nasıldı,güzel yoğrulmuş muydu,diye merak edenler içinse,söyleyecek bir şeyim yok..
Ben çiğ köfte yemem..
Tabağıma da dokunmadım..
Ama kafiledeki herkes yediğine göre, güzeldir herhalde..
Günün yorgunluğunu,köhne otelimize gidip dinlenerek gidermek zamanı gelmişti artık,biz de öyle yaptık..
Sıra gecesi gerçekten de böyle bir şey midir bilmiyoruz;ancak daha önce hiç görmediğimiz bu kültür ilginçti doğrusu..
Öneririm..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder