Girit Ah Girit
İlk gün, akşam üzeri gittiğimiz Patmos Adasını gezerek bitti..
Akşam 21.30'da adayı arkamızda bırakarak yola çıktık..
İstikamet Girit(Creta)..
Akdeniz'in ortasındaki bu adayı sabah 06.30'da üst güverteye çıktığımızda karşımızda bulduk..
Yani Kandiye (Heraklion) şehrini..
Girit'in başkenti..
Nüfus 130 bin..
Girit'in toplam nüfusu 1 milyon..
En çok övünülen ürün tabiî ki zeytin ve zeytinyağı..
35 milyon zeytin ağacı olduğu vurgulanıyor..
Çok verimli topraklarında her türlü narenciye ve muz yetişiyormuş..
Kendi kendine yeten bir ada imiş..
Ve yılda 10 milyon turist çekiyormuş !..
Bunların çok küçük ama anlamlı bir bölümü de, Girit mübadillerinin torunları,çocukları,çok az sayıda da kendileri..
O ailelerde hiç bitmeyen bir masal anlaşılan..
Girit'i gözlerinde öyle bir ışıkla geziyorlar ki..
Limanın yanı başından başlayan şehir adayı ortadan bölen dağlara kadar uzanıyor..
Adanın en büyük şehri bu imiş..
Bizim de birkaç saatlik Girit gezisinde görüp görebileceğimiz tek şehri bu..
Daha sonra bir fırsatını bulur da tekrar gelirsek,belki başka şehirlerini de gezebiliriz..
Örneğin Resmo'yu..
Kendi ataları da Girit göçmeni olan rehberimiz Yeşim Hanım'ın çok övdüğü Hanya'yı..
Hanya'yı Konya'yı Görmek
Rehberimizin bize anlattığını ben de buraya yazayım..
Yani bizim Konya ile bir ilgisi yok o deyimin..
Tamamen Girit'teki yerleşim yerleri ile ilgili..
Girit'i fetheden Türkler adanın batısından yani Hanya tarafından ilerlemişler..
Hanya'ya gidebilmenin tek yolu da Gonya'dan (Gonya-gönye yani köşe) geçiyor..
15-20 dakika sonra Hanya'ya varılıyor..
Dolayısıyla 1645'teki ilk fetih grubu Gonya'yı sonra da Hanya'yı görmüşler..
1912'ye kadar..
1923-4 ve 1930'lardaki zorunlu mübadele..
Acısı hala dinmeyen..
Rehberimizin sesi titriyordu..
Girit'te doğrudan Kandiye Limanı'na demirlediğimiz için,Patnos'taki gibi, teknelerle transfere gerek yoktu bu kez..
Yürüyüp çıktık şehre..
2019'un fatihleri olan yüz civarındaki Türkler..
Yani turistler..
İstikamet otobüs..
Önce ünlü Knossos Sarayı'na gideceğiz..
Hani şu labirentli saray..
Sabah 08.00..
Otobüslerle Knossos yolundayız..
Yol uzun değil..
9 kilometre..
Ailesi Girit göçmeni rehberimiz Yeşim Hanım da hızlıca ilk bilgileri sıralıyor..
Girit Medeniyeti'nin kurucuları Minoslular..
Fenikeli oldukları biliniyor..
Yani Ortadoğu denilen bölgeden..
Avrupa'daki ilk medeniyet,ilk saray,ilk taht burada..
Dünyada ilk olamaz,1.'lik tahtında bizim Göbeklitepemiz var çünkü..
Limandan antik alana yol 10 dakika sürüyor..
Yılda 10 milyon turistin gördüğü ünlü sarayda..
(Darısı bizim saraylarımızı gezecek 10 milyon turiste..)
Ve bu labirente Minotor'u kapatmış..
Ancak Minotor'un da bu labirentte yaşamak için bir şartı var..
Yılda yedi genç kız ve genç erkek kurban istiyor,yemek üzere..
Ve zavallı gençler her yıl kurban olarak canavara göndediliyor..
Bu kıyımı durduracak bir yiğit çıkana dek aradan yıllar geçiyor..
Sonunda Theseus adında bir yiğit çıkıp geliyor..
Canavarı o labirentte öldürüyor..
Hem ülke hem gençler kurtuluyor..
Aynı bizim Basat'ın Tepegöz'ü Yenme Hikayesi..
Rehberimiz bize hem sarayı gezdirip hem de bu öyküyü anlatırken ,zamanında 1500 odalı olan Knossos Sarayı'nın kalıntıları arasında ilerliyoruz..
Zamanına göre çok ileri teknikle yapılan sarayda su şebekesi,kanalizasyon sistemi mevcut..
Taht odasında,bir zamanlar kralın oturduğu tahtadan tahtın taştan bir kopyasının önünden geçiyoruz..
Orijinali müzede..
Şimdi ise ellerinde fotoğraf makineleri daha çok da cep telefonları ile turist kafileleri aralıksız tahtın önünden geçip,selfie çekiyor..
Zamanında da buna önlem olarak taht salonuna 11 tane kapı koyarak doğal bir esinti oluşturmaya çalışmışlar..
Duvarlarda da güzel süslemeler..
Zevkli,çevrenin betimlemesinin örneği olan güzel duvar resimleri görüyoruz,canlı renklerle çizilmiş..
Arslan,kuş,yılan biçimli yaratık resmi dikkati çekiyor..
Kralın yeryüzünün,gökyüzünün,yeraltının hakimi olduğunun simgesi imiş..
Kralın taht salonunun az ötesinde..
Onun odasında da deniz simgeleri ağırlıklı..
Yüzen yunus balıkları panosu karşılıyor gelenleri..
Sarayda o devir tekniği ile bütün sütunlar,yapı kolon ve kirişleri sedir ağacından yapılmış..
Ancak zamanında arkeoloji kazıları için gelen muhterem kişiler yeniden canlandırma yapmaya karar vererek ahşap görünümlü betonlarla doldurmuşlar sarayın her bir yerini..
Arkeolojik vandallıktan burası da nasibini bol bol almış besbelli..
Niye olsun ki..
İnsanları korkutmak için Minotor öyküsü tek başına yeterli zaten..
Korkudan kim yaklaşabilir?..
Onun için sarayın çevresine duvar çekilmemiş..
Kimbilir?..
Her yerinde kaymak taşının kullanıldığı sarayın limana açılan bir de beş yüz kişilik,protokol bölümlü antik tiyatrosu var..
Ancak alüvyonların liman yolunu tıkaması
Bizim Efes gibi..
Antik kalıntılara girişin olduğu yerde yorulan ve soluklanmak isteyenler için çok sevimli, güzel görünümlü kahveler konmuş..
Bu arada burada bulunan Phaisdos diskinden söz etmeden olmaz..
Üzerindeki şekil yazının hâlâ çözülemediği bu pişmiş topraktan yazıt Girit'in en önemli simgelerinden..
Hikayesi de ilginç..
Fatih,Trabzon'u fethedince de kaçıp Girit'e gelirler..
Kemençe eşliğinde horon tepilir..
Bu bilgiler de rehberimizin aktardıklarından..
Girit'ten ne alınır,sorusuna cevap verirken söyledi..
Sonuncusu bir bitki..
Endemik..
Kurutulup çay olarak içiliyor,öksürük için..
Çarşıdaki dükkanlarda paketlerde satılıyor..
İrili ufaklı çeşitli boylarda zeytinyağı kutuları,şişeleri..
Baklavalar !..
Hepsi öz hakiki yunan yiyecekleri olarak etiketli !..
İnsan gülümsemeden edemiyor..
Yalnız dükkanların hem çok yerel hem de lüks olmadan çok şık olduklarını mutlaka belirtmeliyim..
Modern tasarım adına kişiliksizleştirilmiş dükkan ya da ürün yok hiçbir yerde..
ürün yerleştirmeler çok albenili,satıcılar son derece güler yüzlü,kimseyi sıkboğaz etmeden işlerinin
Ders almamız gereken pek çok şey var !..
Çarşının ortasında bir fıskiyeli havuz var..
Aslanlı çeşme olarak bütün kılavuz bilgilerinde yer alıyor..
Etrafı kahvelerle çevrili küçük bir meydanda..
Bütün eski şehirler gibi sokaklar dar,meydanlar küçük,evler en fazla iki katlı..
Tabiî bu şehrin eski kesimi için geçerli..
Yeni ve modern olan tarafı günümüzün mimari ölçülerini aynen yansıtıyor..
Limanda da dalgakıranın ucunda yer alan Venedik Kalesi,Girit'in başka bir simgesi..
Hemen yanı başındaki Akdenizin hırçın dalgaları kaleyi ziyarete gelenleri sularını serperek selamlıyor..
Bazen bu su serpme, baştan aşağıya ıslatma şeklinde bir sürprize de dönüşebiliyor elbette..
Başkalarını seyretmesi keyifli..
Venediklilerden kalan bir başka yapı da San Marco Bazilikası..
Osmanlı döneminde cami olarak dönüştürülmüş..
Şimdilerde ise Belediye Sanat Galerisi..
1566'da Fazıl Ahmet Paşa'nın komutasında Türk eli olmuş Girit..
1821'de Mora İsyanı'nda kafasını kaldırmış..
1897'de Girit Cumhuriyeti kurulmuş..
1913'te Yunanistan Girit'i ilhak etmiş..
Girit 'te Müslüman kıyımı da sürmüş..
Girit'in bizim için hafızalarımızdaki hazin anısı da burada zaten..
Şimdilerde çok az Müslümanın yaşadığı Girit'te bütün camiler kapalı..
Üzerindeki yazı silinmişe binziyordu..
Boynu bükük bir Türk izi de burada demek ki..
Başta Kandiye şehirler çok tahrip olmuş..
Bazı binalar yeniden yapılmış..
Girit'ten göçenler içinse hasretin tarifi yok..
Ataları Giritli rehberimizin gözlerinin ucu nemli..
Bizim yolculuğumuzun Girit bölümü ise yazık ki bu kadarla sınırlı..
Gemimiz demir almak üzere limanda bizi bekliyor..
Elveda Girit..
sokakları denize açılan güzel Kandiye..
Belki bir kere daha gelmek nasip olur..
O zamana dek hoşçakal..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder