17 Aralık 2024 Salı

Şair ve Gecekuşu

Hafta sonu izlediğim turne oyunu..
Bir haftalığına Ankara'ya konuk olmuşlardı.. Oyun bültenini okuyunca "izlenebilir" diye düşündüm..
Yanılmışım..
Cumhuriyetimizin ilanıyla birlikte, İstanbul'un işgal sonrası içine düştüğü ahlaki çöküşü gerekçe gösteren bir ailenin Erzincan'ın bir köyüne göçmesi ve okuma hayallerini toprağa gömmek zorunda kalan kızların yaşamlarının bambaşka yönlere gidişi ile paralel ilerleyen Kastamonu köylerinden bir toprak ağası ailenin başındaki hanımın ve kardeşlerinin yaşadıkları,köy-şehir çelişkileri,birbirinden habersiz ve şiire düşkün iki kadının yaşamlarının yine şiirle kesişmesi ve sonuçta yine hicran yine gözyaşı.. Oyunda anlatılanlar bunlardı..
Ya da ben böyle anladım..
Tanıtım bültenlerini daha iyi okumalıyım,her turne oyunu iyi olacak,diye bir kural yok..

25 Kasım 2024 Pazartesi

Ebedi Barış

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bir haftalığına Ankara turnesine gönderdiği oyunu hafta sonu Şinasi Sahnesi'nde izledim.. Savaş konulu oyunların bu sezon üçüncüsü olunca biraz düşünmedim değil.. Ama izlerken iyi bir seçim yaptığımı anladım.. İyi ki bu oyunu seçmişim..
Dekoru,kostümü,müziği,ışığı özenildiğini gösteriyordu zaten.. Asıl aradığım ve giderek az bulduğum oyunculuk ise yerli yerindeydi.. En çok da buna memnun oldum..
En son Hayvan Çiftliği'nde oyunculardan onları zorlayan performanslar istendiğini görmüştüm.. Burada da onun kadar olmasa da 'oyunculuk' görmenin hazzını yaşadım/k.. İspanyol yazar Juyan Mayorga'nın oyunu daha önce de farklı rejilerle ,oyuncularla sahnelenmiş.. Onları izleme fırsatım olmadı.. Buradaki sahneleme için konuşmak gerekirse,seyirci olarak iyi bir oyun izleme beklentimi/zi karşıladı,demeliyim.. Daha başka böyle oyunlar izleyebilmek dileğiyle..
İnternette oyunun konusu ile ilgili bilgiler vardı ama kısaca anlatayım: İlaç verilerek uyutulan üç köpek,antiterör köpeği olarak yetiştirilmek üzere bir test kampına getirilirler.. Jon Jon,Emanuel,Odin..
Uyandıklarında önce nerede olduklarını anlamaya çalışırlar.. Sonra birbirlerini tanımaya.. Bu arada niçin getirildiklerini anlayınca rekabet ve öne geçmek için hırslar,yalanlar,ötekini karalamalar ortaya çıkar.. Bu arada sürekli testlere tâbi tutulmaktadırlar.. Sonuçta içlerinden sadece biri kazanacaktır.. Yarış giderek kızıştıkça birbirlerine karşı daha acımasız ve vahşi davranmalarının gerektiği de ortaya çıkar.. Ebedi Barış'ı anlatmaya,diğerlerinin fikirlerini buna yatırmaya çalışan Emanuel bile bu yarışa kapılır..
Köpekler arasında geçer gibi yapılarak acımasız dünya düzeninin insanı nasıl vahşileştirdiğini,"ebedi barış"ın bir ütopyadan başka bir şey olamayacağını acı acı düşünerek izledik sahnede anlatılanları.. Keşke bütün insanlar doğru akılla,doğru düşünceyle ortak noktada buluşabilse,gerçekten ebedi barış kurulabilse..
Emanuel rolünde Alp Ünsal(fotoğrafta,altta en solda),Jon Jon rolünde Doruk Nalbantoğlu(altta ortada),Odin rolünde Murat Yatman(altta sağda),özellikle o, bundan sonra oyunlarını takip edeceğim isimler olacak..

18 Kasım 2024 Pazartesi

Boş Şehir

9 Kasım'da Küçük Tiyatro'da izledim.. Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nun oyunu.. Ankara'ya turneye gelince benim de tercihim oldu.. Daha önce hiçbir oyununu izlemediğimiz Makedon yazar Deyan Dukovski'nin kaleme aldığı oyunu Bilge Emin çevirmiş,Nesimi Kaygusuz yönetmiş..
Hakan Latifoğlu ve Mustafa Murat Latifoğlu da iki kişilik oyuncu kadrosunu üstlenmiş.. Oyunda da iki kardeş anlatıldığı için iki kardeşin(yoksa kuzen mi)rol alması ilginç olmuş.. Bir perdelik oyun,dünyadaki savaş atmosferinin sanatçıları,yazarları nasıl etkilediğinin bir örneği..
Dünyanın herhangi bir bölgesinde geçebilir aslında anlatılan.. Asker de olsalar nihayetinde insan olan bireyler için savaş dışında da düşündükleri şeyler vardır.. Kadınlar,aileleri,eğlenmek,hayatın kendisi ve kendileri,kendi hayatları elbette.. Bunu konuştukları,döğüştükleri,eğlendikleri ama bu arada savaşını tam ortasında olduklarını da hiç unut/a/madıkları bir oyundu..
Kendi adıma seçimimden memnun kaldım.. Bu hafta sonu yine savaş konulu bir oyun izleyeceğim.. Bu kez İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bir turne oyunu.. Ebedi Barış.. Ondan sonra üçüncü bir savaş konulu oyun izleyebilir miyim,bilmiyorum,sanmıyorum..

27 Ekim 2024 Pazar

Zorba

Kazancakis'in ünlü eseri.. Ama ondan önce müteveffa Anthony Quinn'in ünlü performansını izlediğimiz filmi hatırlıyorum.. Kitabı sonra okumuştum..
Şimdi de bale olarak izledim.. Hem de nadir çıkan bir fırsatı yakalayarak.. DOB'da matine..
Keşke bunu daha sık yapsalar.. Bizim gibi gece gelme imkanı çok zor olanlar için ne büyük nimet olurdu.. Üstelik tıklım tıklım dolu bir salon, seyircinin de buna ne kadar rağbet ettiğini gösteriyor..
Sahneleme güzeldi.. Zaten nasıl kötü olabilir ki.. Şiirde söylendiği gibi.. "Çiçekli bir sahnedeki kelebekleri" seyrettik.. İki saat süresince..
Bir yandan da bildiğimiz eserin sahnede dansla,müzikle,koroyla yorumlanışını.. Koro çok iyi düşünülmüştü..
Sözleri hiç anlamasak da Marina'nın kara yazgısını,John'un içinde yaşadığı köydeki yabancılığını,Madam Hortans'ın yaşlılığın zavallılığındaki çaresizliğini,Zorba'nın hayat karşısındaki hep güçlü,dirençli duruşunu,köylülerin acımasız yaşam koşullarında acımasız olmak durumunda oluşlarını dans ve müziğin yanı sıra koroyla daha da hissedilir kılmışlar sahneye koyanlar.... İki perdelik oyun Madam Hortans.John,Marina.Manoli,Zorba'nın üzerinde yoğunlaşıyordu.. Özellikle John ve Zorba'nın..
Sergiledikleri performanstan gömleklerinin sırtlarına,saçlarının terli alınlarına nasıl yapıştığını takdirle izledik.. Bunca yorgunluklarını alkışla,bravolarla,ıslıklarla ödüllendiren seyircilerini de tam dört kez bis yaparak karşılıksız bırakmadılar.. Koca bir salon dolusu insan için keyifli iki saatti..
Emeği geçenlerin cümlesine yürekten teşekkürler..

14 Ekim 2024 Pazartesi

Öteki

Tiyatro sezonu açıldı.. Benim için de.. Fazla biletleri olan Sercan ve zarif Ayşenur'un daveti ile hafta sonu Cüneyt Gökçer'de izledik..
Öteki'yi.. Ayşegül Çelik yazmış.İsmet Numanoğlu yönetmiş.. Gürkan Çakıcı müzikleri üstlenmiş.. Beğendik,etkileyiciydi.. Özge Şenol kostüm ve dekoru.. Öteki'nin dışında ben kostümüm diye bağırıyordu.. Biraz özenti geldi bana açıkçası..
Oldukça uzun olan(iki saat kırk beş dakika) iki perdelik oyunda arada çıkanlar olması seyircinin biraz sıkıldığının göstergesi miydi, bilmem.. Ama bazı sahnelerin tekrar gözden geçirilmesinin yararlı olacağını düşünenlerdeniz.. Çok da gerekli olmayan bazı sahneler,bölümler çıkartılabilir.. Daha da derli toplu bir oyun olur hatta..
Konuya gelince..Biraz Frankeştein biraz Makbeth biraz Boş Beşik biraz Tepegöz esinlenmeleriyle biraz da günümüzün birbirine yabancılaşmış toplumlarında içlerinden olmayana karşı yok etme refleksinin harmanlandığı bir oyun izledik.. Çocuk sahibi olamayan bir ailenin erkeği Makbeth'in cadılarından yardım ister.Ceset parçalarından bir bütün yaratılır,canlandırılır.. Ama bir yaratık,"öteki"dir bu.. Adam ve kadın onu çok sever ama diğerlerinden sürekli esirgerler.. Sonunda kadın onu korumak isterken öldürülür..
Vicdan azabıyla çıldıracak gibi olan adam ve "öteki" orayı terk ederler,gittikleri yeni yerde kör bir avukat gençle tanışmaları hayatlarını çok etkileyecektir.. Oyundan en çok hatırlayacağım replik,"öteki"nin karşılaştığı herkese ilk olarak söylediği "Korkma,benim !" idi.. Yekdiğerine korkuyla,ürkerek ya da tiksintiyle bakan insanoğlunun birbirine nasıl davranması gerektiği mesajı veriliyordu oyunda ya da ben öyle anladım..

4 Eylül 2024 Çarşamba

The Long Hot Summer and At Finally Autumn

Ne sıcak bir yazdı.. Dışarısı alev alev yanarken evlerin serinliğine sığındığımız.. Gün içinde yapılması zorunlu işlerimizi bir an evvel halledip kendimizi serin ve gölgeli bir yere,eve attığımız, Buna rağmen her biri bir ay süren iki kursla dolu dolu geçirdiğimiz.. Yeni ve güzel şeyler öğrendiğimiz.. Yeni ve güzel insanlar tanıdığımız.. En güzeli de işine âşık,yıllar geçse de işine,mesleğine olan ilgisi,heyecanı,çalışma şevki eksilmeyen insanları tanıyıp bizim de yaşama ve çalışma şevkimizin daha bir can bulması oldu.. Sonunda yaz bitti,sarı yazla birlikte okul dönemi başladı.. Kitap okuma konusunda bir farklılık olmadı elbette.. Yine okumaya devam.. Birçok kitap okudum..
Aklımda en çok kalan Cahit Sıtkı Tarancı'nın can arkadaşı Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplardan oluşan "Ziya'ya Mektuplar " oldu..
Şair olarak doğmuş bir insanın iç dünyasının kapılarını açtığı satırları kimi kez içim yanarak okudum..
Bir de Ahmet Arif'in Leyla Erbil'e yazdığı mektupların toplandığı "Leylim Leylim "den söz etmem lazım.. Hem iki insan arasında akıp giden müthiş elektriği hem bir dönemin satır aralarını hem de insan olmanın ne zor bir sanat olduğunu yine üzülerek okudum.. Şimdilerde ise elimde Füruzan'ın "Kırk Yedi'liler" romanı var..
İç acıtmaya devam.. Başlıktaki ukalalık bu yaz katıldığım İngilizce kursundan mülhem..

13 Haziran 2024 Perşembe

Karne,Şerife,Arife,Bayram

Bu yıl okulların son günü ile yaklaşan kurban bayramının şerifesi çakıştı.. Yarın arife,öbür gün bayram..
Öğrenciler için,tabii bizim için de,çifte bayram..
Kutlu,kazasız,mutlu bir bayram olsun..

28 Mayıs 2024 Salı

Okuma Saati

Okuyup bitirdiğim kitapların dökümü: Refik Halit Karay'dan Çete, Sevgi Soysal'dan Yenişehir'de Bir Öğle Vakti, Nazım Hikmet'ten Hikayeler, Orhan Hançerlioğlu'ndan Yedinci Gün ve Bordamıza Vuran Deniz adlı uzun hikayeler.. Şimdi de Kemal Tahir'in Zehra'nın Defteri adlı hikaye kitabını bitirmek üzereyim..
Önce Çete'den başlayayım.. Refik Halit'in sürgün bulunduğu 15 yıl süresince iyice gözlemlediği Hatay coğrafyasını;işgale direniş,Kuvayı Milliyeciler,düşmana karşı yöre Türklerinin kararlı ve inançlı mücadelesine eklediği bir aşk hikayesiyle birlikte anlattığı,yazarın bütün eserleri gibi çok sürükleyici kısa roman.. Keyifle okudum..
1950'de filmi de çekilmiş,bilmiyordum.. Rus prensesi Nina'yı Neriman Köksal oynamış.. Bulabilirsem izlemek isterim..
Sevgi Soysal'ın Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı uzun hikayesi farklı bir kurgu ile bir sokakta tesadüfen biraraya gelen insanların her birinin gözünden bir kavağın yıkılışını,esprili bazen iğneli bir dille anlatıyor.. Aslında daha önce okumuştum.. Tekrar okumuş oldum.. Yine keyifle..
Nazım Hikmet'in Hikayeler'i birçok kısa hikayenin biraraya getirildiği bir kitap.. Sanırım o dönem birçok dergi ve gazeteye yazdığı,belki para kazanma zorunluluğunun ağır bastığı,çok basit konulu, hemen birkaç dakikada okunabilecek kısacık hikayeler bunlar.. Yazarın konu bulmakta ve kolaycacık yazmakta ne kadar mahir olduğunu göstermesi bakımından ilginç bir okumaydı..
Daha önce okumadığım yazarlardan biri Orhan Hançerlioğlu.. Yedinci Gün,kitaptaki iki uzun hikayeden biri.. Bir kamu kurumunun genel müdürünün bir gün müsteşarla kavga ederek,işini,evini,yaşadığı şehri terk edip İstanbul'da yeni bir hayata adım atışının hikayesi.. Okurken aklımdan geçen hep şu oldu: Yazarın da içinden geçen bir şey miydi acaba;bir gün her şeyi arkada bırakıp hayatının akışını bambaşka bir yönde sürdürmek? Kimbilir?.. Kitaptaki diğer uzun hikaye Bordamıza Vuran Deniz,farklı bir kurgulamanın örneği olarak ilgiyle okutuyor kendini.. Antep'ten İstanbul'a göçen bir adamın karısının,dört oğlunun,torunlarının;içine bol bol miras kavgalarının,açgözlülüğün,hayata yenilmişliğin karıştığı buruk bir öykü..
Şimdi de Kemal Tahir'in Hikayeler'ini okuyorum.. Kemal Tahir'in bildiğim üslubu burada da kendini gösteriyor.. İnsana,hayata,olaylara bakışı.. Romanlarını ikişer kez okumuştum ama hikayelerini okuma fırsatım olmamıştı.. Romanlarında daha başarılı olduğunu görmüş oldum.. Gelsin yeni kitaplar..

14 Mayıs 2024 Salı

Mansfield Park

Son okuduğum kitap.. Jane Austen'ın.. Biraz da farklı bir dünya olsun diye elime aldım.. Su gibi aktı gitti..
İnsanın her çağda hiç değişmediğinin örneği gibi de okunabilir,yitip giden güzel değerlerin ardından ağıt gibi de.. Yoksul ama onurlu,duygulu,gururlu olanlar ve iyiden haktan yana görünüp aslında sadece kendi çıkarını gözetip kollayanlar..
İyi bir aile babası olarak ailesinin bütün sorumluluklarını dikkatle yerine getirmenin yanında yakınlarını da koruyup gözetenlerin yanında, Kendi ailesinin sorumluluklarına tamamen duyarsız olup kendi bencilliği içinde yaşayanlar.. Ve bütün bunlar 200 yıl öncesinin yaşantılarında.. Ya günümüzde..

13 Mayıs 2024 Pazartesi

Ödenmeyecek,Ödemiyoruz

Dario Fo'nun oyunu.. Eskişehir Belerdiyesi oyuncularının geleneksel Ankara turnesi için bu sene seçilen oyun bu olmuş.. Her yıl merakla beklediğim Eskişehir oyunlarını hafta sonu gidip izledim..
Genelde Küçük Tiyatro'ya gelirlerdi.. Bu yıl Şinasi Sahnesi'ne alınmışlar.. Biraz uzun bir yürüyüş ama değer umarım,hem de Çankaya Belediyesi'nin Çağdaş Sanatlar Merkezi yol üstünde,sergileri izleme imkanı da olur,dedim.. Öyle de yaptım.. Giderken önce TESK'in küçük resim galerisine uğrayıp amatör ressamların resim ve kat'ı sergisini gezdim.. Oradan Çağdaş Sanatlar Merkezi'ne geçtim.. Selçuk Demirel'in karikatür sergisini geçen hafta, Çehov Makinesi'ni izlemeye gittiğimde gezmiştim.. Diğer sergiler kuruluyordu.. Hasan Sarın'ın çok etkileyici ama insanı çok da rahatsız edip düşündüren sergisini gezdim.. Cumhuriyet Gazetesi'nin 100 yılına ait kolaj sergisini tiyatro dönüşüne bırakıp,salona geçtim..
Füsun Demirel'in dilimize çevirdiği oyunu Burcu Tutkun Turan yönetmiş..
Küçük bir oyuncu kadrosu ile bir durum komedisi sundular bize..
Zaten bunun için kendileri de üç ayrı rolde ikide bir sahneye çıkan oyuncuya takılıp, kendileriyle dalga geçtiler..
İtalya'daki işçiler ve ailelerinin yaşadığı yoksulluk ve bununla nasıl başa çıkabildikleri ,ya da daha doğrusu nasıl başa çıkamadıkları, anlatılıyordu oyunda..
Tam şu anda bizim yaşadığımız pahalılık,yüksek enflasyon,düşük gelir,işsizlik sorunlarının İtalya versiyonu.. Biraz da kendi halimizi düşünerek izledik; bu biraz laf kalabalığı olan oyunu.. Ençok da o üç ayrı rolde durmadan sahneye çıkmak zorunda kalan Berkay'ı alkışlayarak tekrar Eskişehir'e uğurladık..
Seneye daha güzel bir oyunla yine gelirler umarım.. Biz de seyredebiliriz .. Çıkıştaki yağmurlu ve iğde kokulu Ankara'yı da..