16 Aralık 2019 Pazartesi

Keşanlı Ali Destanı

Ankara'da bir haftadır süren bölgesel  tiyatrolar buluşmasından nasibime düşen oyun bu oldu..
Genel müdürün ifadesine göre,12 oyun Ankara'ya konuk olmuş..
Beş günlüğüne..

Biz taşrada yaşayanlar için hafta içi gidip dönmek bir mesele..
Son otobüsümüz 20.45'te..
Son trenimiz 21.00'da..
Özel aracımız yok,yani benim yok..
Son seçenek AŞTİ'den kalkan uzun yol otobüslerine binip ilçemizde inmek..
Kısa mesafe yolcusunu da onlar istemiyor,yasakmış..
Dolayısıyla böyle güzelliklerin tamamını geçtim,birkaçını bile göremiyoruz,birini seçmek zorunda kalıyoruz..

Ben de Bursa Devlet Tiyatrosu'nca sahneye konan oyunu seçtim..
Keşanlı Ali Destanı..
Haldun Taner'in ölümsüz eseri..
1962'de yazmış..
Başka bir zamanın konusunu işliyor sanırsın..
Ama sanki bu yıl yazılmış..
Bu zamanın sorunlarını anlatıyor..
Hepimize bir ayna tutarak..
Kendi halimizi bize gösterip bizi bize güldürerek..

Dolayısıyla metin çok iyi..
Birazcık özen gösteren her ekip oynar bunu..
Bursalılar da oynadılar..
Harika,muhteşem demeyeceğim; eli yüzü düzgün bir oyundu..
Yalçın Tura'nın bestelediği ve oyunun  iyi bildiğimiz müziklerini beş kişilik bir orkestra seslendirdi..
Aslında yedi kişilik bir orkestra imişler ama Küçük Tiyatro'nun sahnesi onlara gerçekten küçük gelmiş..

Bora Özkula'nın yönettiği oyunun oyuncu kardosu da çok kalabalıktı,doğal olarak..
Tam 43 kişi..
Orkestra ile 48 kişi sahneyi dolduruyorlardı..
Emre Satı'nın dekoru,Fatma Sarıkurt'un kostümleri yerli yerindeydi..
Ali Karaman'ın ışıkları da..
Sevgili Deniz Çığ'ın koreografisi ile hareketli bir oyunu keyifle izledik..
Uzun bir oyun olmasına rağmen(iki buçuk saat sürüyor) sıkılmadık..
İnsan şu sözleri dinlerken nasıl sıkılabilir ki..

"Memur terfi düşünür
Amir prim sezinir
Doçent kürsü aranır
Fakir pis pis kaşınır
Herkes hesap peşinde
Herkes hesap peşinde"

"Ali:Sen şimdi bizden oy istersin.
Politikacı:Aman canım,Oy lafını eden kim?Düşündüğünüz şeye bakın hele...Ben bugün sırf hatır sormak için...
Ali:Siz hatırı dört yıldan dört yıla sorarsınız ne hikmetse.."

Nuri:"Eskiden başıbozuk haraç vardı,şimdi organize haraç.."

Gazeteci:"Hayat hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ali:"Hayatta ya sünepe olup okkanın altına gideceksin ya da üste çıkıp ezeceksin.İkisinin ortası yok."

Ali:"Söz misali şu kibrit çöpünü alalım.(Çöpü kırar.)Tek çöpü çocuk bilem kırar.(Bir tutam çöp alıp dener.)Ama yüz tane,bin tane,on yüz bin tanı saman çöpü bir araya gelse..sıkıysa kır bakalım !"

Ali:"Demem şu ki,bu dünyada namuslu,haysiyetli insan oldun mu alaya alınıyorsun.Zorba,katil oldun mu saygı,itibar görüyorsun.Efsanemiz de bu yalandan çıktı.Hepsi bu kadar,

Koro:Arayın bulursunuz
Kazıyın görürsünüz."

Koro:"Laf büyükelçi değil ki
Beğenmeyince tut geri çağır"

Nuri:"İnsanın eski huyu
Kendine bir put yapar
Oldum bittim böyle bu
Kendi yapar kendi tapar"

Nuri:"Demokrasi seçim bitene kadardı."

Ali:"Biliyor musun kız,sen yanımda olunca yakama gül takınmış gibi oluyorum."

(Benim en sevdiğim replik)
Zilha:"Kaçırdığın karının ben olmadığımı nerden anladın?
Ali:Kokusundan.Losyon sürünmüştü.Avrupa losyonu.Kendi kokusuna güvenemediğinden.
Zilha:Ya ben?
Sen kendin gibi kokuyorsun.
Zilha:Nasıl?
Ali:Ne bileyim ben.Sen sen kokuyorsun işte.Katırtırnağı gibi."

Bilmeyenler için konusu da şöyle:
Ankara'nın kenar mahallesi Sineklidağ'da yaşayan Ali ile Zilha birbirini sever.Zilha'nın dayısı vurulur.Herkes Ali'den bilir.Suçsuzluğunu ispat edemeyen Ali mahkum olur.Hapishanede  bir cinayete adı karışır.Böylece adının çevresindeki korku ve salgı halesi büyür.Genel afla tahliye edilen Ali mahallede kahramanlar gibi karşılanır.Yaklaşan seçimlerde mahallenin muhtarlığına adaylığını koyar ve seçilir.Muhtar olunca da mahalleyi haraca keser.
Zilha ile olan durum ise kötüdür.Dayısının kanlısı olduğuna inanan  Zilha ona ters davranır.Bu sırada mahalleye yolu düşen zengin bir adam Zilha'yı görünce düşer ,bayılır.Evden kaçan karısına tıpa tıp benzeyen Zilha'yı alıp köşküne götürür.Refah ve  zenginliğe kavuşan Zilha mutludur.Bunu göstermek için mahalleye geldiğinde eski sokağını aşağılar,Ali ile tartışır.Buna kızan Ali onu kaçırmak için köşke gider.Bu arada zengin adamın karısı eve geri dönmüştür.Ali de Zilha diye bu kadını kaçırır.
her şey ortaya çıkar.Zilha mahalleye döner.Ali gerçeği ona anlatır.Araları düzelir.Bu arada mahallenin baş belası bir kabadayı(Manyak Cafer)dönmüştür.Zilha'nın dayısını öldüren odur.Ali ile kapışmak ister.Zilha önlemeye çalışsa da adı kahramana çıkan Ali istemeye istemeye kavgaya girişmek zorunda kalır:"Kaderim beni çağırıyor.İnsanlar ölür,destanlar kalır.Ben gidiyorum."
Cafer  Ali'yi gafil avlayarak ateş eder.Ayağından vurulan Ali de can acısıyla silahı kapıp Cafer'i öldürür.Gerçekten katil olmuştur bu kez.M
ahalle yastadır.Zilha da öyle..
"Sinekli'de durulmuyor yastan
Sağından vuruldun soluna yaslan
Hey Ali,koç Ali,babamız Ali
Analar doğurmaz böyle bir aslan"


Son söz..
Sipsi rolünde Çağrı Zora,
Şişman polis rolünde Salih Cem Şener,
Zilha rolünde Arzu Tan Bayraktutan,
Ali rolünde Halil Bayraktar,
Manyak Cafer rolünde Ali Bircan Teke akılda kalıcı idiler..
Özellikle Sipsi rolünde Çağrı Zora'yı,Şişman polis rolünde Salih Cem Şener'i çok beğendim..
Bir de bütün koroyu elbette..
Emeklerine sağlık..












2 Aralık 2019 Pazartesi

Küçük Bir Burjuva Düğünü

Ankara Devlet tiyatrosunun bu sezon oyunlarından..
Hafta sonu gidip izledim..
Şinasi Sahnesi'nde..
Sonbahar yapraklarının hiç de ısıtmayan kasım güneşinde daha da sarışınlaştığı  Ankara bulvarlarından  yürüyerek gittim salona..
İnşallah iyi bir oyun izlerim,diyerek..
Son dönemde böyle bir tedirginlikle gidiyoruz tiyatrolara,yazık ki..

Neyse ki,korktuğum olmadı,oyun iyiydi..
Brecht'in gençlik döneminde yazdığı,çok sahnelenen bu oyunu,bir de Ankara oyuncuları sahneye koymuş..
Daha önce izlememiştim..
İzlemiş oldum..
Ama sanki bir başka oyunu da hatırlayarak..

Bir düğün töreni ardından verilen ziyafet sofrasında yaşananlar anlatılıyor..
Başlangıçta çok şık,kibar,nazik,zarif olan gelin,damat,dünürler,arkadaşlar zaman ilerledikçe çözülüp gerçek kişiliklerini veya içlerinde biriktirdiklerini ortaya dökmeye başlıyorlar..
Öyle ki sonunda kimsenin birbirinin yüzüne bakacak hali kalmıyor..

Bir perdelik oyun bir buçuk saat sürdü..
Yanımda oturan liseliler epeyce sıkıldı,saatlerine bakıp durdular..
Kalabalık bir grup halinde getirilmişlerdi,umarım tiyatro izlenimleri  'sıkıcı bir şey' olarak kazınmaz zihinlerine..
Oyunu Cem Emüler yönetmiş..
Ali Cem Köroğlu dekorları ,
Sevgi Türkay kostümleri,
Osman Uzgören ışıkları,
Turgay Erdener müzikleri,Deniz Alp koreografiyi tasarlamışlar..

Dekorlar sade,yalın,anlamlıydı..
Evinin mobilyasını aylarca süren bir çabayla kendi eliyle yapan damadın beceriksizliklerini sergileyen eşyalar güzel tasarlanmıştı..
Başlangıçta temiz,düzgün görünen mobilyaların tamamı oyun sonunda kırık döküktü..
Fonu oluşturan oyma işlemeli panonun giderek oyuncuların üzerine doğru yatması da bu kırık döküklüğü tamamladı..

Dokuz kişilik oyuncu kadrosunun sürprizi Jerry ve Tom'da tanıdığımız Özgür Öztürk'ün damat rolünde karşımızda olmasıydı..
İyi bir oyunculuk sergiledi..
Sanki kendi haline bırakılsa daha da iyi olabilir gibi geldi bana..
Hüseyin Varol da davetli rolünde iyi bir oyuncu olduğunu gösterdi..
Gitar çalarak seslendirdiği şarkıyla da pek çok oyunda ona daha büyük roller verilebileceğinin sinyalini de..
Dikkatle takip ettiğim isimler arasına onu da katacağım..
Elvan Eker de davetli edepsiz kadın rolünde iyiydi..
Onu da dikkatle takip etmek gerek..
Mehmet Akay,Serpil Gül,Nur yazar,Eray Eserol,Cemre Karabulut,Efe Çetinel de kendi rollerinde oyunu tamamladılar..
Gelinin babası rolündeki Mehmet Akay'ın bir repliği ile yazıyı noktalayayım..
"Bazen kimsenin dinlemediği fıkralar anlatmak gerekir..Çünkü insanları kendi hallerine bırakırsan bunu kaldıramıyorlar.."



26 Kasım 2019 Salı

Bir Solgun Menekşe

(Ya da dünyanın en güzel hediyesi..)

Geçen hafta öğretmenler için düzenlenen bir etkinlikte görevliydim..
Bu hafta da etkinlikte görev alan öğretmenlere teşekkür etmek için  hepsini okullarında ziyaret etmeye gittim..
Dünkü ziyaretim de bir ilkokuldaki öğretmenlere idi..
Son dersin bitimine yakın gittiğim için birlikte çıktık..
Dördüncü sınıfları okutan öğretmen hanım,masanın üzerinde duran küçük bir menekşe saksısını eline aldı..
Haftanın ilk günü derse gelmeyen bir öğrencisinin hediyesi olduğunu söyledi..
Çiçekler boynunu bükmüş,solgundu..
İlk bakışta beğenilip satın alınacak bir şey değil yani..
Okul bahçesine doğru yürürken öğrencisinin hikayesini anlattı..

Batı Karadeniz'deki bir şehirden bizim ilçeye kısa süre önce gelmişler..
Annesi ile birlikte selpak satarak geçimlerini temin ediyorlarmış..
Bu nedenle haftanın bazı günleri okula gelemiyormuş..
Maddi olarak desteklemek amacıyla görüşmek üzere annesini okula davet ettiğini,ancak kadının gelmediğini..
Sokakta çalıştırdığı çocuğundan dolayı daha önce ceza aldığını duyduğu için ,gelmemesini anlamakla birlikte, çocuğun eğitiminin  olumsuz etkilendiğini de sözlerine ekledi..
Mendil satıcısı öğrencisinin mütevazı çiçeğinin kendisi için ne kadar kıymetli olduğunu da..

Benim aklıma da başka bir şey geldi hemen..
Geçen haftaki öğretmenler etkinliği için çiçekçilikle uğraşan eski bir öğrencime uğrayıp sahne dekoru için aksesuar almıştım..
O sırada bir kutunun başında bazı saksıları ayıkladığını görüp ne olduğuna baktığımda küçük menekşe saksıları olduğunu görmüş,ne olduğunu sormuştum..
Satmak için aldığı menekşelerin soğuk hava nedeniyle teslimat için getirilirken yolda donduğunu,bazılarının ya atılacağını ya da ucuza satılacağını söylemişti..
Demek bizim küçük mendilci,evinin geçimi için annesine yardım etmek amacıyla sokakta sattığı mendil parasından üç lirayı arttırıp öğretmenine bu solgun,boynunu bükmüş menekşeleri hediye etmek istemiş..
Kendi yazısını beğenmediği için de çiçek saksısını paket yapan ablaya içinden gelen güzel sözleri yazdırıp öğretmenine sunmuş..

18 Kasım 2019 Pazartesi

Temiz Ev

Ankara Devlet Tiyatrosunun yeni oyunu..
12 Kasım'da başladı..
Ben de pazar günü gidip izledim..
Stüdyo Sahne'de..

Oyun iki perdelik..
Sara Ruhl yazmış..
Aclan Büyüktürkoğlu hem çevirmiş,hem yönetmiş..
Kadın oyuncu ağırlıklı bir oyun..
Altı kişilik oyuncu kadrosunda tek erkek oyuncu var..
Temiz Ev adı nedeniyle çocuk oyunu sanılmasın diye de 'büyük oyunu' ibaresi konmuş..
Dekor tasarımı Sertel Çetiner'e ..
Kostümler Berfin İlhan'a..
Işık Çetin Atay'a..
Müzikler de Kemal Günüç'e ait..
Sade,göz ve kulak yormayan bir oyun izledik..
İlk perde biraz ağır aktı..
İkinci perde daha iyiydi..




Konusu şöyle:Doktor olan Lane ve yine kendisi gibi doktor olan kocası Charles sıradan bir yaşam sürmektedirler.

Evlerinde temizlik yapmak üzere tuttukları Brezilyalı Matilde'nin en büyük hevesi komedyen olmaktır ve temizlik yapmaktan nefret etmektedir..
Doktor Lane'in kardeşi Virginia da temizlik düşkünü bir insan olarak,kendi evinin temizliğini bitirdikten sonra kalan boş zamanında gelip kardeşinin evini temizlemek ister..
Bu da Matilde'nin işine gelir elbette..parayla tutulduğu
evde,anlatacağı esprileri bulmaya çalışarak geçirir zamanını.Virginia da evi pırıl pırıl yapar memnuniyetle..
Bu sırada Charles kanser hastası olan Ana'yı tanır.Onu ameliyat eder,sonra da aralarında bir yakınlaşma olur ve birbirlerine âşık olurlar.sonra da birlikte yaşamaya karar verirler ve Charles evi terk eder..Tabiî Doktor Lane derin bir bunalıma düşer..Ona
yardım etmek isteyen kardeşine de hırçın davranır.Sonra hatasını anlar ve özür diler ama Virginia kırılmıştır.Ana'nın kanseri nüksedince Charles onun için şifa kaynağı olabilecek olan porsuk ağacını bulmak üzere yollara düşer.Yalnız kalan Ana'nın bakımını da Lane,Virginia ve Matilde üstlenirler.hızlı ilerleyen kanser Ana'yı mağlup eder.O da son arzusunu söyler.En güzel espriyi dinlerken ve kahkahalar atarken ayakta ölmek.Matilde ona son bulduğu espriyi anlatırken ölür.Charles elinde porsuk ağacıyla gelmiştir ama geç kalmıştır.Onu teselli etmek de yine Doktor Lane'e düşer.

Oyun, yaşamından mutlu olmama,taptıklarından dolayı takdir görme,daha mutlu bir hayata doğru yol alma,ruh eşini bulma konularını merkeze almış..
Bazı yönlerden seyirciye sıcaklık taşırken çoğu zaman yabancılıktan gelen soğukluğu çok hissettiğimi söylemeliyim..
Ancak oyunculuk açısından tatmin edici bir oyun izlediğimizi de eklemeliyim..
Bu nedenle gönülden alkışladım..
Ancak asıl alkışlanması gerekenlerin set işçileri olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim..
İkinci perdede takdir görmeyen temizlik takıntılı Virginia'nın da dahil olduğu kalbi kırık kadınlar öyle bir dağıttılar ki sahneyi,temizlemek çok uzun ve sinir yıpratıcı bir süreç durumuna geldi..
Bunu Stüdyo Sahne'nin yöneticisi olan hanım da doğruladı çıkışta..
Dolayısıyla set işçisi olan isimsiz kahramanları yürekten alkışlıyorum..

Son bir ilave:Bu sabah radyo haberinde duydum.Yıldız Kenter vefat etmiş..Kendisini birkaç oyunda izleme fırsatım olmuştu..Sevgili Yelene Sergeyevna'da,Ben Anadolu'da,Ramiz İle Jülide'de..Her defasında da hayran kalmıştım..Işıklar içinde olsun,kendinden önce sonsuzluk evrenine göçen sevdikleriyle buluşsun !





30 Ekim 2019 Çarşamba

Leyla ile Mecnun

 Ankara Devlet Tiyatrosu'nun (az sayıdaki) yeni oyunlarından..
Hafta sonu,pek de umutlu olmadan,gidip izledim..
Son izlediğim oyunlardan  hayal kırıklığı içinde çıkmıştım ne yazık ki..
Örneğin Satranç'tan..
Bir yıl peşinden koştuğum oyuna ne kadar hevesle gidip nasıl bir hüsranla çıkmıştım salondan..
Bu defa pek bir beklentim yoktu bu nedenle..
Tiyatrosever olarak yeni oyunlara gitme alışkanlığımı sürdürüyorum sadece..
Küçük Tiyatro'daki oyunun oyuncu fotoğraflarına baktığımda da beklentim iyice azaldı..
Mecnun rolündeki delikanlıyı fiziken hiç yakıştıramadım..
Şirin rolündeki oyuncu da ,eh işte sınırındaydı..
Diğer rollerdeki oyunculardan da daha önceden adlarını zihnime yazdığım kimse yoktu..
Derken oyun saati geldi..
Kendime ön sıradan güzel bir yer buldum,oturdum..
Oyun başladı..

Konuyu biliyoruz..
Hem de bütün ayrıntılarıyla..
Hele Fuzulî'nin dilinden dökülen güzelim gazeller, yıllarca ders olarak okuttuğum şiirlerdi..
İskender Pala'nın adı yazar olarak geçiyor afişte..
Neyi yazmış bilmiyorum..
Fuzulî'nin  yüzyıllar önce yazdığı metin var zaten ve gereğince lirik..
Koronun seslendirdiği, bugünün diliyle yazılmış felsefi,tasavvufi ve yazık ki sıkıcı diyaloglar ise hiç de gerekli değildi doğrusu..
Oyunun akıcılığını engelliyordu..
Bugünün seyircisi için zor olabilecek tek şey 16. yüzyıl dili ile kaleme alınan Leyla ile Mecnun Hikayesi olabilir..
Çeviride Fuzulî'nin lirizmi biraz kayboluyor yazık ki..
Ama konuyu bilince o kadar da takılmıyor insan sözlerin anlamına..


Dekor sade..
Işık kullanımı iyi..
Örneğin Kabe'nin canlandırıldığı bölümdeki ışık kullanımı iyiydi..
Ancak duman efekti fazla olmuştu..
Müzikler iyi..
Zaten oyunda dikkatimi çeken ilk nokta müzikleri Can Atilla'nın hazırlaması oldu..
En azından müzikler iyi olacak demekti..
Bir de oyundaki Leyla Şarkısını ünlü tenor ve şimdi Ankara Devlet Opera ve Bale Müdürü olan Murat Karahan seslendirmiş..
Zeynep Halvaşi de Leyla Ağıdını..
Sadece bu bile teselli olabilir..
Kostümler biraz özenti ama iyi..
Giysi tasarımı belki daha da geliştirilebilirdi..
(İnsan moda tasarım programlarını fazla izleyince ukala olabiliyor)
Oyun bir saat kırk beş dakika sürdü..
İki perdelik oyunun sonunda bütün kadroyu içtenlikle alkışladım..
Ama 17 kişilik kadronun yıldızı Mecnun rolündeki genç oyuncuydu..
 Muzaffer Saygı, adını hafızama yazdığım oyunculardan biri oldu..
Daha farklı rollerde kendisini ve oyunculuğunu izlemeyi bekliyorum..
Yönetmenin en büyük başarısı bu oyuncuyu bize tanıtması oldu bence..
Bir de ,Zeynep Halvaşi'nin seslendirdiği,Leyla Ağıtı çok güzeldi..
Oyun bittikten sonra da zihnimizde çınlamaya devam etti..
Tek başına bir şarkı olarak dinlenebilir bence..
Umarım değerlendirilir..
Bunca çabanın Nazım Hikmet'in güzelim dizeleriyle hayat bulan Ferhat ile Şirin oyunu için verilmesini dilerdim,diyerek sözümü bitireyim..
En azından seyirci her kelimeyi anlardı ve gereksiz felsefi monologlar dinlemezdik..

18 Ekim 2019 Cuma

Doğu Anadolu Postası-XXIII

                                      Epilog
                           Biten Bir Gezinin Ardından

Ağustos sonunda çıktığımız sekiz günlük Doğu Anadolu Turu yazısını tamamladım sonunda..

Erzincan'dan başlayarak Erzurum,Kars,Ağrı,Van,Bitlis,Muş,Bingöl,Elazığ,tekrar Erzincan ve Sivas'ta noktaladığımız gezimiz her açıdan güzeldi..

Ülkemizi tanıdıkça ona olan sevgimiz daha da derinleşiyor..

Güzelliklerini,değerlerini,insanlarını,geçmişini gözlerimizle görmenin yeri başka,tadı başka..

Şimdi zihnimizde bambaşka bir Anadolu fotoğrafı var..

Tek bir parçası bile kimselere verilemeyecek..

Üç yıl önceki Karadeniz turu sonrası da,geçen yılki GAP Turu sonrası da aynısını söylemiştim..

Belgesellerde izlemek başka..

Kendi gözümüzle görmek,sokaklarında kendi adımlarımızla dolaşmak;o güzelliklerin rengini,sesini, kokusunu,tadını,dokusunu kendi duyularımızla algılayabilmek bambaşka..

Şimdi belgesellerde aynı beldeleri izlerken onların kendi zihnimdeki görüntülerini de hatırlıyorum..
Kameranın göstermediği görüntülerini de..

Üstelik bütün bunların kendi yurdumun birer parçası olmasının verdiği sevgi ve sıcaklıkla..














Doğu Anadolu Postası-XX


                         Sivas
Saat 11.30..
Yolculuğumuzun son durağı olan Sivas'a doğru yola koyulduk..
Zihnimizde az önce hayranlıkla çevresinde gezindiğimiz Divriği Ulu camisi ve Şifahanesi..
Şimdi de Kangal'dayız..
Hani ünlü Kangal köpeklerinin yetiştirildiği yerde..
Ünlü Balıklıgöl' e yol ayrımı tabelasını da az önce geçtik..
Balıklıgöl'e 14 km..
Bir Kangal köpeği yetiştirme çiftliğine uğradık..
Devlet korumasındaki çiftlikte boy boy köpekler..
Dişiler fena öfkeli,erkekler müthiş heybetli,enikler çok şirin..
Ama tabiî  sevmek için değil,korumak için yetiştiriliyorlar..
Bu nedenle tel arkasından kendi maymunluklarımızı sergilediğimizle kaldık..
Kangallarsa hiç istiflerini bozmadan  şaklabanlıklarımızı izleyip gölgeliğe çekilmeyi tercih ettiler..
Bütün kazancımız birkaç fotoğraf oldu..
Tekrar yola koyulduk..
Sivas'a 40 km kaldığını gösteren tabelanın sağında Tecer Dağı..
Hani,şair ve yazar Ahmet Kutsi'nin soyadı olarak aldığı yücelik..
Bu arada ilginç görüntüler de olmuyor değil..
Örneğin kalesi olmayan yerleşimler de kendi kalelerini inşa etmişler !..
Saat 13.00..
Öğleyi bulduk..
Sivas'tayız..
Sivas,antik çağdaki adıyla Sebastia yani suları çok bol yer..
Nüfus :349 bin..   Rakım:  1285  Plaka: 58
Girişte Cumhuriyet Üniversitesi'nin kampüsü..
Öğle yemeği için hemen sanayi sitesine sapıldı ve bütün kafile köfte yemeğe gitti..
Bense her zamanki gibi,yemeği pas geçip çevreyi tanıma turuna..
Ama sanayi sitesinde nereyi tanıyabilirim ki ?..
Her yer rot,balans,motor,kaporta ilanları ve dükkanları ile dolu..
Yolun karşısında bir AVM..
Biraz oraya gidip ürünlere ve fiyatlara bakındım..
Sanayi tarafında da bir başka mağaza..
Adı da ilginç:İçecek Dünyası..
İçeri girdim..
Sudan meşrubata,meyve suyundan maden suyuna kadar her çeşit içeceğin toptan ve perakende satışı var..
Asıl dikkatimi çekense yöresel bir meşrubat oldu..
Niğde Bor Gazozu..
Niğde Gazozu'nu biliyorum..
Niğde Bor Gazozu'nu ise hiç duymamıştım..
Üstelik aromalısı da var..
Damla sakızlısı,hindistan cevizlisi,nane limonlusu,demirhindilisi ve tabiî ki sadesi..
24 adedi 25 liraya satılıyor..
Şişesi ve etiketi de şık ve albenili..
Yazık ki bu mağazada tek tek satışı yok..
Not alıp yaşadığımız ilçede soruşturdum sonradan,ne yazık ki, bizde bilen de satan da yok..
Yabancı gazlı içecek yanında böyle yerli içecek markalarının desteklenmesi gerektiğine inandığım için yazıla da aldım..
ben bunlara bakınırken zaman doldu..
Oradan çıkıp buluşma yerine yürüdüm..
Bir kebapçının vitrininde yazan maniye gülümseyerek:
"Kebap yanar elleme
Yürek yanar elleme
Bana bir söz vermiştin
Unuturum belleme"

Saat 14.30..
Sonunda yemek molası bitti..
Şimdi Sivas'ın merkezine gidiyoruz..
Görülecek çok şey ve çabucak tükenen vakit var..
İlk durak Gök Medrese..
Ama onu transit geçtik..
Otobüs camından birkaç fotoğraf çekebildim sadece..
Bir restorasyon faciası nedeniyle firuze renkli çinilerinin asitle yandığını içimiz yanarak okumuştuk..
Rehber de anlattı..
Doğruca Sivas Ulu Camisi'ne götürüldük..
Anadolu'nun en eski camilerinden,Selçuklu yapısı..
Kılıçarslan'ın oğlu Kutbettin Melik zamanında Kul Ahi yaptırmış..
Yapı taş,minare tuğladan..
50 sütun üzerinde duruyor..
Vakfiyesi Timur'un istilası sırasında kaybolmuş..
Cami ziyaretimizin ardından Şifaiye Medresesi'ne geçtik..
1217-18'de I.İzzettin Keykavus yaptırmış..
Dönemin eğitim araştırma hastanesi..
Taç kapısındaki güneş ve ay sembolleri,ana eyvandaki kadın ve erkek başı rölyefleri ünlü ve ihtişamlı..
1220'de yaptıran da buraya gömülünce yapı türbeye dönüştürülmüş..
Sırada kale hamamı var..
1584 tarihli yapıyı dönemin Sivas valisi Mahmut  Paşa çifte hamam şeklinde yaptırmış..
Kadın ve erkek hamamı bitişik anlamına geliyor bu..
Sırada ünlü Buruciye Medresesi var..
Diğer adıyla Hacı Mesut Medresesi..
1271'de İran'ın Hemedan-Burucird'inden gelen  Muzaffereddin Burucirdi yaptırmış..
Bugünkü anlamıyla bir akademisyen yani..
yapı da dönemin bilimler akademisi işlevini görüyor zaten..
Hükümdar soyundan olmayan birinin böyle bir yapıyı inşa ettir(ebil)mesi dönemin(Selçuklu) eriştiği olgunluk seviyesini de gösteriyor aslında..
yapının mimarî olarak eriştiği seviye de Anadolu'daki yapı işçiliğinin seviyesini gösteriyor elbette..
Kurucunun kendisi ve çocukları için yapı içinde inşa edilmiş türbesi de mevcut..
Zengin bezemeli taç kapısı ünlü..
Medresede kullanılan korint başlıklı sütunlar Anadolu'daki bir antik yapıdan getirilmiş..
Mimar onları olduğu gibi kullanma inceliğini göstermiş..
yıldız,rumi,geometrik motifler dantel gibi işlenmiş..
Kesme taş,moloz taş,devşirme tuğla,çini malzeme olarak kullanılmış..
Timur,istilaya geldiğinde yıkmaya çalışmış..(Allahtan başaramamış !)
Yanık izleri halen duruyor..
1960'ta,1964'te ve son olarak 2005'te onarımlar geçirmiş..
Bize rağmen ayakta kısacası..
Hayranlıkla seyrettik..
Rehberimiz bizi koşturmaya devam ediyor..
(Kendince haklı,bizi buradan zamanında çıkarıp akşam Kırıkkale'de yeni bir Doğu Anadolu grubunu devralacak,aynı yolları baştan ve daha ayrıntılı olarak bir kere daha başkalarına gezdirecek,biz artık bitmek üzere olan bir turun bir an önce evlerine gönderilmesi gereken yolcularıyız..)

Şifaiye,Buruciye,Kale Camisi'nden koşar adımla Kongre Binası'na geçtik..
20 Eylül-18 Aralık 1919 arasında Millî Mücadele Karargahı olan ünlü binaya..
4 Ekim 1892 Perşembe günü (belgede yazıyordu) dönemin Sivas valisi Mazlumpaşazade Mehmet Memduh bey yaptırmış..
Mülki İdadi binası olarak..
Bugünün sosyal bilimler lisesi ..



Önce idadi,sonra sultani,sonra Sivas Lisesi ve Kongre Binası..
Aradan geçen zaman içinde koşullar vahim bir varoluş mücadelesine girmemizi gerektirince, milletin temsilcilerinin toplanacağı kongre merkezi olarak burası uygun bulunmuş..
19 vilayetten 32 temsilci katılmış..
Sonradan gelenler de olmuş..
Toplantı lisenin müsamere salonunda yapılmış..
Bu haklı davanın basın ayağı olan İrade-i Milliye Gazetesi'nin baskı makinesi de sergilenenler arasında..
Ankara'ya geldikten sonra gazetenin adı değişip Hakimiyet-i Milliye olacaktır..
Salon ve Atatürk'ün çalışma ve dinlenme odaları asıl şekliyle muhafaza ediliyor..
Kongreden sonra yine lise olarak hizmet veren bina bu konumda 1981'e kadar devam etmiş..
1990 sonrasında müzeye çevrilmiş..
Divriği Kale Camisi'nin ahşap minberi de burada sergileniyor örneğin..
Üst katta okuduğumuz kongre dönemi belgelerinden birinde yazıyordu..
Atatürk'ün kaldığı odanın eşyaları Müftü Abdürrauf Efendi,Şekercizade İsmail Efendi,Sığırcızade Hayri Efendi tarafından getirilir..
Bu odanın küçük olması üzerine toplantılar üst kattaki büyük odaya alınır..
Atatürk'ün yatağının üzerindeki örtü,Sivaslı bir genç kızın çeyiz sandığından çıkarıp Paşa'ya hediye ettiği,fiyonklu,çiçekli işlemeli ipekli bir örtüdür..
Orada bulunan işlemeli bir çerçevedeki beyti de,anlamlı bulup, notlarım arasına almışım:
"Cihanın canına mağrur olup incitme insanı
Süleyman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı"
Duvarlardaki fotoğraflar arasında da kongrenin yapıldığı zamanın Sivas valisi Reşit Paşa ve eşi Melek Hanım'ın aile fotoğraflarına özel olarak dikkat etmişim..
Reşit Paşa'nın dirayet gösterip,Millî Mücadele'ye destek verişinin yanında,eşi Melek Hanım da aynı "Kutsal İsyan" yolunda Anadolu Kadınları Müdafaa-yı Vatan Cemiyeti'ni kurar ve başkanlığına seçilip çalışmalarına hız verir..Haklı davamızı dünyaya haykıran telgraflar çekmekten ordumuzun sargı bezi,askerlere çorap çamaşır ihtiyacına kadar her konuda aktif olarak çalışır..Aslında bu cemiyetin o dönemde her yerde teşkilat çalışmaları çok aktiftir..
Türk kadınları da kurtuluş mücadelesinde cephede olduğu gibi cephe gerisinde de bütün gayretleriyle çalışmaktadırlar..
Salonların birinde de,isabetli bir tutumla,Kurtuluş Savaşı'nda Türk Kadınları'na ayırmışlar..
Fotoğrafları ve hizmetleriyle..

Kongre Binası'nı içimizde duygular kabararak gezdik..
Bu arada Sivas Kongresi'nin 100 yılını kutlama hazırlıkları binada ve bulunduğu meydanda son haddindeydi..
Bizim orada bulunduğumuz günden dört gün sonra,4 Ekim 2019'da, devlet büyüklerimizin de katıldığı törenlerle bu kutlu direnişin anlamı bir kere daha hatırlanacak ve vurgulanacaktı,oldu da..
Şimdi sırada Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 100.yılı kutlamaları var..
Sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışının 100 yılı,23 Nisan 2020'de..
Meydandaki 100 yıl
tabelaları,bayrakları şimdiden coşkuyu yansıtmaya başlamış,her yaştan Sivaslı veya bizim gibi gezmeye gelenler her köşede fotoğraflar çekiyor,çektiriyor;Kongre Binası dolup dolup boşalıyor..
Her taraf cıvıl cıvıl,pırıl pırıl..

Zaman yine bitti..





Kafile toparlandı, koşar adımla yürüyüşe geçtik..
İstikamet Madımak Oteli..
Şimdiki adıyla Bilim Kültür Merkezi'ne..
Sivas İl Özel İdaresi'ne bağlı..
Mesai saatleri içerisinde gezilebiliyor..
Bizim Sivas'ta olduğumuz gün cumartesine rastladığı için biz içeriye giremedik tabiî..
Ama 2 Temmuz 1993'teki o görüntüler zihnimizin içinde kazılı,hiç silinmemecesine..
Arkasından yaşananlar,yapılanlar ve yapılmayanlar da..


Bu efkarla, dönüş yolunda otobüste Selda Bağcan'ın sesinden bir Pir Sultan ezgisi  dinlemeden edemedik..

Kafile yorulunca,daha doğrusu,rehberimiz alışveriş için son bir fırsat olmak üzere,bir kahveciye götürüldük..
Çerkezin Kahvesi adlı bu dükkan, bizim usulde pişirilen ve kallavi fincanda köpüğü üç  parmak kalınlığında olan kahveleri ile ünlü imiş..(Fincanı 8 lira)
Toplamda bir saat içinde bütün tarihi yapıları gezdiren rehberimiz buradaki kahve molası için de bir saat verince,fırsat bu fırsattır deyip,çevre gezisine çıktım..
Her yer hanlarla dolu..

Vakıf Subaşı Han(Kuruyemişçilerle dolu,16 çeşit hurma bulunuyor),Çorapçı Han(Şimdi İhramcızade Kültür ve Sanat Merkezi)..
Hemen az ötede Yeni Cami(1770'de Alime Hatun yaptırmış,cemaat ikindi namazı için içeri giriyordu,ziyaret edemedim)..
Paşa camisi de zaten Çerkezin Kahvesi'nin yanı başında..
Tam o anda ikindi ezanı okununca ziyaret edemedim onu da..
Böylece öğle yemeğinden sonra,14.30'da  başlayan Sivas turu,Gök Medrese,Ulu Cami,Çifte Minare,Buruciye M

edresesi,Kongre Binası,Madımak Oteli ile bitirildi bir buçuk saatte..
Bir saate yakın da kahve molası verildi..
16.30'da da yola çıkarıldık..
İstikamet,Ankara üzerinden  eve dönüş..
17.30'da  Yıldızeli..
18.15'te Akdağmadeni..
19.08'de,bu sabah Eğin'de Munzur Dağı'nın ardından doğan güneş,Yozgat Ovası'nda battı..
19.20'de Sorgun..
19.45'te Yozgat..
20.15'te Yerköy..
20.50'de Kırıkkale..
Rehberimiz bu akşam çıkacağı diğer tur grubuyla buluşmak için bizimle vedalaşıp ayrıldı..
22.30'da Ankara'dayız..
Buradan katılanlar ayrıldı..
Bir saat daha yolumuz kaldı..
23.58 evdeyim..

























..