24 Şubat 2020 Pazartesi

Gidion'un Düğümü

Hafta sonu izledim..
Şinasi Sahnesi'nde..
Stüdyo Sahne'de oynarken salonun küçüklüğü nedeniyle bilet bulamamıştım..
Bu kez gidip izleme fırsatı buldum..

Tek perdelik ..
 Bir saat on beş dakika sürüyor..
Oyuncu kadrosu iki kişiden oluşuyor..
Meltem Baytok ve Ebru Nil Aydın'a emanet edilmiş o roller de..
Onlar da ellerinden geleni hatta biraz fazlasını yaptılar doğrusu..

Johna Adams'ın yazdığı oyunu Buğra Koçtepe dilimize hem çevirmiş hem yönetmiş..
Sertel Çetiner Dekor tasarımını,Çevren Sarayoğlu kostüm tasarımını,Mahir Köksal ışık tasarımını,Can Atilla da müzikleri üstlenmiş..
Oyunda en çok müzikleri beğendim..
Dekorun bir ilkokulda geçmesi gerekiyordu..
11 yaşındaki öğrencilerin sınıfından söz ediliyor zira..
Oysa dekor bir ana okulunu andırıyordu..
Ya da bizim ülkemizdeki okulları düşününce bana öyle geldi..
Asıl ilginç olansa oyundaki iki kişinin diyaloglarındaki yabancılık hissiydi..
Asıl metinde de öyle miydi bilmiyorum ama bizdeki öğretmen veli ilişkisi böyle değildir..
Yani normalde böyle olmadığını ümit ediyorum..
Psikopat yapılı bir insan ancak böyle bir veli tipi çizebilir çünkü..

Oyunun özeti şu:
Gidion adlı ilkokul öğrencisi annesine bıraktığı bir notun ardından intihar eder..
Bu intiharda,öğrenciye verilen beş günlük
okuldan uzaklaştırma cezasının da etkili olduğuna inanan anne,bu konuda okula,oğlunun öğretmeniyle görüşmeye gelir..
Görüşme daha çok annenin suçlayıcı 
konuşmaları ile sürer..
Hatta öğretmeni itip kakması,hırpalamasıyla..
Öğretmen de anneye oğlunun yazdığı bir kompozisyondaki,okuldaki öğretmen ve öğrencilere yapılmasını düşlediği korkunç işkencelerle dolu anlatımından dolayı böyle bir cezalandırma yoluna gidildiğini anlatmaya çalışır..
Üniversitede yüksek lisans öğrencilerine ortaçağ şiiri üzerine dersler veren anneye göre ise bu yazı, oğlunun  iddia edildiği gibi cani değil,müthiş yaratıcı edebi bir metin yazarı olduğunu göstermektedir..
Dolayısıyla annenin, oğlunun öğretmenine, yetmiş beş dakika süren ve bazan öğrenci sıraları üzerinde tepinmelerle aşırıya vardırılan hakaretamiz diyalogları,eski ifadeyle tahammülfersa idi..
Yerimden kalkıp o anneye haddini bildirmek isteği içimi ,doğrusu,epey yokladı oyunda..
Öğretmen oluşum bunda etkili olabilir..

Biraz abartılı bulsam da,Meltem Baytok'u ,Ebru Nil Aydın'ı oyunculukları;Can Atilla'yı oyun için hazırladığı müzikleri için tebrik etmek isterim..
Ama oyunun başında ve sonunda üzerimize yöneltilen projektörleri gereksiz bulduğumu da..
Ön yargılarımızla hepimiz suçluyuz demeye çalışmak,
bu oyun için ne kadar gerekliydi,tartışılır..




21 Şubat 2020 Cuma

İhsan Edip Doğan

On gün önce kalp krizine yenik düştü..
Herkesin hediye,kutlama telaşında olduğu 14 Şubat'ta..
Askerlerin  yemini töreninde..

Ani vefatıyla da hepimizi derin bir üzüntüye sevk etti..
Hep yanı başımızda,her an ulaşabildiğimiz bir yerde olmasına istediğimiz her konuda hemen bize sonuç bildirmesine o kadar alışmışız ki,henüz toparlanabildiğimizi söylemek zor..
Yaşadığımız ilçenin hafızası,Kurtuluş Savaşının ve kahramanlarının unutulmaması için çırpınan gönüllüsüydü..
Yaptığı çalışmalarının sonucunu da DVD'lerde toplayarak tanıştığı herkese hediye eder,çalışmalarını inceleyip ona geri dönüşler bildirenleri çok severdi..

Çiftçiydi..
Babası da çiftçiydi, bir de I.Dünya Savaşının cepheden cepheye koşan adsız kahramanlarından..
Sekiz sene cepheden cepheye sürüklenen,son olarak Kurtuluş Savaşında yerini alan babasından dinledikleri ile uyanan yurt ve millet sevgisini,kişisel araştırma ve inceleme çalışmalarıyla sürdürmesine ben de tanık oldum..
 Bu nedenle başlattığı fotoğraf arşivi zengindi..
Kurtuluş Savaşının adsız kahramanları olan babası ve onun asker arkadaşlarından dinledikleri ile ilk kaynak sayılırdı..
Savaşa dair anıları öyle canlı,etkileyici anlatırdı ki,gözlerinden yaşlar boşanırdı..
Dinleyicileri de ardından elbette..
Bunun açıklamasını da yapardı:
"Ben bu hatıraları anlatırken o günlere gidiyorum,o anları yaşıyorum !" diye..
Cebinden eksik etmediği pamuklu mendiline gözyaşlarını kurular,anlatmaya devam ederdi..
Babasından ona intikal eden istiklal madalyasını ceketinin sağ yakasında gururla taşırdı..
İstiklal Madalyalılar Derneğinin ilçemizdeki biriminin de kurucusuydu..
Biraz uzunca tam adıyla, İstiklal Madalyalılar,Kore,Kıbrıs ve Övünç Madalyalılar Derneği kurucu başkanıydı..

İlçemizdeki askeri birimlerin komutanları çok sever ve sayarlardı..
Yerel yöneticiler,resmi ve sivil bütün kurum ve kuruluşlar,dernekler de öyle..
Hepsini ziyaret eder,göreve yeni başlayanlara çiçek gönderir,randevu talep edip görüşmeye giderdi..
Ülkemizin askeri birimlerinin komutanlarına da öyle..

Resmi bayram ve törenlerde hazırladığı şiirleri okumak için bizzat başvurur,gür sesiyle başladığı okuyuşunu,duygulanarak sesinin titreyişiyle bitirirdi..
Artık böyle duygulu okuyuş kalmadığına hepimizi bir
kere daha ikna ederek..

Çağrıldığı bütün söyleşilere koşarak gider,kendisini dinleyenlere savaş hatıralarını hepsini çok etkileyerek,kendisi de duygulanarak anlatır,adını Tarih dede olarak gönüllere kazırdı..
Dinleyicilerinin hepsine hazırladığı DVD'lerden hediye etmeyi de ihmal etmezdi..
Bütün bunları da kendi kişisel çabası,kazancı ile gerçekleştirirdi..

Bilgisayar kullanıcısı idi..
Kendisine ait sitesinde çalışmalarını takipçilerine sunar,sorulara cevap verir,yanlış gördüklerini çekinmeden eleştirirdi..

78 yaşındaydı..
Tek kişilik bir tanıtım ve araştırma ekibi olarak yıllarca her yerde onu gördük,takdirle ve çok kere de yaşına rağmen azmi ve enerjisinden dolayı hayretle izledik..
İçimizde de hep o ince tasa ile:
"Yaşı ilerliyor,yerini alacak,onun gibi birikimli ve donanımlı kimse de yok,sonrasında ne yaparız?"

Korkarak beklediğimiz o gün geldi..

İhsan Bey'i kaybettik..
Ölümünün böyle olmasını ister miydi bilmem ama..
Yerel gazetede yazan o cümleye ben de katılıyorum:
"Çok sevdiği askerlerin kollarında,bir asker yemini töreninde vefat etti.."

Eşi Hafize Hanım çok üzgün elbette..
14 Şubat'ta sabah törene gitmesi için hazırlayıp uğurladığı 60 yıllık can yoldaşını bir daha göremedi..

İhsan Bey askere gitmeden evlendirilmiş..
Sekiz sene süren askerlik nedeniyle geç baba olan kendi babası Tahir Çavuş,oğlunun bir an evvel mürüvvetini görmek istemiş..
yaşlandığını,torun göremeden öleceğini düşünmüş..
Bu nedenle geçen sene kendilerini bir ziyaretimde,evliliklerinin 60.yılını kutladıklarını,gülerek söylemişlerdi..

Benim de gözlerimin önüne hep o tatlı gülüşüyle geliyor şimdi..
Dün taziye ziyareti için evlerine uğradığımda,duvarda asılan son fotoğrafındaki gibi..
Tatlı,tonton,hatayı affetmeyen ama şefkati de bırakmayan TARİH DEDE..

Cenaze töreni elbette çok geniş bir katılımla oldu..
İlçenin eski yeni bütün yöneticileri,İhsan Amca'ya son
görevlerini yerine getirmenin bilinciyle sıralandılar..
İlçe yöneticileri ona ölümüyle birlikte bir jest yaparak,mezarlıkta gaziler için ayrılan parsele defnetmişler..
Böylece çok sevdiği Kore,Kıbrıs gazileri ile yan yana yatıyor şimdi..
Hepsinin başucundaki yerinde..
Hâlâ onları işaret eder gibi..

Onların unutulmaması için ömrünün ihtiyarlık günlerinde yılmadan çalıştı..
Şimdi de sıra onun adının unutulmamasında..




17 Şubat 2020 Pazartesi

Karmakarışık

Hafta sonu izledim..
İstanbul Devlet Tiyatrosunun oyunu..
Ray Cooneyin yazdığı oyunu Haldun Dormen ve Kemal Uzun çevirmişler ve Haldun Dormen yönetmiş..
On kişilik oyuncu kadrosu  ile iki saat kırk beş dakika boyunca hiç düşmeyen bir tempoda oyunlarını sahnelediler..
On beş dakikalık bir arada nefes alabildiler ancak..
Asıl yükün üzerinde olduğu Erkan Taşdöğen'in performansı ise en büyük alkışı hak etti..
Sahnede olmadığı süre, onar dakikalık iki bölümdü..
Onun dışında sürekli sahnede olmak ve repliklerini tekrarlamak ne kadar yorucudur kimbilir..

Asıl yorucu olansa saygısız seyirciler olmalı..
Ben sahnenin sol tarafında dördüncü sırada oturuyordum..
Sağ ön taraftaki bir seyirci hanımı,iki repliği arasında uyardı:
"Hanımefendi,lütfen o telefonunuzu kapatın artık!"
Televizyon diliyle: Şok ! Şok ! Şok!
Yanımdaki seyirciler birbirlerini dürtmeye başladılar..
Neyse ki başka bir arıza olmadan oyun bitti..
Oyun sonunda,selam faslında , Erkan Taşdöğen sanırım o seyircinin elini sıkarak gönlünü aldı..
Tiyatro salonlarında bu görüntüler ne yazık ki olağan hale geldi..
Oyunun başındaki uyarı ile telefonlar sessize alınıyor ama beş dakika bile sürmüyor bu durum..
Hemen ateşböcekleri gibi oradan buradan telefonların ışıkları parlamaya başlıyor..
Telefonundaki son durumu kontrol etmeden duramayan bir seyirci grubu var,hem de her yaştan..
Biz de o arada bir yanıp sönen ışıkların rahatsızlığına aldırmadan oyunu izlemeye çalışıyoruz..
Bu kez de öyle oldu..
Yanımdaki bey de sıkıldıkça elinden bırakmadığı telefonuna baktı durdu..
Sadece kendisini ilgilendiren espriler oldukça telefonunu kucağına bırakabildi..
Ne yazık ki gözümü alan ışıklar nedeniyle kendisini göz ucuyla izlemek zorunda kaldım..

Bütün bu hengame arasında sahnede oynanan oyuna gelince:
İngiliz parlamentosunda kabine üyelerinden biri muhalefet partisi sekreteriyle küçük bir
kaçamak için otel odasına gelir..
Ancak hiçbir şey düşündüğü gibi gelişmez..
Sekreter hanımın kıskanç kocası karısını bir özel dedektife izletmektedir..
Özel dedektif kafasına inen pencere kasası nedeniyle bayılmıştır..
Onu ceset zanneden odadakilere otelin müdürü,meraklı otel çalışanları,bakan beyin eşi,danışmanı da katılınca işler arapsaçına döner ve oyunun temposu çılgınlık seviyesine varır..

Çok hareketli olan oyun tek mekanda,otel odasında geçiyor..
Dekor Savaş Çevirel'in,kostüm Mihriban Oran'ın,ışık Serhat Akın'ın tasarımı olarak görünüyor..
Hepsi yerli yerindeydi..
Oyunu dikkatle izleyen seyircinin keyfi de öyle..
Kahkahalarla geçen iki saatten sonra geriye bir dolu gevezelik ve bakan rolündeki Erkan Taşdöğen ile danışmanı Fatih Kahraman başta olmak üzere on kişinin performansı kaldı..
Bir de hafif politik dokundurmalar ki,seyircinin en çok güldüğü anlar da onlardı..