20 Ekim 2021 Çarşamba

Kalpaklılar

Bu sabah bitirdim.. Geçen haftaki ameliyatım öncesinde de elimdeydi. Arada odaya gelen doktor ve hemşireler köşede oturmuş, sakin sakin kitabını okuyan hastaya biraz şaşırmışlardır.. Ama ameliyat sıram gelene kadar dört saat geçmişti;hem kitap da sürüklüyordu insanı.. Konu, benim son zamanlarda üzerine düştüğüm İstiklal Mücadelemiz.... Üstelik,yazarın önsözde belirttiği üzere,tanıklarla konuşmaların,belgeler incelemenin ardından kaleme alınmış.. Ve de iki kitap bir arada..
Kalpaklılar ve devamı olan Doludizgin.. Daha önce sadece Kalpaklılar'ı okumuştum.. Şimdi ikisini birlikte okuma fırsatını bulmuşken kaçırmadım.. Tadını çıkara çıkara okudum.. Sanırım yazarın bizzat dinlediği kişi,romanda Yusuf adıyla verilen .. Çanakkale Savaşı gazisi avukat.. İzmir'in işgali sonrasında,Kuvayı Milliye'ye katılma kararı veriyor.. Manisa'daki ana babasından haber alamıyor,düşman tacizine uğrayan savunmasız kızkardeşinin cesedini asılı bulunca da onların ve bütün savunmasız,masum Anadolu halkının intikamını almak için yanındaki Nifli Salih Efe ve diğer gönüllüler ile birlikte,Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusunun bir neferi olarak,düşman İzmir'de denize dökülene dek elinden silahı düşürmüyor.. 699 sayfalık eserin konusu bu.. 15 Mayıs 1919'dan başlıyor,9 Eylül 1922'ye dek olayların bütün hızıyla yaşandığı günleri öykülüyor.. 563-603. sayfaları arası Sakarya Savaşı'na ayrılmış.. 645-653.sayfaları da Büyük Taarruz'a.. Büyük Taarruz bölümünü çok heyecanla okudum.. Çok güzel anlatılmış.. Atatürk'ün Nutuk'undan seçilen pasajların çok uygun düştüğü bölümler de eserin etkisini arttırmış.. Yer yer çok kuvvetli bir roman olmamış hissini uyandırsa da,dinlediği tanıklıkların verdiği ayrıntılar ve Büyük Taarruz'un etkileyici anlatımı içimde uyanan olumsuzluğu biraz bastırdı.. İç İsyanlar sonucu büyük zahmetlerle kurulan Türk Ordusunun ilk zaferi olan İnönü Savaşları'ndan sonra Atatürk'ün Nutuk'ta yer verdiği,yazarın da romanına aldığı cümle bana da çok anlamlı geldi: "Mehmet,harbi kabul etti."(Nutuk,s.442) Romandan iki pasajla bitireyim.. (Baş kahraman Yusuf,İzmir'e ve nişanlısı Nemide'ye kavuşur..) "Yusuf iyice düşüncelere dalmıştı.Nemide,onun yanağına elini koydu.yüzünü kendisine çevirdi. "Daldın gittin Yusuf...Neler düşünüyorsun? Yusuf gülümsedi: "Sen,neler düşünüyorsun?" "Hep seni..Seninle birlik kurtuluşu.Kemal Paşa nasıl bir adam?" "Yaptıklarını görmüyor musun Nemide?Türk milleti gibi bir adam !"(s.693) (Yusuf'un yanından hiç ayrılmayan,ileri yaşına rağmen ne savaşı ne Yusuf'u bırakmadan İzmir'e kavuşan Salih Efe'nin en büyük arzusu Mustafa Kemal Paşa'yı görmektir.Kordonboyu'nda olduğunu duyunca görmeye koşar.) Salih Efe,kendisini Mustafa Kemal'in önünde buldu.Paşa ,ona gülümseyerek bakıyordu.Salih sağ elini,titreyen parmaklarını onun omzuna koydu.Arkasını okşadı: "Mustafa Kemal sen misin?" "Benim." "İyi dövüştün oğul." Mustafa Kemal karşılık verdi:"İyi dövüştük baba !"(s.698)
Samim Kocagöz'ün Ekim 1955-21 Aralık 1958 arasında yazdığı bu kitap 1959'da da sinemaya uyarlanmış,bilmiyordum..
Umarız, izlemek nasip olur..

12 Ekim 2021 Salı

Aliye'siz Geçen 100 Gün

Vefatından sonra 100 gün geçti.. Bu arada mezarını sık sık ziyaret ettim.. Her defasında benden az önce birilerinin uğradığını görüp sevindim.. O kavurucu yaz günlerinde çiçekleri hiç solmadı,toprağı hiç kurumadı.. İki hafta önce de mermerinin üzerine konduğunu gördüm.. Mezarını yaptırıyorlar demek ki.. Bir tek baş taşı kaldı.. Çiçekleri ise küçük bir karanfil dışında ortada yok.. Yeniden dikilecek galiba.. Geçen cuma okul çıkışında evlerine uğrayıp ziyaret ettim.. Annesi ve kardeşi Sema evdeydiler.. En son cenaze günü gördüğüm annesi epeyce toparlanmıştı.. Aliye'den,hastalık sürecinden,aynı hastalığa tutulan kocasından,peşpeşe gelen hastalıkların hepsi için nasıl bir yıkım oluşundan söz etti.. Arada gözlerinden süzülen damlaları silerek.. Arada Sema da annesine eşlik ederek.. Dinledim ikisini de.. Önce kocasını sonra iki evladının birini kanserden kaybeden bir anneyi,biricik ablasının toprağa verilişini babasının mezarına ilişip ağlayarak izleyen küçük kardeşi başka nasıl teselli edebilir ki insan ?.. Akşam güneşi pencereden süzülürken iki saat boyunca söyleştiğimizi fark edip izin istedim.. Bu fotoğrafın da Aliye'ye ait olduğunu tahmin ediyorum.. Yanındaki gazetede bulunan vefat ilanı da galiba işyerinin Aliye için verdiği başsağlığı ilanı.. Böylesine genç,umut ve hayat dolu iken sonsuzluğa göç edenlerin arkasından bakakalmak ne zor..

11 Ekim 2021 Pazartesi

Güz Çiğdemleri

Yine mevsimleri geldi..
Eylül sonu,ekim başı civarında,havaların gidişatına göre topraktan önce yeşil burunlarını sonra yarı şeffaf zarfında sarı çiçeklerinin sarılı olduğu bohçalarını çıkaran güzellikler..
Şehir içinde birkaç yerde vardır elbette;ancak ben onları mezarlıkta ve yolumun üzerindeki iki evin bahçesinde görüyorum yıllardır.. Bu sene de öyle güzel açtılar ki..
Parlak sarı renkleri ile her görüşte gülümsetiyorlar.. Bu sene güzel bir sürpriz annemin mezarında olduğu gibi babamın mesarında da çiğdemler sarı sarı açtı..
Havalar sıcak giderse çabucak solacaklar.. O nedenle zaten kısacık ömürleri daha da kısalacak..
İki hafta içinde ne kadar görebilirsek artık.. Sonra sadece fotoğrafları kalır elimizde..
Dün mezarlık çiçeklerini sulama günüydü.. Önceki gün de.. Uğradığım kimi mezarlarda küçük sürprizler vardı..
Doğan Koloğlu Hocamın biraz cılız gülü de yeni filiz vermenin telaşındaydı.. Yaz boyunca tepesinden kavuran güneşin harareti gidince rahatladı çiçekler.. Ilık güneşi, bir de düzenli sulamayı görünce filiz veren verene,tomurcuk açan açana..
Mesela İhsan Bey'in gülleri,açelyaları.. Yanındaki komşusu Gazi Hüseyin Bey'in mezarındaki açelyalarla yarış halindeler.. Bol bol sulanınca iki mezar da yemyeşil,rengarenk pek güzel oldu.. Ama şu anda assolistler güz çiğdemleri..
Bu güzellikle hakları da var.. Tek eksikleri belirgin bir kokularının olmayışı.. Ama zaten bu mevsimin çiçeklerinin kokuları yok.. Güller bile şahane açıyor ama kokuları ya yok ya da çok hafif ve tozlu bir koku..

5 Ekim 2021 Salı

Sivrihisar

İzmir,Eskişehir tarafına giderken kenarından geçer,bir gün içine gireriz elbet,derdik.. O gün pazar günüymüş.. Eski öğrencilerimden Semih ve Serhat'ın memleketleri.. Bir sohbetimizde,anne ve babasının sık sık Sivrihisar'a gittiklerini söylemişlerdi.. Pazar günü de hem memleketlerini gezmek hem de her zamanki çeşmeden su doldurmak için yine Sivrihisar'a gitmek istemişler.. Semih de beni aradı.. O sırada Audrey Hepburn üzerine bir belgesel dramayı izlemiş,üzerine Tiffany'de Kahvaltı filminin sonuna gelmiştim.. Önce kararsız kaldım,öğrencilerimle değil,tanımadığım anne ve babalarıyla gideceğim;acaba onlara ağırlık verir miyim ? Semih'in ısrarı üzerine "peki"deyip acele hazırlandım,beni bekledikleri yere gittim.. Sonbahar renklerine bürünmüş kır manzaraları eşliğinde yola çıktık.... Sivrihisar'a yaklaştıkça yeşil alan arttı.. Bu arada şehre adını veren iğne ucu gibi sivri kayalıklar ufukta belirdi.. Küçük,sevimli bir şehir Sivrihisar.. Eski olduğunu da eklemek gerek..
Bütün eski şehirler gibi,sokaklar daracık.. Günümüzün özel araç bolluğunda bu da trafiği bunaltıyor elbette.. Hele de bir yıldan beri devam eden bir dizi nedeniyle (Gönül Dağı isimli bir diziymiş,bilmeyen bir bendim galiba ! )bütün Sivrihisar ziyaretçi akınına uğramışken..
Nitekim bizim orada olduğumuz süre zarfında sokaklar şehri ziyarete gelenlerle dopdoluydu.. Hatta bizden bir gün önce pek ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı da şehri ziyaret etmiş.. Semih'in babası bizi önce şehir sokaklarından geçirip kısa bir sokak turu yaptırdı.. Kaymakamlık,adliye binalarının yanından geçip ünlü ve pek eski Sivrihisar Ulu Camisi'ne geldik.. Oradan yukarı giden sokağı izleyerek ünlü Ermeni Kilisesi'nin önüne geldik..
Onun da yanından geçerek güzel,bakımlı bir parka ulaştık..
Park, heykel sanatçısı Metin Yurdanur'un açık havada sergilemek üzere serpiştirdiği heykellerle donatılmış.. Üstelik yemyeşil çimenler ve çiçek öbekleriyle de bezeli olunca insanın içi açılıyor.. Atatürk,Yaşar Kemal,Abidin Dino gibi ünlü ve tarihi kişilikler yanında; Kurtuluş Savaşı'nı simgeleyen sırtında mermi taşıyan,kağnısıyla cephane taşıyan Türk kadını,silah yapımında çalışan Türk erkeği gibi örnekler de vardı.. Bol bol da bilim,sanat gibi temaları simgeleyen kadın ve erkek heykelleri.. Her heykel grubunun dibinde durup fotoğraf çeken,çektirenleri izlemek de keyif veriyordu doğrusu.. Böyle heykel parkları her yerde olmalı demek ki..
Heykel parkından sonra şehrin bir başka simgesi saat kulesinin bulunduğu kayalığa çıktık.. Güzel bir seyir terası oluşturmuşlar.. Şehri ve önünde uzanan bütün vadiyi seyredebiliyorsunuz.. Kahve keyfi yapmak isteyenler için bir de kafe kondurulmuş hemen girişe.. Tam o anda saat 15.00'ı vurunca saatin çalıştığını da hem şaşkınlıkla hem memnunlukla görmüş,duymuş olduk.. (Bizim şehrimizin bir parkına da bir saat kuleciği kondurulmuştu yıllar önce,kurulduğu gün dışında çalışmadı,en sonunda sökülüp götürüldü de çalışmayan saatin önünden geçmek ızdırabından kurtulduk !)
Sonra istikametimiz hemen alttaki Ermeni kilisesi oldu.. Güzel,bakımlı bir bina.. Şimdi çok amaçlı kullanılıyor olması da ayrı güzel.. Biz oradayken İran asıllı bir fotoğraf sanatçısının Sivrihisar konulu fotoğraf sergisi vardı.. Hem yapıyı hem sergiyi gezdik.. (Kendi şehrimizde böyle bir sanat galerimiz bile olmaması ne acı;üstelik nüfusu bizim onda birimiz kadar; Sivrihisar'ı gezerken aklımdan geçenlerden biri de bu oldu !)
Vakit dar olduğu için oradan da şehrin simgelerinden Ulu Cami'ye geçtik.. Yol üzerindeki bir türbeyi de ziyaret etmeyi ihmal etmeyerek.. Selçuklular döneminde Anadolu'nun fethi ile görevlendirilen Melik Bey'in burada ölen kardeşi Sultanşah için yaptırılan türbenin üzeri mescit olarak düzenlenmiş.. Duvardaki taş işlemeleri çok güzeldi.. Türbe önündeki plakette, iki savaşçı kardeşin babalarının İlhanlılar dönemi kumandanlarından Kiro Baltu olduğu bilgisi de ilginç geldi.. Ulu Cami dışardan çok mütevazi bir yapı.. İçine girince ise yüzyılları aşıp gelen bir mabedin sakin,dingin havası dışarıda akan hayatı unutturuveriyor.. Ağaç sütunlar,o sütunların oturtulduğu mermer kaideler ve/veya mermer sütun başlıkları Anadolu'da yaşamış farklı kültürlerin eserlerinin birarada nasıl uyumlu olabileceğinin örneği olmuşlar.. "Unutulmamak istiyorsan bir eser bırak" sözünün somut örneği bu yapıyı da ziyaret ettikten sonra,öğrencilerimin anne ve babası her zaman yemek yedikleri pideciye yöneldiler.. Benim gündüz bir şey yemek alışkanlığım olmadığı,bu türlü gezilerde kafilenin diğer üyeleri yemek yerken,ben de o arada bulunduğumuz yer neresiyse kısa bir süre de olsa kendi başıma gezdiğim için bu kez de öyle yaptım.. Onların iznini isteyip,yarım saat için Sivrihisar sokaklarına daldım..
Küçücük şehrin daracık sokaklarında sağlı sollu sıralanan,eski ama güzelliğini hâlâ koruyan,sivil mimarinin güzel örneklerinden, çoğu Cumbalı,bağdadi sıvalı evleri keyifle seyrede seyrede yürüdüm.. Yarım saat sonra yemeklerini bitiren anne baba ile tekrar bir araya geldik.. Aylık alışverişlerini yaptılar.. Çeşmeden sularını doldurdular.. Yemek,çay,içmek için sadece bu suyu kullanıyorlarmış.. O nedenle de ayda bir olsun buraya geliyorlar.. Şehrin girişindeki eski parkta kısa bir akşam gezintisinden sonra,güneş batmak üzere ufka iyice eğilmişken, evlerimize dönmek üzere yola koyulduk.. Sivrihisar gezip görmeyi,vakit ayırmayı hak eden bir kent.. Kurtuluş Savaşı'nda defalarca Yunan işgaline uğrayan bir kent olarak yakılıp yıkılmaması sevindirici.. O güzelim evlere yazık olurdu..
Gerçi şimdi de zamanın tahribine direnemeyenlerle dolu şehrin sokakları.. Restore edilen birkaç şanslı evin yanında kurtarılmayı bekleyen pek çok mahzun ev de var..
Öğrencilerimin anne babalarının evleri de bunların arasında.. Doğdukları şehri özleyerek geldiklerini ama doğdukları evlerde kalamadıklarını üzülerek anlattılar..
Fotoğraftaki takılar Sivrihisar kuyumcularının üretimi.. Küpeleri yıllar önce Elif için,Semih'lerin dükkanından satın almıştık..O zaman Elif'e,çingene küpesi istiyorsun diye çok takılmıştım..Meğer şehrin simgelerinden biri de bu takılarmış..Sözümü yutuyorum.. Son bir şey ekleyerek yazıyı bitireyim..Pazartesi başladığım yazıyı çarşamba günü,yani bugün bitirebiliyorum..100 yıl önce bugün Batı Cephesi karargahı Sivrihisar'a taşınmış..O ev hangisiydi acaba?Hâlâ ayakta mı?Bir dahaki sefere öğreniriz umarım..