29 Aralık 2022 Perşembe
2023
"Vakt-i şerifler hayrola,
hayırlar fethola,
şerler def ola,
gönüller şâd ola !"
Yeni yılımız kutlu olsun !
31 Ekim 2022 Pazartesi
Doris Lessing
İlçe kütüphanesinde yeni bir köşe oluşturuldu..
Nobel ödüllü yazarların bütün eserleri bir arada bulunuyor..
Orada görüp merak ederek iki kitabını seçtiğim yazar Doris Lessing oldu..
Doğrusu daha önce adını da duymamıştım..
Bir keşif yolculuğu oldu,diyelim..
İlki Büyükanneler başlığı altında toplanan dört uzun hikaye (ya da kısa roman)..
Büyükanneler:
Yakın arkadaş olan iki kadın birbirlerinin oğullarına aşık olurlar ve bu ilişkiler uzun yıllar devam eder. Kadınlar, orta yaşın sonlarına gelmeleriyle bu ilişkilerin bitmesine karar verirler, ama yine de ilişkilerin bedelini ödemekten kurtulamazlar.(İnsanın gözleri faltaşı gibi açılıyor okurken..Filmi de çekilmiş,ben henüz izlemedim..)
Victoria ve Staveney Ailesi:
Fakir ve siyah bir kadının orta sınıf beyaz bir adamdan evlilik dışı bir kızı olur. Kızının daha iyi hayat şartlarına sahip olmasını dileyen kadın, onun babasına yakın olmasını ister, ama sonra kızının kendisinden tamamen kopup beyaz dünyayı tercih edeceğinden korkmaya başlar.
Bunun Sebebi:
Yaşlı On İki, çökmek üzere olan bir uygarlığın yönetici sınıfının hayattaki son üyesidir. Mükemmel bir yönetim biçiminin geliştirilmesini, ama buna rağmen sistemin çöktüğünü anlatır.(En çok bunu beğendim,biraz günümüz için izdüşümler gibi okudum..)
Aşk Çocuğu:
İkinci Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz askeri, gemisi Cape Town'da birkaç günlük bir mola verdiğinde orada tanıştığı evli bir kadına âşık olur. Bu aşkın bir geleceği olmadığını bilmesine rağmen, bu birlikteliğin sonucunda bir çocuğun doğduğundan da emindir.(Ve gidip o kadını bulma çabaları..Ama benim en çok ilginç bulduğum sömürgeci,kapitalist İngiltere'ye yöneltilen sert eleştiriler oldu..Kendi vatandaşlarını koyun sürüsü gibi gemilere doldurup Hindistan'a götürürken onların yaşadığı insanlık trajedisini öngöremeyen ve çok da konuya eğilmeyen İngiliz siyasetine eleştiri..Kendi vatandaşına bunu reva gören dünyanın geri kalanına ne yapmaz?Yaptı da zaten yıllarca hatta asırlarca..)
Doris Lessing'in ikinci kitabı olarak Son Aydınlık Yaz'ı seçmiştim..
"Dışarıdan bakıldığında nörolog kocası ve dört çocuğuyla ideal bir orta sınıf ailesine sahip olan Kate, yaşamının bir hapishaneye dönüştüğünü hissetmektedir. Sürekli güzel ve şık olmak, evini idare ederken hem kocasının hem çocuklarının sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır. Ve kendisinden bütün bunları “doğası gereği”, yani karşılıksız yapması beklenmektedir. Uluslararası bir konferansta çevirmenlik yapmak üzere İstanbul’a giden Kate, orada tanıştığı gençle sürpriz bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, Kate’in içsel dönüşümünün de başlangıcı olacaktır."
Bu hazır özet, kitabı tam anlatmıyor..Doktor olan ve sık sık yabancı ülkelerdeki kongrelere katılan ya da başka ülkelerin hastanelerinde geçici görevlerle çalışan, bu arada kendisini aldattığına da emin olduğu kocası(hatta en yakın arkadaşı ile de)ile olan yaşamınıgözden geçiren Kate,kocası yine Amerika'da bir süre çalışmak için gideceği sırada iyi bildiği Portekizce için konferans çevirmenliği teklifi alır .İstanbul'daki iş çabucak bitince de orada tanıştığı kendinden 15 yaş genç bir Amerikalıyla İspanya'ya gider.Genç adam hastalanır,rahibelerin bakımnda iyileşmeye bırakılır..Kate ülkesine döner..O da hastalanır..İyileştiğinde taşındığı bir pansiyonda tanıştığı insanlar onu yaşamını gözden geçirmeye iter..)
Kimi zaman ilgi duyarak, kiminde de yabancı eserlerde gördüğüm 'soğuk ve uzak' anlatım hissinden kurtulamadığım bir okuma oldu..
Elimde yazdan beri döne döne okuduğum kitap(lar) ise Tuğrul Pırnar'ın Baba Oğul Anıları..
İlk okumayı bitirdikten sonra ikinci kez okudum..
Üç ciltlik eser o kadar sürükleyici ve yakın tarihli ilgili bana enteresan gelen öyle anekdotlar var ki,tekrar tekrar okumaktan kendimi alamıyorum..
Ama artık onu da bir kenarda dinlenmeye bırakma zamanı geldi..
Birkaç yıl sonra tekrar okuyabilirim,umarım..
Şimdi elime Şevket Süreyya Aydemir'in Toprak Uyanırsa'sını alma vakti..
Zaten başlamıştım,şimdi adamakıllı okuma zamanı geldi..
Hele de konusunun bu topraklarda geçtiği düşünülürse..
Tabiî bu arada bizim başöğretmenlik sınavı da yaklaşıyor,ona da çalışmak lazım !..
27 Ekim 2022 Perşembe
En Büyük Bayram
"Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz."demişti..
Tam 99 yıl önce..
Ona ve eserine layık olabilene ne mutlu !..
13 Ekim 2022 Perşembe
So(m)nbahar
Ekim ortasına geldik..
Ağaçların altın rengi yaprakları yerlere düşmeye başladı..
Ayaklarımızın altında yaprak yığınlarının çıtırdayacağı günler yakın..
Benim gözümse güz çiğdemlerinin açtığını bildiğim yerlerde..
Bu yıl yaz uzun sürdü..
O nedenle onların da açmaları gecikti..
Sonunda sahne sıraları geldi..
Bütün güzellikleriyle gösteriş yapmaya başladılar..
Hakları yok değil..
Şunlara bakar mısınız?
23 Eylül 2022 Cuma
Mehmet Tuğrul Cankurt
Doğum tarihi 10 Eylül 1958..
Ölüm tarihi 20 Eylül 2022..
Biz onu hep okulun müdür yardımcısı ve resim öğretmeni Tuğrul Bey olarak bilirdik..
18 yıl önce bir trafik kazasında ağır yaralanarak omurilik felçlisi olarak yaşamak zorunda kalmıştı..
Zaman zaman bu konuda çok bilinçli tepkilerle omurilik felçlilerinin zor yaşamlarına dikkat çekmeye çalışıyor,yetkili ve ilgilililerin,onların yaşamlarını kolaylaştırıp daha konforlu hale getirebilecek cihazların alımında hasta haklarına uygun düzenlemelerin yapılması için basın açıklamaları ile konuyu hem kendisi hem bütün omurilik felçlileri için gündemde tutmaya çalışıyordu..
Ancak gündemi çok hızlı değişen ülkemizde ekranda görünme hızı ile birlikte unutuluyordu bu yardım çığlıkları ne yazık ki..
Resim öğretmeni olarak mesleğini yapabilmenin,sanatla terapinin yollarını bulmuş,birazcık duyarlı olan sağ eline bağlanan bir aparata tutturulan fırçası ile tablolar yapmış,sergiler açmıştı..
Tek çocuğu Tonguç bu arada büyümüş,hukuk fakültesini bitirerek serbest avukat olarak çalışmaya başlamıştı..
Bütün bunların gerisindeki fedakar güç,kendisi gibi öğretmen eşi Seviye Hanım da yaşamının her anında yanında olmayı sürdürüyordu..
20 Eylül 2022'ye kadar..
Kendisine bu dünyada biçilen süre sonunda bitti..
Felçli bedeni içindeki esareti sona erdi..
21 Eylül 2022'de kendisini unutmayan dostlarının da katıldığı kalabalık bir cenaze töreninden sonra toprağa verildi..
Sonunda özgür kalan ruhu şimdi sonsuzlukta..
Işıklar içinde olsun..
Güle güle Tuğrul Bey..
7 Eylül 2022 Çarşamba
The Long Hot Summer
Trt'nin tek kanallı ve siyah beyaz olduğu yıllarda bizim evde seyredilen Amerikan yapımı bir diziydi..
(William Faulkner'in üç öyküsünden toparlanan bir senaryo ile iki kez film olarak,bir kez de televizyon dizisi olarak çekilmiş..)
Jenerik akarken çalan ve aynı isimli şarkısının ilk dizesi hala kulaklarımda..
Yaz sıcaklarından bunaldıkça da aklıma gelir..
Bu yaz da boğucu ve nemli sıcaklarda kulaklarımda şarkının melodisi çınladı durdu..
Şimdi normal bir dereceye indi,biraz rahatladık..
Hoş geldin sonbahar..
29 Ağustos 2022 Pazartesi
Atatürk'ün Yaveri Cevat Abbas Gürer
Sonunda bitirdim..
Çanakkale'de 1914'te ilk kez emri altına girdiği Atatürk'ün güvenini kazanarak 24 yıl boyunca yaverliğini yapan Cevat Abbas'ın çeşitli vesilelerle kaleme aldığı anıları kitaplaştırılmış..
450 sayfalık kitapta Cevat Abbas'ın 'Komutanım' diyerek andığı Atatürk ile ilgili ilginç anlatımlar var..
En bilineni, İstanbul'a dönüşlerinde,boğazda demirlemiş işgal gemilerini görünce,"Geldikleri gibi giderler."diye mırıldandığı zaman yanında bulunan kişi yaveri Cevat Abbas'tır..
3.Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gitmek üzere görevlendirildiğinde yaverini kenara çekerek,"Cevat,şimdi beni anlayan ve bana samimiyetle bağlanacak ve işten ziyade maksadıma hakim olacak kabiliyette bir yaver ve birkaç emir subayı ve yardımcı subaylar bul !"emrini verir..
Ve otomobiline binerek dönemin Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'yı görmeye gider..
Kumandanını beklerken Cevat Abbas da karargaha alınacak subayları bir kağıda not eder..
Şişli'deki eve döndüklerinde kağıttaki isimleri komutanına okur..
Cevap,"Muvafıktır(uygundur)."olur..(sayfa 216)
Bu arada görüşmeleri sırasında Cevat Paşa,Mustafa Kemal'e sorar:"Bir şey yapacak mısın,Kemal?"
Atatürk'ün cevabını biliyoruz hepimiz:"Evet,yapacağım !"..
Anadolu'ya geçen Atatürk üç buçuk yıl süren varoluş mücadelesine atılır..
Sonunda Büyük Taarruz arifesi gelir..
19 Ağustos 1922'de Tuzgölü-Konya üzerinden hareket edecektir..
Fuat Bulca ve Cevat Abbas'ı çağırtır..
İkisi de cepheye gitmek istemektedirler..
"Sizin her ikinizin de Ankara'da işi var,alamam."diyerek dileklerini geri çevirir..
Devam eder..
"İkinizin de burada iki görevi var.Biri Ankara'da sizin gibi yakınlarımın kalması,birkaç gün için hareketimizin gizli tutulmasına hizmet edecektir.Her ikiniz de Meclis'te,şehirde görüldükçe ve benden bahsolundukça burada olduğumu muhataplarınıza temin edersiniz.Diğeri,pek zayıf bir olasılık ise de çok dikkatli takip olunacak bir iştir.TAARRUZDA MUTLAKA BAŞARILI OLACAĞIM,ancak binde bir olasılık dahi olsa,ordunun ileri geri hareketlerini burada kötü yorumlayanlar bulunabilir.(Cevat Abbas'a dönerek)Sen,Meclis'te her türlü cereyanı takip eder ve ona göre icabedenleri aydınlatırsın.Yalan dolana meydan verme,alacağın haberlere göre arkadaşları uyarırsın.(Fuat Bulca'ya)Sonra da mevki kumandanı olarak dikkatli ve daima her hadiseye karşı hazır bulun.Ankara kamuoyuna hakim ol.(Her ikisine birden)Aleyhimize göreceğiniz en ufak hareketleri bile benimseyin.Ve şifre ile bana bildirin.Alacağınız emrime göre derhal harekete geçersiniz."
30 Agustos'ta kesin sonucu alan Atatürk,İzmir'e varınca Cevat Abbas'ı çağırtır..
14 Eylül 1922 sabahı,İzmir'de,gazasını tebrik ve şükranlarını arz için söze başlayan yaverinin sözünü keserek der ki:
"Ben görevimi yaptım.Zaten bunu yapmak her Türk'e borçtu.Sen şimdi bunları bırak da gel bir kahve içelim."(sayfa 283)
Kitapta ilgi çekici olan bir bölüm de Atatürk'ün 20 Eylül 1917'de Halep'teyken kaleme alıp dönemin Sadrazamı Talat Paşa ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya telgrafla:İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Katibi Mithat Şükrü,genel merkez erkanından Doktor Nazım ve Bahattin Şakir ve birkaç kişiye daha da yaveri Cevat Abbas ile özel olarak gönderdiği rapor..
162-170.sayfalarda bulunan rapor dönemin genel durumundaki bozuklukları, nedenlerini ve çözümlerini uzun uzun sıralıyor..
Ne yazık ki,Atatürk'ün bunca çabalamasına karşılık İstanbul'dan derin bir sessizlikten başka bir cevap gelmeyecektir.
26 Ağustos 2022 Cuma
26 Ağustos 1922-2022
Bağımsızlık Savaşımızın zaferle taçlanmasının 100.yılındayız..
O günlerin ruh halini yansıtan dizeleri Yahya Kemal yazmıştı:
26 Ağustos 1922
"Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya rabbi !/
Senin uğrunda ölen ordu budur ya rabbi !/
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın/
Galip et,çünkü bu son ordusudur ya rabbi !
26 Ağustos'ta sabah 05.00'te başlayan Büyük Taarruz'un ulaştığı zaferi Atatürk şu sözlerle duyurmuştu:
"Büyük ve asil Türk Milleti,batı cephesinde 26 Ağustos 1922'de başlayan taarruz harekatı...beş gün beş gece devam etti..
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının yiğitliği,şiddeti,sürati Allah'ın yardımına vesile oldu.Zalim ve mağrur düşman ordusunun asıl unsurları akıllara dehşet verecek şekilde imha edildi."
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan
Mustafa Kemal..
29 Ağustos 1922 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde de şu satırlar yazılıdır:
"Ey Türk yürü !Yürü ki bütün bir beşeriyet,bütün bir din,bütün bir medeniyet varlığını,hayatını,şerefini senden bekliyor...Arkanda mazlum,garip bir milletin milyonları...Senin muzafferiyetin için gece gündüz gözyaşları akıtarak dua ve niyaz ediyorlar.Ey Türk,yürü ki,bütün İslamiyet gülsün !Yürü ki bütün Şark mesut olsun."
Bugün Alparslan'ın komutasındaki Türk ordusunun Malazgirt'te 1071'de kazandığı büyük zaferin de yıldönümü..
Vatanımızı bir kere daha kanımız pahasına elde edişimizin 100.yılı kutlu,kanlarını vatan uğrunda sebil eden bütün atalarımızın ruhları şad olsun !
16 Ağustos 2022 Salı
Yaz Rehaveti-VI
"Tarih bir milletin dümenidir."
Fevzi Çakmak'ın günlüklerinin 2.cildini de bitirdim..
Yukarıdaki cümle de günlükten..
6 Ocak 1919'da yazmış..
Bu 2. cilt 1 Ocak 1918'den 31 Aralık 1921'e kadar..
Aradaki bölüm yok..
Son olarak 1 Ocak 1950'den 2 Nisan 1950'ye kadarki son notları var..
Bu son notlar daha çok hastalığına yönelik..
2.cildin başındaki 1918 Ocak'ına dönersek..
Fevzi Çakmak Nablus'tadır..
Filistin Cephesinde yani..
Mehmetçiklerimizin sekizi 7 Ocak'ta çöl soğuğunda donarak şehit olur..
Temmuz'un 12'sinde de 62 derecelik sıcakta kavrulmaktadırlar..
Hatta 13 Temmuz'da sıcaklık 68 dereceyi bulur..
Zaten kendisi de ağustos başında rahatsızlanıp altı aylık hava değişimi alarak İstanbul'a döner..
Sonrasında da olaylar süratlenir..
Cephelerde destanlar yazsa da askerlerimiz,I.Dünya Savaşı'nın yeniklerinden sayılırız..
Ardından mütareke şartları bahanesi ile topraklarımız işgal edilir..
Günlüklerin her sayfası hızlandırılmrş bir tarih kitabı gibi bu acı günleri özetleyerek geçiyor..
Örneğin :"1 Kasım 1918-Enver,Talat,Cemal Paşaların firarı.Rumların Beyoğlu'nda bayrak asarak göteri yapmaları.."
"14 Aralık 1918-İspanyol nezlesi nedeniyle İstanbul'da bir ayda 1800'den fazla kişinin ölmesi.."
"15 Mayıs 1919 Perşembe-İzmir'i İngilizler Yunanlılara teslim etti.Ben,Cevat,Mustafa Kemal,üçümüz Anadolu'da mukavamete karar verdik.."
"19 Mayıs 1919 Pazartesi-Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktı.."
"27 Nisan 1920 Salı-Ankara'ya ulaştım.Büyük Millet Meclisi'nde durumu bildirdim.Kozan Milletvekilliği ve Millî Savunma Bakanlığı'nı kabul ettim.."
"3 Mayıs 1920 Pazartesi- 118 oy ile Millî Savunma Bakanı oldum ve Millî Savunma Encümenine başkan seçildim.."
"11 Ocak 1921 Salı- Yunanlılar İnönü'nden kaçıyor.(I.İnönü Zaferi).."
"1 Nisan 1921 Cuma-Düşman perişan bir surette kaçmaya mecbur edildi.(II.İnönü Zaferi).."
9 Eylül 1921 Cuma-"Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar,Yarma'dan Karapınar'a geldiler.Düşmana taarruzu ben teklif ve teşrih ettim.." geldiler
"13 Eylül 1921 Salı-Düşman tamamen Sakarya nehrinin batısına atıldı.(Sakarya Zaferi).."
"6 Aralık 1921-Salı-"Gizli celsede askeri durum hakkında izahat:Elbise noksanından taarruz edemeyiz."
350 sayfalık günlüklerde bir asır öncesinin o müthiş günleri Fevzi Çakmak'ın son derece soğukkanlılıkla kaleme aldığı kısa notlardan soluk soluğa okudum..
Büyük Taarruz ve sonrasını da okumak isterdim doğrusu..
Ancak o dönemler çalışmaya alınmamış..
12 Ağustos 2022 Cuma
Yaz Rehaveti-V
Merhum İhsan Bey'in kitaplığından okuduğum son kitap Cemalettin Taşkıran'ın hazırladığı "Ana Ben Ölmedim" oldu..
I.Dünya Savaşı'nda bütün insan gücüyle ayakta kalma savaşı veren Osmanlı Devleti ordusunun Çanakkale,Kafkas,Filistin,Irak,Galiçya,Hicaz cephelerinde savaşırken esir düşen askerlerin esaret öyküleri kaleme alınmış..
Cephenin durumuna göre Ruslara,İtalyanlara,Fransızlara,İngilizlere esir düşen Türk askeri; esaretin yıkıcılığına kendi fıtratında mevcut olan disipline riayet, vakar,tahammül,ferdî gurur,millî onurla dayanak bulmuş ve kimi kez sekiz yılı bulan esaretten sağ esen yurduna dönebildiği gibi, Anadolu'da verilen bağımsızlık mücadelesine denk düşenler de hiç tereddüt etmeden yeniden cepheye koşmuştur..
Esir kaldığı süre boyunca da sabır,tahammül,cesaret,asalet,feragat ve direnci ile her nerede olursa olsun bulunduğu bütün kamplarının yöneticilerini de kendine hayran bırakmaktan geri kalmamıştır..
Bunlardan biri Malta'daki esir kampının komutanı Albay Sitiron'dur..
İzlenimlerini kampta bulunan esir subaylardan Kuşçubaşı Eşref Bey'e şöyle açıklar:
"Burada (Malta)hemen her milletten insan var..Hepsi de aynı şekil ve usuller içinde hayatlarını sürdürüyorlar.İnsanların ferdi ve toplu özelliklerini ancak böyle felaket günlerinde anlamak mümkündür.Malta'nın bir esirler kampı haline getirildiği ilk günden beri burada komutan mevkiindeyim.Hemen hemen bütün dünya milletlerine mensup olan insanlarla temas ettim.Elimi vicdanıma koyarak ve aklımı hakem yaparak diyorum ki,siz Türkler,bu milletler arasında vakar,tahammül,disipline riayet,ferdi gurur,millî onur itibariyle bambaşka insanlarsınız.Yine affınıza sığınarak diyeceğim ki,bu duygulara ve hasletlere daha çok sahip sahip olanlar da,çoğu okumamış olan köylülerinizdir.Anlıyorum ki,başka milletlerde genel olarak ilim ve irfandan,kültür ve sanattan edinilen bu meziyetler sizde millî ve ırkî birer Allah vergisidir.Aman bunlara dikkat ediniz..."(s.165)
Köyünden kopup cepheye,oradan adını duymadığı memleketlerdeki esir kamplarına savrulan,çoğu bir daha yurduna yuvasına dönemeyen Mehmetlerimizin Kızılay,Kızılhaç,Amerikan,İngiliz,Fransız,İtalyan,Rus,Rumen raporlarında ,dönebilenlerden anılarını yazan subayların satırlarında kalan çoğu dokunaklı,iç acıtan hikayeleri "Ana Ben Ölmedim"..(İş Bankası Kültür Yayınları)
2 Ağustos 2022 Salı
Yaz Rehaveti-IV
Fevzi Çakmak'ın Günlükleri'nin birinci cildini bitirdim..
Rahmetli İhsan Bey'in kitaplığından..
29 Mart 1911'de görevlendirildiği Balkan Cephesine hareketini yazarak başlayan Fevzi Çakmak'ın notlarından Balkan Savaşı'nı;
Arnavut,Sırp,Karadağlı,Yunan,Bulgar bütün Balkan halklarının Osmanlı'ya karşı nasıl ayaklandığı,askerimizi ve ordumuzu nasıl yıprattığını acı acı ve günü gününe okudum..
Osmanlı yöneticilerinin bütün elde tutma çabalarına rağmen Balkan halklarının bağımsızlık için nasıl hazırlıklı,kararlı ve acımasız ;askerimizin yorgun,aç,çıplak,moralsiz oluşu ve Balkan bozgununun adım adım gelişini okumak insanın içini acıtıyor..
Sonra Çanakkale Cephesi'ne gönderiliyor Fevzi Çakmak..
Çanakkale'yi onun gözünden okudum..
Düşmanın Çanakkale'yi terk etmesinin ardından bu kez Erzurum,Muş,Bitlis'in işgal haberleri üzerine Doğu Anadolu'ya gönderiliyor..
Ruslar dışardan,Ermeniler içerden Anadolu topraklarında oluk gibi kan akıtmaktadır..
Bu cephelerde askerimiz bir yandan düşmanla, bir yandan eşkıya ile, bir yandan da korkunç kış koşullarıyla mücadelede destanlar yazmaktadır..
Fevzi Çakmak'ın yeni görev emri de bu arada gelir..
Şimdi de Filistin'e gönderilmektedir..
Burada da askerimiz yine asaletini gösterir ama bir yandan İngiliz ordusu,bir yandan bölgede bulunan Ermeni ve Arapların ihanetleri ,öte yandan iaşe,ibate ve cephane sorunu onu zorlamaktadır..
Bu arada hava kuvvetlerimizin ilk örnekleri Doğu Anadolu ve Filistin'de kendini gösterir..
Salim,Kemal,Fethi ve Sadık Beyler de Fevzi Çakmak'ın günlüklerinde satırlarda görünür..
Fevzi Çakmak'ın son derece sakin ve soğukkanlı bir üslupla kaleme aldığı satırlar, yüz küsur yıl önce milletimizin sırtına nasıl bir ateşten gömlek geçirildiğini pek acı şekilde gösteriyor..
Aynı ateşten gömleği elbette Fevzi Çakmak da bir komutan olarak giymek zorundadır..
Bu nedenle evi ve ailesi ile ilgili konularda onların yanında olamadığına üzülse de bunu bile adeta geçiştirir..
Örneğin mahallelerinde yangın çıkar,yüzlerce evle beraber onun evi de yanar,bir hafta sonra gidebilir ancak..
Çocuklarından ikisi vefat eder,birinde evdedir,ama diğerinde sadece haberini alabilir..
Büyükannesi vefat eder,cenazesine gidemediğini yazar..
Bunlardan söz ederken de notlarını tüm duygularından arındırır..
Günlüklerin ikinci cildi de POTA kitaplığında varmış..
Şimdi onu okumaya başladım..
28 Temmuz 2022 Perşembe
Yaz Rehaveti-III
Başöğretmenlik seminerlerine ve rahmetli İhsan Bey'in kitaplığından okumaya devam..
İzzettin Çalışlar'ın "İstiklal Savaşı Hatıraları-Sakarya Meydan Savaşı'nda 1.Grup" başlıklı harp günlüğünü okudum..
Fevzi Çakmak'ın isteğiyle hazırlanan kısa günlük(73 sayfa),tamamen askeri bilgi,rakam,harita,kroki ve notlarla doluydu..
Benim gibi kişisel ayrıntı peşindekiler için iki nokta akılda kalıcıydı..
Birincisi,yazarın kumanda ettiği askeri birliğin elinde iki top vardır ama ikisinden de tam verim alınmamaktadır..
Hatta savaşın en hararetli olduğu günlerde topun biri daima tamirdedir..
İkinci enteresan ayrıntı ise kitabın sonunda..
Sakarya Savaşı sonrası,Yunan ordusu Sakarya ırmağının batısına geçmiş,kaburga kemiklerinin kırılması pahasına hazırladığı savaş planı tam istediği gibi uygulanamayanmayan Mustafa Kemal Paşa sitemlidir..
Kimselere söylemediği sitemini kurmay başkanı ve I.grup komutanı İzzettin Çalışlar'a usulca söyleyiverir:"İzzettin Bey,Sakarya Yunan askeriyle doldu mu,suyu akmaz oldu mu?"
İzzettin Bey'in şu cümlesi de kitabın sonudur:
"Komutanımızı hayal kırıklığına uğratmıştık !"
Milletimizin ve askerimizin büyük fedakarlıklarla Yunan ordusunu Sakarya ırmağının doğusunda durdurduğu savaşın komutanlar cephesinde yaşananları aktaran satırları ne kritik anlar yaşandığını anlatması bakımından ibretle doluydu..
Yaz Rehaveti-II
Başöğretmenlik seminerlerinden yoruldukça zihnimi dinlendirmek için Merhum İhsan Bey'in kitaplığından seçtiğim ikinci kitap,Murat Bardakçı'nın Son Osmanlılar'ı oldu..
Saltanattan sefalete giden hayatlar yaşayan hanedan üyelerinin birbirinden enteresan ve ibret dolu öykülerini okudum..
Kitabın 125.sayfasında okuduğum ve zamanında epey gürültü koparan bir olayı buraya aktarayım..
Padişah torunlarından biri(Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin kızı Neslişah) 1947 yılının haziran başında İstanbul'a geldiğinde,bir dergi sahibi,"reklamını yapmak" karşılığında yüklüce bir para istemiş ama Prenses Neslişah reddetmiştir..
Bu söylenti İstanbul sosyetesinde çalkalanmaktadır..
Ancak dergiden ve sahibinden söz edilmemektedir..
O günlerde İstanbul Gazeteciler Birliği yazılı bir açıklama yapar,söylentilerden bahseder ve"Meşale ve Büyük Doğu mensuplarının birlikle alakaları olmadığını"duyurur..
Büyük Doğu'nun yayıncısı Necip Fazıl'dır..
Söylentiler iyice dallanıp budaklanınca bu kez Prenses Neslişah bir açıklama yapmak zorunda kalır,böyle bir yayın karşısında kalmaktan üzgün olduğunu,ne bizzat ne aracılıkla böyle bir başvuru olmadığını söyler..
Vaaay!
27 Temmuz 2022 Çarşamba
Yaz Rehaveti
Bu yaz benim için geçerli değil..
Okulların kapanışı ile birlikte her zamanki mezarlık ziyareti rutinim devam ediyor..
Sabah çok erken saatlerdeki ziyaretimin ardından sıcaklar basmadan eve dönüp günlük işlere bakıyorum..
Zorunlu ve can sıkıcı yaz temizliğini de bayram öncesi devreden çıkarınca kitap okumak için vakit de arttı..
I.Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında esir düşen askerlerimizin yürek burkan anılarını bitireli epey oldu..
Hindistan'dan Sibirya'ya,Mısır'dan Yunanistan'a çeşitli esir kamplarında çile dolduran binlerce Türk askerinin
hikayelerini tekrar okuyacağım,ileriki tarihlerde..
Kitaplarla ilgili izlenimlerimi de o zaman yazarım..
Yıllar süren esaret ve çekilen çilelerle dolu satırlarla dopdolu anıları peş peşe okuyunca bende uyanan duygu bu oldu..
Kimi Kanal Cephesi'nde,kimi Kafkas Cephesi'nde askerlik hizmetinde iken İngiliz ya da Rus ordusuna esir düşen bu kahramanların anılarını tekrar okuyarak onları yad etmek vicdan borcudur kanaatindeyim..
18 Temmuz itibariyle başöğretmenlik seminerleri çevrimiçi başladığı,bende de bilgisayar olmadığı için ya okulda ya da eve daha yakın bir noktada (% 100 katılımın zorunlu olduğu) seminerleri izlemem gerektiğinden tercihimi eve yakın bir nokta için kullandım..
İlçemizde 10 yıldır faaliyet gösteren POTA'nın sürekli yaz misafiri oldum..
Yaşadığımız topraklarda 101 yıl önce cereyan eden ve İstiklal Savaşı'nın önemli bir mücadelesi olan Sakarya Savaşı üzerine çalışmak üzere belediyemizce kurulan tarihi alanlar tanıtım ajansı, yaz boyunca mesai alanım oldu..
Çok yoğun bir program olarak hazırlanan başöğretmenlik seminerlerini izliyorum..
Sakarya Savaşı ağırlıklı kitaplardan oluşan kitaplığından yararlanıyorum..
POTA Koordinatörü Kadim Bey'le Sakarya Savaşı ve 101 yıl sonrasındaki projeler üzerine sohbetler cabası..
Gelelim şimdilerde neler okuduğuma..
POTA kitaplığına vaktiyle (ve iyi ki) bağışta bulunmuş olan merhum İhsan Bey'in adını taşıyan raflardan ilk dikkatimi çeken Halide Edip üzerine bir kitap oldu..
Halide Hanım üzerine ne yazılsa okuduğum için bunu da hevesle elime aldım..
Ancak Muzaffer Özekin'in kaleme aldığı kitap,Halide Hanım'ı "övmeye değil,gömmeye" niyet edilerek yazılmış..
Bu nedenle biraz şaşırarak okudum..
Halide Hanım'ın ne mandacılığı ne İngiliz ve Amerikan hayranlığı hatta casusluğu bırakılmış..
İstiklal Savaşı'ndaki varlığının aşırı ve haksızca abartıldığını savunuyor yazar..
Atatürk'e yabancı basından çeviri konusunda ( Ankara'ya geldiği 2 Nisan 1920'den itibaren) sadece üç ay çalıştığını,
her yerde yazılan hemşirelik yapmasının,Eskişehir düşmana bırakılmadan az önce ve sadece dört gün olduğunu,bunun da yaralı askerlere çay ve tütün dağıtmakla geçtiğini,
orduda bir er olarak vazife istemesi üzerine,İsmet İnönü'nün emrine verildikten sonra Duatepe'nin geri alınışı sırasında, tüfeği sırtında savaşı izleyen 'er' Halide'nin, kendisine gerçek bir er gibi siperden düşmana ateş emri veren komutanına(Şükrü Naili Paşa)kendisini mazur görmesini söyleyip sürünerek siperden geriye çekildiğini,
asker selamı verdiği ünlü fotoğrafının, Demokrat Parti'den milletvekili adayı olduğu zaman İzmir'de seçim çalışmaları sırasında verdiği bir poz olduğunu,
hatta bütün hayatının bir poz olduğunu..
İlginç bir kitaptı..
10 Haziran 2022 Cuma
Yeni Kitaplar
Okul kütüphanesi için aldığımız kitapları okumaya başladım..
Önce Seray Şahiner'in Ülker Abla'sını okudum..
Bu yılın Duygu Asena Roman Ödülü'nün sahibi olan bir kitabı kütüphanemize kazandırmışız..
Seray Hanım'ın Hanımların Dikkatine adlı öykü kitabını daha önce kütüphanemize kazandırmıştık..
Beğenerek de okumuştuk..
Bu romanda da,koca dayağından bıkan,askerdeki oğlunun bir gün kocasını öldürecek ve hapislere düşecek olabilmesi korkusuyla içi titreyen Ülker Abla da kendini gizleyebileceği bir yer arar ve bulur..
Hastanede refakatçilik yapar..
Böylece hiç dışarı çıkmadan,kocasının gözüne çarpmadan yaşayabilecektir..
Çok akıcı giden kitapta,halk ağzı ile anlatım seçildiği için küfür de kıyamet gibi..
Alışık olanlar için sorun yok;alışık olmayanlar içinse her seferinde iğne batırılmış gibi oluyor..
Ne diyelim,kadına şiddete son !
İkinci kitap Mahmut Yesari'nun ünlü Tipi Dindi'si oldu..
Varlıktan darlığa(hem de ne darlık )düşen bir ailenin büyük oğlu Macit'in ve iki kardeşinin,Müzehher ile Niyazi'nin acıklı öyküleri..
Okurken yüreğiniz burkuluyor,içiniz titriyor,zavallı ve bahtsız Müzehher'e,çocukluğunu bilmeden büyümek zorunda kalmış zavallı küçük niyazi'ye yürekten üzülüyorsunuz..
İnsanların ne kadar insafsız,acımasız,çıkarcı olabileceğini,okuduklarınıza inanamadan okuyorsunuz..
Öylesine içten ve akıcı bir dille anlatmış ki,elinizden de bırakamıyorsunuz..
Üçüncü ve dördüncü kitaplar Sait Faik'ten..
İlki, yazarın 1942'de bir ay kadar sürdürebildiği mahkeme muhabirliğinin ürünü..
Röportajlardan oluşuyor..
Kimseye kıyamayan Sait Faik'in kaleminden yolu adliyeye düşen,düşürülenlerin hikayesi:Mahkeme Kapısı..
İkinci Sait Faik kitabımız ise son öykülerini toplayan Havada Bulut..
Her zamanki gibi severek okudum ikisini de..
Şimdi elimde olansa Çanakkale Savaşı sırasında askere alınan ve Bağdat'ta İngilizlere esir düşen Hüseyin Fehmi Genişol'un anıları..
Bir asır önce yaşayan fedakar yurtseverlerin kaleminden dökülenlerden birkaç kitap daha var aldığımız..
Sırayla okuyacağım..
24 Mayıs 2022 Salı
Okuma Günlüğü
Şubattan beri okuduklarım üzerine yazmamışım..
Okumaya ara vermedim elbette..
Nedense dökümünü yapmamışım..
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla birlikte elim Cengiz Dağcı'ya gidiverdi ve okul kütüphanesinde bulunan kitaplarını okudum..Badem Dalına Asılı bebekler,Onlar Da İnsandı,Korkunç Yıllar
Oradan Halit Ziya'ya geçtim..
Aşk-ı Memnu ve Kırık Hayatlar'ı tekrar okudum..
Onları bitirince Madam Bovary'i okuyarak klasikleri tekrar okuma rutinini sürdürdüm..
Sonra kütüphanede bulunan bir yazarın kitapları elime geldi..
Naşide Gökbudak..
Hiçbir kitabını okumamıştım..
Sıdıka Hanım adı ilginç geldi..
Okudum..
Sonra onun devamı sayılabilecek Atiye'yi okudum..
İlginçti..
Aynı yazarın Feraye'si de varmış bizde..
Şimdi onu okuyorum..
Ailesinin ,bu kadarı ancak filmlerde olur,dedirtecek hikayesinin kaleme almış..
Edebiyat lezzeti epey eksik ama sürükleyici olduğu kesin bu Elazığlı ve yazmaya epeyce geç başlamış yazarın kitaplarının..
Bir taraftan da kendi kitaplığımdan Halit Ziya'nın Kırk Yıl'ını çıkardım..
İki kitap arasında birkaç sayfa oradan karıştırıyorum..
Bu arada Bahaeddin Özkişi'nin Göç Zamanı adlı kısa hikayelerini bitirdim..
Bu yazardan ilk okumamdı..
Bazı hikayeleri ilginçti..
Arada okuyup da şimdi hatırlayamadığım kitaplar da olabilir..
Demek ki pek iz bırakmamışlar..
Şimdi sanıyorum okuma sırası Halide Hanım'ın kitaplarında olacak..
Hepsini yeniden okuyacağım..
11 Mayıs 2022 Çarşamba
Leylak Güzellemesi
Kardelenle başlayan bahar sevinci,sümbül,nergis,lale derken sonunda yerini leylaklara bıraktı..
Bir yıldır özlemle beklediğimiz leylak seremonisi,senfonisi başladı..
Dolayısıyla bu yıl da keyfini çıkara çıkara leylek mevsimini yaşıyoruz..
Çok şükür..
Üstelik havalar birden ısınıp zaten pek narin olan çiçekleri birden yakıp kavurmadı da..
Zaten on beş günlük saltanatlarını keyiflerince sürüyorlar..
Doya doya seyrettik,kokladık,fotoğrafladık..
Hatta şeker ve limon suyuyla yoğurarak kavanozladık..
Bakalım ne olarak kullanacağız ?..
Yaşadığımız şehirde neyse ki leylak severler pek çok..
Bahçeli her evin bahçesinde mutlaka leylak bulunuyor..
Mezarlıkta da bol bol leylak dikilmiş..
Dolayısıyla bu güzelim çiçeğin hayranı benim gibiler baharın bu günlerinde leylak sarhoşu olarak pek mutlular..
Ve yine şanslıyız ki evimizin bulunduğu sokaktaki birkaç bahçede de leylak var..
Bazıları artık ağaç olmuşlar..
Her akşam üzeri oradan geçerken gözlere burunlara renk ve koku ziyafeti..
Hatta yan sokağımızın adı Leylak Sokağı..
Ancak büyükşehir yayasından sonra bütün sokaklar gibi onu da cadde yapmışlar..
Ancak o sokakta da hiç leylak yok !..
Okul yolumda da epeyce leylaklı bahçe var..
Oktay Rıfat'ın güzelim dizelerini mırıldanarak aralarından geçiyorum:
"Köşeyi tutan leylak kokusu
Yakamı bırak geçeyim"
O enfes kokuları başka hiçbir şeye benzemiyor..
Fotoğrafları ise onların güzelliğini tam olarak yansıtamıyor ne yazık ki..
Bizim apartmanın bahçesi olmadığı için ancak başkalarının leylaklarını kokluyoruz..
Ama mezarlıkta annemin yanı başına bir beyaz leylak diktim..
Dört yıl önce enfes kokulu çiçeklerini vermeye başladı..
Tek üzüntüm ,bu yıl nedense tek bir çiçek vermesi..
Olsun, adım başı leylak varken tek üzüntüm bu olsun..
Seneye bu güzellikleri yaşamak yine nasip olsun..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)