24 Aralık 2013 Salı

İnsan

Sözün aslını hatırlayamıyorum,neyin en iyisi ölüsüdür.Bu sabah balkona çıkıp da üst kattan aşağıya fırlatılmış bir çuval dolusu soba külünün yere çarpınca çevreye saçılıp bütün pencere önleri,balkon zemini hatta çamaşır iplerinin üzerini bile kaplayarak bir kül katmanı oluşturduğunu görünce İzmirlilerin dediği gibi "asfalyalarım" attı.O saatten beri içimden şunu tekrarlıyorum:En iyi insan ölü insandır.

 Kızgınlıkla söylenmiş saçma bir ifade olduğunu biliyorum elbette.Ancak insan düşünmeden de edemiyor, bebekliği, çocukluğu hatta gençliği o kadar güzel,saf ve temiz insanoğlu yetişkinliğe erişince neden tahammül edilemez bir yaratık haline dönüşür?

Galiba bu nedenle sokaklarda çevresiyle bağlantıyı kesip, kulağına yerleştirdiği kulaklıklarla kendi içine dönen gençlerin yanı sıra yetişkinler görmeye daha çok başladım.Demek ki insanın insandan şikayeti benim gibi pek çok kişinin ortak sıkıntısı..

Balkondaki külleri süpürüp attım,ya içimizde dolaşan yaratıkları nereye süpürüp atabileceğim?

23 Aralık 2013 Pazartesi

1. Sokak No:28 Çasuk'ların Evi

Bütün ağaçlarına,çalılarına,dikenlerine,otlarına hatta  elektrik tellerine kırağılar yağmış buz gibi bir kış gününün sabahında, yeni bir haftanın başındayız..
Hafta sonunda içimizi ısıtan bir oyun izledik: 1. Sokak No:28 Çasuk'ların Evi
İlk gösterimini 18 Aralık'ta gerçekleştiren oyunun üçüncü gösterimine gittim.
   Cina Çö oyunun hem yazarı hem yönetmeni..
Gencecik bir karın.. O gün salondaydı..Kimsenin dikkatini çekmemeye çalışarak dolanıyordu ortalıkta..
Onu girişteki oyun fotoğrafı panosundan tanıdım ,oyun boyunca da merak ettim.Acaba kendi yaşamında izler mi vardı bu oyunda? Her neyse...
Oyunun konusu , program özetinde de belirtildiği gibi,üç kardşim yaşlı annelerine bir ev yapma çabaları..
İki erkek  bir kız kardeş çocukluklarının geçtiği eski evlerini yıkıp yeni ve konforlu bir ev yaparak annelerine hediye etmek arzusundalar..
Oyun ilerledikçe artık birer yetişkin olan çocukların bencillikleri, beceriksizlikleri,sorunlarla yüzleşemeyişleri ama sonra el ele vererek annelerini sevindirmeleri anlatılıyor.
Aslında oyunda evin önemi, insanlar için anlamı üzerinde duruluyor.
Oyunu beğendim.Yönetmen ve oyuncular emek vererek güzel bir oyun hazırlamışlar.
Küçük mesajlar,minik anektodlarla dolu bir anlatım ve oldukça inandırıcı bir oyunculuk sergilenmişti.Bizim ev, aile, ev içi yaşam konularını çok işleyen Behçet Necatigil'imiz geldi aklıma:

EVİN HALLERİ

Evin yalın hali 
İster cüce, ister dev 
Camlarında perde yok 
Bomboş, ev. 

Evin -i hali, sabah, 
Geciktiniz haydi! 
Uykuların tatlandığı sularda 
Bıracaksınız evi. 

Evin -e hali, gün boyu, 
Ha gayret emektar deve! 
Sırtınızda yılların yorgunluğu 
Akşam erkenden eve. 

Evin -de hali, saadet, 
Isınmak ocaktaki alevde 
Sönmüş yıldızlara karşı 
Işıklar varsa evde. 

Evin -den hali, uzaksınız, 
Hattâ içinde yaşarken 
Aşkların, ölümlerin omzunda 
Ayrılmak varken evden.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Özcan Kurt ve Arkadaşları

İlk kez şehir mezarlığının şehitlik bölümündeyken fark ettim..Sonra yakından baktım.Bir çocuk mezarıymış...Taşın üzerinde de bu yazı:
                      Özcan Kurt ve Arkadaşları 
                                  D.Ö.1969
O günden sonra şehitliğe her uğrayışımda onları da selamlıyorum.
Hikayelerini mezarcılara sordum ama yazık ki bilen çıkmadı...
Gelen gidenleri de yok;hiç sulandıklarını veya çiçek dikildiğini görmedim.
Onlara kardelen dikeceğim, zamanını bekliyorum.

17 Aralık 2013 Salı

Tiyatro

Nafile Dünya
Birkaç yıldır güzel bir alışkanlığımız oldu.Eskişehir Şehir Tiyatroları Ankara'ya turneye geliyor.Biz de izliyoruz.Bu yıl Oktay Arayıcı'nın Nafile Dünya'sını izledik.Oyunu geçen yıl çok beğenerek izlediğim Jerry ve Tom adlı oyunun da yönetmeni olan İlhan Yazar yönetmiş.Çok beğendiğimizi hemen ekleyeyim.Politik taşlamalar örneğini bir tane daha ekleyen ve çok başarılı bulduğumuz oyun ekibi ile bize keyifli bir oyun izleme fırsatı veren Eskişehir Şehir Tiyatroları'na teşekkür ediyor ve seneye yine bekliyoruz.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Taziye

7 Aralık Cumartesi günü izlediğim oyunun adı :Taziye. Murathan Mungan'ın oyununu Diyarbakır Devlet Tiyatrosu oyuncularından izledik.Ankara'ya turneye gelmişlerdi.Daha önce izlemiştim ama acaba bir yenilik görebilir miyim diye bilet alıp gittim.Çok beğendiğimi söylemeliyim.Özellikle ışık tasarımı çok etkileyiciydi.Dekor ve kostümler de oyunun etkisini arttırmıştı.Yurdaer Okur yönetmiş,Hakan Dündar dekor tasarımını üstlenmiş,İzzettin Biçer Işık tasarımını gerçekleştirmiş,Şahmaran giysileri gibi bizi çok etkileyen giysi tasarımını Sevgi Türkay yapmış ve bir dolu insan bu projeyi bizim keyifle izleyebilmemiz için çalışmış.Hepsinin ellerine sağlık.Salon dolusu seyirci büyük bir ilgiyle izledik.Oyuncular genellikle gençlerden oluşuyordu.Oyunun görselliği içinde ellerinden geleni yaptılar.Asıl başarılı olan ise anne baba ve oğulu canlandıran oyunculardı.Özellikle oğul ve anne çok başarılıydı.Diyarbakırlıların şanslı olduğunu düşünüyorum.Çok güzel kotarılmış bir oyun var kentlerinde..Bulunduğunuz yere turneye gelecek olurlarsa da kaçırmayın derim.Fotoğraf yeterince anlatamıyor ama oyundan bir sahne ekliyorum.İyi seyirler...

9 Aralık 2013 Pazartesi

Ahmet

Hikayesini Mezarcı Ali Dayı anlatmıştı.Annesi ve kardeşiyle yaşıyormuş.Çarşıdaki dükkanında süngercilik yapıyormuş.Evet, o dükkanı ben de biliyorum.Hatta daha önceki dükkanından süngerciyi tanıyordum.Bilmediğim yönünü bir yıldan beri pazar sabahları görüyorum.İki elinde,ağır olduğu belli iki büyük poşetle mezarlığa gidiyor.Lokantalardan topladığı ekmek artıklarını iyice ufalayıp doldurduğu poşetleri getirip mezarlıktaki kuşlara serpiyor.Karga,serçe,saksağan sürüleri bu kırıntıları günlerce gagalayıp duruyor.Kuşlar,onlara yaz kış , yağmur kar demeden üstelik yaya olarak ekmek kırıntısı taşıyan Ahmet'i de tanıyorlar mı bilmem.Ama ben onu saygıyla izliyorum.Yaptığı iyiliği kimsenin gözüne sokmadan , övünmeden , sessizce ve ısrarla yapan bir insan Ahmet.Ve onu gördükçe nedense aklıma Sait Faik geliyor.Sait Faik'in Karanfiller ve Domates Suyu öyküsünün finali :
"Onu gördüm mü toparlanıyor; hayret, sevgi ve saygı ile bakıyorum. Koca yaylamızın üzerinde böyle milyon­larca insan bulunduğunu düşünüyorum."

Hatice Hanım

Geçen hafta , yağışlı ve soğuk bir akşamüstü mezarlığa giderken gördüm onu. Yol kenarında ot topluyordu.Büyük market poşetlerinden birini otla doldurmuş , diğerini yarılamıştı.Selamlaştık
Dönüşte hala oradaydı.Vakit geç olmuştu.Beni görünce artık ikisi de otla tıklım tıklım dolu poşetlerini eline aldı.Birlikte yürümeye başladık.

-Adın nedir?
-Hatice
-Hatice Hanım ne yapacaksın bunları?
-Pazarda satacağım
-Kaça?
-15 liraya satacağımı düşünüyorum
-Kimi kimsen yok mu?
-İki oğlum var.Evliler.Yedi de torunum var
-Oğulların ne iş yapıyor?
-İnşaatlarda ameleler
-Torunların okuyor mu?
-Hepsi de okuyor.İşte bu topladıklarımı satınca onlara bir şeyler alıyorum
-Birlikte mi oturuyorsunuz?
-Evet
-Maaşın var mı?
-Benim rahmetliden Bağkur maaşım var ama o da borçlara kesilince elime 200 lira geçiyor
-Başka ne iş yapıyorsun?
-Evin karşısında ekmek fırınında işçilik yapıyorum.Tam gün çalışırsam 25 lira alıyorum.Bir apartmanın merdivenlerini yıkıyorum
-Kaç yaşındasın?
-62
-Artık zor gelmiyor mu sana?
-Zor olmaz mı? Fırından iki günlüğüne izin aldım.Belim tutmuyor..Biraz dinleneyim.yine gideceğim.İşte bu arada da bunları toplayıvereyim dedim.Haftada bir de şuradaki apartmanın merdivenlerini yıkıyorum.Her gün de çöplerini döküyorum.
-Kocan?
-20 yıl önce sizlere ömür..
-Peki,belediyeden, kaymakamlıktan yardım almıyor musun?Ailen kalabalıkmış.
-Yok.O yardım benden daha çok ihtiyacı olanlara verilsin.Benim elim ayağım tutuyor.Ben çalışıyorum.Allah bana da, çocuklarıma da o yardımı almayı nasip etmesin.Geçenlerde çalıştığım fırına zabıtalar geldi.Fırındaki herkesin adını yardım listesine yazdılar ben istemedim

Yol ayrımına geldik.O evine döndü.Ben de evime yürüdüm.Bu cefakar Anadolu kadını o günden beri aklımın bir köşesinde...
Onurlu duruşu,kimseye el açmadan emeğiyle yaşamaya çalışması,söz arasında yakındığı gelinleri,kırık gönlüyle...

3 Aralık 2013 Salı

Perdeler

Bu bir ilk yazıdır
Bugün 27 Kasım Çarşamba.

Sabah annem ve babamı ziyarete gittim.
 Bâb-ı Hamuşan'da (Mevleviler mezarlığa öyle dermiş!) dünkü yağmurdan sonra ağaçlar pırıl pırıl güneş ışığı ışın çubukları halinde yerlere iniyor.Kuş seslerinden başka ses yok..Sevgili ölülerimi selamlayarak ilerledim. Bebişlerin,şehitlerin,arkadaşlarımın mezarlarını geçtim, babamın mezarı dünkü yağmurdan dolayı temizlenmeyi bekliyor..Babama seslendim,hatırını sordum, bir yandan da taşlarını silip temizledim.Sonra annemi selamlayıp hatırını sordum, o da temizlenmeyi bekliyor tabii.Temizledim. Dualarımı okuyup ruhlarına bağışladım. Misler gibi oldular. Yarın sabah yine görüşmek üzere işimin başına döndüm
  
  Köşenin başlığını perdeler koymayı düşünmüştüm . Ancak daha önce başkaları almış ben de ilk yazıma başlık olarak aldım. Yaşadığım her gün daha önce görmediğim bir şey görüyor, duyuyor veya öğreniyorum.Sanki bende sırası geldikçe aralanan perdeler var.Onlar aralandıkça,insan olma noktasına birazcık daha yaklaşıyorum gibi geliyor..Bu tesadüfleri yazmak gayesiyle başladığım yazıyı genç ölülerimizden ,ölümsüz Orhan Veli'nin dizeleriyle bitiriyorum:...Gelelim sonuncuya/Ona bağlandığım kadar/Hiçbirine bağlanmadım/Sade kadın değil,insan/Ne kibarlık budalası/Ne malda mülkte gözü var./Eşit olsak ,der,/Hür olsak,der./İnsanları sevmesini de bilir,/Yaşamayı sevdiği kadar.