Adı: Şehit Jan.Er Alparslan Sarıkaya
Baba adı:Şevki
Ana Adı:Gülşen
Doğum Yeri:Polatlı Ankara
Doğum Tarihi:31.08.1976
Şehitlik Tarihi:15.02.1999
Ruhuh şad olsun,güzel çocuk!Affet bizi,beni;çünkü yıldönümünde yanına gemeyi unuttuk(m).
Dün mezarına uğradım.Kabrine dökülmüş çam iğnelerini temizledim,suluğundaki kirli suyu temizledim.Başucunda fatihanı okudum;ama bunları yıldönümünden on bir gün sonra akıl edebildim.Başka gelenin de olmadıysa,ki öyle görünüyor;affet bizi.!
26 Şubat 2015 Perşembe
23 Şubat 2015 Pazartesi
I Puritani
Hafta sonu cumartesi operayla randevum vardı.Prömiyer olacağı için hevesle,suare olacağı için de hafif tedirginlikle yola çıktım.Akşam treniyle gidip gece yarısına doğru otobüs terminalinden İzmir,Uşak,Afyon ya da o doğrultuda gidecek hangi otobüs beni götürürse onunla gidecektim.Tedirginliğim de zaten bu dönüşün belirsizliği yüzündendi.
Neyse,hiç keyfimi kaçırmadan kendimi müziğin ve sahnedeki oyunun akışına bıraktım.
Üstelik hoş bir tesadüfle yanımda oturan hanım da operada solist olan Güzin Yıldız imiş.Yakında sahnelenecek olan Kanlı Nigar'ın provasından çıkmış,eve gitmeden önce I Puritani'nin prömiyerini izlemek istemiş.Birlikte izledik.
17.yüz yıl İngilteresinin iç savaşında yaşananlar ekseninde bir aşk ve onur öyküsünü opera havasında izledik.Oyuncuların ve solistlerin heyecanlarını da..
Gitmeden önce konu hakkında ve operanın yazılış öyküsü üzerine biraz bilgi edinmiş,daha önce sergilenen operalardan bölümler dinlemiştim.Bizimki de çok iyiydi bence.Özellikle Elvira rolünde Görkem Ezgi Yıldırım'ı çok beğendim.Hem sesi hem de oyun yeteneğiyle sahneyi doldurdu.Sevgilisi rolündeki Deniz Leone'yi bodurluğu nedeniyle yadırgadım ama lirik sesi ile görüntü uyumsuzluğunu kaybettirdi.
İki saat kırk beş dakika sonra salondan çıkabildik.
Sonra da Erzurum'dan İzmir'e giderken Ankara'da aktarma yapan bir otobüsle eve döndüm.Tedirginlige mahal yokmuş...
Neyse,hiç keyfimi kaçırmadan kendimi müziğin ve sahnedeki oyunun akışına bıraktım.
Üstelik hoş bir tesadüfle yanımda oturan hanım da operada solist olan Güzin Yıldız imiş.Yakında sahnelenecek olan Kanlı Nigar'ın provasından çıkmış,eve gitmeden önce I Puritani'nin prömiyerini izlemek istemiş.Birlikte izledik.
17.yüz yıl İngilteresinin iç savaşında yaşananlar ekseninde bir aşk ve onur öyküsünü opera havasında izledik.Oyuncuların ve solistlerin heyecanlarını da..
Gitmeden önce konu hakkında ve operanın yazılış öyküsü üzerine biraz bilgi edinmiş,daha önce sergilenen operalardan bölümler dinlemiştim.Bizimki de çok iyiydi bence.Özellikle Elvira rolünde Görkem Ezgi Yıldırım'ı çok beğendim.Hem sesi hem de oyun yeteneğiyle sahneyi doldurdu.Sevgilisi rolündeki Deniz Leone'yi bodurluğu nedeniyle yadırgadım ama lirik sesi ile görüntü uyumsuzluğunu kaybettirdi.
İki saat kırk beş dakika sonra salondan çıkabildik.
Sonra da Erzurum'dan İzmir'e giderken Ankara'da aktarma yapan bir otobüsle eve döndüm.Tedirginlige mahal yokmuş...
18 Şubat 2015 Çarşamba
Nazik'in Türküsü ya da Bu Türküler Seni Söyler Nazik Kız
23 Ocak'ta başlayıp 30 Ocak'ta zamanla yarışarak tamamladığımız belgesel çalışmasını TRT Belgesel 2015 yarışmasına gönderdik;ancak ön elemeyi geçemedik.Yine de öğrencilerimin sömestre tatillerinin bir haftasını feda ederek emek sarf ettiği bu çalışmayı ve elbette tüm samimiyetimizin aktığı acemiliğimizi izlemeye sunuyoruz.Hikaye bulunduğumuz yörede hala biliniyor ve o türkü kadınlarımız tarafından seslendiriliyor.Dün derste bir öğrencim de söyledi,annesinin bu türküyü evde söylediğini..
Konuyu araştırmaya devam yani...ve daha iyi bir belgesel çekmeye de..Biraz öğrendik bu işi,eski çekingenliğimiz yok artık...
15 Şubat 2015 Pazar
Cinderella ve Kanlı Düğün
Hafta sonu programında,cumartesi bale,pazar günü de tiyatro vardı.
Uğur'un "Ben çok beğendim!"demesi üzerine Elif'e bilet aldırmıştım 24 Ocak'taki matinesine iki tane...İstanbul'dan döndüğü güne tesadüf edecek,onu garda karşılayıp,birlikte izleyecektik...
Ancak milli yas nedeniyle tüm etkinlikler iptal edilince,onu yine garda karşılayıp birlikte eve dönmekten başka çare kalmadı.
İzleme fırsatı da 14 Şubat'a kaldı.
Tabii bu da Cordelia balesinin matinesinin iptali demek oluyor,o da ayrı...Ne diyelim,kısmet !
Her ne ise 14 Şubat'ta Cinderella'yı izledik,Elif'in arkadaşı Sevil Hanım'la birlikte...
Daha önceden sahne fotoğraflarını görmüş ve güzel bulmuştum.Gerçekten de güzel tablolardı izlediklerimiz...
Cinderella rolünde Nazlı Dirin çok güzeldi.
Üvey anne rolünde Hakan Odabaşı vardı.Neden ona vermişler ki,derken sonra anladım.Kızların her birini kollarında taşıyabilen hangi babayiğit kadın olabilir ki!İki kız omzuna asılmış veya bir kız beline kemer gibi dolanmış;ancak bir erkek yapabilirdi bunu...Doğrusu makyajla da hiç fena olmamıştı...Yıllar önce de Volkan Ersoy'u böyle bir rolde izlemiştim,o da bir kadın rolündeydi ve çok da yakıştırmıştı kendini rolüne..
Güzel bir elli dakika geçirdik.Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
Pazar günü Akün'de Kanlı Düğün'ü izleyecektim.Her zamanki gibi yetişme telaşıyla nefes nefese salona ulaştım.Salon doluydu;ama kendime önlerden yer bulamayacak kadar da değil...
Oyun Sivas Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından sahneye konulmuş ve Ankara turnesinde biz de izleme fırsatı bulduk.
Barış Erdenk yönetmiş.(Geçen sezon Hayvan Çiftliği'nden hatırladığımız yönetmen..Çok güzel bir oyundu..)
İspanyolların gururu Lorca'nın oyunu Kanlı Düğün..
Lorca'nın güzelim sözleri tek başına güzel zaten..
Oyuncular da ellerinden geleni yaptılar.Ancak oyun biraz yapay geldi nedense..Ya da her sahnesi aynı güzellikte değildi.Biraz iğreti duran birçok sahnesi vardı.
Ancak iyi bir oyuncu tanımamış da değilim:Ozan Kalkan.Çok iyiydi.Rolü giymek dediğimiz şeyi bir onda gördüm.Çok beğendim.Rolünün başından sonuna kadar,hatta selamdan sonra kulise yöneldiğinde bile yürüyüşüyle "Leonardo"idi.Tebrik ederim.Onu bundan sonra da oyunlarda görmeyi dilerim.Hatta Ankara sahnelerinde görmeyi...Umarım Ankara Devlet Tiyatrosu da onu keşfetmiştir.
Ana rolünde Fulya Ülvan,gelin ve dilenci rollerinde Filiz Demiralp(ve yönetmen yardımcısı olarak da görev almış,oyuna sahip çıkmasından belli oluyordu;ancak oyunun sarkan yerleri vardı yazık ki!)damat rolünde Ömer Eryiğit iyiydiler.Hizmetçi kadın rolündeki Filiz Uysal, rahmetli Meral Okay'a ne kadar benziyordu!
Leonardo ile Damat arasındaki bıçaklı düello sahnesi çok iyiydi!Çok güzel kotarılmıştı.Heyecanla izledik.Hatta sadece o sahne için tekrar izlenir...
Oyundan aklıma takılan bir replikle bitireyim:
"Sus!
Senin döktüğün yaşlar gözlerinden..
Benimse..
Tabanlarımdan,
Köklerimden..
Hele bir yalnız kalayım,Dört duvar içinde..
Oğlumm!"
"Kan,birkaç dakikada dökülüp kalan ömrümüzde içimize akan bir pınardır!"
Sivaslılar, bu oyunu kaçırmayın,gittiyseniz bir kez daha gidinderim.Şanslısınız!
Uğur'un "Ben çok beğendim!"demesi üzerine Elif'e bilet aldırmıştım 24 Ocak'taki matinesine iki tane...İstanbul'dan döndüğü güne tesadüf edecek,onu garda karşılayıp,birlikte izleyecektik...
Ancak milli yas nedeniyle tüm etkinlikler iptal edilince,onu yine garda karşılayıp birlikte eve dönmekten başka çare kalmadı.
İzleme fırsatı da 14 Şubat'a kaldı.
Tabii bu da Cordelia balesinin matinesinin iptali demek oluyor,o da ayrı...Ne diyelim,kısmet !
Her ne ise 14 Şubat'ta Cinderella'yı izledik,Elif'in arkadaşı Sevil Hanım'la birlikte...
Daha önceden sahne fotoğraflarını görmüş ve güzel bulmuştum.Gerçekten de güzel tablolardı izlediklerimiz...
Cinderella rolünde Nazlı Dirin çok güzeldi.
Üvey anne rolünde Hakan Odabaşı vardı.Neden ona vermişler ki,derken sonra anladım.Kızların her birini kollarında taşıyabilen hangi babayiğit kadın olabilir ki!İki kız omzuna asılmış veya bir kız beline kemer gibi dolanmış;ancak bir erkek yapabilirdi bunu...Doğrusu makyajla da hiç fena olmamıştı...Yıllar önce de Volkan Ersoy'u böyle bir rolde izlemiştim,o da bir kadın rolündeydi ve çok da yakıştırmıştı kendini rolüne..
Güzel bir elli dakika geçirdik.Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
Pazar günü Akün'de Kanlı Düğün'ü izleyecektim.Her zamanki gibi yetişme telaşıyla nefes nefese salona ulaştım.Salon doluydu;ama kendime önlerden yer bulamayacak kadar da değil...
Oyun Sivas Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından sahneye konulmuş ve Ankara turnesinde biz de izleme fırsatı bulduk.
Barış Erdenk yönetmiş.(Geçen sezon Hayvan Çiftliği'nden hatırladığımız yönetmen..Çok güzel bir oyundu..)
İspanyolların gururu Lorca'nın oyunu Kanlı Düğün..
Lorca'nın güzelim sözleri tek başına güzel zaten..
Oyuncular da ellerinden geleni yaptılar.Ancak oyun biraz yapay geldi nedense..Ya da her sahnesi aynı güzellikte değildi.Biraz iğreti duran birçok sahnesi vardı.
Ancak iyi bir oyuncu tanımamış da değilim:Ozan Kalkan.Çok iyiydi.Rolü giymek dediğimiz şeyi bir onda gördüm.Çok beğendim.Rolünün başından sonuna kadar,hatta selamdan sonra kulise yöneldiğinde bile yürüyüşüyle "Leonardo"idi.Tebrik ederim.Onu bundan sonra da oyunlarda görmeyi dilerim.Hatta Ankara sahnelerinde görmeyi...Umarım Ankara Devlet Tiyatrosu da onu keşfetmiştir.
Ana rolünde Fulya Ülvan,gelin ve dilenci rollerinde Filiz Demiralp(ve yönetmen yardımcısı olarak da görev almış,oyuna sahip çıkmasından belli oluyordu;ancak oyunun sarkan yerleri vardı yazık ki!)damat rolünde Ömer Eryiğit iyiydiler.Hizmetçi kadın rolündeki Filiz Uysal, rahmetli Meral Okay'a ne kadar benziyordu!
Leonardo ile Damat arasındaki bıçaklı düello sahnesi çok iyiydi!Çok güzel kotarılmıştı.Heyecanla izledik.Hatta sadece o sahne için tekrar izlenir...
Oyundan aklıma takılan bir replikle bitireyim:
"Sus!
Senin döktüğün yaşlar gözlerinden..
Benimse..
Tabanlarımdan,
Köklerimden..
Hele bir yalnız kalayım,Dört duvar içinde..
Oğlumm!"
"Kan,birkaç dakikada dökülüp kalan ömrümüzde içimize akan bir pınardır!"
Sivaslılar, bu oyunu kaçırmayın,gittiyseniz bir kez daha gidinderim.Şanslısınız!
10 Şubat 2015 Salı
Dışarda Kar Yağıyor
Küçük yeğenlerimi oyalamak gerekince, pencere önünde tekerleme gibi bunu söylerdik birlikte..
Dışarda kar yağıyor,dışarda kar yağıyor.....dışarda tatil yağıyor !
Kar dün akşama doğru iyice bastırdı,sabaha kadar da hiç durmadı.Beklenen açıklama akşam yapılmış olmalı ki,sabah sokakta hiç öğrenci yoktu.Ben de akşam kimseyi aramadım;nasılsa tatil olsa da olmasa da okula gideceğim.Evde bilgisayarım yok,bu nedenle bilgisayarla olan işlerimi halletmek için okula gelmem gerekiyor.
Saat sekizde evden çıktığımda işlerine gidenlerin dışında sokaklar tenhaydı.Tatil sevinciyle uykudalar galiba diye düşünüp,çevrenin güzelliğini seyrederek yarım saatlik yürüyüşle okula geldim.Kar şiirdeki gibi "dünyayı beyaz bir karanlığa gömmeye" devam ediyor.Hele de ağaçların güzelliği görmeye değer!Masal diyarında yürür gibi oluyorsunuz..
Dün internette okuduğum bir haber meğer yanıbaşımızdaki birini çok ilgilendiriyormuş.
Ankara'da Gazi Hastanesinde gerçekleşen olayda, bir kadının kulak ameliyatı yapılan 11 yaşındaki oğlunu hastanenin tuvaletinde boğduğu şeklinde verilmişti haber...
Okulumuzda yardımcı personel olarak çalışan hanımın eşinin akrabası oluyormuş o kadın ve oğlu da..
Bütün aile şoke olmuşlar.Öyle olması da gerek elbette..
İnsanın yıllar içinde yaşadığı acıların,meşakkatlerin,çilelerin ruhunda bıraktığı tortuların nasıl ve nerede patlayacağı hiç belli olmuyor.Bu kadıncağızda da öyle olmalı..
Mutsuz bir evlilik,ilgisiz bir koca,iki çocuk,dayanamayıp baba evine giden anne,çocuklarına dayanamayıp tekrar evine dönüş..
Okulda alay konusu olan kepçe kulakları nedeniyle oğlunu ameliyat ettirme arzusu,ameliyata anne oğul yalnız gidiş,ameliyattan sonra hemen hastaneden çıkarttıran kayınbirader,aynı gece çocuğun kafası şişip gözleri görmemeye başlayınca panikle hastaneye dönüş,doktorun çocuğun durumundan dolayı aileyi suçlaması,tekrar hastaneye yatırmaması..
Bütün bu olayların çıldırttığı kadının başındaki örtüyle, tuvalete götürdüğü çocuğunu boğması,hastanenin önündeki anayola çıkıp kendini arabaların altına atması,üzerinden altı otomobil geçmesi,bir yandan da "oğlumu boğdum!"feryatları,olayın ortaya çıkması üzerine annenin götürüldüğü karakolda kendini aşağı atmaya çalışması üzerine güçlükle zaptedilmesi,sonunda psikiyatri koğuşuna yatırılması..
Yaşananların etkisiyle darmadağın olan aile ve akrabalar,hepsinin üzerinde ortada kalan 9 yaşında bir çocuk;baba bilinçsiz,anne şuuurunu yitirmiş,ağabey öldürülmüş...
Dışarda kar yağıyor......
Dışarda kar yağıyor,dışarda kar yağıyor.....dışarda tatil yağıyor !
Kar dün akşama doğru iyice bastırdı,sabaha kadar da hiç durmadı.Beklenen açıklama akşam yapılmış olmalı ki,sabah sokakta hiç öğrenci yoktu.Ben de akşam kimseyi aramadım;nasılsa tatil olsa da olmasa da okula gideceğim.Evde bilgisayarım yok,bu nedenle bilgisayarla olan işlerimi halletmek için okula gelmem gerekiyor.
Saat sekizde evden çıktığımda işlerine gidenlerin dışında sokaklar tenhaydı.Tatil sevinciyle uykudalar galiba diye düşünüp,çevrenin güzelliğini seyrederek yarım saatlik yürüyüşle okula geldim.Kar şiirdeki gibi "dünyayı beyaz bir karanlığa gömmeye" devam ediyor.Hele de ağaçların güzelliği görmeye değer!Masal diyarında yürür gibi oluyorsunuz..
Dün internette okuduğum bir haber meğer yanıbaşımızdaki birini çok ilgilendiriyormuş.
Ankara'da Gazi Hastanesinde gerçekleşen olayda, bir kadının kulak ameliyatı yapılan 11 yaşındaki oğlunu hastanenin tuvaletinde boğduğu şeklinde verilmişti haber...
Okulumuzda yardımcı personel olarak çalışan hanımın eşinin akrabası oluyormuş o kadın ve oğlu da..
Bütün aile şoke olmuşlar.Öyle olması da gerek elbette..
İnsanın yıllar içinde yaşadığı acıların,meşakkatlerin,çilelerin ruhunda bıraktığı tortuların nasıl ve nerede patlayacağı hiç belli olmuyor.Bu kadıncağızda da öyle olmalı..
Mutsuz bir evlilik,ilgisiz bir koca,iki çocuk,dayanamayıp baba evine giden anne,çocuklarına dayanamayıp tekrar evine dönüş..
Okulda alay konusu olan kepçe kulakları nedeniyle oğlunu ameliyat ettirme arzusu,ameliyata anne oğul yalnız gidiş,ameliyattan sonra hemen hastaneden çıkarttıran kayınbirader,aynı gece çocuğun kafası şişip gözleri görmemeye başlayınca panikle hastaneye dönüş,doktorun çocuğun durumundan dolayı aileyi suçlaması,tekrar hastaneye yatırmaması..
Bütün bu olayların çıldırttığı kadının başındaki örtüyle, tuvalete götürdüğü çocuğunu boğması,hastanenin önündeki anayola çıkıp kendini arabaların altına atması,üzerinden altı otomobil geçmesi,bir yandan da "oğlumu boğdum!"feryatları,olayın ortaya çıkması üzerine annenin götürüldüğü karakolda kendini aşağı atmaya çalışması üzerine güçlükle zaptedilmesi,sonunda psikiyatri koğuşuna yatırılması..
Yaşananların etkisiyle darmadağın olan aile ve akrabalar,hepsinin üzerinde ortada kalan 9 yaşında bir çocuk;baba bilinçsiz,anne şuuurunu yitirmiş,ağabey öldürülmüş...
Dışarda kar yağıyor......
Sevgili Hayat
Geçen pazar günü izlediğim oyunun adı bu..
İstanbul Devlet Tiyatrosunun Ankara turnesine gönderdiği oyunu..
İyi ki göndermişler.İyi bir genç oyuncuyu izlemiş ve tanımış olduk:Ebru Aktürk Evren'i.
Oyun iki kişilik.
Karşısında deneyimli bir oyuncu vardı:Yeşim Gül.
İstiklal Savaşı sırasında İzmir'de yaşayan iki Rum kadının hikayesi anlatılıyor oyunda..Şarkı söyleyerek geçinen,geçinmeye ve hayatta kalmaya çalışan bu kadınların hikayesini izledik.
Funda Özşener'in yazdığı oyunu Metin Belgin yönetmiş,Nalan Alaylı dekor ve kostümlerini,Serhat Akın ışıkları hazırlamışlar.Stelyo Berber müziklerde danışmanlık etmiş.Hepsinin ellerine sağlık..Bir saat boyunca sade ve mütevazi bir anlayışla hazırlanan oyunu keyifle izledik.
Ancak başta da belirttiğim gibi genç oyuncu Ebru Aytürk Evren'i çok beğendim.Başka oyunlarda da performansını görmeyi çok isterim.
Sevgili Hayat'ı izlemek için biraz erkence geldiğim Küçük Tiyatro'nun fuayesinde, hoş bir tesadüfle,bir gün önce izlediğim Nihayet Bitti'nin oyuncusu Tolga Demiralp,anne ve babası ile gelmiş,oyun vaktini bekliyordu.
Selam verip oyununu izlediğimi,kendisini burada görmekten memnun olduğumu söyledim ve önceki gün izlediğim oyunundan dolayı kutladım.
Oyunda biraz durgunca bulduğumu,oyun öncesi onu etkileyen bir şey olup olmadığını sordum.
Büyük bir içtenlik ve tevazu ile oyundan önceki gece ateşlenip hastaneye gittiğini,ilaçlar sayesinde oyuna yetiştirildiğini;bu halinin oyuna biraz yansımış olduğunu,yine de beğenildiyse kendisi için sevinç kaynağı olacağını söyledi.
Oyunda kullanılan fotoğrafların kendisine ait olduğunu,bunun için ayrıca bir çalışma yaptıklarını,şu an oyunun seyirci oranının iyi olduğunu,turneye çıkılmasının düşünüldüğünü de ekledi.
Omurilik felçlisi olduğunu,eğer kaza geçirmese bilgisayar mühendisliği yerine konservatuar eğitimi almak istediğini(Bilkent'i bitirmiş),yine de bu şekilde de olsa oyuncu olarak tiyatro bünyesine katılma fırsatı bulabildiğini,altı yıl önce Gitar adlı oyunla da sahne aldığını(izlememişim !),bu oyununun da kapalı gişe oynamasından memnun olduğunu,oyun öncesindeki kısa sohbetimizde anlattı.
Oyun saati gelince birbirimize "İyi seyirler"dileyerek yerlerimize geçtik.
Oyun sonunda tekrar karşılaştık.Nasıl bulduğumu sordu.Oyunu beğendiğimi ama en çok genç oyuncu Ebru Aytürk Evren'i beğendiğimi söyledim.O da oyunu beğendiğini söyledi.Karşılıklı olarak telefon numaralarımızı alıp verdik.Tekrar görüşmek dileğiyle vedalaşıp ayrıldık.
İstanbul Devlet Tiyatrosunun Ankara turnesine gönderdiği oyunu..
İyi ki göndermişler.İyi bir genç oyuncuyu izlemiş ve tanımış olduk:Ebru Aktürk Evren'i.
Oyun iki kişilik.
Karşısında deneyimli bir oyuncu vardı:Yeşim Gül.
İstiklal Savaşı sırasında İzmir'de yaşayan iki Rum kadının hikayesi anlatılıyor oyunda..Şarkı söyleyerek geçinen,geçinmeye ve hayatta kalmaya çalışan bu kadınların hikayesini izledik.
Funda Özşener'in yazdığı oyunu Metin Belgin yönetmiş,Nalan Alaylı dekor ve kostümlerini,Serhat Akın ışıkları hazırlamışlar.Stelyo Berber müziklerde danışmanlık etmiş.Hepsinin ellerine sağlık..Bir saat boyunca sade ve mütevazi bir anlayışla hazırlanan oyunu keyifle izledik.
Ancak başta da belirttiğim gibi genç oyuncu Ebru Aytürk Evren'i çok beğendim.Başka oyunlarda da performansını görmeyi çok isterim.
Sevgili Hayat'ı izlemek için biraz erkence geldiğim Küçük Tiyatro'nun fuayesinde, hoş bir tesadüfle,bir gün önce izlediğim Nihayet Bitti'nin oyuncusu Tolga Demiralp,anne ve babası ile gelmiş,oyun vaktini bekliyordu.
Selam verip oyununu izlediğimi,kendisini burada görmekten memnun olduğumu söyledim ve önceki gün izlediğim oyunundan dolayı kutladım.
Oyunda biraz durgunca bulduğumu,oyun öncesi onu etkileyen bir şey olup olmadığını sordum.
Büyük bir içtenlik ve tevazu ile oyundan önceki gece ateşlenip hastaneye gittiğini,ilaçlar sayesinde oyuna yetiştirildiğini;bu halinin oyuna biraz yansımış olduğunu,yine de beğenildiyse kendisi için sevinç kaynağı olacağını söyledi.
Oyunda kullanılan fotoğrafların kendisine ait olduğunu,bunun için ayrıca bir çalışma yaptıklarını,şu an oyunun seyirci oranının iyi olduğunu,turneye çıkılmasının düşünüldüğünü de ekledi.
Omurilik felçlisi olduğunu,eğer kaza geçirmese bilgisayar mühendisliği yerine konservatuar eğitimi almak istediğini(Bilkent'i bitirmiş),yine de bu şekilde de olsa oyuncu olarak tiyatro bünyesine katılma fırsatı bulabildiğini,altı yıl önce Gitar adlı oyunla da sahne aldığını(izlememişim !),bu oyununun da kapalı gişe oynamasından memnun olduğunu,oyun öncesindeki kısa sohbetimizde anlattı.
Oyun saati gelince birbirimize "İyi seyirler"dileyerek yerlerimize geçtik.
Oyun sonunda tekrar karşılaştık.Nasıl bulduğumu sordu.Oyunu beğendiğimi ama en çok genç oyuncu Ebru Aytürk Evren'i beğendiğimi söyledim.O da oyunu beğendiğini söyledi.Karşılıklı olarak telefon numaralarımızı alıp verdik.Tekrar görüşmek dileğiyle vedalaşıp ayrıldık.
9 Şubat 2015 Pazartesi
Nihayet Bitti
Hafta sonu tiyatro izledim.Cumartesi günü İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi'nde Nihayet Bitti adlı oyunun matinesindeydim.
Peter Turrini'nin yazdığı oyunu Sibel Arslan Yaşilay dilimize çevirmiş,Murat Çidamlı yönetmiş.Gözde Yavuz dekor ve kostüm tasarımını yapmış.Mehmet Yaşayan ışıklarını,Onur Yüce müziklerini,Tufan Taştan ve Süleyman Demirel video art tasarımını hazırlamışlar.
Tolga Demiralp de oynadı.
Tek kişilik ve tek perdelik oyunlardan...
İntihar etmeye karar veren bir adamın son anlarını anlatıyor ve kendisiyle,hayatla hesaplaşmasını...
Oyuncunun omurilik felçlisi olması, oyunun en belirgin özelliği...
Zaten bu nedenle kapalı gişe oynuyor.
Emeklerine sağlık...
Peter Turrini'nin yazdığı oyunu Sibel Arslan Yaşilay dilimize çevirmiş,Murat Çidamlı yönetmiş.Gözde Yavuz dekor ve kostüm tasarımını yapmış.Mehmet Yaşayan ışıklarını,Onur Yüce müziklerini,Tufan Taştan ve Süleyman Demirel video art tasarımını hazırlamışlar.
Tolga Demiralp de oynadı.
Tek kişilik ve tek perdelik oyunlardan...
İntihar etmeye karar veren bir adamın son anlarını anlatıyor ve kendisiyle,hayatla hesaplaşmasını...
Oyuncunun omurilik felçlisi olması, oyunun en belirgin özelliği...
Zaten bu nedenle kapalı gişe oynuyor.
Emeklerine sağlık...
Döne Hanım
Pazar günü Ankara'ya gitmek için öğle saatinde kalkan banliyö trenine bindiğimde,her zamanki gibi,her yer doluydu.Yine insanlar bilet almadıkları çocuklarını tezgaha ürün yerleştirir gibi koltuklara dağıtmış,istiflerini bozmadan bir biletle üç beş kişi yolculuğa hazırlanıyorlar,ayakta kalanları da pek umursamıyorlardı.Yer bakınırken bir öğrencim ayağa kalkıp selamladı,yerini vermek istedi.Nasılsa bulurum,diyerek,ona yerine oturmasını söyleyip, vagon boyunca ilerlemeye başladım.
Az ilerde altmış yaşlarında bir teyzecik oturmuş,yanındaki koltuğa da poşetlerini oturtmuştu."Kimse gelecek mi?"diye sordum.Poşetlerini kaldırıp bana yer verdi.Yanına oturduğumda da "Bir erkek gelmesin" diye böyle yaptığını,benim gelmeme memnun olduğunu söyledi.Ordan burdan konuşmaya başladık.
Bütün hayat hikayesini Sincan'a gidene dek anlattı.
25 yaşındayken babası onu "Çamuru duvara vurur gibi" 75 yaşındaki bir adama vermiş."O zaman babaya karşı çıkmak yok tabii!"Kaderine razı olmuş.110 yaşında ölen kocasının son yedi yılında yatalak olmasına rağmen "Her hizmetini görmüş,hatta öldüğünde aramış!"
Kendi çocuğu olmamış.Zaten evlendiği adamın,anneleri doğumda ölen dördüzleri varmış.Onlara annelik etmiş,büyütmüş,evlendirmiş.Şimdi de eşinden ayrılan üvey oğlunun çocuklarıyla yaşıyormuş.Torunların büyüğü kadın berberinde çalışıyormuş.Ortancasını Kazan'da "Süleymancılar"ın Kuran kursuna yatılı vermişler.Anaokuluna giden 6 yaşındaki küçük torun da onunla kalıyormuş.Oğlu Kazakistan'da bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışıyormuş ancak çoçuklarını görmek için çok seyrek geliyormuş ve şimdi de memlekete gelip de çocuklarını görmediği için oğlunu çıkışmak için bu yolculuğa çıkmış.
Arada Hakkari'de karı koca polis olan diğer üvey oğluna da onların iki küçük çocuğunun bakımında yardımcı olmak için gidiyormuş ama " Artık hepsine yetişemiyorum." dedi.
Şeker hastasıymış.Hapla idare edemez olunca doktoru iğneye geçirmiş.
Kocasından bir ev kalmış,orada oturuyormuş,torunlarla..Üvey oğulları o evi satmaya kalkmışlar ama "Ben ölene kadar durun,sonra ne yaparsanız yapın."demiş.
"İyi ki yanıma sen oturdun,insan erkek yolcunun yanında böyle rahat edemiyor"dedi.
Üvey çocuklarını büyütürken salça yapıp satmış,çocuk bakmış,"Öğretmenlerin çok yardımını gördüm" dedi.Salçalarını,üvey çocuklarının okullarındaki öğretmenlere satmış,yıllarca...Çocuklarına baktığı bir aile de onu sigortalatmış.Böylece emekli maaşı olmuş,şimdi eline 650 lira geçiyormuş."Yetiyor da artıyor bile,torunların babası,pek sık gelmez ama parayı da hiç yollamazlık etmez;onların her ihtiyacını görür.Paradan yana gailemiz yok ama,aması var işte..."dedi.
Torunların annesi olan gelinin beş yıldır çocuklarıyla hiç ilgilenmediğini,buna da çok üzüldüğünü,ne yapsa çocukların yüzünü güldüremediğini,gelinin kendi babasının bu yaşananlardan dolayı kalp hastası olduğunu anlattı,anlattı,anlattı.
Hatta gelininin altı kız kardeşi olduğunu,hepsinin de aynı anda kocaların ve çocuklarını terk ettiklerini,neye uğradığını şaşıran babalarının onları evlatlıktan reddettiğini,zaten bu gelinin daha orta okul öğrencisiyken bu üvey oğluna kaçtığını,zorlayarak liseyi bitirttiğini,"Benim gibi olmasın,dedim.Bak,benim okumuşluğum yok,nereye gideceğimi,nerede ineceğimi hep yanımdakine soruyorum."
Hayat onu yormuş ama "Bugünümüze çok şükür,Allah beterinden korusun,kimseye muhtaç etmesin,hele de beni !"diyerek ne yaparsa yapsın üvey anne olmaktan kurtulamadığını,yine de çocuklarını ve torunlarını çok benimsediğini söylerken Sincan'a gelmiştik.Adını sordum."Benim adım Döne " dedi.Onu tanımaktan dolayı memnun olduğumu söyledim."Ben de memnun oldum.Allah senden razı olsun.Hakkını helal et,beni dinledin."dedi.O Etimesgut'taki evine doğru yola çıktı,ben de Küçük Tiyatro'daki Sevgili Hayat oyununa...
Az ilerde altmış yaşlarında bir teyzecik oturmuş,yanındaki koltuğa da poşetlerini oturtmuştu."Kimse gelecek mi?"diye sordum.Poşetlerini kaldırıp bana yer verdi.Yanına oturduğumda da "Bir erkek gelmesin" diye böyle yaptığını,benim gelmeme memnun olduğunu söyledi.Ordan burdan konuşmaya başladık.
Bütün hayat hikayesini Sincan'a gidene dek anlattı.
25 yaşındayken babası onu "Çamuru duvara vurur gibi" 75 yaşındaki bir adama vermiş."O zaman babaya karşı çıkmak yok tabii!"Kaderine razı olmuş.110 yaşında ölen kocasının son yedi yılında yatalak olmasına rağmen "Her hizmetini görmüş,hatta öldüğünde aramış!"
Kendi çocuğu olmamış.Zaten evlendiği adamın,anneleri doğumda ölen dördüzleri varmış.Onlara annelik etmiş,büyütmüş,evlendirmiş.Şimdi de eşinden ayrılan üvey oğlunun çocuklarıyla yaşıyormuş.Torunların büyüğü kadın berberinde çalışıyormuş.Ortancasını Kazan'da "Süleymancılar"ın Kuran kursuna yatılı vermişler.Anaokuluna giden 6 yaşındaki küçük torun da onunla kalıyormuş.Oğlu Kazakistan'da bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışıyormuş ancak çoçuklarını görmek için çok seyrek geliyormuş ve şimdi de memlekete gelip de çocuklarını görmediği için oğlunu çıkışmak için bu yolculuğa çıkmış.
Arada Hakkari'de karı koca polis olan diğer üvey oğluna da onların iki küçük çocuğunun bakımında yardımcı olmak için gidiyormuş ama " Artık hepsine yetişemiyorum." dedi.
Şeker hastasıymış.Hapla idare edemez olunca doktoru iğneye geçirmiş.
Kocasından bir ev kalmış,orada oturuyormuş,torunlarla..Üvey oğulları o evi satmaya kalkmışlar ama "Ben ölene kadar durun,sonra ne yaparsanız yapın."demiş.
"İyi ki yanıma sen oturdun,insan erkek yolcunun yanında böyle rahat edemiyor"dedi.
Üvey çocuklarını büyütürken salça yapıp satmış,çocuk bakmış,"Öğretmenlerin çok yardımını gördüm" dedi.Salçalarını,üvey çocuklarının okullarındaki öğretmenlere satmış,yıllarca...Çocuklarına baktığı bir aile de onu sigortalatmış.Böylece emekli maaşı olmuş,şimdi eline 650 lira geçiyormuş."Yetiyor da artıyor bile,torunların babası,pek sık gelmez ama parayı da hiç yollamazlık etmez;onların her ihtiyacını görür.Paradan yana gailemiz yok ama,aması var işte..."dedi.
Torunların annesi olan gelinin beş yıldır çocuklarıyla hiç ilgilenmediğini,buna da çok üzüldüğünü,ne yapsa çocukların yüzünü güldüremediğini,gelinin kendi babasının bu yaşananlardan dolayı kalp hastası olduğunu anlattı,anlattı,anlattı.
Hatta gelininin altı kız kardeşi olduğunu,hepsinin de aynı anda kocaların ve çocuklarını terk ettiklerini,neye uğradığını şaşıran babalarının onları evlatlıktan reddettiğini,zaten bu gelinin daha orta okul öğrencisiyken bu üvey oğluna kaçtığını,zorlayarak liseyi bitirttiğini,"Benim gibi olmasın,dedim.Bak,benim okumuşluğum yok,nereye gideceğimi,nerede ineceğimi hep yanımdakine soruyorum."
Hayat onu yormuş ama "Bugünümüze çok şükür,Allah beterinden korusun,kimseye muhtaç etmesin,hele de beni !"diyerek ne yaparsa yapsın üvey anne olmaktan kurtulamadığını,yine de çocuklarını ve torunlarını çok benimsediğini söylerken Sincan'a gelmiştik.Adını sordum."Benim adım Döne " dedi.Onu tanımaktan dolayı memnun olduğumu söyledim."Ben de memnun oldum.Allah senden razı olsun.Hakkını helal et,beni dinledin."dedi.O Etimesgut'taki evine doğru yola çıktı,ben de Küçük Tiyatro'daki Sevgili Hayat oyununa...
6 Şubat 2015 Cuma
Türküler Seni Söyler Nazik Kız
Karne tatiliyle birlikte, uzun zamandır planladığım, belgesel çekme işine başladım.
Dört sene önce okuma kulübümüzün üyesi bir hanım,söz arasında bir öykü anlatmıştı,beni çok etkileyen..
Geçen sene de tarih yürüyüşleri sırasında Atatürk'ün gazilik ünvanı almasına sebep olan olayın yaşandığı Gazi Tepe'de, başka bir hanım aynı öyküyü başka bir köye ait olarak anlatınca,hatta orada bulunan bir başka hanım da bir başka köyde de aynı öykünün anlatıldığını söyleyince merak adip araştırmaya başladım.
Sakarya Savaşı sırasında,Yunan ordusu geri çekilirken köylerde yağma ve zulüm faaliyetine girişir.Tabii bu arada yanlarında esir olarak insanlarımızın bir kısmını eşya taşımak,ganimet olarak alınan sürüleri gütmek veya kılavuzluk yaptırmak için;kadınları ve kızların bazılarını ise bedenlerinden yararlanmak için alır götürür.Bu bilgiler Tetkik-i Mezalim Komisyonu raporlarında tespit edilmiştir.O tutanaklarda yazmayan ise bu yaşananlarla ilgili yöre halkının yarattığı hikayelerdir.Birbirinden farklı köylerde birbirinin aynısı hikayeler...
Üstelik internette yazan bilgi doğru ise,aynı öykü Edirne'den Balıkesir'e,Bolu'ya,Afyon'a,Kütahya'ya,Konya'ya,Çankırı'ya,Kayseri'ye kadar birçok bölgede anlatılıyor imiş.Hepsi de birbirinin aynısı olan öyküler şeklinde...
Bütün bu öykülerin kahramanı olan Nazik köyünün en güzel kızlarındandır.Sakarya Savaşı sırasında köylerine de gelen düşman ordusundan bir asker onu saklandığı yerden çıkarıp Yunanıstan'a götürür.Kendisine aşık olan bu askerle evlenen Nazik'in geçen yıllar içinde üç de çocuğu olur.Ancak köyüne dönme arzusunu içinden çıkaramaz.Sonunda aradığı fırsatı bulur.Bir gemiye biner.Türkiye'ye doğru yola çıkar.Çocukları da peşini bırakmamış,onunla birlikte gemiye gelmiştir.Ancak Nazik onları köyüne götüremeyeceğini düşünür.Düşman askerinden olan bu çocukları köylüsü kabul etmeyecektir.Çaresiz,çocuklarını denize bırakır.Türkiye topraklarına ayak bastıktan sonra köyüne kadar çileli bir yolculuk onu beklemektedir.Sonunda köyüne gelebilir; ama onda da derman kalmaz.Çok geçmeden son nefesini verir.Başından geçenleri öğrenen köyünün kadınları,bu talıhsiz kız için bir türkü yakarlar.İşte 90 yıldır söylenen türkünün hikayesi budur.
Ben de bu hikayeyi Çekirdeksiz,İnler,Uzunbeyli,Günyüzü-Ayvalı köylerinin hanımlarından dinledim.
Kamera önüne geçenler kendileri anlattı,öyküyü..Bazı hanımlar çekindi,onların anlatımını da yazılı olarak belgeselimize koyduk
Yeğenim,arkadaşı ve eski bir öğrencim de küçük bir canlandırmada rol aldılar.Nazik'in köyündeki günlerini,kaçırılışını,köyüne dönüşünü ve son nefesini verişini canlandırdık,mahallemizdeki bahçeli eski bir evde...
Altı günde bir yandan çekim yapıp bir yandan iki öğrencimle montajını yaptığımız belgesele Öğretmen Zeynep Telli Hanım da güzel sesiyle katıldı.Öğrenebildiğimiz kadarıyla yazabildiğimiz türküyü o seslendirdi.
TRT Belgesel Yarışması'nın son günü olan 30 Ocak günü saat 17.00'da bitirebildiğimiz belgeselimizi postaya verdik.
Ertesi gün de belgeselimizin yapımında çalışanlarla;belediye başkanı,yardımcıları,kültür müdürü,halkla ilişkiler müdürü,yerel basın görevlilerinin katıldığı bir ön gösterim düzenledik.
Şimdi ön eleme sonuçların bekliyoruz.
Dört sene önce okuma kulübümüzün üyesi bir hanım,söz arasında bir öykü anlatmıştı,beni çok etkileyen..
Geçen sene de tarih yürüyüşleri sırasında Atatürk'ün gazilik ünvanı almasına sebep olan olayın yaşandığı Gazi Tepe'de, başka bir hanım aynı öyküyü başka bir köye ait olarak anlatınca,hatta orada bulunan bir başka hanım da bir başka köyde de aynı öykünün anlatıldığını söyleyince merak adip araştırmaya başladım.
Sakarya Savaşı sırasında,Yunan ordusu geri çekilirken köylerde yağma ve zulüm faaliyetine girişir.Tabii bu arada yanlarında esir olarak insanlarımızın bir kısmını eşya taşımak,ganimet olarak alınan sürüleri gütmek veya kılavuzluk yaptırmak için;kadınları ve kızların bazılarını ise bedenlerinden yararlanmak için alır götürür.Bu bilgiler Tetkik-i Mezalim Komisyonu raporlarında tespit edilmiştir.O tutanaklarda yazmayan ise bu yaşananlarla ilgili yöre halkının yarattığı hikayelerdir.Birbirinden farklı köylerde birbirinin aynısı hikayeler...
Üstelik internette yazan bilgi doğru ise,aynı öykü Edirne'den Balıkesir'e,Bolu'ya,Afyon'a,Kütahya'ya,Konya'ya,Çankırı'ya,Kayseri'ye kadar birçok bölgede anlatılıyor imiş.Hepsi de birbirinin aynısı olan öyküler şeklinde...
Bütün bu öykülerin kahramanı olan Nazik köyünün en güzel kızlarındandır.Sakarya Savaşı sırasında köylerine de gelen düşman ordusundan bir asker onu saklandığı yerden çıkarıp Yunanıstan'a götürür.Kendisine aşık olan bu askerle evlenen Nazik'in geçen yıllar içinde üç de çocuğu olur.Ancak köyüne dönme arzusunu içinden çıkaramaz.Sonunda aradığı fırsatı bulur.Bir gemiye biner.Türkiye'ye doğru yola çıkar.Çocukları da peşini bırakmamış,onunla birlikte gemiye gelmiştir.Ancak Nazik onları köyüne götüremeyeceğini düşünür.Düşman askerinden olan bu çocukları köylüsü kabul etmeyecektir.Çaresiz,çocuklarını denize bırakır.Türkiye topraklarına ayak bastıktan sonra köyüne kadar çileli bir yolculuk onu beklemektedir.Sonunda köyüne gelebilir; ama onda da derman kalmaz.Çok geçmeden son nefesini verir.Başından geçenleri öğrenen köyünün kadınları,bu talıhsiz kız için bir türkü yakarlar.İşte 90 yıldır söylenen türkünün hikayesi budur.
Ben de bu hikayeyi Çekirdeksiz,İnler,Uzunbeyli,Günyüzü-Ayvalı köylerinin hanımlarından dinledim.
Kamera önüne geçenler kendileri anlattı,öyküyü..Bazı hanımlar çekindi,onların anlatımını da yazılı olarak belgeselimize koyduk
Yeğenim,arkadaşı ve eski bir öğrencim de küçük bir canlandırmada rol aldılar.Nazik'in köyündeki günlerini,kaçırılışını,köyüne dönüşünü ve son nefesini verişini canlandırdık,mahallemizdeki bahçeli eski bir evde...
Altı günde bir yandan çekim yapıp bir yandan iki öğrencimle montajını yaptığımız belgesele Öğretmen Zeynep Telli Hanım da güzel sesiyle katıldı.Öğrenebildiğimiz kadarıyla yazabildiğimiz türküyü o seslendirdi.
TRT Belgesel Yarışması'nın son günü olan 30 Ocak günü saat 17.00'da bitirebildiğimiz belgeselimizi postaya verdik.
Ertesi gün de belgeselimizin yapımında çalışanlarla;belediye başkanı,yardımcıları,kültür müdürü,halkla ilişkiler müdürü,yerel basın görevlilerinin katıldığı bir ön gösterim düzenledik.
Şimdi ön eleme sonuçların bekliyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)