Pazar günü Ankara'ya gitmek için öğle saatinde kalkan banliyö trenine bindiğimde,her zamanki gibi,her yer doluydu.Yine insanlar bilet almadıkları çocuklarını tezgaha ürün yerleştirir gibi koltuklara dağıtmış,istiflerini bozmadan bir biletle üç beş kişi yolculuğa hazırlanıyorlar,ayakta kalanları da pek umursamıyorlardı.Yer bakınırken bir öğrencim ayağa kalkıp selamladı,yerini vermek istedi.Nasılsa bulurum,diyerek,ona yerine oturmasını söyleyip, vagon boyunca ilerlemeye başladım.
Az ilerde altmış yaşlarında bir teyzecik oturmuş,yanındaki koltuğa da poşetlerini oturtmuştu."Kimse gelecek mi?"diye sordum.Poşetlerini kaldırıp bana yer verdi.Yanına oturduğumda da "Bir erkek gelmesin" diye böyle yaptığını,benim gelmeme memnun olduğunu söyledi.Ordan burdan konuşmaya başladık.
Bütün hayat hikayesini Sincan'a gidene dek anlattı.
25 yaşındayken babası onu "Çamuru duvara vurur gibi" 75 yaşındaki bir adama vermiş."O zaman babaya karşı çıkmak yok tabii!"Kaderine razı olmuş.110 yaşında ölen kocasının son yedi yılında yatalak olmasına rağmen "Her hizmetini görmüş,hatta öldüğünde aramış!"
Kendi çocuğu olmamış.Zaten evlendiği adamın,anneleri doğumda ölen dördüzleri varmış.Onlara annelik etmiş,büyütmüş,evlendirmiş.Şimdi de eşinden ayrılan üvey oğlunun çocuklarıyla yaşıyormuş.Torunların büyüğü kadın berberinde çalışıyormuş.Ortancasını Kazan'da "Süleymancılar"ın Kuran kursuna yatılı vermişler.Anaokuluna giden 6 yaşındaki küçük torun da onunla kalıyormuş.Oğlu Kazakistan'da bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışıyormuş ancak çoçuklarını görmek için çok seyrek geliyormuş ve şimdi de memlekete gelip de çocuklarını görmediği için oğlunu çıkışmak için bu yolculuğa çıkmış.
Arada Hakkari'de karı koca polis olan diğer üvey oğluna da onların iki küçük çocuğunun bakımında yardımcı olmak için gidiyormuş ama " Artık hepsine yetişemiyorum." dedi.
Şeker hastasıymış.Hapla idare edemez olunca doktoru iğneye geçirmiş.
Kocasından bir ev kalmış,orada oturuyormuş,torunlarla..Üvey oğulları o evi satmaya kalkmışlar ama "Ben ölene kadar durun,sonra ne yaparsanız yapın."demiş.
"İyi ki yanıma sen oturdun,insan erkek yolcunun yanında böyle rahat edemiyor"dedi.
Üvey çocuklarını büyütürken salça yapıp satmış,çocuk bakmış,"Öğretmenlerin çok yardımını gördüm" dedi.Salçalarını,üvey çocuklarının okullarındaki öğretmenlere satmış,yıllarca...Çocuklarına baktığı bir aile de onu sigortalatmış.Böylece emekli maaşı olmuş,şimdi eline 650 lira geçiyormuş."Yetiyor da artıyor bile,torunların babası,pek sık gelmez ama parayı da hiç yollamazlık etmez;onların her ihtiyacını görür.Paradan yana gailemiz yok ama,aması var işte..."dedi.
Torunların annesi olan gelinin beş yıldır çocuklarıyla hiç ilgilenmediğini,buna da çok üzüldüğünü,ne yapsa çocukların yüzünü güldüremediğini,gelinin kendi babasının bu yaşananlardan dolayı kalp hastası olduğunu anlattı,anlattı,anlattı.
Hatta gelininin altı kız kardeşi olduğunu,hepsinin de aynı anda kocaların ve çocuklarını terk ettiklerini,neye uğradığını şaşıran babalarının onları evlatlıktan reddettiğini,zaten bu gelinin daha orta okul öğrencisiyken bu üvey oğluna kaçtığını,zorlayarak liseyi bitirttiğini,"Benim gibi olmasın,dedim.Bak,benim okumuşluğum yok,nereye gideceğimi,nerede ineceğimi hep yanımdakine soruyorum."
Hayat onu yormuş ama "Bugünümüze çok şükür,Allah beterinden korusun,kimseye muhtaç etmesin,hele de beni !"diyerek ne yaparsa yapsın üvey anne olmaktan kurtulamadığını,yine de çocuklarını ve torunlarını çok benimsediğini söylerken Sincan'a gelmiştik.Adını sordum."Benim adım Döne " dedi.Onu tanımaktan dolayı memnun olduğumu söyledim."Ben de memnun oldum.Allah senden razı olsun.Hakkını helal et,beni dinledin."dedi.O Etimesgut'taki evine doğru yola çıktı,ben de Küçük Tiyatro'daki Sevgili Hayat oyununa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder