25 Eylül 2020 Cuma

Okumaya Devam

Halk Kütüphanesinin biyografi,anı,gezi raflarında gezinmeye devam.. Son aldığım kitaplardan biri Bizim Caddeden Portreler adını taşıyor.. 1949-1960 yılları arasında haftalık yayınlanan Hafta mecmuasının okuyucularına sürekli röportaj örnekleri olarak sunduğu bir dizi.. Dokuz ay süren yazı dizisinde ünlü edebiyatçılar,gazeteciler,müzisyenler,ressamlar ya da toplumun tanıdığı ünlü simalarla görüşülmüş.. Örneğin Mazhar Osman Uzman ile,Yaşar Doğu ile,Zati Sungur ile,Fahrettin Kerim Gökay ile.. Bu kitapta da yapılan bu dizinin edebiyatçılar ve gazetecilerle olan bölümü bir araya toplanmış.. İsim sıralaması da kura usulü ile yapılmış ve birinci sıra Refik Halit Karay'a çıkmış.. Sonra sırasıyla Esat Mahmut Karakurt.Vala Nurettin,Peyami Safa,Etem İzzet Benice,Ercüment Ekram Talu,Necip Fazıl Kısakürek,Faruk Nafiz Çamlıbel,Abdullah Ziya Kozanoğlu,Nihal Atsız,Reşat Nuri Güntekin,İbnülemin Mahmut Kemal İnal,Hüseyin Cahit Yalçın,Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Neyzen Tevfik var.. Gazeteci veya karikatüristlerse şöyle sıralanmış: Ahmet Emin Yalman,Nadir Nadi,Doğan Nadi,Burhan Felek,Ramiz,Hikmet Feridun Es,Sururi,Mümtaz Faik Fenik,Bedii Faik,Sadun Galip Savcı,Cihat Baban,Server İskit,Necmettin Sadak.. Bugün artık adını söylemediğimiz hatta bilmediğimiz isimlerin kendilerini anlatmaları ilginçti.. Sayfalar arasından işaretlediklerim şöyle: Vala Nurettin,kendisine Üsküdar'da üç odalı bir ev almış.. Hayatta en mesut olduğu günün o gün olduğunu söylerken de eklemiş"Böylece fakrühalin tarifine eriştim." "Yanibugün başımı sokacak bir evim var artık ama bu durum eskiden tarif edilen fakirlik ölçüsüdür." Tarihi romanlar yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun ilhamdan söz ederken söylediklerini de çizmişim: "Ben ilhamı başka bir şey olarak kabul ediyorum.Ben bazı dimağların,geçmiş vakaları bazı anlarında tekrar yaşadıklarına kaniyim.İşte bence ilham budur.Bu imanım yüzündendir ki yazdığım romanların birer hakikat olduğuna inanırım." Nihal Atsız,kendisini en sevindiren ve en üzen şeyler sorulduğunda verdiği cevap şu: "En çok sevindiren hadise II.İnönü Zaferinin kazanılmasıdır.Ağlatan şey ise,soğuk bir kış gecesi maltepe'deki evlerinde su olmadığı için eşiyle birlikte ellerine tenekeleri alıp mahalle çeşmesine giderken kar üzerine oturan mehmetçiklerin yemek yediklerini görmesidir.Karı koca ikisi de gözyaşlarını tutamamışlar." Röportajdan çok anket havasında giden yazı dizisinin Reşat Nuri bölümünde çizdiklerim: "Babası Reşat Nuri'ye 'vampir' dermiş.Geceleri küçüklüğünden beri çok seven ve yalnız geceleri çalışan Reşat Nuri,güneş doğduktan sonra bir karış suratla gezer,hiç konuşmaz,gülmezmiş." Bir başka şey de yazarın sigara tiryakiliği.. Bunun etkili olduğu akciğer kanserinden vefat eden yazar,kaç paket içtiğini de belirtmiş:"İçtiğim sigara günde dört paketten aşağı düşmez." Bir tanesi de şu oldu: Reşat Nuri,Gizli El romanında aslında I.Dünya Savaşındaki vurguncuları yazmak istemiş;fakat dönemin sansürü nedeniyle Dersaadet gazetesinde tefrikaya başlanan romanının bölümleri bembeyaz çıkmış.Bu nedenle yazar eserini bir aşk romanına çevirmiş.Yani romandaki vurguncu eli,bir kadın eline dönüşmüş. Bu arada kendisine boy ve kilosu sorulduğunda verdiği cevap da şu:"Boyum 1.63,kilom 60-61.. Kısa boyluymuş.. Sıra Yakup Kadri'de.. Annesi Mısırlı,babası Manisalı Karaosmanzadelerden Kadri Bey olan Yakup Kadri,karakterinin teşekkülünde en çok kimin tesirinde kaldığı sorusuna şöyle cevap verir:"Annem !" İlk yazısını 19 yaşındayken yazar:Nirvana. Ertesi yıl bir hikayesi bir dergide yayınlanır:Bir Kadın Meselesi.. İlk romanı olan Nur Baba'yı da 22 yaşında kaleme almış.. "Bektaşilik o zaman resmen tanınmış ve yayılmış bir tarikatti.Bektaşiliğin iç yüzünü anlatan eserimi tabiî neşredemezdim.Ancak sekiz yıl sonra kitap halinde çıkarabildim." Sonrasında şunları yazıyor: "Gazeteciliğe başladığı yıllarda Üsküdar Lisesi'nde edebiyat ve felsefe öğretmenliği de yapan yazar,Millî Mücadele'ye katılıp sivil istihbaratta çalışmış.. Düşmanların çekilirken yaktığı 600'e yakın köyün vaziyetini ve yapılan mezalimi tespit için Halide Edip ve Yusuf Akçura ile birlikte aylarca Haymana ovasından başlayıp batıya doğru köy köy dolaşırlar.Yaban romanı o cefalı ve acı günlerin Türk edebiyatına kazındırdığı bir hediyedir." Yakup kadri,gazetecilik günlerinden birine ait bir anısını anlatmış: "İkdam gazetesinde çalışırken bir ramazan gecesi kendisi de dahil bütün gazete mensupları ile Vakit gazetesi yazarlarını toplayıp Divan-ı Harp'e götürmüşler.Sebebin ne olduğunu hiçbiri bilmiyormuş.Ertesi gün Divan-ı Harp kurulmuş ve ifadeleri alınmaya başlanmış.Tabiî suçlarının ne olduğunu bilmedikleri için bir şey söyleyemiyorlarmış.Nihayet mahkeme başkanı meşhur Kürt Mustafa Paşa bağırmış:'Yüzüme ne öyle bakıyorsunuz?Gazetenizde Anadolu'da,Millî Mücadele'ye katılan bir adam hakkında Paşa demişsiniz.Bu ne cesaret !Onların bütün paşalıkları kaldırılmıştır !' Bu azarı işiten gazetecilerin hepsini ertesi günü salıverirler. ".. Bir başka anısı da şu: "Yine aynı günlerde İstanbul'daki işgal kuvvetlerinin askerlerinden oluşan bir sansür heyeti vardı ki,bizim gazeteler ekseriyetle yarı yarıya beyaz çıkardı.Hatta bir defasında işgal kuvvetlerine eğilimli görünen Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin aleyhinde yayın yaptık diye beni,Ahmet Haşim'i ve Falih Rıfkı'yı mahkemeye vermişlerdi." Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın üzeri camlı masasının içinde bulunan bir şiir söyleşiyi yapan Oğuz Özdeş'in dikkatini çeker,sorar.. Süleyman Nesib'in Hakikate Doğru adlı şiiridir.Şöyledir: "Anlat bize ey nur-ı hakikat,bizi kandır Anlat ki yalan,hepsi yalan,hepsi yalandır Anlat ki adalet,medeniyet gibi sözler Derken,yine kan,yine kan,hak namına kuvvet Artık yeter,insanlığa insanlığı öğret !" Hikmet Feridun Es'in kendisiyle söyleşen Sezai Soelli'ye söyledikleri de ilginçti: "Mark Twain'i bilir misiniz?Manasız icatlara yüz binlerce dolar yatırdığı halde,kendisini milyoner yapacak olan telefona on para yatırmak istemedi. Bizim zenginlerimiz de sinemacılığımızda onun gibi.mark Twain'in telefona duyduğu ümitsizliği duyuyorlar.Olmadık işlere yatırdıkları paranın bir kısmını filmciliğe yatırsalar,birkaç sene içinde sinemacılığımız milyonlarla oynayan geniş bir iş haline gelir." İskit yayınevi'nin kurucusu Server İskit de gazete tiryakiliğinin olup olmadığını soran Oğuz Özdeş'e şöyle demiş: "Eskiden alaturka şekercilerin çırakları Çankırılı olurmuş.Bunlar memleketten hamhalat gelirlermiş.Dükkana gelir gelmez ustaları ilk iş olarak onları karşısına alır,patlatıncaya kadar şeker,lokum yedirirlermiş.Tabiî ondan sonra çırak şekerden nefret eder,bir daha elini sürmezmiş.Ben de basın Yayın Müdürü iken o kadar çok gazete okudum ki,şekerci çırağına döndüm." Söyleşiyi yapan isimler de bugün edebiyatımızın önemli isimleri sayılıyor:Oğuz Özdeş,Recep Bilginer,Soyhan Bilbaşar,Sezai Solelli.. Güzel,keyifle okunan bir kitaptı.. İkinci kitap bir Trabzonlu'nun Trabzon'u anlattığı "Trabzon'un Yaşlı Bakkalı- Mumhaneönü" adını taşıyan Mustafa Reşat Sümerkan'ın kaleminden.. Çocukluğunda babası ile her hafta pazara gitmekle görevlendirilen yazar girişte kitabını niçin yazdığını,bu konuda bir araştırmaya niçin başladığını şöyle anlatıyor: "Dünya gözlerimizin önünde giderek artan bir hızla değişiyor.İnsanlar farklılaşıyor,ilişkiler başkalaşıyor.Binalarıyla,yollarıyla,ağaçlarıyla,koca bir kent;ömrün yarısı süresince tanınmaz hale geliyor.Özellikle kentler için elden ele dolaşan zorunlu bir yönetmelik var sanki.Her yerde aynısı uygulanıyor.Ne kadar eski,az katlı bina varsa yıkılacak..Yerine apartmanlar dikilecek..Yollar genişletilecek,yenileri açılacak.Arabalar rahatça,zahmetsizce ve hızla gidecek..Yollardaki parkeler,kaldırım taşları tümüyle sökülüp atılacak.Geçmişte bu şehri kullananların ayak izlerinden,yaşadıkları binalardan eser kalmayacak..Dedelerimizin,babalarımızın gölgelerindeki sohbetlerine tanıklık eden ağaçlar bile yok edilecek ki,kentin hiçbir döneminden tanık kalmasın ! Bu kentlerde yaşayan biz elli yaşın üzerindekiler,yeni atanmış memurlar gibiyiz.Anılarımızda yeri olmayan mekanları,yolları,yüzleri bir yerlerden hatırlıyormuş gibi bakınıp,bir ömür geçirdiğimiz kenti tanımaya çalışıyoruz." Doğru söze ne denir.. O Trabzon'da yitip gidenlere ağıt tutturmuş kitabında.. Biz de yaşadığımız kentte aynı duygular içindeyiz.. Hatta ülkemizin yaşadığı değişiklikler karşısında..

18 Eylül 2020 Cuma

Kitaplar Arasında

İlçe Halk kütüphanesinden aldığım kitapların ilki Kemal Öztürk'ün kaleminden 'Halide '.. Yine Halide Edip Adıvar üzerine.. Diğerlerinden farkı aralarında daha önce görmediklerimin de olduğu fotoğraflarla yüklü bir kitap oluşu.. Bir de Halide Hanım'ın torunu Ömer Sayar'ın anlatımlarına yer verilmesi.. Bir dönemi ve o dönemin en etkili isimlerinden biri olan Halide Hanım'ı merak edenler için ilginç bir çalışma.. İkinci kitap gazeteci Orhan Karaveli'nin 'Berlin'in Yalnız Kadınları'.. Milliyet Gazetesinin başına geçen Abdi İpekçi,o dönemin genç gazetecisi Orhan Deliveli'yi Almanya'ya göndermeye karar verir.. Tarih 1955'tir.. II.Dünya Savaşı'nın üzerinden on yıl geçmiş,savaşın yaraları biraz sarılmış,acılar biraz küllenmiştir.. Baştan başa harabeye dönmüş olan Berlin'de aralıklarla üç yıl kalan gazeteci Deliveli, fotoğraflar eşliğinde, bir ülkenin tekrar nasıl ayağa kalktığını içinde yaşayarak anlatıyor Türkiye'deki okurlara.. Özellikle kadınlar üzerinden bir anlatım bu.. Savaşın acılarını en çok yaşayanlar onlar çünkü.. Savaşta babalarını,kocalarını,çocuklarını yitirmişler önce.. Öyle ki savaş sonunda Almanya'da nüfusun yüzde yetmişi hatta sekseni kadındır.. Sonra savaşın bitmiyle birlikte o karışık günlerde işgal askerlerinin tecavüzlerine katlanmak zorunda kalırlar.. Elbette bunun ardından da tecavüz çocuklarının doğumu gelir.. Büyük bir bölümü kiliselere terk edilir o çocukların ve bu konu hiç konuşulmaz.. Sonra sıra harabeye dönen kentin yıkıntılarını temizlemey gelir.. Yine kadınlar işbaşı yaparlar.. Yıkıntıları temizler,işe yarayacak her tuğlayı temizler,her çiviyi düzeltir,her demiri,tahtayı bir kenara istif ederler.. Bu arada karınlarını doyurmak için boş olan her araziye sebze ekerler.. Örneğin parlamento binasının hemen önüne.. Fotoğraflarda var.. Ruhlardaki harabat ise zamana muhtaçtır.. Kimsenin kendini düşünecek vakti yoktur zaten.. Isınmak lazımdır,doymak lazımdır,giyinmek lazımdır.. Bir de aşağılanmış,örselenmiş ruhlarının iyileşmesi için sabırla zamanın geçmesi lazımdır elbette.. Ama gençlerin sabrı olmaz pek.. O halde önce onlar eğlensinler.. Böylece eğlence yerleri ufaktan açılmaya,gençler biraz kendilerini unutmaya başlar.. İşte bizim gazeteci de tam o günlerde onların arasındadır.. Kendisi de henüz 26 yaşındadır.. Berlin'de bulunan küçük bir Türk grubu vardır,hepi topu 30 kişi.. Çeşitli zamanlarda gelmiş ve kalmış olan 30 Türk.. Çoğu da yaşlı,, Onlarla da bağlantı kurar.. Savaş sonrası bir ülkenin ve halkının ruhunu anlamaya çalışır.. Sonunda "kalbinin kocaman bir bölümünü orada bırakarak" Türkiye'ye döner.. O yıllarda haber yazıları olarak gazetede yayınlanan bu izlenimler,yıllar sonra kitaplaşır.. Güzel,etkileyici,bilgilendirici bir okumaydı.. Üçüncü kitap,rafta görünce"Haydi,bir daha okuyayım."diyerek aldığım,Cengiz Aytmatov'un ünlü romanı 'Selvi Boylum Al Yazmalım".. Zaten incecik,zaten konuyu neredeyse ezbere biliyoruz,zaten filmini milyon kere seyretmişiz,zaten daha önce okumuşuz.. Ama yine etkiledi Aysel'in(filmde Asya),İlyas'ın,Baytemir'in(filmde Cemşit) hikayesi.. Son kitap henüz elimde,bitmedi.. Azeri yazar Anar Rızayev'in 'Sıraselviler'de Bir Otel Odası' adlı hikaye kitabı.. Sonradan fark ettim,bunu birkaç yıl önce okumuşum.. İkinci okuyuş oldu böylece..

8 Eylül 2020 Salı

Bireyselden Toplumsala Halide Edip Hanım

Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları adlı anı kitabına konuk ettiği son isim,Halide Hanım.. Meşrutiyet'ten sonraki günlerde,Tanin gazetesinin 2.sayfasının baş sütunundaki bir yazının sonunda gördüğü imza gözlerinin açılmasına ve yazıyı daha bir dikkatle okumasına neden olur.. İmza Halide Salih'tir.. O zamana kadar hiçbir kadında böyle kendi adının sonuna babasının veya kocasının adını eklemek gibi bir özellik görmemiştir ve bu bir yeniliktir,Yakup Kadri'ye göre.. Ayrıca yeni olan sadece imzadeğildir,Halide Hanım özgün ve şahsiyetli bir yazır olduğunun da ipuçlarını vermektedir o yazısında.. Yakup kadri artık hergün gazeteleri,dergileri başka bir merakla taramakta,Halide Hanım'ın başka yazılarını da okumak arzusu duymaktadır.. Çok geçmeden Halide Hanım'ın Harap Mabetler başlıklı mensur şiir örneği yazıları yine Tanin'de yayınlanmaya başlayınca"çocuk gibi baydam etmiş ve o nesirleri acayip bir 'cezbe 'ye tutularak adeta şarkı çağırar gibi yüksek sesle okumaya koyulmuştum.." "Büsbütün başka bir dille konuşan bu hanımın sesi sıcak,yumuşak,kırık,dökük bir kadın sesiydi ve içe dokunan bir şeyler mırıldanıyordu kulağa.." Yakup kadri de sanat kaygısını ön plana aldığı o yıllarda Erenlerin Bağından adlı mensur şiirleriyle aynı çizgide yazmayı sürdürmektedir.. Türk edebiyatına "tatlı bir serinlik,yeni bir hayal iklimi" açan Halide Hanım romanları yazmaya da başlar,Seviyye Talip ve Handan tefrika edilir.. Bu romanlarda Yakup kadri'nin dikkatini çeken şu olmuştur:"Gelmiş geçmiş bütün (neredeyse hepsi de erkek olan) romancılarımızın ezeli konusu olan aşk,bir cinsel buhran olmakan çıkıp destani bir kalp savaşı şekline girmiştir." Hem de erkek veya kadın kahramanlar, hangisinin yenildiği belli olmayan kahramanlar gibidir.. Bu arada Halide Hanım,kendisinin üzerine yeni bir eş almak isteyen kocasının bu isteğine karşı çıkıp,boşanmış ve iki çocuğunun alıp baba evine dönmüştür.. Artık Halide Edip adını kullanmaktadır,babasının adını kendi adına ekleyerek.. Ve çok sevdiği eşinini kendisine yaşattığı bu trajedi onu çok sarsmıştır.. Yakup Kadri,bunları bilmeden,Handan romanının 'otobiyografyaya benziyor'diye,çok sevdiği romana bir gençelik eleştirisi kaleme alınca en yakın arkadaşlarından Celal Sahir bile ona küser,bu saygısızlığı için.. Oysa Yakup kadri hem konuyu bilmimiktedir;hem romandaki çok başarılı bulduğu, yazarın böyle bir macerayı bizzat yaşayıp,yarattığı kişileri kendi kendi ruhunda mayalandırarak çıkarmışcasına büyük bir gerçeklik ve canlılıkla anlatabilme başarısı olduğunu vurgulamaktır.. Ama derdini anlatamaz.. Bu eleştiriyi okuyan Halide Hanım da darılmıştır.. Türk Ocağı'na gittiği bir Hamdullah Suphi'nin neredeyse zorla soktuğu bir odada Halide Hanım,Hüseyin Cahit ve Nakiye Hanım ile sohbet etmektedir..Hamdullah Suphi,Yakup kadri'yi onlara takdim ettiğinde "üçü birden suspus olup önlerine bakakaldılar." Neyse ki halide Hanım,kinci davranmaz.. Kenan Çobanları adlı peyesini sahneye koyduğu bir sırada,Yakupkadri'yi Türk Ocağı'na çağırarak fikrini alır.. Barışırlar.. Yakup kadri'nin dikkatini çeken şey ise,hâlâ,Handan romanının baş kahramanı Handan ile,Halide Hanım arasında bulduğu benzerliklerdir.. Bir de "dudaklarının acımsı çizgisi".. Bu arada çok çalışkan bir yazar olarak Halide Hanım,peşpeşe romanlar çıkarmaktadır.. Ancak Yakup kadri,hâlâ Handan ve Seviyye Talip'i daha çok beğenmektedir.. Bu arada gelişen olaylara paralel olarak iki yazar da büyük değişimler geçirirler.. Sanat kaygısını biricik kaygı olarak ön plana almayı bırakıp "Millî Mücadele'nin büyük rüzgarı" onları alıp " memleket gerçeklerinin ortasına sürükler.".. Yakup kadri,Halide Hanım için söyleyeceklerinin bundan sonrasını siyasi hatıralarını yazdığı kitabına bırakıyor.. Şimdi onu bulup okumak gerek..

4 Eylül 2020 Cuma

Fikri Hür,İrfanı Hür,Vicdanı Hür Şair: Tevfik Fikret

 Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'ndan aktarımlara devam..

Bir gün Yahya Kemal ve Rıza Tevfik ile birlikte Tevfik Fikret'in 'âşiyan'ına giderler..

Galatasaray Lisesi'ndeki müdürlüğünden uzaklaştırılan Fikret,Robert Lisesi'nde Türkçe öğretmeni olmuştur ve o gün de okuldadır..

Onun gelişini bahçede sohbet ederek beklerler..

Onunla ilk kez karşılaşacak olan Yakup Kadri heyecanlıdır..

Biraz da tedirgin..

Onu 'âşiyan'ına tünemiş bir tavus kuşuna benzetmiştir bir yazısında çünkü..

Az sonra da Fikret gelir..

"Uzunca boylu,geniş omuzlu,henüz genç görünen,yüzünün sert çizgileri,gözlerinin keskin bakışları ve bir kartal yavrusunun gagasını andıran burnuna rağmen hiç de haşin bir hali olmayan bir adamdır.."

"Hatta ilk bakışta onu pek sade,yumuşak belki biraz da silik " bulur Yakup kadri..

Evine davet eder..

İçerisinin döşenişi o zamana kadar bildiği evlerden hiçbirine benzememektedir..son derece özel ve özgündür..Eve adeta Servet-i Fünun şiirinin damgası basılmıştır..

O sırada Fikret ilk kez karşılaştığı Yakup Kadri ve Yahya Kemal'i dikkatle incelemektedir..

Az sonra önce Yakup Kadri'ye,yazılarını zevkle okuduğunu,kendisini tavus kuşuna benzettiği makalesini dahi çok beğendiğini söyler..

Yahya Kemal'e de kendisi hakkında övgüler işittiğini ama henüz hiçbir şiirini okumak fırsatı bulamadığını ..

Nazik,kibar ev sahibinin ,Rıza Tevfik'in Abdülhak Hamit'in bir şiirinden yola çıkarak yaptığı espriye gülmeyerek bir edebiyat dersi vermesi onun ciddiyeti üzerine bir fikir verir..

Hüseyin Cahit'in sözünün edilmesi de kendisiyle aynı yoldan iken dönenlere karşı ne kadar sert olabileceği üzerine..

Hüseyin Cahit için "O Tanin değil,cenin !"der..

İttihat ve Terakki için "İrtikap ve Tedenni Çetesi "..

Kendisini Galatasaray Müdürlüğünden aldıkları zaman da
Tanin gazetesinde bir protesto yazar:


"Benim irfanım bundan böyle,terk-i tabiiyet etmiştir !"..

Aradan zaman geçer..

I.Dünya Savaşı'nın ikinci yılında Tevfik


Fikret'e ada vapurunda rast gelir..Tek başınadır..Çökmüş,zayıflamış,bitkin ve ıstıraplı bir hali vardır..Kendisini hiç iyi hissetmediğini,bir süredir Heybeliadada hava değişimine gittiğini ama bir işe yaramadığını,ıstıraplarının giderek arttığını,eğer savaş yüzünden yollar kapanmasa oğlunun yanına gideceğini,herhalde orada derdine bir çare bulunacağını söylerken bile sancıdan kıvranmaktadır..

Ömrü boyunca mücadele içinde bozgundan bozguna uğrayarak vaktinden önce yıpranmış, ihtiyarlamış bir şairdir artık..





1 Eylül 2020 Salı

Bir Tanzimat Efendisi, Bir Çınar Süleyman Nazif

 Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım'ından izlenimleri aktarmaya devam..

İstanbul'un işgal edildiği gün "Kara Bir Gün "başlıklı bir yazı kaleme alarak milletin yüreğindeki nefreti ve tepkiyi gösteren,

Pierre Loti adına düzenlenen bir törende yaptığı konuşma ile gönülleri fetheden,

Gazetelere yazdığı makalelerdeki üslubu ile Yakup Kadri'de derin bir takdir hissi uyandıran Süleyman Nazif , onun ifadesiyle,"Osmanlı mimarisinde Sinan ne ise, Osmanlı nesrinde en özlü belagat yazılarını kaleme alan tek yazardır."

Kimseleri beğenmeyen Ahmet Haşim'in beğenip,"çınar"olarak nitelediği isimdir..

Üslup,dile özen konularındaki titizliği dillere destandır..Örneğin "yapmak "fiilinin her yere yapıştırılmasına ,"Şu yapmak fiili çıkalı birçok şey yıkıldı."diyecek kadar karşıdır..

Dili de sivridir..

Entellektüel Snobizm Meraklısı Cenap Şahabettin

 Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım adlı kitabından aktarımlara devam..

Sıra Cenap Şahabettin'de..

Yakup Kadri onunla ilk kez İskenderiye'den İzmir'e gelmek için bindiği vapurda karşılaşır..

Şiirlerini çok beğendiği sanatçıyla tanışmak için fırsat gözler,durur..

Bu arada vapurda onu adeta göz hapsine almıştır..

Bunun farkına varır Cenap Şahabettin..

O da tüm cesaretini toplayarak kendini tanıtır..

O andan sonra da hayal kırımlığı başlar..

O büyük şairden kendisini şiir ve sanat göklerine uçuracak sohbetler beklerken,Cenap Bey sadece gündelik bahislerden dem vurur..

Sonraki zamanlarda da bir araya gelirler ama her seferinde aynı tavrı gösterir..

Hele Millî Mücadele döneminde tam bir basiretsizlik örneği olarak Ali Kemal'in Peyam-ı Sabah gazetesindeki yazılarında adeta işgali destekler..

Zaferden sonra da unutuluşun gölgelerinde silinir gider..