25 Eylül 2020 Cuma

Okumaya Devam

Halk Kütüphanesinin biyografi,anı,gezi raflarında gezinmeye devam.. Son aldığım kitaplardan biri Bizim Caddeden Portreler adını taşıyor.. 1949-1960 yılları arasında haftalık yayınlanan Hafta mecmuasının okuyucularına sürekli röportaj örnekleri olarak sunduğu bir dizi.. Dokuz ay süren yazı dizisinde ünlü edebiyatçılar,gazeteciler,müzisyenler,ressamlar ya da toplumun tanıdığı ünlü simalarla görüşülmüş.. Örneğin Mazhar Osman Uzman ile,Yaşar Doğu ile,Zati Sungur ile,Fahrettin Kerim Gökay ile.. Bu kitapta da yapılan bu dizinin edebiyatçılar ve gazetecilerle olan bölümü bir araya toplanmış.. İsim sıralaması da kura usulü ile yapılmış ve birinci sıra Refik Halit Karay'a çıkmış.. Sonra sırasıyla Esat Mahmut Karakurt.Vala Nurettin,Peyami Safa,Etem İzzet Benice,Ercüment Ekram Talu,Necip Fazıl Kısakürek,Faruk Nafiz Çamlıbel,Abdullah Ziya Kozanoğlu,Nihal Atsız,Reşat Nuri Güntekin,İbnülemin Mahmut Kemal İnal,Hüseyin Cahit Yalçın,Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Neyzen Tevfik var.. Gazeteci veya karikatüristlerse şöyle sıralanmış: Ahmet Emin Yalman,Nadir Nadi,Doğan Nadi,Burhan Felek,Ramiz,Hikmet Feridun Es,Sururi,Mümtaz Faik Fenik,Bedii Faik,Sadun Galip Savcı,Cihat Baban,Server İskit,Necmettin Sadak.. Bugün artık adını söylemediğimiz hatta bilmediğimiz isimlerin kendilerini anlatmaları ilginçti.. Sayfalar arasından işaretlediklerim şöyle: Vala Nurettin,kendisine Üsküdar'da üç odalı bir ev almış.. Hayatta en mesut olduğu günün o gün olduğunu söylerken de eklemiş"Böylece fakrühalin tarifine eriştim." "Yanibugün başımı sokacak bir evim var artık ama bu durum eskiden tarif edilen fakirlik ölçüsüdür." Tarihi romanlar yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun ilhamdan söz ederken söylediklerini de çizmişim: "Ben ilhamı başka bir şey olarak kabul ediyorum.Ben bazı dimağların,geçmiş vakaları bazı anlarında tekrar yaşadıklarına kaniyim.İşte bence ilham budur.Bu imanım yüzündendir ki yazdığım romanların birer hakikat olduğuna inanırım." Nihal Atsız,kendisini en sevindiren ve en üzen şeyler sorulduğunda verdiği cevap şu: "En çok sevindiren hadise II.İnönü Zaferinin kazanılmasıdır.Ağlatan şey ise,soğuk bir kış gecesi maltepe'deki evlerinde su olmadığı için eşiyle birlikte ellerine tenekeleri alıp mahalle çeşmesine giderken kar üzerine oturan mehmetçiklerin yemek yediklerini görmesidir.Karı koca ikisi de gözyaşlarını tutamamışlar." Röportajdan çok anket havasında giden yazı dizisinin Reşat Nuri bölümünde çizdiklerim: "Babası Reşat Nuri'ye 'vampir' dermiş.Geceleri küçüklüğünden beri çok seven ve yalnız geceleri çalışan Reşat Nuri,güneş doğduktan sonra bir karış suratla gezer,hiç konuşmaz,gülmezmiş." Bir başka şey de yazarın sigara tiryakiliği.. Bunun etkili olduğu akciğer kanserinden vefat eden yazar,kaç paket içtiğini de belirtmiş:"İçtiğim sigara günde dört paketten aşağı düşmez." Bir tanesi de şu oldu: Reşat Nuri,Gizli El romanında aslında I.Dünya Savaşındaki vurguncuları yazmak istemiş;fakat dönemin sansürü nedeniyle Dersaadet gazetesinde tefrikaya başlanan romanının bölümleri bembeyaz çıkmış.Bu nedenle yazar eserini bir aşk romanına çevirmiş.Yani romandaki vurguncu eli,bir kadın eline dönüşmüş. Bu arada kendisine boy ve kilosu sorulduğunda verdiği cevap da şu:"Boyum 1.63,kilom 60-61.. Kısa boyluymuş.. Sıra Yakup Kadri'de.. Annesi Mısırlı,babası Manisalı Karaosmanzadelerden Kadri Bey olan Yakup Kadri,karakterinin teşekkülünde en çok kimin tesirinde kaldığı sorusuna şöyle cevap verir:"Annem !" İlk yazısını 19 yaşındayken yazar:Nirvana. Ertesi yıl bir hikayesi bir dergide yayınlanır:Bir Kadın Meselesi.. İlk romanı olan Nur Baba'yı da 22 yaşında kaleme almış.. "Bektaşilik o zaman resmen tanınmış ve yayılmış bir tarikatti.Bektaşiliğin iç yüzünü anlatan eserimi tabiî neşredemezdim.Ancak sekiz yıl sonra kitap halinde çıkarabildim." Sonrasında şunları yazıyor: "Gazeteciliğe başladığı yıllarda Üsküdar Lisesi'nde edebiyat ve felsefe öğretmenliği de yapan yazar,Millî Mücadele'ye katılıp sivil istihbaratta çalışmış.. Düşmanların çekilirken yaktığı 600'e yakın köyün vaziyetini ve yapılan mezalimi tespit için Halide Edip ve Yusuf Akçura ile birlikte aylarca Haymana ovasından başlayıp batıya doğru köy köy dolaşırlar.Yaban romanı o cefalı ve acı günlerin Türk edebiyatına kazındırdığı bir hediyedir." Yakup kadri,gazetecilik günlerinden birine ait bir anısını anlatmış: "İkdam gazetesinde çalışırken bir ramazan gecesi kendisi de dahil bütün gazete mensupları ile Vakit gazetesi yazarlarını toplayıp Divan-ı Harp'e götürmüşler.Sebebin ne olduğunu hiçbiri bilmiyormuş.Ertesi gün Divan-ı Harp kurulmuş ve ifadeleri alınmaya başlanmış.Tabiî suçlarının ne olduğunu bilmedikleri için bir şey söyleyemiyorlarmış.Nihayet mahkeme başkanı meşhur Kürt Mustafa Paşa bağırmış:'Yüzüme ne öyle bakıyorsunuz?Gazetenizde Anadolu'da,Millî Mücadele'ye katılan bir adam hakkında Paşa demişsiniz.Bu ne cesaret !Onların bütün paşalıkları kaldırılmıştır !' Bu azarı işiten gazetecilerin hepsini ertesi günü salıverirler. ".. Bir başka anısı da şu: "Yine aynı günlerde İstanbul'daki işgal kuvvetlerinin askerlerinden oluşan bir sansür heyeti vardı ki,bizim gazeteler ekseriyetle yarı yarıya beyaz çıkardı.Hatta bir defasında işgal kuvvetlerine eğilimli görünen Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin aleyhinde yayın yaptık diye beni,Ahmet Haşim'i ve Falih Rıfkı'yı mahkemeye vermişlerdi." Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın üzeri camlı masasının içinde bulunan bir şiir söyleşiyi yapan Oğuz Özdeş'in dikkatini çeker,sorar.. Süleyman Nesib'in Hakikate Doğru adlı şiiridir.Şöyledir: "Anlat bize ey nur-ı hakikat,bizi kandır Anlat ki yalan,hepsi yalan,hepsi yalandır Anlat ki adalet,medeniyet gibi sözler Derken,yine kan,yine kan,hak namına kuvvet Artık yeter,insanlığa insanlığı öğret !" Hikmet Feridun Es'in kendisiyle söyleşen Sezai Soelli'ye söyledikleri de ilginçti: "Mark Twain'i bilir misiniz?Manasız icatlara yüz binlerce dolar yatırdığı halde,kendisini milyoner yapacak olan telefona on para yatırmak istemedi. Bizim zenginlerimiz de sinemacılığımızda onun gibi.mark Twain'in telefona duyduğu ümitsizliği duyuyorlar.Olmadık işlere yatırdıkları paranın bir kısmını filmciliğe yatırsalar,birkaç sene içinde sinemacılığımız milyonlarla oynayan geniş bir iş haline gelir." İskit yayınevi'nin kurucusu Server İskit de gazete tiryakiliğinin olup olmadığını soran Oğuz Özdeş'e şöyle demiş: "Eskiden alaturka şekercilerin çırakları Çankırılı olurmuş.Bunlar memleketten hamhalat gelirlermiş.Dükkana gelir gelmez ustaları ilk iş olarak onları karşısına alır,patlatıncaya kadar şeker,lokum yedirirlermiş.Tabiî ondan sonra çırak şekerden nefret eder,bir daha elini sürmezmiş.Ben de basın Yayın Müdürü iken o kadar çok gazete okudum ki,şekerci çırağına döndüm." Söyleşiyi yapan isimler de bugün edebiyatımızın önemli isimleri sayılıyor:Oğuz Özdeş,Recep Bilginer,Soyhan Bilbaşar,Sezai Solelli.. Güzel,keyifle okunan bir kitaptı.. İkinci kitap bir Trabzonlu'nun Trabzon'u anlattığı "Trabzon'un Yaşlı Bakkalı- Mumhaneönü" adını taşıyan Mustafa Reşat Sümerkan'ın kaleminden.. Çocukluğunda babası ile her hafta pazara gitmekle görevlendirilen yazar girişte kitabını niçin yazdığını,bu konuda bir araştırmaya niçin başladığını şöyle anlatıyor: "Dünya gözlerimizin önünde giderek artan bir hızla değişiyor.İnsanlar farklılaşıyor,ilişkiler başkalaşıyor.Binalarıyla,yollarıyla,ağaçlarıyla,koca bir kent;ömrün yarısı süresince tanınmaz hale geliyor.Özellikle kentler için elden ele dolaşan zorunlu bir yönetmelik var sanki.Her yerde aynısı uygulanıyor.Ne kadar eski,az katlı bina varsa yıkılacak..Yerine apartmanlar dikilecek..Yollar genişletilecek,yenileri açılacak.Arabalar rahatça,zahmetsizce ve hızla gidecek..Yollardaki parkeler,kaldırım taşları tümüyle sökülüp atılacak.Geçmişte bu şehri kullananların ayak izlerinden,yaşadıkları binalardan eser kalmayacak..Dedelerimizin,babalarımızın gölgelerindeki sohbetlerine tanıklık eden ağaçlar bile yok edilecek ki,kentin hiçbir döneminden tanık kalmasın ! Bu kentlerde yaşayan biz elli yaşın üzerindekiler,yeni atanmış memurlar gibiyiz.Anılarımızda yeri olmayan mekanları,yolları,yüzleri bir yerlerden hatırlıyormuş gibi bakınıp,bir ömür geçirdiğimiz kenti tanımaya çalışıyoruz." Doğru söze ne denir.. O Trabzon'da yitip gidenlere ağıt tutturmuş kitabında.. Biz de yaşadığımız kentte aynı duygular içindeyiz.. Hatta ülkemizin yaşadığı değişiklikler karşısında..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder