24 Nisan 2018 Salı

Nomofobi

Dün akşam Ankara Devlet Opera ve Balesinin 23 Nisan etkinliği olarak hazırladığı konserin adı bu idi..
Nomofobi..
Cep telefonunu kaybetme,yanında olmadığını anlayınca paniğe kapılma, rahatsızlığının adıymış..
Açıklamasını okuyunca çok güldük..
Zaten konser boyunca hepimiz güldük..
Konserin komikliğine değil elbette..
Klasik operaların seçkin aryalarından bir demet hazırlamışlar,bunun nesine güleceğiz;ancak keyifle dinleriz..
Konseri sunma şekli,konserin adına uygun düzenlenmişti,gülüşmemiz onaydı..

Sahne düzeni olarak bir kafe dekoru kurulmuştu..
Üçer kişilik on masa sahneye dağıtılmış,köşeye de bir büfe yerleştirilmiş..
Işıklar sönünce sanatçılar masalara dağılıp,oturdular..
Sonrasında da bir sessizlik başladı..
On beş dakika kadar..
Sadece bir gitar sesi,o da hafiften..
Ama duvardaki perdede sürekli mesaj akışı ve her sanatçının elinde cep telefonu..
Hepsi habire mesaj yazıyor,selfie çekiyor,birbirlerine gelen fotoğraf ve mesajları gösteriyorlar ve bu trafik aynen duvardaki perdeden bize izletiliyor..
Mesajı aldık tabii..
Herkes telefon manyağı olmuş,kafasını kaldırmadan,gözünü kırpmadan telefonuyla ilgileniyor ya da telefondan başka bir şeyle ilgilenmiyor,demek istiyorlar..
Nitekim salona gelirken önünden geçtiğim otobüs durağında yan yana dizilmiş on kadar yetişkin telefonlarına gömülmüş,çevreyle bağlantılarını kesmiş gibi görünüyorlardı..
Onların yanından hallerine gülerek geçtikten on dakika sonra aynı şeyi sahnede mizansen olarak görünce gülmeye devam ediyorsunuz..
Üstelik bir buçuk saat boyunca aynı manzara..

Sanatçılar hem gözlerini ayırmadan telefonlarıyla meşgul oluyor gibi yaptılar,hem de aryaları seslendirme sıraları gelince güzelce seslendirdiler..
Bu arada mesaj yazma numarasıyla biz seyircilere arya sırası gelen opera ile ilgili kısa,ilginç olabilecek bilgiler perdeden akıtıldı..
En çok gülümsediğim sahneler ise koronun arya seslendirmeleri sırasında otuz kişilik koronun gözleri ve parmakları telefonların üzerindeyken arya seslendirmeleri idi..
Bütün ciddiyetleri ile sanatlarını icra ediyorlar ama telefon bağımlılığının ne kötü bir şey olduğunu da herkese gösteriyorlar..
Bunlara gülümsedik ama opera aryalarıyla da keyiflendik..
Hele sonlara doğru Tosca Operası'ndan "E Lucevan Le Stelle" aryasının seslendirilişi sırasında arkadaki mesajlarda bu operanın sözlerinin Türkçe'ye Nazım Hikmet tarafından,Çankırı Cezaevi'nde hapis iken çevrildiği;bir de Sofya'da ataşemiliter iken Atatürk'ün de bu operayı izleyip çok beğendiği ve defalarca izlediği bildirilince,alkış koptu elbette..
Sonunda yine bütün koro,bu kez ayağa kalkarak üstelik ellerindeki telefonların ışığını bizlere tutup,sanki konsere gelenler onlarmış gibi bir mizansenle,son şarkıları olan La Traviatta'dan "Brindisi"yi  seslendirince,biz de kendimizi tutmaktan vazgeçtik artık..
Alkış,ayıp biliyoruz ama,ıslık,bravo sesleri arasında konseri keyifle tamamlayıp yollara düştük..
Dönüş benim için yine otobüs terminalinde otobüs bulma mücadelesi içinde geçti..
Ankaralıların çoktan evlerine döndüklerinde ben hala terminalde eve gidebilmek için otobüs bekliyordum..
Yine de iyi ki gidip konseri izlemişim,diyorum ve başka da bir şey demiyorum..

Son olarak bir şey eklemek gerekirse,yazık ki,konserin fotoğrafları yok internette,dolayısıyla konserden bir görüntü bulamadım..

Bir de Atatürk'ün çok sevdiği Tosca Operasından en sevdiği aryanın sözlerini ekleyerek bitireyim:

Atatürk’ün en sevdiği “E lucevan le stelle” adlı aryanın sözlerinin Türkçe çevirisi…
“Parlardı yıldızlar
ve mis kokardı toprak,
Gıcırdardı kapısı bahçenin
ve bir ayak sesi gelirdi topraktan.
O gelirdi, mis kokusuyla,
kollarımın arasına düşerdi…
Ah, tatlı öpüşler, yumuşak okşayışlar…
Heyecandan titrerken ben
güzelliklerin örtüsü açılırdı!
Sonsuza dek kayboluyor aşk hayalim…
Zaman uçtu gitti…
Bense ölüyorum, çaresiz!
Hayatı hiç bu kadar sevmemiştim!”
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder