31 Ağustos 2020 Pazartesi

Yakup Kadri Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım-II



 İkinci sırada Şahabettin Süleyman var..

Tanışıklıkları çok eski olan iki yazar İspanyol nezlesi salgınında da İsviçre'de sağlık küründedirler..

İkisi de hastalanır ve henüz 36 yaşındaki Şahabettin Süleyman vefat eder..

Çok severek evlendiği eşi,İhsan Raif Hanım'ı arkasında acılar içinde bırakarak

Yakup Kadri,kendi deyimiyle,ciğerlerinden de hastadır,hiç de tedbir almamıştır ama yaşama tutunur.

İhsan Raif Hanım,üzüntüden bayılmışken,cenaze hazırlıkları başlar,,Bu işlere nezaret eden de üçünün sağlıklı günlerinde arkadaşlık ettiği Fransız şair Belle olur..

Ancak Bell,müslüman geleneklerini bilmediği için,cenazenin  hristiyan usulüne göre hazırlanmasını sağlar..

Hatta bir smokin kravat bulamadığına üzülür..

Yıkanmadan,kefenlenmeden takım elbise ile bir tabuta konulan, Fecr-i Ati'nin kurucusu, Şahabettin Süleyman, Davos'ta bir mezara gömülür..

İhsan Raif Hanım daha sonra kendisine sahip çıkan Bell ile evlenir..Müslüman olup adını Hüsrev'e çeviren Bell ile Avrupa'da yaşarlar..

Ünlü bir şarkı olan Kimseye Etmem Şikayet'in söz yazarı olan İhsan Hanım da Paris'te, apandistinin alınması için girdiği ameliyattan çıkamaz,49 yaşında orada ölür..

Yakup Kadri Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım-IV

 Dördüncü sırada Ahmet Haşim var..

Refik Halit'in anlatımıyla "insan içine karışmayan vahşi adam"..Fecr-i Ati'nin toplantılarına katılmayan,kimseleri beğenmeyen..kendisini de beğenmeyen..Onurlu,alıngan,hırçın,kaprisli,kuruntulu,alaycı..

Beyaz tenli,kumral,mavi gözlü..Öyle ki ilk tanıştıklarında,onun Arap olduğunu bilen Yakup Kadri şaşırır..Karayağız bir Ahmet Haşim  olarak düşü
nmüştür hayalinde O Belde şairini..

Sonra onun başka özelliklerini de keşfedecektir..Sükun içinde hayallere dalmayı sevdiğini,kahvelerde gazinolarda çay ve nargile içerek çevresindekilerle yarenlik etmesini,sanatta yapmak istediklerinin anlaşılmamasından yakınmalarını,anlaşılmayı çok arzuladığını..

Çanakkale Savaşı'nda yedek subay olarak görevli iken izinli geldiği bir zaman onu dinlemeye koştuklarında kendilerine savaşın dehşeti,kahramanlığı üzerine hiçbir şey anlatmayıp bunu anlatmayı "izzet ve ikram ile Çanakkale'ye davet edilen şairlerden dinlersiniz.Şimdi burada sizinle konuşan sadece ihtiyat zabiti Haşim Efendi'dir"diyerek dönemin hükum


etini sitemleri..

Mütareke döneminde bütün akrabaları Bağdat'a gidip yükse
k mevkilere geçtikleri halde,Türkiye'de kalma ısrarı ama iş istediği kapılardan da "Senin burada işin ne?Bağdat'a gitsene!"diyerek kovuluşu..

Bir de sık sık âşık oluşu..Ancak kusursuzluk takıntısı yüzünden her seferinde bir kusur bularak,münasebetlerini hep evliliğe götürmeden bitirişi..

Sonunda doktorların kendisine verdiği,böbreklerinin kireçlendiği ve tedavi edilemez bir rahatsızlığın birkaç yıl içinde mutlak ölümle sonuçlanacağı..

Yine İsmet İnönü'ye başvurularak bu değerli şairin tedavisi için yurt dışı imkanı sağlanması..

Hatta Frankfurt'taki tedavisi sırasındaki izlenimlerini de bir gezi kitabına dönüştürerek kalıcı hale getirmesi(Frankfurt Seyahatnamesi)..

Ve sonunda 47 yaşındayken "Bu sönen gölgelenen dünyadan"ayrılarak



"Sessiz Gemi"deki yolculuğa çıkışı..











Yakup Kadri Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım-III

 Üçüncü sırada Refik Halit Karay anlatılıyor..

Onunla tanışması da Şahabettin Süleyman'ın zorla çağırdığı Fecr-i Ati kuruluş toplantısında bir kenara iliştiği sırada yanına gelmesi ile olur..

İkisi de çekingen bakışlarla toplantıya gelenleri izlerken,kimseyi tanımayan genç Yakup Kadri,içeri girenler hakkındaki ilk bilgileri yanındaki,yeni tanıştığı, Refik Halit'ten öğrenir..

Gelenlerin çoğu Galatasaray Lisesi'nden sınıf arkadaşı olduğu için renkli kelimelerle tanıtan Refik Halit,Ahmet Haşim'in nerede kaldığını merak eden Yakup Kadri'ye  şöyle der:"Ahmet Haşim insan içine karışmaz.Vahşinin biridir.Haliyle,suratıyla pek hoşa gidecek adam değildir.Onunla da Galatasaray'dan tanışırız ama uzaktan uzağa.."

Refik Halit'le böylece tanışan Yakup Kadri onunla çok anlaşır..


Birçok vaktini birlikte geçirir..

Yaşamayı seven,iyimser tabiatlı Refik Halit ile birlikte o zamanın Beyoğlu'sunda epey renkli zamanlar geçirirler..

Balkan bozgunundan sonra ,İttihat ve Terakki'ye muhalif olanların sürülmesinden Refik halit de payını alır..Sinop'a sürülür..Oradan da Yakup kadri'ye mektuplar yazar..Bir gazetede mizahi yazılar yazma konusunda yardımını ister..Yakup Kadri'nin yazı işleri müdürlüğü yaptığı Peyam gazetesinde Aydede takma adı ile yazıları yayınlanır..Ve bu yazılar büyük ilgi toplar..


Daha sonra araya giren dünya savaşı,Yakup Kadri'nin akciğer veremine tutulup tedavi için İsviçre'ye gönderilmesi,arkasından gelen mütareke günleri..beş yıl geçmiştir..Tedavisi bitip yurda dönen yazar,memleketi işgal edilmiş bulur..

Annesi ve kardeşi Manisa'ya gitmiştir..Kendisinin oraya gitmesi mümkün değildir..Manisa da işgal edilmiştir..Bütün arkadaşları dağılmıştır..

Beş yıldır bağlantısının koptuğu Refik Halit şimdi Damat Ferit Hükümeti'nde Posta Telgraf Nazırı veya Umum Müdürüdür..

Görüşmek arzusunu bildiren mektubuna "Ben de aynı arzuyu duymaktayım.Fakat seni gidip görmem için birtakım çamurlu yollardan geçmem lazım geliyor.Bunu da bir türlü göze alamıyorum."diye cevaplar..

 Millî mücadele taraftarı olan Akşam gazetesinin kurucularından Necmettin Sadak'ın evinde karşılaşırlar..Sinop sürgününde tanışıp evlendiği eşini tanıştırır..Sonra da Yakup Kadri'nin kulağına eğilir:"Nasıl geçtiğin yol korktuğun kadar çamurlu muydu?" diye takılır..

Ancak Kurtuluş Savaşı'na dikbaşlılıkla karşı çıkmaya devam eder ve
savaştan sonra yine sürgün yolu görünür..Üstelik bir acı daha yaşayacaktır orada..Sinop sürgününde tanışıp evlendiği eşi,bu kez sürgüne dayanamayacak ve dört yaşındaki oğlunu da alıp yurda dönerek ondan ayrılacaktır..

10 yıl süren gurbette yaşama ıstırabını bitiren, Atatürk olacaktır..Refik Halit'in yazdığı Deli adlı piyesi bulduran Atatürk,bir akşam sofrada bu eseri okuyup,onun memlekete dönmesinin bir an evvel temin edilmesini ister..

1939'da yurda döner Refik Halit..Yanında sürgünde tanışıp kaçırarak evlendiği yeni ve genç eşi vardır..

Yakup Kadri ile yine buluşurlar..Ancak eski günler çok uzakta kalmıştır..








Yakup kadri-Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım-I

 Şehir kütüphanesinden aldığım kitapların biri de Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıralarım adlı eseri..

Uzun ömründe Tanzimatçılardan başlayarak birçok dönemin ünlü simalarıyla bizzat tanışıklığı olan Yakup Kadri tanışma sırasına göre bir düzenleme içinde anılarını kaleme almış..

Mehmet Rauf'la başlayan  kitap Şahabettin Süleyman,Refik Halit Karay,Ahmet Haşim,Yahya Kemal Beyatlı,Cenap Şahabettin,Süleyman Nazif,Abdülhak Hamit Tarhan,Tevfik Fikret,Abdülhak Şinasi Hisar ve Halide Edip Adıvar ile bitiyor..

Mehmet Rauf

Onunla  ilk kez bir operet matinesinde karşılaşır..Önlerindeki sıraya oturan "cüce denecek kadar kısa boylu,tıknaz adam " ünlü Eylül yazarından başkası değildir..

Büyük hayal kırıklığı yaşar..

Çünkü Eylül romanının ince duygulu,hassas âşığı Necip'i Mehmet Rauf'un kendisi olarak düşünüp hayalinde çok başka türlü canlandırmış,yazarla hayalindeki Necip arasında hiçbir benzerlik bulamamıştır..

Daha sonra yaşamını uzaktan takip ettiği yazarın aile yaşamındaki derbederliği nedeniyle Tevfik Fikret ve Halit Ziya gibi döneminin en güçlü isimleri ondan uzaklaşırlar..

Yakup Kadri'nin Mehmet Rauf'la son görüşmesi,   sağ tarafı felçli olan yazarla genç eşinin kol kola sokakta yürürken rastlaşmaları ile olmuştur..

Ölümünden önce de maddi destek beklentisi ile mektup yazdığı Yakup Kadri,durumu İsmet İnönü'ye ilettiğinde,yazarın aynı mektuplardan Falih Rıfkı ve Ruşen Eşref'e de yazdığını öğrenmiş,kısa süre sonra da yazarın ölüm haberini almıştır "latif,zarif,küstesna ve mutarra(taze) Suat Hanım'ın şeyda(çılgın)âşığının"..





















28 Ağustos 2020 Cuma

Kitaplar Arasında

 Okumaya devam..

Şehir kütüphanesindeki anı,biyografi,gezi türündeki kitapların arasında gezinmeye de..

Son aldıklarım arasında Süleyman Nazif'in Malta Geceleri vardı..

Derslerde adını söyleyip geçerdik ama hiç  okumamıştım hatta hiç görmemiştim..

90 sayfalık bir eser olduğu için Pierre Loti Hitabesi'nin de eklendiği bir kitaba dönüştürülmüş..


Zaten o da 30 sayfalık bir şey..

23 Ocak 1920'de topluluk önünde sunulan konuşmasında, Türk dostu olarak anılan Pierre Loti'yi övüyor..

Konuşmasını dinleyenler arasında Veliaht Abdülmecit Efendi de varmış..

Konuşma sırasında dinleyenlerin tepkisi de verilmiş satır aralarında..

Malta Geceleri'ne gelince..

1919 martından 1920 ekimine kadar asker ,devlet adamı,siyasetçi,aydın olarak tutuklanarak Malta'ya gönderilenler arasında bulunan Süleyman Nazif,burada bulunduğu süre boyunca duygularını şiirlere dökmüş..

İçlerinde ilginç olan biri,hayalen Namık Kemal ile karşılaşması..

Vatan şairi olarak tanınan Namık Kemal ona memleketin son ahvalini sorunca çok mahcup olarak gidişatın vahametini aktarıyor..

Kitapla ilgili son ekleyeceğim şey ise,Osmanlıcadan çeviride hatalar olduğu..

Bence yeni baskıda bir kez daha gözden geçirilmeli..

İkinci olarak okuduğum kitap İzmir şehri için hazırlanan kitap serisinden Tilkilik semti için kaleme alınan Memleket Kolay Terk Edilmiyor başlıklı olanıydı..

Gazeteci Duygu Özsüphandağ Yayman'ın hazırladığı röportaj türündeki kitapta bir zamanların nezih semti Tilkilik'in giderek köhneliğe sürüklenmesinin nedenleri semt sakinleriyle görüşülerek anlatılıyor..

Bir de fotoğraflarla..

Bana ilginç gelen,semtin sakinleri arasında Halit Ziya'nın ailesi de varmış..

Hatta Halit Ziya yıllar sonra kaleme aldığı İzmir Hikayeleri adlı hikaye kitabında çocukluğunun geçtiği İzmir'i,ailesini anlatıyor..

Otele dönüştürülen dedesinin konağının önünde ise üzüntüden başını çevirdiğini söylediği dramatik anlatımları vardı..

Girit'ten göçenlerin Anadolu'ya riş kapısı olan İzmir'e perişan vaziyette gelenlerin semtteki camide barınmalarının öyküsüne de yer verilmiş..

Gözlerinin önünde yedi çocukları,Girit Rumlarınca kesilen ailenin cenazelerini gömüp Anadolu'ya göçmesinin,hayata yeniden tutunmasının  hikayesi de okuyanları buruyor..

Üçüncü kitap Murat Selçuk'un kaleme aldığı Kaçkarlarda Balayı adını taşıyor..

 Balayını Karadeniz dağları ve yaylalarında geçirmeye karar veren bir çiftin gezi öyküsünü okudum..

Hem bir gezi rehberi hem de izlenimlerin öyküleştirilerek anlatıldığı eğlenceli ve eğitici bir anı kitabı olmuş..

Şimdi elimde Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları başlıklı eseri var..

Onu da bir sonraki yazıya anlatırım.. 


























24 Ağustos 2020 Pazartesi

Feridun Yücesoy

Şehit  Top. Onb. yazısından sonra yazılı adı bu..

53 yıl önce bugün şehit olmuş..

24 Ağustos 1967'de..

Kırklarelili..

Henüz 21 yaşındaymış..

Askerliğini yaparken burada son nefesini vermek yazılı imiş kaderinde..

Cenazesini alıp memlekete götür(e)memişler demek ki o günün koşullarında..

Mezar taşının üzerinde soluk gülüşlü bir resmi var,hafiften sıyrılmaya başlamış..

Artık onun için üzülen de kalmamıştır ama hiç olmazsa adı bir yerde yazılı olsun istedim..

Giresun'daki korkunç sele kapılan jandarmaların akıbetini öğrenince bu yazıyı yazmadan edemedim..


21 Ağustos 2020 Cuma

Kitap Oburluğu

 Günlük işleri bitirdikten sonra köşeye çekilip kitap okumayı biraz abarttım galiba..

Günde bir hatta bazen dün olduğu gibi iki kitap bitiriyorum şimdilerde..

Şimdi sözünü edeceklerim geçen hafta bitirdiğim beş,hayır altı kitap üzerine..

Altı dedim çünkü,iki hafta önce bitirdiğim Savaş ve Barış'ı bir kez daha okumak isteyince geçen hafta okuma listem kabardı..Beş yüz sayfa oldu bana bin sayfa..Neyse..

Bu sıralar biyografi,günlük,anı,röportaj türünden seçiyorum okuyacaklarımı..

İlk kitap bir aşçının,Emre İdrisoğlu'nun ,Chef Olmak İstiyorum başlıklı kitabı..

Aşçı adaylarına seslenen kitapta mesleğinin zorluklarını,çalışma hayatının güçlüklerini sıralıyor..

Yalnız kitap feci derecede yazım yanlışları,cümle bozuklukları ile dolu..

Aşçı adaylarının ifadelerini bozabilir..

İkinci kitap da aynı konuda..

Tuğba Termiyecioğlu adında gıda mühendisi olan girişimci bir hanımın hem iş hem mutfak tecrübelerini sıraladığı bir kitaptı..

İyi bir redaksiyondan geçtiği belliydi..

Bir iki yanlış dışında güzel bir ifadesi vardı..

Üçüncü kitap ülkemizin az sayıdaki "nev'i şahsına münhasır"larından biri olan "Hayalet Oğuz" adına yazılan bir derleme:

O Pera'daki Hayalet (Derleyenler:Sezer Duru-Orhan Duru)


Tam adıyla, Oğuz Haluk Alp



lâçin, kendince geçerli bazı sebeplerle, 46 yıllık ömründe hiçbir şekilde normal insanlar gibi yaşamıyor..

Kendine ait bir evi olmuyor;arabası ,yazlığı ise söz konusu bile değil..

Hatta kendine ait bir bavul bile taşımadan üzerindeki giysilerle dolaşıyor,kirlenenleri çöpe atıp yenilerini üzerine geçiriyor..

Hiç evlenmiyor,kısa bir nişanlılık dönemi yaşıyor ama onu da bir sonuca götürmüyor..

Parası olduğunda otellerde,olmadığında arkadaşlarının evlerinde kalıyor,kiminde birkaç gün,kiminde günler hatta haftalar boyunca..

Safa Önal'ın deyimiyle,onun evinde dokuz yıl boyunca misafir oluyor..Safa Önal eşinden ayrılınca birlikte çıkıyorlar o evden..

Hayattaki en büyük serveti aldığı eğitime bitişik yazı yeteneği..

Hayatını bunlarla kazanıyor zaten..

İngilizcesi ile kitaplar çeviriyor,yeteneği ile romanlar,senaryolar,hikayeler,şiirler yazıyor..

Kitaba bunlar da eklenmiş..

Elvis Presley ve Rock'n Roll üzerine yazdığı hikaye çok güzeldi..

Arkadaşları arasında çok sevilen,aranan,kollanan biri;hatta arkadaşlarının anneleri,eşleri tarafından daha çok korunup kollanan biri olarak aralarında yaşıyor..

Çünkü geceyi geçirmek için gideceği evin hanımına mutlaka bir çiçek,pasta alıp götürür,renkli sohbetiyle,asla yük olmamasıyla kendini çok sevdirirmiş..

Çok zayıf olduğu için de (48 kiloyu aşmamış hiç) bu lakapla anılmış..

Neyzen Tevfik'i,Manisa Tarzanı'nı biliyordum ama onlar gibi daha ne  çok isim olduğunu öğrenince ülke topraklarının bereketini bir kez daha anladım..

Sakallı Celal mesela,Aktedron Fikret mesela..

Onları da bu vesileyle öğrendim..

Dördüncü kitap Ömer Seyfettin'in Bir Ermeni Gencin Hatıra Defteri adlı uzun hikayesi..

Ömer Seyfettin'in bu adda bir hikayesi olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim..

Onu da çabucak okuyuverdim..

Başlattıkları Millî Edebiyat Hareketi'nin öncesindeki Jöntürkleri ,Batı hayranlarını eleştirmek için kaleme alınmış olan hikayede Kurtuluş Savaşı öncesinde toplumun ve toplumun önünde bulunması gereken aydınlarımızın ne durumda olduklarını alaylı bir dille anlatıyor..

Benim dikkatimi çeken cümlelerden biri Ahmet Mithat Efendi'nin Meşrutiyet'in ilan edildiği günlerde bir yazısında söyledikleri..

Şöyle demiş Ahmet Mithat:"Bizim memlekette Osmanlı hanedanı dışında Türk soyundan tek bir aile bile yoktur. "..!!!

Kafalar çok karışık anlaşılan..

Beşinci kitap Pınar Öğünç'ün bir gazeteci olarak yaptığı meslek röportajları kitabı..Adı İnce İş..

En keyifli okuma da o oldu..

Ambulan şoföründen,lokumcuya,kaligraftan,hokkabaza.itfaiyeciden,egzozcuya,vapur makinistinden modeliste,dövmeciden turşucuya,mısırcıdan yorgancıya,yoğurtçudan hamamcıya,seyyar salıncakçıdan karagözcüye,tekne kaptanından dansöze ve daha pek çok meslek erbabına yönelttiği soruları ve aldığı cevapları fotoğraflarla destekleyerek kitabını oluşturmuş..

Söyledikleri arasında ilginç şeyler olanlar o kadar çoktu ki..

Örneğin son arzuhalcilerden biri,yeni mezun avukatların bir icra takip formu doldurmaktan aciz olduklarını,sorunun eğitim sisteminden kaynaklandığını düşündüğünü ekliyor sözlerine..

Lunaparkta ustabaşı olan Rafet Toksoy'un hayatı film öyküsü olabilir..Ablasının okul taksidi cebinde lunaparka gezmeye gittiğinde cebindeki parayı çaldırır..Korkudan eve dönemez..Haline acıyan bir lunapark ustası ona o gece için yer gösterir.ertesi gün oradan gidemeyen delikanlıya iş gösterir..Kalış o kalış..İşin ustası olur..Büyür,evlenir..Hayat geçer..Şimdi evde yatalak olan karısına da 18 yaşındaki oğlunun baktığını,bu nedenle kazandığı halde üniversiteye gidemediğini de usulca iliştiriyor acılı sözlerinin sonuna..

Karaburun'un tek fotoğrafçısı olan Mustafa Erecek'in bir tespiti var:"İçi kötü olanın fotoğrafı da çirkin çıkıyor !"..

Perukçu olan bir ustanın verdiği şu bilgi de ilginç geldi bana:"Gerçek saçtan yapılan perukların en büyük alıcısı İsrail..Hatta daha köylerden,hiç şampuan değmemiş en kaliteli saçları alıyorlar..Türk saçı özellikle tercih ediyorlar..Hint saçı da kaliteli ama ne yazık ki hiç çıkmayan ağır bir koku oluyor onların saçlarında !"..

Piyano satıcısı Birol Özbek de pek çok kişi gibi aslında başka bir mesleğin eğitimini almış..Spor akademisi mezunu..Piyano satışlarının önemli bir bölümünün Suudi Arabistan'a olduğunu söyleyip ekliyor.."Evlerinde güzel görüntü olarak tercih ediyorlar..Yurt içinde de en çok piyanı sattığımız yer Denizli.."

Kapalıçarşı'da halı ticaretiyle uğraşan Şişko lakaplı Osman Amca da Kahire'de Arap Dile ve Edebiyatı okuduğunu,üstüne Fransa'da siyasal ekonomi okuduğunu söyleyip ekliyor:"Fransa'da bir vesileyle tanıştığım Picasso'ya bizim el dokuması halıların renk ve desenleri üzerine bildiklerimi anlatınca şunları söyledi ,'Türk kadınının sanat ruhunun bu kadar yükseklerde olduğunu bilmiyordum.Bunu alkışlıyorum.' "..

Benim sayfalarda görmekten en çok sevindiğim tanıdık sima ise Mehmet Kuşman oldu..

41 yıldır Van Çavuştepe Kalesi'nde bekçi olarak çalışan,sonra kendisini dünyadaki çivi yazısını okuyabilen 38 kişiden biri olarak tanıdığımız orta okul mezunu olağanüstü insan..

25 sene süren çivi yazısını öğrenme çabasının öyküsünü anlatmış sayfalarda..

En çok istediği şeylerden birinin de çivi yazısının kullanıldığı 2800 sene öncesine gidebilmek,o zamanda yaşamak olduğunu iliştiriyor sözlerine..

Bitirdiğim,daha doğrusu ikinci kez bitirdiğim Savaş ve Barış'a gelirsek, o harikuladeydi..

Nataşa'ya kızarak,Andrey'e acıyarak,Pierre'e kah kızıp kah acıyarak,Sonya'ya çok acıyarak,Tolstoy'un dehasına ise hep hayran olarak okudum..Neredeyse her satırın altını çizerek.. İnsanı,insan ruhunu nasıl bu kadar iyi anlatabiliyor ,büyücü mü bu adam?





































14 Ağustos 2020 Cuma

Daha Daha Kitap

 Pandemi,ağustos sıcağı,uzun gündüzler günde bir kitap devirme eşiğine getirdi..

Halk kütüphanesindeki yeni yayınları keşfetme de işin artısı..

Son olarak okuduğum kitaplar:

Bu Dünyadan Kimler Geçti (Ahmet Kabaklı)

Şarkılardan Fal tuttum (Metin Atamer)

Küçük şeyler (Samipaşazade Sezai)

Edebiyat derslerimizde yazar ve eser konusunda kaynak kitaplardan Türk Edebiyatı'nın yazarı Ahmet Kabaklı'nın kitabı,bizzat tanıdığı yazarlar hakkında çoğu olumlu(Nazım Hikmet başlıklı olanı feci yorumlar içeriyordu ki,  Ahmet Kabaklı'nın düşünce dünyası göz önüne alınınca şaşırmamalı )anlatımlardan oluşuyor..

Kitaptan aklımda kalan minik kırıntıları sıralayayım:

Sait Faik,biraz da latife ile şöyle demiş:"Benim ilham perim annemdir."

Mehmet Kaplan,Millî Edebiyat Akımını bizim yeniden doğuş hareketimiz sayıyor..

"Yeniden doğmanın temel şartı,sevgi,ilgi ve ilgiyle eski kaynaklara dönmektir.O halde Millî Edebiyat Akımı yeniden doğuş sayılmalıdır."(Tohum Ölmez başlıklı yazısından)

Mustafa Necati Karaer,Hisarcılar Topluluğunun kurucusu olan ve ne yazık ki ihmal ettiğimiz bu şairin çok güzel bir şiir tanımı var:"Şiir,yazıldığı dilin musikisidir.""Şiir,dilin ta kendisidir.""Şiir,sevginin ve güzelin çocuğudur."ve "Şiirin amacı,şiir olmalıdır."

Yahya Kemal,ünlü mısra titizliğinin bir örneğini de şu beyitte vermiş;işin içine yaşlanıp ölme korkusu 

girince elbette:
(öncesi)  "Ölmek kaderde var,bize ürküntü vermiyor

                 Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor"

(sonrası)"Ölmek kaderde var,yaşayıp köhnemek hazin

                Bir çare yok mudur ya Rabbelalemin !"

İkinci kitap,kendisi de sanat müziği dünyasının üyesi olan Metin Atamer'in kaleminden bizim bestekarlarımızla ilgiliydi..

Klasik devirden günümüz diyebileceğimiz örneklere dek bestekarlarımızın nasıl yetiştikleri,yaşamlarının bestelerine nasıl işlediği şarkı örnekleri ile birlikte sıralanıyordu..

Çok çok çekilen çileler ve az az tadılan mutluluklar nasıl dizelere ve melodilere dönüşür,bunun ispatı gibiydi satırlar..


İşte biri:"Hayal-i yare değme girye dursun

                Kurulsun sahn-ı çeşmimde otursun"(Beste:Rıfat Bey Güfte:Yusuf Kenan Bey)

Bir de bizim eski ama eskimeyen klasik edebiyatımızın incelikle dolu dize daha doğrusu güfte örneklerini okumanın keyfiyle bir günde bu kitap da bitti..

Üçüncü kitap  edebiyat derslerinde adını andığımız Samipaşazade Sezai'nin hikayelerinin toplandığı küçük bir yayın oldu..

Sekiz kısa hikayeden oluşan kitaptaki Arlezyalı başlıklı olanı A.Daudet'den çeviri..

Bir Mezartaşı Yazıtı başlıklı olanı bir mensur şiir örneği..Bu nedenle hem günümüz diliyle olanı hem de yazarın kaleminden çıkmış hali yan yana konmuş,şiirselliğin görülebilmesi açısından..

Bir soytarının hazin yaşamının ve trajik sonunun anlatıldığı Pandomima'yı daha önce okumuştum..

250 Kuruşa Bir Asır,doğaya saygısızlığın,maddiyat düşkünlügün,ağaç kıyımının üzerinde duruyor..

Kediler,yazarın Büyükada'da yaşanmış bir olaydan notunu taşıyan komik bir öykü..33 yıl evli kalan bir çiftin evde beslenen kediler nedeniyle huzurunun nasıl kaçtığını anlatıyor..Daha doğrusu kocanın kediler nedeniyle evi terk etme aşamasına gelip sonra da gidecek yer bulamayarak kös kös evine döndüğünde yerinin kedilerden sonra geldiğini acı acı anlaması..Derslerde özetini hep anlatırdım..Böyle günümüz diline yaklaştırılmış şekli iyi olmuş,artık tamamını okutabiliriz..

Düğün,o dönemin eserlerinde karşımıza çok çıkan esaret konusunun işlendiği hazin bir öykü..

Hiç,bir hiçten aşk yaratan bir delikanlının öyküsü..Tanıştırıldığı bir genç kızla birçok yerde karşılaşan delikanlı,genç kızın her seferinde ona cesaret ve ümit veren gülümseyişi üzerine yoksul dünyasında parlak gelecek hülyaları kurar..Sonra bir gün bütün cesaretinin toplayıp yüzüne dikkatle bakınca aslında kızcağızın üst dudağının biraz kısa olduğunu dolayısıyla yüz ifadesinin hep gülümser olmasının doğal hali olduğunu acı acı anlar..(Hikayeye yazarın iliştirdiği küçük bir not da dönemin ahlak anlayışı,kadın erkek ilişkisi üzerine ilginç bir ayrıntı olmuş..Şöyle diyor yazar:"Buradaki hanımın gayrimüslim olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?"

(Şimdi üçüncü kez okuduğum Savaş ve Barış'ta Tolstoy da böyle bir anlatıma yer verir..Baş kahramana Andrey'in genç ve çocuk ruhlu "çıtı pıtı" karısı Lisa'nın da üst dudağı biraz kısadır ve bu ona bazen bir sincap hali vermektedir..Tolstoy bu durumu uzun uzun anlatmış..)

Bu Büyük Adam Kimdir.sokakta geçen bir öykü..yine sıradan bir konu işlenmiş..

Arlezyalı adlı çeviri öykünün konusu da bir çiftçi ailenin tek erkek çocuğunun umutsuz bir aşka düşmesi üzerine yaşadıkları hazin son işleniyor..Biraz Pandomima'yı hatırlatarak..

Dönemin içli,hassas,kırılgan anlatımını bütün hikayelerde görmek mümkün..Çok severek okudum..


























10 Ağustos 2020 Pazartesi

Şehit Polis Ali Osman Zeybek

 Kimsenin tanıdığı bir ad değil..

Ailesi dışında..

Belki onlar için de uzak bir anı olmuştur artık..

Çocukları varsa büyüyüp topluma karışmışlardır çoktan..

Eşi hele annesi ve babası ne yaparlar,hayattalar mı, bilmem..

Bugün şehit oluşunun 25.yıl dönümü..

10 Şubat 1962'de doğmuş,10 Ağustos 1995'te şehit olmuş..

Şehir mezarlığının içindeki şehitlik alanında diğer 35 şehit ile birlikte sessizlik içindeler..

Sabah mezarına uğradım,mermerini yıkadım,resmini sildim, (geleni yok artık,üzerine çiçek diken de) toprağını suladım,ona ve bütün şehit arkadaşlarına sabah dualarını okudum kuşların cıvıltıları eşliğinde..(Her birinin şehitlik yıl dönümlerinde diğer mezar komşularına yaptığım gibi..)

Işıklar içinde olsunlar..

(Yerel basında iki kez haber konusu olmuş Ali Osman Zeybek..

Birinde  sekiz yıl önce Şehit Aileleri Derneği üyeleri annesi Dudu Zeybek'i ziyaret etmişler.Polis Haftası nedeniyle..

İkincisinde de bu yılın mart ayında ilçemizdeki Zafer Ortaokulu öğretmen ve öğrencileri ziyaret etmişler artık iyice yaşlanan yaslı anneyi..)




4 Ağustos 2020 Salı

Birkaç Kitap Daha

Pandemi nedeniyle yoğunlaşan kitap okumalarına tam yol devam..
En son kütüphaneden alıp okuduğum kitaplar şunlar oldu:

İkbal,Yıkım ve İşgal (Mefharet Çetinkaya)

İstanbullu bir genç kız olan Mefharet'in yaşamından zihnine oradan kalemine yansıyan satırların kitaplaştırıldığı bir eser..
Babasının görevi nedeniyle Hicaz'a giden ilk çoçukluk yıllarını orada yaşayan,bu arada anı/günlük notları tutan Mefharet annesinin ölümünü,işgal acılarını,yoksulluk ve hastalık yıllarını aktardığı satırlarında,Kurtuluş Savaşı'nın önemli isimlerinden olan,Ayvalık'ta Yunanlılara ilk direnişi başlatan Ali Bey'i(Çetinkaya) de satırlarında anlatıyor..
Bugün Cunda Adasının Alibey Adası olarak anılmasını sağlayan  Ali Çetinkaya..

Ali Bey,Mefharet'in teyzesinin kocasıdır..
Karısını doğumda kaybeder..
Bir oğlu olmuştur ama bakıma muhtaçtır..
Kendisi bu arada hep cephelerdedir..
Yeniden evlenmek ister..
Mefharet'i temiz,terbiyeli bir genç kız olarak beğenir ve babasından ister..
Böylece öksüz oğluna da iyi bir bakım sağlanacaktır..
Mefharet istemese de babasının üstelemesi ile Ali Bey ile evlenir..
Bu arada İstanbul işgal edilmiş,Meclis-i Mebusan basılmış.bazı milletvekilleri Malta'ya sürülmüştür..
Ali Bey de bunların arasındadır..
Bir süre sıkıntılı geçen zamandan sonra bazı  esir İngiliz subaylarına karşılık Malta sürgünlerinin birkaçı değiş tokuş edilir..
Bu sayede kurtulan Ali Bey doğruca İnebolu'ya götürülür,oradan Ankara'ya geçer..
Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün yanında yerini alır..
Bir daha hiç ayrılmamasına..
Mefharet Hanım'ı da Ankara'ya,yanına aldırır..
Günlükler buraya kadar tutulmuş..
Ankara günleri yazılmamış ya da ele geçmemiş..
Hassas,içli,kalemi yer yer kuvvetli olan Mefharet Hanım'ın anıları,işgal yıllarını genç bir kızın gözünden okumak için ilginç satırlar içeriyor..

Kütüphaneden aldığım diğer kitaplar Refik Halit Karay'dan oldu:
Ay Peşinde
Aydede 1948 Yazıları
Kırk Yıl Evvel Kırk yıl Sonra Anadolu'da

Ay Peşinde, öykü ve fıkralarının derlemesi..
Döneminin çeşitli gündemlerini kendine mahsus iğneli,renkli,sürükleyici anlatımı ile hikayeleştirmiş..

Aydede.Refik Halit'in çıkardığı mizah gazetesi..
Bu gazeteyi ikinci kez çıkardığı yıllara ait yazılardan bir bölümü kitaplaştırılmış..
1948  Türkiyesinin gündemleri,yazarın her şeyi mizah ölçeği ile ancak keskin eleştirilerini dönemin hükûmetine yöneltmekte hiç tereddüt etmeden sıralayışı ilginç bir okuma örneği yaratıyor meraklılarına..

Kırk Yıl Evvel Kırk Yıl Sonra Anadolu'da ise,dönemin yeni gazetelerinden Yeni İstanbul'un yazara bir yazı siparişi üzerine kaleme alınmış..
29 Nisan 1950'den 27 Ağustos 1950'ye kadar beş ay süren yazı dizisinde Marmara,Ege,Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerini içine alan ve fotoğraflarla desteklenen bir röportaj serisi oluşturulmuş..
1908 tarihini taşıyan ve Anadolu'yu anlatan ilk yazılarından kırk yıl sonra,Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte Anadolu'nun ne kadar ilerlediğini yerinde görecek,izlenimlerini o çok lezzetle okunan satırlarına dökecektir..Tabiî gördüğü her eksiği,yanlışı,hatalıyı,bozuğu da çekinmeden sıralayacaktır..Ne yapsındır huyu böyledir..Üstelik 14 Mayıs 1950 seçimlerinin hazırlıklarının tüm hızıyla sürdüğü bir sırada biraz da nabız yoklaması olacaktır onun gezileri..
Bu amaçla Zonguldak'ta madenlerin en derin galerilerine de girer çekinmeden,işçi hakları konularına da dokunur böylelikle..
Vatanı sevmenin vatanı tanımakla olacağını,bunun için de vatanı  gezmek gerektiğini tekrarlayarak yurdumuzun güzelliklerini tanıtmaya da çabalar kaleminin kuvvetince..
Örneğin Abant'ı,Damlataş Mağarası'nı,Alanya'yı,Side'yi,Antalya'yı hele Antakya'yı..
Bir de Bolu'yu..O kadar beğenir ki,başkentin burası olmasının daha uygun olacağını vurgular durur..
Ona göre Ankara başkent olarak yanlış bir seçimdir..
İmar faaliyetlerindeki yanlışlarla daha da yanlışlığa batılmıştır Ankara'da yine ona göre..
Çünkü 1916 yılındaki büyük yangında dörtte üçü harap olan  bozkır Ankara'nın bir başkent olarak serpilip büyümesi olacak iş değildir, o yılların yokluğunu yaşamış olan sürgün yazara göre..
Atatürk'e dokunamasa da İsmet İnönü dönemine karşı itirazları,eleştirileri  olan yazar fırsat buldukça yanlış bulduğu,gördüğü her şeye eleştiri oklarını fırlatmaktan geri kalmıyor..
Ancak kaleminin kuvveti,anlatımının sürükleyiciliği ile kendisini okutmayı da biliyor..
Enteresan bir okuma oldu..