30 Kasım 2025 Pazar

CEPHEDE PİKNİK

Hafta sone matinede Müfettiş'i izledikten sonra akşam üzeri Oda Tiyatro'nda seyrettim.. Cephede Piknik'i..
Geçen sezonun oyunu.. Bu sezonda da sahneleniyor.. Bilet bulmuşken ve hazır Ankara'ya gelmişken onu da izlemek mümkün oldu..
Tek perdelik oyun 55 dakika sürdü..
Fernando Arabal'ın yazdığı oyunu Sadun Altuna çevirmiş,Ergin Özdemir yönetmiş.. Beş kişilik bir kadrosu olan oyunda bunun üç katı da sahne arkası personeli vardı.. Emeklerine sağlık..
Konuya gelince;ölenin de öldürenin de insan olduğu savaşın anlamsızlığı..
Ancak sahnelemeden mi kaynaklanıyordu yoksa oyun metni mi zayıftı bilemedim,pek etkileyici bir oyun değildi.. Sırf bu oyunu seyretmek için yola çıkmaya gerek yok,kısacası..

MÜFETTİŞ

Gogol'un bu ünlü oyununu yıllar önce Danny Kaye'in oynadığı bir film olarak izlemiştim.. Bir tiyatro olarak sahnede izlemek de hafta sonu kısmet oldu.. Akün Sahnesi'nde konuk olan Van Devlet Tiyatrosu oyuncularının performansları ile.. Bir haftalığına Anakara'ya turneye gelen oyun ve oyuncular hayal kırıklığına uğratmadı..
Turneye gelen bölge tiyatrolarının her zaman iyi olduğu gibi bir genellememiz var zaten.. Yani yanılmadık.. Oyun metni ve yazarı iyi olunca da bütün iyiler bir araya gelmiş oluyor..
İki buçuk saate yakın süren iki perdelik oyunda on dört kişilik kalabalık bir kadro vardı.. Bir bu kadar da sahne arkasında görevli olan personel.. Yönetmen olarak da Slav kökenli olduğunu tahmin ettiğim Petru Vutcarau görevlendirilmişti.. Oyunun dekor ve kostümlerini de Stela Mueler'e emanet etmişler.. Tabiî bir de tercüman görevlendirdiklerini fotoğraf panosunda gördük.. Daha önce de böyle Slav yönetmenin sahneye koyduğu bir oyun izlemiştim.. Orada gördüğüm sahneleme burada da mevcuttu.. Sert,soğuk,demir perde ülkelerinin benim "köşeli"diye tarif edeceğim bakış açısıyla kotarılmış bir sahneleme.. Bence bize pek uymuyor ..
Bizden bir yönetmen daha sıcak,yakın,sevimli kılabilirdi.. Ama oyuncular çok iyiydi.. Üstelik başrol,yan rol ayrımı olmaksızın.. Hepsi de rollerine asılmış,en iyi performanslarını sergiliyorlardı.. Bunda belki yabancı yönetmenlerin tavizsiz bakış açısı da etkili olmuştur,bilemeyeceğim.. Ama iyi oyunculuklar seyrettim.
Konuya gelirsek,aslında herkes biliyordur ama bir kasabaya müfettiş gönderileceği haberi ulaşır.. Bunun üzerine kaymakamdan milli eğitim müdürüne,postane müdüründen hastane müdürüne herkesi bir telaş sarar.. Kimse makamından,mesleğinden olmamak için falso vermemeye çalışır.. Bu arada hepsi de görevlerini suistimal etmişlerdir.. Onlar bu telaş içindeyken kasaba otelindeki müşterilerden biri,köyüne dönen ama büyük şehirde yaşamaktan başka bir şeyde gözü olmayan genç bir memurdur.. Onun müfettiş olabileceği şeklinde yanlış bir kanıya varan kasaba protokolü,odasına gelip önünde saygıyla eğilince delikanlı da bütün kurnazlığıyla bu durumdan yararlanmaya çalışır..
Gerisi tam bir komedi.. Daha doğrusu kara komedi.. Gogol'ün usta kalemiyle karakter geçidi.. Keşke bizden biri yönetseydi..

27 Kasım 2025 Perşembe

Benelüks Ülkeleri-9 PARİS-II

Notre Dame sonrasında Eyfel'e doğru gidiyoruz.. Yol üzerinde sokak ressamlarının,Paris manzaralarının olduğu tabloları satan satıcıların arasından geçiyoruz.. Öğle vakti.. Sıcak da bastırıyor.. Rehberimiz biletlerimizi alıyor.. Sıraya girip asansöre giriş için bekliyoruz.. Uzun,upuzun bir kuyruk var.. Bir yandan da sıkı bir güvenlik ve arama.. Olmalı da.. Yerden 115 metre yukarda olacağız.. Bir şey olursa Allah muhafaza.. Hiçbir şey olmasa bile izdiham ve panik nedeniyle birimiz kurtulamayız.. Bu arada sıcaktan kavrulmayalım diye sıradaki bizlere tepemizdeki borulardan su zerrecikleri püskürtülüyor.. Hanımlar çok şikayetçi.. Sabah saç ve makyaj için o kadar uğraşınca şimdi ıslak sıçanlara dönmeyi istemiyorlar.. Neyse,sonunda sıramız geldi.. Yukarıya çıkıyoruz..
Pırıl pırıl bir günde metrelerce yukardan manzara ne güzelmiş !..
İlk kez gören bizler için nefes kesici..
Defalarca döne döne bakıyor,bakıyor,bakıyoruz..
Aynı anda dünyanın her ülkesinden,her milletten insanla birlikte..
Kulaklarımıza âşina olduğumuz lisanlarla birlikte ilk kez duyduğumuz lisanlardan kelimeler de çarpıyor..
Herkes daha çok görebilmek,en iyi yerde fotoğraf çekebilmek derdinde.. Tam bir mahşer.. Küçücük bir alanda.. Ama değer.. İkindiye kadar vaktimiz var.. Gözlerimizi Paris manzarasıyla doyurduk..
Sonra aşağıya inip biraz da Eyfel'in altındaki parkta gezindik.. Buluşma saatimiz geldi.. Şimdi yine heyecanlıyız.. Çünkü Seinne Nehrinde tekne gezisine çıkacağız.. Hadi bakalım..

25 Kasım 2025 Salı

Benelüks Ülkeleri-8 PARİS-I

Paris'e ilk kez gelen her turistin yaptığı gibi, adı dillerde dolaşan turistik yerleri tavafımız sürüyor.. Sırada ünlü Notre Dame Katedrali var.. Birkaç yıl önce,neredeyse 700 yıllık bu yapının cayır cayır yanışını,kulelerinin yanarak çöküşünü ,bizim de üzülerek izlediğimiz katedral.. Ne şanslıyız ki,tadilatı bitti ve yeniden ziyarete ve ibadete açıldı.. Biz ziyaretçi olarak elbette..
Önce inanılmaz uzun bir giriş kuyruğunda sabırla beklememiz gerek.. Bu arada araya girenleri görünce biz de onların arasına dalıp içeri daha önce girme fırsatını yakalıyoruz.. Verilen serbest saat içeri giriş için bekleme süresine dahil çünkü.. Yoksa içeri giremeden saatimiz dolacak..
Kapıdan itibaren nasıl özenli bir tadilat yapıldığı öyle belli oluyor ki.. Bunu birkaç bölümlük bir belgesel haline getirmişlerdi Fransızlar ve Tarih Tv'de izlemiştim..
Katedralin tadilatı,restorasyonu için gerekli bütün malzemenin nasıl ve nerelerden temin edildiğinden,çalışan ustaların nasıl ve ne nitelikte seçildiklerinden,her bir ayrıntının üzerinde nasıl ince ince durduklarından ve çalışan herkesin bu yapıyı ulusal onur ve gurur meselesi olarak ele aldığından öyle uzun uzadıya bahsedilmişti ki..
Bizdeki restorasyon faciaları aklıma geldikçe içim sızlayarak izlemiştim.. Şimdi belgeselde izlediğim görüntülerin aslını göreceğim..
Belgeselde izlediğim kulelere,kubbelere çıkıp bakamadım elbette ama.. Yerden görülebilecek her şeyi görebildim..
Halk diliyle söylersek her yer badanadan yeni çıkmış bir ev gibi pırıl pırıl .. Ama abidevî bir yapı için konuşmak gerekirse, kurtarılabilen her şey ince ince restore edilmiş..
Kurtarılamayan her şey de aslına uygun olarak yeniden yapılmış.. Gereksiz modernlik heveslerine kurban edilmeden.. Deneme yanılma gibi fecaatlere kalkışılmadan.. Bu arada müthiş kalabalığa aldırmadan içerdeki cemaat sakin sakin ibadetlerini sürdürüyor.. Bir ayinin ortasında içeri girmişiz.. Kırmızı giysili rahipler ayin bölümündeler..
Dualar edildikçe ibadet için oturanlardan mırıltılar yükseliyor.. Ziyarete gelenlere gelince, herkes son derece saygılı.. Kimse yüksek sesle konuşmuyor.. Onlarda da,yani bizlerde de mırıltıdan başka ses yok.. Bu da içerisinin uhrevi havasına katkıda bulunuyordur sanırım.. Yalnız bu uhrevîliği bozan bir şey dikkatimi çekti.. Koca katedralin içinde iki yerde satış standları vardı..
Tesbihten İncil'e,İsa ve Meryem heykelciklerinden dinî sembollerle tasarlanmış kolye gibi takılara kadar envâi çeşit ürün satılıyor ve ciddi bir alıcı kitlesi de önlerinde sıralanmıştı.. Bizde de cami içlerinde böyle bir manzara olsa nasıl olurdu acaba,diye düşündüm bir an.. Sonra iyi ki yok,zaten kapı önlerindeki bağışçılar yetiyor,deyip geçtim..
Buluşma saatimiz geldiği için çıkış kapısına yöneldik..
Sırada merakımızı daha da arttıran bir nokta var..
Eyfel Kulesi..
Yıllardır film,dizi,belgesel ne varsa hepsinde görüp durduğumuz o yapıyı şimdi kendi gözlerimizle göreceğiz.. Hadi bakalım..

23 Kasım 2025 Pazar

Kan Kardeşler

"Masanın üzerine yeni ayakkabı koyma.. Örümceği öldürme.. İkizleri asla ayırma.. Biri ölür.. Evine uğursuzluk çöker.." Oyun boyunca tekrarlanan repliklerdi.. Hafta sonu Akün Sahnesi'nde izlediğim Kan Kardeşler müzikalinde..
Geçen sezonda başlamış ama ben bir türlü sıraya koyup gidememiştim.. Eh,artık sırasıdır,deyip kızkardeşimden bilet almasını rica ettim,sağolsun,bilet buldu,gidip izledim matinede.. İki perdelik oyun iki saat yirmi beş dakika sürdü.. On beş dakikalık ara dahil..
Epey kalabalık bir kadrosu olan oyunda ilk yadırgadığım herkesin mikrofonlu olmasıydı.. Tiyatroda mikrofon kullanılmasına hiç alışamadım.. Evet,müzikal,arkada orkestra var ama oyuncuların sesi duyuluyor aslında.. Hatta fazla yüksek geliyor,kulak tırmalıyor.. Rejisörlerin mi kulağı yüksek sese ayarlı acaba?.. Her neyse..
İngiltere'de yıllarca kapalı gişe oynayan bir müzikal,diye tanıtımı yapılmıştı.. Konu dünyanın her yerinde ilgi çekebilecek bir fikir üzerinden ilerleyince aksi düşünülmez zaten.. İngiltere'nin yoksul mahallelerinden birinde hayırsız kocasından yedi çocuğu olan bir kadın zengin evlerinde de hizmetçilik eder.. Bir kez daha anne olacağını öğrenince hem sevinir hem üzülür.. Doğacak olan evin geçimini daha da zorlaştıracaktır.. Bu arada ikiz doğuracağını öğrenince iyice dehşete kapılır..
Hizmetçisi olduğu evin zengin hanımınınsa çocuğu olmamaktadır.. Doğacak bebeklerden birini kendisine vermesini teklif eder.. Fakir kadın itiraz etse de yoksulluk belini bükmektedir ve söz vermiştir bir kere.. Doğan bebeklerden biri zengin evine biri de ait olduğu yoksul evine diğer yedi kardeşin yanında yerini ayır.. Hayat devam eder..
Ancak anne zengin evindeki bebeğine düşkünlüğünü gizleyemeyince işine son verilir.. Ve o zengin aile bir süre sonra taşınır.. Ancak kader ağlarını örmüştür bir kere..
İkizler birbirlerini hep bulur.. Önce oyun arkadaşı olarak.. Sonra kan kardeşi olup hayat boyu birbirlerinden ayrılmama sözü vererek.. Bu arada fakir kardeşin mahalleden sevdiği kızı zengin evde büyüyen kardeş de sevmektedir.. Büyürler..
Kan kardeşliği onları bir arada tutsa da hayatın gerçekleri yollarının ayrılığını hep suratlarına vurur.. Sonunda kaçınılmaz olan,oyunun başındaki kehanete sıra gelir..
Oyunu izlerken aklıma 1970'lerde izlediğimiz Zengin ve Yoksul dizisi geldi.. Orada da biri yoksul digeri zengin iki kardeşin öyküsü anlatılıyordu.. Ailece ve merakla o sürükleyici diziyi haftalarca izlemiş ve tek gözlü hain ve kötü Falconetti'yi unutamamıştık.. Kısacası öykü hep ve her zaman, her yerde ilgi çeken bir konu.. Burada da anlatılan aynı..
Ancak ya o beni hep yakalayan yabancı,uzak,soğuk duygusundan sıyrılamayan bir metin olduğundan ya da çevrilirken asıl metinden ıskalanan bir şey olduğundan oyun uzak,soğuk,yabancı geldi.. Oyuncular ellerinden geldiğince oyunculuk tekniklerini kullanarak metni canlandırmaya çalıştılar..
Yine de bir şeylerin eksik olduğu duygusundan kurtulamadığım oyunlardan biri olarak izledim.. Her yazar Shakespeare,Çehov,Gogol değil yazık ki.. Burada da öyle olmuş..
Ancak dekor,kostüm,ışık ve özellikle müzik ve iki buçuk saat boyunca emek sarf eden orkestra çok iyiydi.. Herkese ve en çok da onlara alkış !..

21 Kasım 2025 Cuma

BENELÜKS ÜLKELERİ-7 Paris ah Paris !

İnsanoğlu kuş misali.. Dün Belçika'daydık.. Bugün Paris yolunda.. Sabah saat 11.00 itibariyle Fransız topraklarındayız.. Rehberimiz arada bir eline aldığı mikrofonla bir şeyler anlatıyor.. "3 Mart 1974'te Ermenonville Ormanı'nda bizim THY uçağımız düştü.. İçinde rugby maçına gelen 300 taraftar vardı.. Bir de uçağın mürettebatı.. Kurtulamadılar.. Ormanda uçak personeli anısına bir anıt dikildi.. Her yıl 3 Mart'ta bir tören yapılıyor.. İngilizler de kendi kayıpları için aynı şekilde bir tören yapıyorlar.." Bunu hatırlıyorum.. Haberlerde dinlemiştik.. Evlerimizde televizyonun olmadığı ,TRT radyosunun dinlendiği yıllarda.. Paris'teyiz.. Önce panoramik tur.. Paris'in simge yapıları birer birer otobüsün pencerelerinden arzı endam ediyor..
Zafer Takı..
Bir örneği bizde de olan Dikilitaş..
Mulenruj..
Lido..
Fransız sinemasının simgesi Pathe..
Ünlü Şanzelize Bulvarı.. Rehberimiz bunları birer birer sayarken bizler de hem görebilmenin hem fotoğraflayabilmenin telaşıyla otobüsün camlarına yapışmış vaziyetteyiz.. Panoramik tur bitince otobüsten inip diğer turistler gibi Paris'i yürüyerek keşfetmenin heyecanı başladı..
Önce bütün kafile Monmartre Tepesi'ne,Sacre Coeur Bazilikası'na gidiyoruz.. Tabiî biz gidene kadar turist kalabalığı ortalığı kapladığı için sokaklarda birbirimizi kaybetmemek için gözümüzü dört açıyoruz.. Bir de hırsızlara karşı uyarıldığımız için.. Nitekim dönüş yolunda motosikletli bir delikanlı kızkardeşimin elindeki telefona bir hamle yaptı.. Neyse ki telefonun kordonunu bileğine sıkıca dolamıştı.. Yoksa alıp kaçması işten bile değildi..
Bu arada manzara o kadar güzel ve ilk kez gören herkes gibi biz de o kadar büyüleniyoruz ki.. Ağzımız açık,gözlerimizin önüne serilen Paris panoramasını seyrediyoruz..
Evet,filmlerde,belgesellerde pek çok kez izledik.. Ama insanın kendi gözleriyle görmesi bambaşka.. Tabiî buraya sadece manzarayı seyretmeye gelmedik..
Bazilikayı da ziyaret edeceğiz.. Bunun için de uzun,upuzun bir kuyruk var.. Neyse ki çabuk ilerliyor.. İçeriye girip,bazilikayı da ziyaret ediyoruz.. Sonra biraz serbest zaman..
Daracık sokaklarda sayısız dükkan,turist kalabalığıyla sabahın bu saatinde bile tıklım tıklım..
Sokaklar da hakeza.. Ama o kadar gönül çelici ki..
Ve daha önce dediğim gibi turistler bile o kadar özenli bir görünümde ki.. Seçkinliğin,zarafetin turizmi denilse fazla kaçmaz sanki..
Tabiî sokaklardaki mültecileri görmezden gelmek şartıyla.. Hollanda,Belçika gibi burada da her yer mülteci dolu.. Neyse,bunları bir sonraki yazıda anlatayım.. Paris'i anlatmaya devam edeceğim..