30 Ekim 2018 Salı

Yaşasın Cumhuriyet !

Cumhuriyetimizin 95.yılı kutlu olsun !


Dün  ilk olarak, sabah 07.30'da,bir gün önce tertemiz sildiğim pencereme al bayrağımızı astım..
Sonra olağan mezarlık ziyareti için yola çıktım..
Annemi,babamı ziyaret ettikten sonra şehitlik bölümüne uğradım..
29 Ekim 1989'da şehit düşen Ruşen Ülker'e..
Mezarının mermerini yıkadım..
Ayak ucundaki ziyaret defteri kutusunu..
Bitişikteki arkadaşlarının mermerlerini de..
İşim bittikten sonra da eve döndüm..
Saat 10.00'da başlayacak olan bayram töreni için hazırlanıp çıktım..
Cumhuriyet Meydanı bir gün önceden hazırlanmıştı..
Protokol ve misafirler için oturma alanları,konuşma kürsüleri yerleştirilmişti..
Eksik olan, son birkaç yıl olduğu gibi cumhur,yani halktı..
Birkaç yıldan beri hayretle gördüğüm manzara böyle yazık ki..
30 Ağustos Zafer Bayramı olsun,29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olsun, halk bayrama katılmıyor..
Sadece birkaç erkenci emekli ihtiyar,işi olmayan birkaç avare insan,birkaç da  bayram kutlamaya gelen insan..
Bir de protokol üyeleri ve görevli olanlar..
Hatta geçen sene gelmek zorunda olanların sayısı halktan fazlaydı..
Dolayısıyla bayramı protokol üyeleri ve görevli olanlar kutlamış gibiydiler..
İlçe kaymakamının konuşmasını  alkışlayacak protokol dışından  seyirci yok gibiydi adeta..

Bu sene sevinerek gördüm ki,halk bayrama gelmiş..
Bunda biraz da geçit törenine katılan öğrencilerin annelerinin olması etkiliydi elbette..
Yine de çocuklarının hatırı için olsun gelmeleri anlamlıydı..
Pırıl pırıl ,rengarenk giyimli folklor ekiplerinin oyunlarını izleyen seyircilerden birinin "İnsan o kadar duygulanıyor ki,içimden ağlamak geliyor !" demesi günün en anlamlı sözlerinden biriydi..
Geçit törenine katılan öğrenci gruplarının başındaki erkek öğretmenlerin takım elbiseli oluşu,
hanım öğretmenlerin çoğunun etek ceketli takım giymiş olmaları bayrama verdikleri önemi göstermesi açısından dikkatimizi çekti,çok beğendik..
Öğrencilerden birinin geçit törenini telefonundan çekim yaparak gidişine gülümsedik..
Okulların geçit sırası da çok anlamlıydı..
Önce Atatürk İlkokulu geçti..
Sonra Cumhuriyet İlkokulu..
Onları İnönü İlkokulu,
İnkılap İlkokulu,
Sakarya İlkokulu ve diğer okullar izledi..
Sakarya Savaşı'nın yaşandığı topraklarda bulunduğumuz için burada okul isimleri daha düşünülerek verilmiş,veriliyor..
Tek eksik olan seyircilerin okullar geçerken onları alkışlamayı unutmasıydı..
Bunda kıyafet serbestliğinin etkisi var mı bilmem..
Çünkü askeri kıtalar ve bando geçerken coşkuyla alkışlamayı ihmal etmediler..
Okulların çoğu ise rengarenk günlük kıyafetlerle geçmişlerdi..
Dikkatimizi çeken bir şey de Atatürk İlkokulu'ndan bir sınıf dolusu miniğin Atatürk fotoğrafı baskılı tişörtleri ve ellerindeki Türk bayrakları ile marşlar söyleyerek bütün kutlama boyunca coşkulu halleriydi..
Çok sevimli ge güzeldiler..

Yaşasın Cumhuriyet !
Ne Mutlu Türküm Diyene !



Misafir


En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim:
Bu oyuna gidin !

Sezon başından beri izleyip de hüsranla çıktığım diğerlerinden sonra güzel bir oyun izlemek çok iyi geldi..
İlk dakikalardan itibaren hem de..
Keyfini çıkara çıkara izledik..

Bilgesu Erenus Hanım'ın kaleme aldığı Misafir,aslında zor bir konuyu işliyor:
Almanya'ya giden gurbetçilerimizin yaşadığı zorlukları..

Bu dramatik konuyu da bir yaren gecesinde kasabanın erkeklerinin kendi aralarındaki sohbet ve eğlencelerine yansıtarak eğlenceli hale getirmiş..

Hem eğlenerek hem duygulanarak bir saat kırk dakika geçti gitti..
Özellikle yaren gecesi ile ilgili ayrıntıların işlenmesi açısından eğiticiydi de..

Yönetmen Yavuz Sepetçi,kendine de bir rol ayırarak,hem de oyunun olumsuz rolünü,ekip arkadaşlarıyla birlikte sahneye çıkmayı tercih etmiş..
Böylece oyunun yükünü hep birlikte sırtlamışlar..
Oyunun dekor ve aksesuarları da yerli yerinde..
Fuat Çiğiltepe,Abdullah Ceran gibi kıdemli oyuncuları izlemek de ayrı bir zevk..
Ama aslında bütün ekip birbiriyle o kadar uyum içinde ki..
Hepsini izlemek ayrı bir keyif oluyor..

Dolayısıyla oyun baştan sona seyirciyi hak ediyor..
Alkışı da..
Hem de bol bol..
Emeği geçenlerin ellerine sağlık..


















Alkışı bol olsun..
Umarım turnede bizim kasabaya da uğrar..

24 Ekim 2018 Çarşamba

Gap'ı "Gaptık " -4

Atatürk Barajı

Adıyaman'a ve Otel Antiochos'a veda ediyoruz..
İstikamet Atatürk Barajı..
Rehberimizin otele gidene kadar anlattıklarından tuttuğum notlara göre:
"Dokuz Güneydoğu ilinin içinde en çok işsizlik yaşanan yer Adıyaman..
"Fırat ve Dicle,Türkiye'nin yüzey sularının yüzde otuzunu oluşturuyor..
"Diyarbakır topraklarının yüzde kırkı bazı büyük ailelerin elinde..
"Urfa da öyle..
"Fırat'ın en dar yeri Urfa..
"Aynı zamanda Adıyaman'a sınır..
"Baraj topraklarının çoğu Adıyaman'da..
"1934'te Atatürk bu toprakları ziyaretinde bir toprak reformu başlatır..
"Fırat'ın üzerinde bir' insanlık gölü ' oluşturulmasını ister..
"Bu durumda Atatürk Barajı'nın fikir babası Atatürk'tür..
"1983'te başlanan baraj 1992'de bitirilir..
"Tamamen Türk mühendislerinin eseri olan barajın ömrü 400-450 yıl olarak belirtiliyor..
"Atatürk Barajı dünyanın 5,büyük barajıdır..
"Bordo berelilerin koruduğu barajdan tam kapasiteyle elektrik üretimi yapılamıyor..
"Çünkü Suriye ve Irak'a saniyede 500 litre su vermeyi antlaşmalarla taahhüt etmişiz..


"Yusuf Ünlü,Cüneyt Değirmencioğlu,Abdülkadir Altun,Pehlül Mert,Kadir Ay,Maho Döner,Müslüm Çetinpolat,Ekrem Gazioğlu,Hatemi Özdemir,Niyazi Demir,Tevfik İpek,Bekir Koç,Mehmet Göksu,Şevket İzci,İbrahim
Kuşçu,Mahmut Şahin,Bozan Ceylan,Ahmet Çelik,Kamber Çapik,Hacı Kaçar,İsmail Seyhan,Yaşar Taştan,Halil Demir,Mustafa Candan.."
Adını saydığım bu 24 işçi baraj inşaatında can vermiş..
Onların anısına bir anıt yaptırılmış..
Seyir terasına gelen herkes,anıtı ziyaret ediyor..




"Maraş,Adıyaman,Urfa toprakları son derece verimli..
"Yakınlardaki Karacadağ,
bazalt taşlarıyla örülü arazi nedeniyle tarımdan hayvancılığa yönelir..
"Atatürk Barajı'nın su tutma duvarları bu bazalt  taşlarla kaplanmış..
O duvarların üzerine de  Atamızın ünlü   "Ne Mutlu Türküm Diyene "sözü yazılmış..
Barajın alanı 857 kilometre kare..
Seyir terasının üzerindeki çay ocağında da yörenin ünlü efsanesi Şahmaran işlemeli bir örtü vardı..
Kır kahvesinin sahibine sordum..
Eşi işlemiş..
Muhtemelen çeyizindendir..
Gap turu boyunca gittiğimiz her yerde karşımıza Şahmaran efsanesi,işlemesi çıktı zaten..

Atatürk Barajı'ndan Bozova'ya giderken pamuk tarlalarından,fıstık bahçelerinden geçiyoruz..
Hilvan'ı arkamızda bıraktık..
Pamuk tarlaları devam ediyor..
Siverek'e doğru bazalt kayaların araziye doğru yayıldığını görüyoruz..
Daha birkaç barajı kaplayacak kadar taş var koca arazide..
Karacadağ volkanik püskürmenin ovadaki yansımaları..
Bazı tarla sahipleri toplayabildikleri bazalt kayalarını biraraya yığmışlar..
Siverek,Kahta,Midyat,Kızıltepe il olması beklenen ilçeler..
Örneğin Siverek nüfusu 254.000..
Ki birçok ilin nüfusundan fazla..
Gap turuna devam..
İlk gün gezdiğimiz Karakuş Tümülüsü,Cendere Köprüsü ve asıl önemli olan Nemrut Dağı'nı da henüz yazmadım..
Bir dahaki yazıda da onlardan söz edeyim..




Gap'ı "Gaptık" -3


Kahramanmaraş

Sabah Maraş'ta başlayan Gap turumuzda,İstiklal Harbi'nin saygıyla anılan ismi Sütçü İmam'ı,biz de  andık ve onun izlerini aradık..
Bütün saygı ve ilgimizle....
Biraz da hayretle..
Kentin kafası biraz karışık gibi geldi bize..

Bir yanda Selçuklu,bir yanda Osmanlı,bir yanda da Marash Life !..
Bir de her yerde gözümüze çarpan "Hediyelik Şoklu Dondurma "ilanları..
Bütün Maraş bir dondurmaya indirgenmiş adeta..

Panoramik turda gördüğümüz tarihi Çukur Hamam,onun karşısında Ulu Cami;bayırlarda eski Maraş,yamaçlarda yeni Maraş..
Şehirden anlatacaklarımız bu kadar yazık ki..

Tam şehirden çıkarken,meydanda ,Fransız işgal ordusu ve Ermenilere direnen Maraş halkının yiğitliğini temsil eden anıt,zihnimizde Maraş'tan son kalan iz oluyor..
Oysa gezi belgesellerinde neler neler görmüştük;ama bunları kendi gözümüzle görmek için ayrıca gelmek lazım..

Adıyaman'a doğru devam eden yolumuzda Kartalkaya Barajı önümüze çıkıyor..
Masmavi sularıyla,yeşilliklerin eteğinde..
Pazarcık ilçesinden geçiyoruz..
Şehrin sokaklarında 1.Peynir Festivali'nin(18-19 Ağustos 2018) ve belediye başkanının reklam panoları..
Tabii bizim için bunlar sadece şehrin içinden geçerken gözümüze takılanlar..
Durmak yok,yola devam..

Eski adıyla Hısnul Mansur (Hısn-ı Mansur) yani Mansur Kalesi;kısacası bugünkü Adıyaman'dayız..








22 Ekim 2018 Pazartesi

Reis Bey

Hafta sonunda izlediğim oyunun adı..
Küçük Tiyatro sahnesinde sergileniyordu..
Çok fazla bir şey ummayarak gittim..
Necip Fazıl'ın oyunu olunca adeta sahne
emekçileri geri çekiliyor,ürkekleşiyorlar..
Yanılmamışım..

1988'de rahmetli Haluk Kurdoğlu'nun başrolü oynadığı film olarak televizyonda izlemiştik..
Ustalığıyla eseri izlenir ve inanılır kılmıştı..

 Yönetmen Özer Tunca ise 1940'ların, 1950'lerin tiyatro sahneleyişinde bir mizansenle sahnelemiş..
Dolayısıyla dekoru,kostümü buna göre düzenletmekle kalmayıp oyunculukların da o dönemin anlayışında  olmasını istemiş anlaşılan..
Çok eski moda bir oyun izledik kısacası..
Ahkam kesen aktörler de cabası..
Oysa oyunun felsefi derinliği daha sade ve günümüz çizgisiyle de yansıtılabilirdi..
Bana fazla tozlu,naftalinli bir mizansen gibi geldi doğrusu..

Tek takdir edilesi yanı, mübaşir rolünde izlediğimiz emektar oyuncu Savaş Tamer'di..

İkinci takdir edilesi yan da seyircilerdi..
Küçük Tiyatronun bütün koltukları doluydu neredeyse..
Seyircilerin ağırlıklı kısmı genç üniversitelilerdi..
İki saatlik oyunu huşu içinde izlediler,kimse perde arasında çıkıp gitmedi..
Oysa geçen hafta Kış Masalı'nda gidenler olmuştu..

Felsefi tartışmaların sevildiği genç yaşlarda Necip Fazıl'ın oyunları gibi olanlar da sevilerek izleniyor..
Keşke oyunu yönetenler de daha canlı,çağdaş ve içten bir oyunculuk tercih etselerdi..
Hem oyuncular kendilerini gösterebilirdi,hem daha sahici ve çekici olabilirdi..
Tek sahici olanlar iki şarkıcı kadın rolündeki oyuncular olarak kalmazdı..
Onları da oyunu yazan Necip Fazıl o kadar aşağılamış ki,kenarda iğreti kalmaları tercih edilmiş adeta..

Netice olarak,seyircinin Necip Fazıl'a saygısını izlemek için gidilebilir..
Bir de kenara sıkıştırılmış viyolonsel,klarnet ve neyden oluşan mini orkestrayı ve "Yastadır Ey Deli Gönül" türküsünü seslendiren Selami Durmuş'un güzel sesinin dinlemek için..
Gerisi zaman kaybı..


19 Ekim 2018 Cuma

Topuklu Ayakkabı

Dün ikindi vakti sokakta karşılaştık..
Her zaman ikisini birlikte görürdüm..
Yadırgadım..
Tekerlekli sandalyesini ittiği kız kardeşi ile birlikte görmeye o kadar alışmışız ki..

Yaşları epeyce ileri..
İki kız kardeş..
Biri tekerlekli sandalye mahkumu..
Spastik engelli..
Diğeri hayatını ona adamış olan..

Spastik engelli olan her zaman gülümsemeye hazır..
Diğeri hep biraz yorgun,bıkkın..
Her akşam üzeri evleri ile askeri gazino arasındaki uzun yolda ağır ağır giderler..
Biraz dışarı havası almak için..
Sonra aynı yoldan yine ağır ağır evlerine dönerler..
Havanın yağışlı hatta soğuk olduğu günlerde de onları sokakta görmüştüm..
Tekerlekli sandalyedekinin ayakları buz kesmişken..

Her günkü hayatlarını sanırım bu küçük hareketliliklerle yaşanır kılma çabasındaydılar..

Geçen sene okuldan eve dönerken yine yolda karşılaşmıştık..
Adlarını hiç öğrenemediğim kardeşlerin önce tekerlekli sandalyede olanıyla selamlaşmış,hatırını sormuştum..
Her zamanki sevimliliğiyle cevap vermeye çalışmıştı..
Sonra da yine biraz yorgun ve bıkkın görünen diğer kardeşin hatırını sormaya hazırlanırken,kulağıma eğilmiş ve şunu söylemişti:
"Hayatının kıymetini bil..
Şöyle giyinip kuşanıp,topuklu ayakkabılarımı tıkırdatarak sokaklarda kendi başıma yürümeye ne kadar hasretim !"

 Dün sokakta gördüm..
Yalnız..
Sonunda kendi başına yürüyor..
Tekerlekli sandalye mahkumu kardeşi vefat etmiş..
Hem de epeyce zaman geçmiş aradan..
İkimiz de daha fazla konuşamadan ayrıldık..
Topuklu ayakkabılarını giymiş miydi,doğrusu dikkat etmedim..
Ama yalnız yürümekten  pek mutlu görünmüyordu..

16 Ekim 2018 Salı

Gap'ı "Gaptık"-2

Adıyaman

Sabah Kahramanmaraş'tan sonra istikametimiz Adıyaman oldu,,
Öğleyin ulaştığımız kentte hemen, akşam geceleyeceğimiz otele götürüldük..
Odalara yerleştirilmek maksadıyla..
Ancak teknik bir iletişimsizlik neticesi ,odalarımız henüz hazır değildi..
Bir saat bekledikten sonra otel hazır olabildi....
Odalara yerleşme,elimizi yüzümüzü yıkayıp kendimizi tazelemeden sonra tekrar yola koyulduk..
Öğle vakti olunca nereye olabilir?
Şehir içinde tur firmasının her daim gittiği ve tur müşterilerini götürdüğü lokantaya..
Sabah sıkı bir kahvaltı etseler
de, can sıkıntısından acıkmış olsalar gerek,bütün kafile lokanta kapısından içeri doluştu..
Rehberlerimiz herkesi lokantaya yerleştirirken,ben de yemek yemeyeceğim için, buluşma saatini  ve yakında ziyaret edebileceğim yerleri sordum..
Hemen arka sokakta Adıyaman Müzesi varmış..
Yaşasın..
Bir saat içinde ne gezebilirsem kardır..


Müze görevlileri,"Şeref verdiniz,buyurunuz !"diyerek karşıladılar..
Küçük ama dolu dolu müzeyi şeref duyarak gezdim  ben de, hızlıca..

Ünlü Nemrut Dağı,şehrin sınırları içinde
kaldığı için turizm potansiyeli yüksek bir kent Adıyaman..
Dolayısıyla müzede de ağırlıklı olarak Nemrut Dağı ile ilgili materyaller sıralanmış..
Bir de Roma dönemi ile ilgili buluntular..
Daha eski döneme ait buluntular,yontulmuş taşlar örneğin..                                
Heykel başları,kap kacak,antik paralar..
İlginç olan bir şey de definecileri ve halkı uyarmak için camlı bölmelerde sergilenen gerçek ve sahte tarihi paralar,mühürler,heykelciklerdi..
İnsanda gülme hissi uyandırdığını söylemeliyim..
Müzenin bir bölümü de Adıyaman yöresi kilim,halılarına ayrılmıştı..
Parlak renkleri ve ilginç motifleriyle duvarlarda sergileniyordu güzelim el emeği ürünler..
Bir başka camlı bölmede yörede kullanılan ev eşyaları,giysiler,takılar..
Antik çağdaki takılarla,yüz yıl önceki takılardaki işçilik,ustalık,incelik olağanüstüydü doğrusu..
Hayranlıkla seyrettim hepsini..
Tasarımcılarımızın da aynı şekilde gelip izlemelerini dileyerek..
Dikkatimi çeken bir şey de müze girişindeki bir üçlü heykeldi..
Yöre insanları oldukları belli de,kimler?..
Sordum..
Genç görevliler bilmiyorlar yazık ki..
İçeriden  orta yaşlı
bir bey gelerek açıkladı..
Sol baştaki iyi giyimli olanı Mahmut Parlak imiş..
Ortadaki Deli Kado olarak anılırmış..

Sağdaki Gazi Hafız imiş,Ulu Cami'nin imamı imiş vaktiyle..
Bu üçü hiç ayrılmazlarmış,1970'lerin Adıyaman'ında..
Varlıklı biri olan Mahmut Parlak diğer ikisini korur,gözetirmiş..
Onların anısına bu heykel grubu yaptırılıp buraya konmuş..
Ya da kimbilir daha önceleri neredeydi de,şimdi burası münasip bulundu..
Toplumsal hafızamız o derece zayıf ki,10 yıl öncesi bize tarih öncesi gibi geliyor,hemen unutuyoruz..
İşin kötüsü ilgilenmiyoruz da..
Ya da bazen işin iyisi demeli..

                                                     
Ama unutmadıklarımız da var..
Örneğin Süryani nazarlığı adıyla satılan bir ürün var..
Bütün Midyat'ta ve Mardin'de satılıyor..
Müzedeki iki materyalden esinlenildiği hissine kapıldım..
Birisi bir tanrıça sanırım..
Diğeri de mavi bir taştan yapılmış..
O mavi taştan,o tanrıçanın başı şeklinde bir form üretmişler,nazarlık adıyla..
Doğrusu iyi de etmişler..
Gençler kapış kapış alıyor;kulaklarına,boyunlarına takıyor bu nazarlıkları.
Yöre insanına da kazanç oluyor..
Ben de aldım,Elif için,Midyat'tan..
Ama kaynak bu topraklar..
Ne güzel..

Gap'ı "Gaptık"-1

Kahramanmaraş

Rahmetli Süleyman Demirel'in sözünü biraz farklı bir anlamda kullanarak belirteyim..
Kurban Bayramı'ndan hemen sonra çıktığımız Gap turu ile biz de Gap'ı anlamaya,algılamaya,"gap'maya"çalıştık,bir nebze de olsa..bir haftalık sürede de olsa..

27 Ağustos'ta akşamı, kafile üyeleriyle birlikte doluştuğumuz otobüsle yaptığımız gece yolculuğu, sabah bizi Kahramanmaraş'a getirdi..
Şehrin kıyısında konuşlanmış bir lokantada sabah kahvaltısı ile gecenin yorgunluğunu ve uykusuzluğun mahmurluğunu üzerimizden atmaya çalıştık..
Bu arada  tavşan kanı demindeki çaylar şehrin suyunun kalitesini de gösteriyordu..
Şanslı Maraşlılar'a imrendik doğrusu..
Bizim suların kirecinden dolayı turuncuyu aşamayan çaylarımızın rengini hatırladık esefle..
Yöresel zeytin ve peynirlere eşlik eden sıcak suböreği de Anadolu konukseverliğinin ve lezzetinin göstergesiydi..
Kahvaltı sonrasında isteyenler Maraş dondurmasının tadına bakabileceklerdi..
Nitekim sabah erken saatlerde olmasına karşın kafile üyeleri dondurmalarını kaşıklamaya başlamışlardı bile..
Tekrar doluştuğumuz otobüsle kısa bir Maraş turu yaptık..
Tarihi bir cami ve hamamı hatırlıyorum şimdi,bir de engebeli arazide yükselen şehrin siluetini..
Eski ve yeninin yan yana sıralandığı tarihi bir kent Maraş..
Kurtuluş Savaşı'nda kentin onurlu direnişini ve 1970'lerdeki trajik Maraş olaylarını hatırladım bir de..
Hiç otobüsten inmeden on dakika içinde geçip gittiğimiz kentten geriye zihnimde kalanlar bunlar..
Yeterince hızlı  fotoğraf çekemediğim için fotoğraf da pek yok yazık ki..
Ama zihnimdeki görüntüler mevcut..
Bir başka sefer bu güzel şehri daha iyi gezmek niyetiyle Kahramanmaraş'a veda ettik..



15 Ekim 2018 Pazartesi

Tahtsız Kraliçe

Tiyatro sezonunun yeni oyunlarından..
Oyun eleştirilerini okuduğum için, biraz tedirgin olduğumu da söylemeliyim..
İzleyenler hiç beğenmemişlerdi..
Yanlış bir seçim mi acaba, diye epeyce düşündüm..
Pazar günü de gidip izledim..
Eleştirenler haklı..
Çok çok kötü değil ama kötü bir oyun..
Kötülüğü metnin zayıflığından geliyor..

Bildik bir konu ele alınmış..
Kent cangılında yaşayan ve giderek birbirinden uzaklaşan ama birbirine dayanmadan da yaşayamayan insanların açmazı..
Yabancılaşan karı kocalar,arkadaşlar;cıvıklaşan,ikiyüzlülüğü aşamayan ilişkiler..
Dost görünen ama bencilliğin girdabında dolananlar..
Bunların ortasında bunalan,derdini kimselere anlatamayan,anlatamayacak olanlar..

Konu bu..
Yeni bir şey değil yani..
Dolayısıyla kasacak,kasılacak bir şey yok ortada..
Tersine,yazar Özlem Saraç bu konuyu gerçekçilik adına o derece kabalıkla,kaba bir dille ele almış ki,zaman zaman rahatsız oluyorsunuz..
Yönetmen Çağman Pala da elinden geleni esirgememiş..
Daha da kaba olmuş..
O nedenle, ev dekoru bu kabalıkların yanında çok zarif kalmış..

Konu daha zekice,daha etkileyici bir dille,hiç de bayağılaşmadan da verilebilirdi..
Zaten kabalıkların paçalardan aktığı topluma daha iyi bir mesaj verilebilirdi..
Amaç mesaj vermek değil,eğlendirmekse,o amaca ulaşıldı doğrusu..
Tek perdelik,bir saat on beş dakikalık oyunda..
Benim asıl eğlendiğim yer ise,oyuncuların selamlama sahnesinde oldu..
Oyunda herkes başroldü bence..

Ama ev hanımını oynayan oyuncu hanım (Sanırım adı Başak Onat Özcan;çünkü oyun bitince camekandaki fotoğraflarına bakarız,diye düşündük,yanılmışız.Oyun bitip de koridora çıktığımızda fotoğraflar toplanmıştı bile !..Tahmini olarak yazıyorum o nedenle..) çıkmadan önce diğer herkes selama çıktı,hepi topu yedi kişiydiler zaten..Sonra hepsi iyice birbirine sokulup ortayı boşalttılar..Ev hanımını oynayan hanım bir afra tafra geldi,selam verip alkışını aldı,diğerlerine ellerini uzattı,hep birlikte selam verdiler ama nasıl gergin yüz ifadeleriyle,görmek gerek..Bu arada ev hanımının annesini oynayan kıdemli oyuncunun tekrar çıkışını da beklemeyi unuttular,kadıncağız selama yetiştiğinde neredeyse çıkmak üzereydiler,o da kıyıya ilişiverdi..Ev hanımı rolünde olan ise oyunun da ev sahibesi olduğunu göstermek istercesine mağrur bir edayla selam verip duruyordu..Diğerleri ise bir an önce ellerini ondan koparıp çıkmanın derdindeydiler..
Oyunun en eğlenceli ve gerçek anları da buydu bence..
Yapacak hiçbir işim yok,kendime eziyet etmek istiyorum ,
diyenlere bir seçenek olabilir Tahtsız Kraliçe..





Kış Masalı

Bu sezonun oyunlarından..
Tiyatro sezonunu açmış olduk böylece..
Cumartesi gidip izledim..

Akün'de..
Benim gibi tiyatroyu özleyen salon dolusu seyirci ile birlikte..
İki saat kırk beş dakika sürdü..
İki perdelik oyunun birinci perdesi bittiğinde bir saat yirmi dakika geçmişti..
Mesele oyunun uzunluğu değil elbette..
Yedi saat de olsa izlenir..
Yeter  ki güzel bir sahnelensin..
Bu kez öyle değildi yazık ki..
Üstelik mesele eserin niteliksizliği de değil..
Kış Masalı Shakespeare'in kaleminden çıkma..
Bu durumda kimi suçlayacağız peki..
Tabii ki yönetmeni..
Devlet Tiyatrolarının bütün imkanları elinde olan kişiyi,
hem de başrejisör olduğunu bangır bangır ilan eden  Hakan Çimenser'i..
Oyunculuklar lise tiyatroları ayarındaydı..
Hatta lise tiyatrolarındaki samimilik onları daha bile üste taşır..
Buradaki yapmacıklık fena halde rahatsız ediciydi..
Bir kişi müstesna:
Mesut Turan..
Sicilya Kralı Leontes rolünde tam anlamıyla döktürüyordu..
Sahne tecrübesini ortaya koyabilmek için eline geçen fırsatı o kadar iyi bir oyunculuk sergileyerek kullanıyordu ki..
Hayranlıkla seyrettim..
Karşısındaki Bohemya Kralı Polixenes rolündeki Mehmet Demiralp ise ilk perde başındaki uzun konuşmaları boyunca kelime yutmaktan helak oldu..
Kraliçe rolündeki Ekin Tunçay Turan'ın daha epeyce pişmesi gerek..
Füsun Günuğur bir dizideki rolünü tekrarlar gibiydi..
Shakespeare oyununda değil..
Faruk Günuğur,Bilal Gürdere,Bahadır Karasu kıdemli oyunculuklarını sergilediler..
Diğerleri etkisiz eleman gibiydiler..
Rollerine olan yakınlıkları, ellerindeki yapma çiçekler ne kadar doğal  kokabilirse o kadardı..
Hele birbirini seven prens ve prenses rolündeki oyuncuların arasındaki uyumsuzluk tam bir komediydi..
O kadar oyuncu arasından birbirine yakışan iki kişiyi bulamamış demek ki yönetmen..
Hele Antigonus'un bir ayı tarafından yenmesi sahnesindeki ayının seyirciye dönüp kollarını açtığı sahnede yıkıldık..
Korkunç olmak yerine komik olmuştu..
Oyuncak ayı görüntüsüyle..

Sahne dekoru,ışığı fena değildi..
Yalnız yukarıdan sarkıtılan o tuhaf çiçekler olmasa da olurmuş..
Dekorlara takıldıkça, romantik değil komik bir ortam oluşturdular..
Yine de Şirin Dağtekin Yenen ve Şükrü Kırımoğlu'nun ellerine,emeklerine sağlık..

Kısacası Mesut Turan olmasa gidilecek bir oyun değil Kış Masalı..
Ya da sadece Mesut Turan için gidilip izlenir..



1 Ekim 2018 Pazartesi

Okumak Zor İş

Perşembe günü dersim yoktu..
 Sabah erkenden annemle babamı ziyaret ettim..
Sütçünün balkona bıraktığı sütü tencereye aktarıp pişirdim..
Şimdilik başka bir işim yok..
O halde bugün biraz aylaklık edebilirim..
Epeydir yapmam gereken ziyaretleri yapayım..

Çiçekleri ve çiçek yetiştirmeyi seven Levent'e birkaç çiçek  filizi götürdüm..
Çiçeklerin önünde biraz lafladık..
Çiçeklerden,çocuklardan,zamlardan..
Oğlu bu yıl liseyi bitiriyor..
Dolayısıyla üniversite sınavına hazırlanıyor..
Baba olarak,kısıtlı bütçesiyle onu bir dersaneye yazdırmakla kalmamış;
evde de rahatını temin için karı koca odalarını oğullarına bırakıp salona geçmişler..
"Yeter ki çalışsın,biz razıyız."dedi..

Oradan  ilçe kütüphanesine geçtim..
Öğle saatiydi..
Memurların çoğu öğle yemeğine çıkmış..
İki nöbetçi memur, gelen okuyucu olursa, diye bekliyorlardı..
Gelen okuyucu olmadığı için sıkılarak..

Artık okuyucu sayısının çok azaldığından,
gelenlerin de sadece çerez kabilinden hafif şeyler okuduğundan,
klasikleri okuyanların sadece ödev verilen öğrenciler olduğundan,
onların da okumakta çok zorlandıklarından,
öyle ki ödünç aldıkları kitapları haftalarca,hatta aylarca getirmediklerinden,
dolayısıyla ellerindeki aynı kitaptan az sayıda olduğu için okuyucu şikayetini de göğüslemek zorunda kaldıklarından,
kendilerine sunulan sıcak,temiz,bedava okuma ve çalışma imkanını  halkın değerlendirmediğinden,
ama en çok okuyucu sayısının ve okunan nitelikli kitap sayısının giderek azaldığından,
50 bin kitabı olan kütüphanenin 5 bin okuyucusu olamadığından,
yakındılar,yakındılar,yakındılar..

Onları dinlediğim bir saat boyunca iki okuyucu dışında gelen olmadı gerçekten de..
Biri de eski öğrencimdi..

Öğle tatili biterken diğer çalışanlar döndü..
Neredeyse sadece çalışanların doldurduğu kütüphaneden ayrılıp  liseye doğru yürüdüm..
Bir zamanlar hem öğrencisi hem öğretmeni olduğum bu eski binanın şimdiki yöneticisini ziyarete..

Her zamanki gibi güler yüzle,kapıda karşıladı..
Odası yine öğrenciler,öğretmenler,veliler,diğer ziyaretçilerle doluydu..
Bana da bir yer bulundu..
Biraz sonra da işi bitenler çıkınca oda tenhalaştı..
Bir öğrenci annesinin getirdiği bir tepsi ev baklavasından da payımıza birkaç dilim düştü..
Renkli bir sohbete  ve kahveye, baklavaları katık ettik..

Öğrencilerin okula ve özellikle eğitime uzak duruşlarından yakındı o da,her zamanki çelebi haliyle..
Onları bu haliyle kabul etmenin olgunluğuyla da..
Oradan eve dönerken uğradığım pazarda ise bambaşka bir dünya akıyordu..
Capcanlı,telaşlı,gürültülü..
Okul çağında çocuklar,gençler..
Kasa taşıyan,bağır çağır meyve sebze satan,yerleri süpüren..
Dökülen,satılamayan meyve sebzelerden evine götürmek için toplayan..
Okula gidemeyen..