31 Mart 2015 Salı

La Turquie Kamaliste(Kemal'in Türkiyesi)

Bir süredir bende olan bir kitabın adı bu.
Ödünç verildi,okuyup iade edeceğim.
Fırsat buldukça kucağıma açıp okuyorum.
Boyut Yayınlarının prestij kitaplarından..
Kare biçimli,kağıdı kalın,kendisi kalın ,eni boyu otuz santim uzunlukta,taşıması ağır ..
Bu sözü mecazi olarak da almak gerek aslında;içerik olarak da ağır bir kitap...
Kısacası evde yan gelip yatarak okuyamıyorsunuz,benim sevdiğim şekilde parklara götürüp okuyamıyorsunuz;terbiyelice oturup kucağınıza açmalı ya da masaya koymalı ve sandalyeye tüneyerek orada okumalısınız.
Ama bütün bu zahmete değer..
Mustafa Kemal'in Türkiyesi adıyla Fransızca yayınlanmış olan bir dergi yayınlanmış otuzlu yıllarda...
Yeni kurulan genç Cumhuriyet'in yeni,aydınlık,umutlu,onurlu,kendine ve liderine güvenen Türkiyesini Avrupa'ya ve aslında dünyaya tanıtmak..
Adını Cumhuriyet'in kurucusundan alıyor ve ilginç olan da şu ki,kendine adını veren Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in ne bir tesis açılışında ne bir hizmet tanıtınımda fotoğrafına yer vermemiş.
Muhtemelen bu, Atatürk'ün talimatıyla yapılan bir tutum..
Dolayısıyla nasıl bir mütevazılık ve aynı zamanda nasıl bir özgüven sahibi olan olağanüstü kişiliğine bir kere daha hayran oluyorsunuz.Nadir rastlanan bir devlet ve siyaset insanı tutumu..
Kişiliğine ait küçük bir ayrıntıyı da öğreniyorsunuz dergide...Kemal adını pek de sevmez imiş diye rivayet edilirmiş ve soyadı kanunuyla birlikte adını da eski Türkçe'de kale veya ordu anlamına gelen Kamal ile değiştirmiş ve hep öyle kullanmış.Dolayısıyla dergi de uzun süre Kamalist olarak yayınlanmış;sonra Kemalist'e dönmüş.
Okudukça öğrendiklerimi anlatacağım.Kitabı alan ve okumam için bana veren Sevim Işık Hanım'a teşekkür ederim.

Okulumun adı iade edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi!(İade edilene dek geçen 7.gün)

Mal Sahibi Mülk Sahibi Hani Bunun İlk Sahibi

Aslında başlık olarak "Ol Mahiler Ki Derya İçredir Deryayı Bilmezler" de yakışırdı.,neyse..
Geçen pazar günü Bacı Köyünden Hacı Tuğrul Köyüne yaptığımız yürüyüşte öğrendiğim bir şey de, antik çağda yerleşim yeri olan ve bugün halkımızın çok doğru bir tanımlamayla Karahöyük dediği bir yerleşim yeri oldu.
Hacı Tuğrul köyünün aşağısında kalan bu yerleşim yerinde geçen yıllarda  kazı çalışması yapılmış,Lidyalılara ait bir yerleşim yeri olduğu bilgisi verildi(?).Buranın Frig bölgesi olduğunu zaten biliyoruz,Roma yerleşimlerinin izleri bölgenen birçok yerinde görülüyor,örneğin Bacı Köyündeki pınarın hemen yanına yapılan çamaşırhanede o döneme ait olan sütunlar vardı.
Benim en hoşuma giden de bu aslında...Kendinden öncekini yok etmeyen,onu kendi hayatının içine dahil eden,onunla yaşayan,aslında onu da yaşatan anlayış..
Mesela Karahöyük'ün hemen altında güzel bir pınar var,onun taşlarını da antik kentten getirmişler,pınarı yapan ustalar çok da güzel yakıştırmışlar!Hem bir pınar yapılmış hem de o çağın taşı yeni hayata katılmış;yok edilmemiş,gözlerden gizlenmemiş tam tersine her gün görülür hale getirilmiş.Halkımızın bu tutumu çok takdir edilmeli..
Bizim cahilliğimiz ise her zamanki gibi paçalarımızdan akıyor.Halk söylemese bilmiyoruz,ne antik yerleşimleri ne kestirme yolları,ne kitaplarda olmayan ayrıntıları..bir de ülkemizi atalarının toprağı saymaktan asla vazgeçmeyen ve bu topraklardaki her ayrıntıyı bilen yabancılar tabii...
Hiçbir  olağanüstülüğü yok dediğim Polatlı ne olağanüstülükler taşırmış meğer ve bunları öğrenmek için saçlarımıza yıldızlar,yüzümüze çizgiler dolması gerekiyormuş...gene de şükür..hiç öğrenmeden öte tarafa gidebilirdik..Demek ki şimdi üzerimize,   öğrendiklerimizi bu toprağın çocuklarına anlatmak görevi yüklendi,ha gayret!

Okulumun adının iade edilmesini istiyorum:Yaşasın Polatlı Lisesi!(İade edilene dek geçen 6.gün)

30 Mart 2015 Pazartesi

25 Kilometre

Şaka değil pazar günü bu kadar belki daha fazla yürüdüm.
Yok bir şeyi protesto etmek için değil,cimrilikten yollara vurup bir yerlere yürüyerek gitmek için de değil...
POTA kısa adıyla bilinen(umarım daha da çok bilinecek olan)Polatlı Tarihi Alanlarını Tanıtım Ajansı'nın ayda bir düzenlediği Sakarya Savaşı alanlarını tanıtım yürüyüşünün Bacı Köyünden Hacıtuğrul Köyüne olan etabına katıldım.
Bu nedenle Neşe-Dert-Aşk'a gidemedim,biletini açığa aldırdım,nasılsa daha oynar diyerek..
Pişman da değilim,iyi ki katılmışım,dağ denebilecek bir yüksekliğe ve aslında tepeler silsilesine tırmandık otuz kadar kişi..
Sabah saat beşte kalkıp altıya doğru annemleri ziyaret ettim,sonra gitmeye vaktim olmazsa diye..İyi ki öyle yapmışım;çünkü eve döndüğümüzde saat akşam sekizi geçiyordu.
Sabah saat   sekizde heykeldeki buluşma,buluşamamaya dönüştü,çünkü kimseyi göremedim.Ne insan ne vasıta...Sonra buluşuldu,tabii yine birileri(yani gezi sorumluları) hayal kırıklığına uğrayarak...Akşam elektronik ortamda geleceğiz diyerek söz veren klavye şövalyelerinin hiçbiri gelmemiş!
Gelenler ben,Arruzo,7.sınıf öğrencisi kahraman Mehmet,ilk kez gördüğüm bir delikanlı  ve yanındaki kız ve gezi sorumlusu iki kişi...Şoför dahil koca otobüste sekiz kişiydik.Diğerleri Ankara'dan gelen bir dağcılık kulübü üyeleriydi.
Sabah on civarında Bacı Köyü girişinde çay içerek başlayan etkinlik akşam üzeri altıda Hacıtuğrul köyünde yine çay içerek noktalandı.
Ankara'dan gelen ekibin özelliği hatta klasiği ya da numarası mı demeli,her fırsatta çay,sigara molası vermeleri,sonra sağlıklı yaşam yürüyüşüne devam etmeleri,sık sık da şikayet etmelerini de ortak özellikleri arasında saymalı mı bilmem!Adı dağcılık kulübü diye geçen kulübün üyeleri daha çok 'spor' olsun diye katılıyor gibiler..
Neyse onu geçerek başlayan yürüyüş ciddi ciddi bayırlar tırmanarak arada kısa molalar,öğle yemeği arası hariç akşam üzerine kadar sürdü ve kendi adıma konuşmak gerekirse zorlayıcıydı.Bir ara artık dayanamayacağım galiba demedim değil,tabii içimden...Yanımda yöremde sızlananlardan mümkün olduğunca uzaklaşarak...
Yakınında kendini,kendini ve yine kendini anlatmak ve sızlanmak,nazlanmak,şikayet etmek  bu tür etkinliklerin klasiği yazık ki;üstelik sizden de kavuk sallamanızı bekliyorlar..
Oysa bazen insan sesi duymaya tahammülünüz olmuyor.Sadece sessizlik istiyorsunuz,kendinizle baş başa kalıp içinizi dinlemek ihtiyacıyla doluyorsunuz.O anda bir rüzgarın sesi,bir kuşun ötüşü,yanınızdan ince bir şırıltıyla akan suyun sesi dışında bir ses istemiyorsunuz..gerçekten!
Netice olarak rüzgarın sesi,kuşların ötüşü,eriyen kar sularının oluşturduğu küçük çağlayanların sesi ve sessizliğin sesi içinde yedi saat yürümek iyi geldi..Hele açan çiğdemlerin güzelliği!Gelin gibi donanmış bademler,acıbademler..nefisti!
Şimdi oturursam kalkamıyorum,robotlar gibi yürüyorum,bunun dışında pamuklar gibiyim.Cumartesi modern dans gösterisi,pazar günü uzun ve zorlu bir yürüyüş içimi dışımı temizledi.
"Yeni saçmalıklar ve saçma insanlar,saçmalamalarınızı savuşturmaya hazırım!Savulun!"diyeceğim ama dövülmüş Battal Gazi gibiyim!
 Okulumun adı iade edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi!(İade edilen dek geçen 5.gün)







Bir Yaz Gecesi Rüyası

Hafta sonunda ilk durağım Opera Sahnesiydi.
Az sayıdaki matinelerden birini yakalamış,bale izlemek için yollara düşmüştüm.
Saat ikide başlayan matine çok dolu değildi.
Bu fırsattan istifade en önde bulduğum boş koltuğa yerleşip izledim.
Müzik güzel,danslar güzel,bu güzelliği izlemenin keyfi güzel...Kısacası güzel bir saat geçirdik.
Şimdi bir yandan oyunun müziklerini dinliyor,bir yandan bu satırları yazıyorum.
Kullanılan müziklere yer vermişler,program kitapçığında;iyi de olmuş,beğendiklerimizi tekrar dinleyebiliriz..Şimdi Keith Jarret'in The Wind'ini dinliyorum.Yaz yağmurları gibi insanı ferahlatan ezgiler..Oyunda kullanılanlardan değil ama,beğendim.Bye Bye Blackbird galiba oyundaki müziklerdendi..
Benny Goodman ve Sing Sing Sing'ini oyunda duyar duymaz çok keyiflendik zaten..Bu sabah da Fred Astaire ve Ginger Rogers'ın güzelim dans görüntüleri eşliğinde tekrar dinledim ve izledim.Ne güzel zamanlarmış !
Max Richter'in müziklerini de beğendim.Şimdi November'ı dinliyorum..
Modern dans örneği olan Bir Yaz Gecesi Rüyası Shakespeare'in bir klasiği,biliyoruz..Bunu alıp 60 ve 70'li yılların kostümleri ve ortamıyla sahnele taşımışlar..Müzikler de bunu destekleyince(şimdi de yine Max Richter'in On The Nature Of Daylight'ını dinliyorum)çok keyifli bir modern dans örneği çıkmış ortaya..Çok beğendim..
İzlerken tek düşündüğüm şey, acaba bir dansçının yerine mi oturdum oldu..
Dansçılar mizansen gereği sahnenin dışında,seyircilerin arasında oturuyorlardı..Benim oturduğum ön orta koltuk onlardan birinin oturması için mi boştu acaba diye azıcık tedirgin oldum ama azıcık...Yanımda iki kişilik boş yer vardı zaten ve dansçı oraya oturdu,umarım gösteride bir şeyi aksatmamışımdır.(Şimdi de yine Max Richter'in Sarayevo'sunu dinliyorum)
Yoksa biz çok keyifli vakit geçirdik,eğlendik,bildiğimiz melodileri dinledik,oturduğumuz yerden tempo tuttuk,bilmediğimiz bestecilerin eserlerini dinledik,bilgimiz arrtı..Zihnimiz tazelendi,haftanın yorgunluğu gitti.Saçma sapan işler ve insanlara can sıkmak yerine hayatın keyfine yöneldik.İyi de oldu(Embers da güzelmiş!)
5 Mayıs'ta bir gösterimi daha varmış.Öneririm,hele de yorgun bir döneminizse...İlaç gibi geliyor.

Okulumun adı iade edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi!(İade edilmesine kadar geçen 4.gün)

27 Mart 2015 Cuma

Bu Bir Veda

Okulumuzun en aktif işleyen iç yapılarından biri kütüphanemizdir.
2001 yılından beri aralıksız olarak, eğitimin sürdüğü her gün hizmet vermektedir.
Her yıl Kütüphanecilik Haftası'nı büyük bir program yaparak kutlarız.
Üstelik her yıl bir tema belirler,her şeyi o tema çerçevesinde şekillendiririz.
Önceki yılın teması 'anı' lardı..
Geçen yılınki 'deneyim'..
Bu yılın teması da 'veda' olsun istedik.
Aralıksız hizmetle geçen 15 yılın kutlama programı...
Son sınıflarımız için son bir söz olsun,tabii bizim için de..
Çünkü bir 'zorunlu rotasyon' lafıdır gidiyor;eğer öyle ise ben ve benim gibi aynı okulda yıllardır çalışan öğretmenlerin zorunlu gidişi söz konusu olacak..
O halde rahmetli Attila İlhan'ın İhtiyarlar Balladı'nda  dediğine benzer söylersek: "Ya son sözümüzü söylemeden gidiverirsek..."
Bu nedenle son sözlerimizi söyleyeceğimiz bir programı az önce sunduk.
712 kitapla aldığımız okul kitaplığı şimdi 2793 kitaba ulaştı.
Okuyucu sayımız 18.500'lerde..
Bir okul kitaplığı olarak tıkır tıkır işleyen bir düzenimiz var,biraz bana bağlı olarak çalışsa da...
Bu bir veda diyerek başladık ve veda şarkılarından yola çıkarak öğrencilerin hepsinin bildiği Hababam Sınıfı filmindeki şarkılardan oluşan bir potpuriye son sınıf öğrencilerinin tamamının oluşturduğu koro ve danslar,oyunlarla ne güzel eğlendiklerine,eğlendirdiklerine şahit olduk.Bir de üzerine her sınıfın ortak yazdığı veda konuşması yine her sınıftan bir öğrenci tarafından yapılınca eğlence daha da koyulaştı.
Sahnede söz alanlar son sınıflardan,izleyenler 11.sınıflardan oluşuyordu.Mesajlar da bir sonraki dönemin son sınıflarına oldu böylece...
Asıl amacımız yaşadıklarının farkında olan,sorumluluk sahibi gençler olduğu için bunu vurgulamaya çalıştık en çok..
Onlara son bir söz olarak Küçük İskender'in şu dizelerini yazıyorum:"Çocukların derilerini ben yüzdüm/Üşürlerse bir vedada /İyi üşüsünler"


Okulumun adı iade edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi !(Adı iade edilinceye kadar geçen 3.gün)

25 Mart 2015 Çarşamba

Okulumun Adı İade Edilsin:Yaşasın Polatlı Lisesi

Bir süre önce ilçemizdeki okulların birkaçının adları değiştirildi,sessiz sedasız..nedense kimse de çıkıp bir şey söylemeden...
Belki de memlekette onca mühim şey olurken bunun üzerinde durulması abesle iştigal olarak düşünüldü;ama zaten neyin üzerinde ciddiyetle ve ısrarla duruyoruz ki..
Her şey yanımızdan bir cankurtaran sireni gibi hızla geçerken bir anlığına her şeyi unutup ona bakıyoruz ve balık hafızamızla iki saniye sonra unutup, yeni bir cankurtaran sirenine dönüp bakıyoruz,sonra bir başkasına,sonra bir başkasına,sonra bir başkası...
Öyle olunca da ya sürekli değişen gündemle aklı karışmış aptal oluyoruz ya da hiç bir şeyle ilgilenmemeyi seçiyoruz,güzel kafacığımızı yormamak için...
Yerel olanla ise ilgilenmemek diye bir şey olamaz,olmamalı,o yerde yaşıyoruz...
Altmış yılı aşkın mazisi olan köklü bir eğitim kurumunun adı  değiştirilmemeli ve bu koca  şehirde yaşayan bu okulun binlerce mezunu bu konuyu dikkate almalı..
Bu bir insanın adını,kimliğini zorla değiştirmekten farksızdır ve konuya o gözle bakılmalıdır.
Yöneticiler meseleyi kolaycılığa kaçarak çözümlemeye çalışmışlarsa eğer, o okulun gerçek sahipleri olan eski öğrencileri daha uygun çözümler bulunması ve okulun gerçek adı olan Polatlı Lisesi'ne tekrar dönüştürülmesi için ısrarlı girişimlerde bulunmalılar ve buna da bugünden tezi yok başlamalılar...
Polatlı Lisesi'den 35 yıl önce mezun olan eski bir öğrencisi olarak bugünden itibaren bu konuyu kendi gündemime taşıyacağım ben de..
Aynısını okulun mezunlar derneği,üyeleri,zaman zaman bir araya gelip eski günleri anmakla yetinenlerinin de yapmaları gerektiğini söylemek isterim...
Okula sahip çıkmak, yan gelip yatarak hakların verilmesini beklemek değildir,hakları talep ve sonuç almak için ısrarla takip etmektir.

23 Mart 2015 Pazartesi

Tembel Kız Arruzo

-Efendim hocam!
Telefonlarımı daima böyle açar,çok da hoşuma gider.
Sonra ben başlarım  bir etkinliği haber verip gelmesi için çağrıya..
O da başlar ,ilgisini çekmediyse kıvranmaya,gelmemek,beni de kırmamak için mazeretler aramaya...
İlgi ve yaş frekanslarımız çok farklı elbette...Ama ortak noktalar bulamayacak kadar da değil..
Bir kere lise son sınıftaki edebiyat öğretmenim rahmetli Doğan Koloğlu'nun kızı... Bu nedenle en azından vefa hissiyle kendisini ve anneciği Sevgi Hanım'ı bırak(a)mıyorum.
İkincisi güzel bir gözü var,fotoğraf konusunda..Çalışmalarımda yardıma ihtiyaç duyduğumda gözüm arkada kalmayacak ve benimle gönüllü çalışacak,bir telefon uzaklığındaki birilerinin olması en sevdiğim şeylerden...
Her ne kadar gerçekten öğrencim olmasa da yardıma ihtiyaç duyduğumda aramaktan çekinmeyeceğim öğrencilerimin arasına girmekten kaçınmaması,beni 'hoca' olarak ünlemesi de her türlü takdire değer...
Amma velakin her güzelin bir kusuru olur'u tasdik edercesine onun da bir özelliği var ki,bazan beni kızdırmıyor da değil;hatta iki özelliği,üç de olabilir!
Birincisi,gece kuşu zehra oluşu,sabaha dek bilgisayarının başında oturup,sabah herkes işe giderken yatağa girmekte ısrar ve inadı..Bu nedenle gündüz yapılması gereken etkinliklere ya hiç uyumadan katılmak zorunda oluyor ve bu da onu etkiliyor elbette ya da akşam üzeri uyanabildiği için hiç katılamıyor...
İkincisi yaşadığımız yerle ilgili,gençlerin çoğu gibi,önyargısı..."Burada bir şey yapılamaz!Burada enteresan bir şey olamaz!Burada yeni bir şey olamaz!"Bu sözleri papağan gibi tekrarlayıp ağlaşan gençler yığın halinde...Arruzo da o kafileye katılmakta gecikmiyor elbette...
Üçüncüsü bezgin,yılgın,kararsız,sebatsız... diyerek sonu -sız ile biten bir sürü olumsuz nitelemeye adeta tutkuyla yapışmış olması...
Bu nedenle zaman zaman onu da öğrencilerim gibi kollarından sımsıkı tutarak sarsmak istemiyor değilim!Kimbilir bir gün yapmak da gerekecek belki..

Kanlı Nigar ve Bir Müzikalin Sahne Arkası

Hafta sonu Kanlı Nigar müzikalini izledim.
Konu zaten bildik,yeni olan izlediğim sahneydi:Leyla Gencer Sahnesi
Yerini bilmediğim için oradaki etkinliklerden uzak duruyordum.
Ürkecek bir şey yokmuş,Uğur'un tarifi,dolmuş şoförünün yardımı ile kolayca gittim,daha da giderim!
7 Mart'ta I Puritanı operasını birlikte izlediğimiz opera solisti Güzin Hanım'ın da rol alacağı  ve beni kulise davet ettiği oyun için biraz erken gittiğim binada,biletimi aldıktan sonra kendisine selam göndermek istediğimi söylediğim görevli doğrudan oyuncu girişine yönlendirince,ben de kulisi görme fırsatı buldum.
Yönettiğim oyunlardan kulisin curcunasını biliyorum.Burası da öyleydi.Erkenden gelen oyuncular makyajlarını yaptırmışlar,giyinmişler,sohbet ederek,şakalaşarak oyun saatini bekliyorlardı.
Beni yadırgayan kimse olmadı,bir kenarda Güzin Hanım'ı beklerken onları izledim,birbirimize gülümseyerek..
Hafta içinde perşembe günü evde radyo dinlerken programa konuk olan bir hanım Kanlı Nigar'ın koreografı olduğunu söyleyince kulak kabartmış,adını aklımın bir köşesine yazmıştım:Deniz Çığ.
Ben kuliste otururken bir hanım geldi,gülümsedik karşılıklı..Sürekli olarak koridorda dolaşıyor,oyuncularla konuşuyor,tatlı sesiyle herkesin hatırını soruyor,arada göz göze geldikçe de karşılıklı gülümsüyorduk;ben onu oyunculardan biri sandım,o da beni kimbilir kim ...
Oyunun başlamasına on beş dakika kalınca tekrar sordum,meğer Güzin Hanım'ın oyun günü değilmiş,aynı rolün diğer oyuncusu görevliymiş..Selamımı söyleyip salona geçtim.
Fuayede oyun ekibinin fotoğrafları asılıydı.Az önce selamlaştığım hanım,radyoda da dinlediğim koreograf Deniz Çığ Hanım'mış!Hay Allah!
Yerime geçerken  baktım,o da gelmiş,salonda oyunu izlemeye hazırlanıyor,yanına giderek radyoda kendisini dinlediğimi,söylediklerini çok yerinde bulduğumu,biz taşralıların en büyük derdi olan opera ve balede matine azlığını...anlattım.İlgiyle dinledi.Birbirimizin telefon numaralarımızı aldık.Yerime geçerken bir sürpriz daha:Güzin Hanım da oyunu izlemeye gelmiş!Onun da yanına giderek kendisini selamladım,başarılar diledim.
Oyunu hep birlikte,dopdolu bir salonda izledik.
Oyun ekibini kutlarım,Özellikle, kuliste yanımdan sürekli geçen, hangi rolde olduğunu kestiremediğim,sahnede fark ettiğim "Kanlı Nigar" Seza Kırgız Hanım'ı..
Gencecik orkestra yönetmeni Burak Şatana'yı...
Danslarıyla oyunu güzelleştiren dansçıları(Neden selamlamaya çıkmadılar?)..
Ve elbette koreografları Deniz Çığ hanım'ı..
Oyuna gelince,hakikaten salonda bir akustik sorunu var sanırım,çünkü sözlerin bir kısmını anlamakta çok zorlandım;üstelik C-3'te oturmama karşın...
Dekoru beğendim,Karagöz'ün hoş bir yansıması olmuş,Özgür Usta'nın eline sağlık...
Metinde mi bir sorun var,yönetimde mi bilemiyorum ama oyun biraz fazla 'hafif' geldi bana ve yanımda oturan hanıma...Perde arasında konuştuk biraz,oyunda vurgulanması gerekenler es geçilmiş,basit anlatım yeğlenmiş diye düşündük..
O 'dejavu' vurgulaması ise çok gereksizdi diye düşünüyorum.
Bugün okulda konuştuğum meslektaşım Uğur,Eskişehir'de izlediği Kanlı Nigar'ı anlata anlata bitiremedi..Bense anlatacak sadece bunları bulabildim.
Bence oyunculara haksızlık edilmeden oyun metni ve yönetimi yeniden değerlendirilmeli..
Bir de salon girişinde ciddi bir bilet kontrolü olmalı,fena karambol oldu ya da bize denk geldi.
Bir Karagöz oyunu olan Kanlı Nigar hakkındaki bu yazıyı da öyle bitireyim:Her ne kadar sürç-i lisan
 ettimse affola...

22 Mart 2015 Pazar

Gergedan

Hafta sonu Ankara'da izlediğim oyun Gergedan oldu.Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Tiyatroları'nın sonunda Ankara'ya gelerek sergileyeceği oyuna, biraz da hafta içinde yaşatılan bunalımdan kaçış halinde gidip izledim.
Program kitapçığında bizi biraz 'rahatsız'edeceklerini belirtmişlerdi.
Biz de gönüllü olarak' rahatsız' olduk,ki ben zaten teşneydim diyeyim..
İonesco oyununda modern toplumun duyarsızlaşması ve bunun duyarlı insanlarda yarattığı bunalım ve yalnızlaşmayı anlatmış.
Ben ise yaşadığımız ülkede insanların nasıl bu kadar hızla birbirine dönüşebildiğini anlamaya çalışan biri olarak izledim.Dehşete düştüm!Sürüden ayrılmamak için, sürüden ayrı görünenlerin üzerine gergedan sürüsü gibi saldıran gergedanlaşmış insanlar topluluğunu izlemek bu hissi veriyordu.
"Tek ve tenha" kalan Berenger mi olmak,gergedan sürüsü mü?
İşte mesele bu!
Ama asıl mesele Berengerlerin sayıca artması olmalı,bunun için çabalamıyorsak,yazık bize ve geleceğimize...
Oyun ve yönetimi için bir şey demeyeyim,oyunun verdiği mesaj çok daha önemli çünkü..
Şanslı Eskişehirliler,ne güzel oyunlar izliyorsunuz,imrendim size...

Şafak Ayini ya da Şehitlere Vefa ve Dua

18 Mart Çanakkale Zaferi'nin 100.yılı,çarşamba günü yapılan resmi anma törenleri ile başladı.
İlçemizde yapılan törende okul olarak hazırladığımız programı sergiledik.Güzel ve anlamlı bir sunuş oldu.
Ben ve tiyatro ekibim için gün sabah ezanı ile başladı.
Çarşı Camii'nde sabah namazından sonra müftümüzün de katıldığı şehitlere vefa ve dua ayini için evlerimizden çıkıp camideki cemaatin arasına karıştık,birlikte saf tutup okunan ayetleri,ilahileri dinledik.Çıkışta dağıtılan ve şehitler anısına hazırlanan yağlı buğday çorbasından tattık.Cemaatle sohbet ettik.
Saat sekizde salonda toplanıp oyuncuların makyaj işlerini jet hızıyla tamamladım.Dokuza beş kala  salondan çıkıp Sakarya Şehitliği'ndeki anma törenine koştuk.Tören başlamıştı.Öğrencilerim çıkış kapısının karşısında askeri düzende yerleşip davetlileri selamladılar,hoş bir sürpriz oldu.
Tören sonunda yine koşarak salona geldik.Salon girişinde hazırladığımız" Şehitlerimiz ve Şehitliğimiz"konulu fotoğraflardan oluşan koridor başında yan yana sıralanıp davetlileri salon girişinde karşılayan ekibim, program başlangıcıyla birlikte sahne arkasında yerlerini aldılar,,.Program başladı.
Benim nazar boncukları dediğim aksilikler de başladı.Saygı duruşunda gelmesi gereken ti sesi çıkmadı,sessizlik içinde saygı duruşunda bulunuldu.İstiklal Marşı için yapılan hazırlık da öyle,ses çıkmayınca müzik öğretmenimiz hemen kürsüde yerini aldı,İstiklal Marşı'nı canlı söyletti, daha da iyi oldu.
Oyun başlayacak,ışıkları söndürmesini beklediğimiz sahne görevlisi söndürmedi,neden sonra ancak sönen ışıklarla başladık,neyseki sonrası sorunsuz gitti.
Tek sorun aşırı endişeli olan kurum yöneticimizdi.Program boyunca sahne arkasında telefon taciziyle bizi bunalttı.İlk kez bir tiyatro oyunu izliyor galiba diye düşünmedim değil..Herkes elinden geleni en iyi şekilde yaparak güzel bir program olsun diye didinir,çırpınırken; kendisinin de aklı başında bir ev sahibi olarak yerinde oturması gerekirken,en gereksiz şekilde, salonda oradan oraya koşturup durması  ve oyun esnasında durmadan sahne arkasına telefon etmeye kalkışması, ilk kez gördüğüm bir garabetti.
Neyseki  oyun son derece güzel ilerledi,çok güzel tablolar canlandırıldı;kenarda bir yandan oyuncu giriş çıkış trafiğini yönetirken bir yandan da keyifle,aylardır provalarını sürdürdüğüm oyunun sahnelenişini izledim,öğrencilerimle gurur duyarak..
Netice-i kelam, Mustafa Bey'in dediği gibi "maksat hasıl oldu".Oyunumuz da programın tamamı da güzel oldu.Öğrencilerimiz hak ettikleri tebrikleri aldı,bizler de..Tebrik etmeyen tek kişi yine yöneticimizdi...
Hala geri dönüşler alıyorum,hiç tanımadığım insanlar programı izlediklerini,çok beğendiklerini,mesajları ,vurgulamaları çok yerinde anladıklarını,salonun girişinden başlayarak programdan bütün olarak çok etkilendiklerini ifade ediyorlar,yöneticimiz hariç...
Kendisini şehitlerimize havale ediyorum,samimiyetimize onlar şahitler ve bizi en iyi onlar anlayacaklardır,ruhları şad olsun,selam ve dualarını, yaşadığım sürece, her gün göndereceğim inşallah!


19 Mart 2015 Perşembe

Çiçek Bahçesinde Birkaç Saat

Başlık yanıltıcı gelir mi bilmem;aslında ilkokul ikinci sınıf öğrencileriyle birlikteydim dün.
Daha önce çeşitli ortak çalışmalarda bulunduğumuz Recep Öğretmen geçenlerde bir öğrencisinin babası   ve benim okulumda meslektaşım olan Uğur Öğretmen ile haber göndermişti.Bir şiir okuma yarışması düzenleyeceklermiş ve jüri üyelerinden biri olarak beni de davet ediyorlarmış.Cıvıltının en safıyla birlikte olmayı kim istemez?
Dün yarışma saati olan 11.30'da okullarındaydım.Recep Öğretmen de ayrıntılarla meşgul,koşuşturuyor,son düzenlemeleri yetiştirmeye çalışıyordu,yanında kendisine yardımcı olan öğrenci velileriyle...
Çok imrendiğim görüntülerdendir,size yardımcı olan veliler;liselerde pek göremeyiz nedense...
Çocuklar ortalıkta dolaşıyor,veliler onlardan daha heyecanlı bakışlarla çevreyi süzüyorken etkinlik başladı.
Tam 31 çocuk şiir okuyacakmış,listede öyle görünüyordu;içimden" Aman Tanrım !"diye geçirdim,"Bu iş kaç saat sürer acaba?"Şiirler ya Mehmet Akif'in Çanakkale Destanı ya da Necip Fazıl'ın Sakarya Destanı idi ve ikisi de uzunlukta birbiriyle yarışıyordu.
Zihnimden her biri  en az beş dakika tutsa beş kere otuz kaç dakika ederi hesaplamaya çalışırken yanımdaki diğer jüri üyesi ortak kanaatimizi açıkladı:Bugün akşama kadar buradayız galiba!
Neyseki pek korktuğumuz gibi olmadı.
Çocukların çoğu sahne heyecanına yenildi ve şiirlerin tamamını okuyabilenler toplam sayının yarısını aşamadı.Böylece akşama kadar değil ama iki saati aşkın sürede bitti.Son şiir bittiğinde derin bir oh çektik!
Şiirler uzun,aynı şeyin tekrarı bir süre sonra bıktırıcı oluyor,artık bitse demeye başlıyorsunuz;çocukların unuttukları andaki yüz ifadeleri sizi kahrediyor,hele ağlamaları...
Yine neyseki hoş anlar da vardı keyifle izlediğim..
Sırasını savan minikler arkadaşlarını izlemek için ön sıralara oturuyor,unuttukları yerlerde hemen dizeleri söyleyerek yardımcı oluyor,seyircilerden daha güzel alkışlıyor ve hatta arkadaşlarına sahnede destek veriyorlardı.Sırf bu görüntüyü izlemek bile insanı nasıl mutlu ediyor!
Tabii kenarda bekleşen iddialı velilerin tedirgin,hafif hırslı halleriyle eğlenmedim de değil...
Herhalde çocuklarını hazırlarken de en az bir bu kadar iddialı ve hırslı idiler,amacın eğlenmek olduğunu unutarak...
Her zaman olduğu gibi,  dünyanın çocuklarla güzel olduğunu da unutarak...Sadece kendi çocuklarımızla değil bütün çocuklarla...

12 Mart 2015 Perşembe

İki Yıl ve On Bir Ay

Bademler çiçek açmış.
Mis gibi de kokuyorlar.Dün ziyaret dönüşü birkaç çiçekli badem dalı kopardım.
Şimdi ev de mis gibi badem çiçeği kokuyor..
Güller deli gibi tomurcuğa soyunmuş,gül fidanlarının üzerinde pıtrak gibi tomurcuklar var.
Lale,nergis,sümbülleri tutabilene aşkolsun !
Sümbüller açılmaya başlamış,sabırsız birkaç nergis de onlara katılmış.
Bütün mezarlığı kaplayan badem çiçeği kokusuna, başlarını sallayarak onlar da kendi kokularıyla katılma telaşında...
Şehitlerimizin mezarları bir yıl sonra nihayet 18 Mart yaklaşırken yine bakıma alındı.Otları temizlendi,toprağı düzeltildi.Şimdi çiçeklendirilecekler..18 Mart gününden sonra da bakımları yapılacak mı göreceğiz;çünkü ilgili olması gereken her kişi ve kuruma,yerel basın üyelerine ilettim konuyu..
Şehitlik girişindeki bademe kimsenin bir şey söylemesine gerek yok.O çiçekleriyle olağanüstü güzel donatmış ortalığı,kokusunu da mezarların üzerine dalga dalga yayıyor.Bahar,hayatının baharında toprağa girmiş o civanların yanıbaşında...
Bugün annemin toprağa girişinin üzerinden iki yıl  on bir ay geçtiğini de yazmak isterim ya da 1064 gün...babamın toprağa girişinin üzerinden ise 28 yıl...
Galiba Şeyh Sadi'ye ait bir söz vardı:"Toprağın üzerinde gül yetiştiğine niçin şaşıyorsunuz;o toprağın altında nice gül bedenli uyumaktadır."
Şimdi annem ve babamın mezarları tam da böyle...ve bütün mezarlar da ...hele de çocuk ve genç olanların...

9 Mart 2015 Pazartesi

8 Martta Da Kadının Adı Yoktu

8 Mart 2015 Pazar günü ilçemizde de Dünya Kadınlar Günü çerçevesinde düzenlenen etkinlikler vardı.
Önceden bildiğimiz etkinliklere katılma kararıyla sabahtan itibaren işlerimi planlamıştım.
Gün saat yedide annemle babamı ziyaretle başlayacaktı elbette.
Kabirleri başında dualarını okudum,hatırlarını sordum;tabii konuşan sadece bendim.Mezar topraklarının üzerinde solan kardelenlerini,açmak üzere bedeninin üzerinde yükselmeye başlayan nergis,sümbül,laleleri mutlulukla izledim.Yakında çiçek bahçesi gibi donatacaklar umarım ki kabirlerini...
Eve gelince hemen fotoğraf makinesini alıp Sakarya Anıtı'na yollandım.
Çanakkale Zaferi kutlama programında İstiklal Marşımızı söylerken perdeye Sakarya Anıtı ve oradaki büyük direkte dalgalananTürk Bayrağının  görüntüsünü yansıtmak istiyordum ve bu,Sakarya Anıtı'na altıncı gidişimdi;çünkü diğerlerinde ya rüzgar esmeyivermiş ya da ters esmişti.
Anıta giderken de eski bir öğrencimin annesi arkamdan sesleniyormuş,duymamışım kendi telaşımdan..Neyse bir delikanlı seslendi,döndüm baktım;kadıncağız bana yetişmeye çabalıyor...Durdum,selamlaştık.
Hastaneye gidiyormuş.Rahmetli annem hastanede yatarken,yaşlılığa bağlı sebeplerle birçok rahatsızlığı olan kocasına refakatçi kalırdı kadıncağız..Yine kocası hastanede yatıyormuş,yine ona refakatçi olarak gidiyormuş.Akşam kızı kalmış,o da eve gelip,biraz dinlenmiş,şimdi de o yaşlı haline rağmen nöbeti devralmaya gidiyormuş..
Hastaneye dönen yol ağzına dek dertleşerek birlikte yürüdük,ayrıldık.
Anıta geldiğimde daha nöbetçi askerler gelmemişti.Onlar da az sonra geldiler,kapılar açıldı.Merdivenleri tırmandım;sürpriz:Rüzgar ters esiyor!
Gerçi annemin mezarı başından görmüştüm durumu,o kadar da sürpriz değil;ama belki rüzgar değişir diye de umuyordum doğrusu,olmayacağını bile bile...Şaşkın ben...
Yine de değişik açılardan çekimler yaptım,belki üzerinde oynama yapabilirler diyerek...
Eve geldim.Hemen annemin çiçeklerini suladım,banyo yaptım,çamaşırları yıkadım,balkonu yıkayıp çamaşırları kurumaya bıraktım,saçımı tarayıp giyindim;çünkü saat on iki olmuştu ve Anadolu Kadınları konulu konferans on ikide başlayacaktı.Tabii ülkemizde hiç bir şey tam saatinde başlamadığı için çok da endişe etmedim.
Nitekim on dakika sonra salona girdiğimdi davetliler henüz oturmuşlardı,yani hiçbir şey kaçırmamıştım.
Emekli bir öğretim üyesi, Baciyan-ı Rum   kitabında da yazdığı üzere on üçüncü yüz yıl Anadolu Kadınlarının iş örgütlenmesi hakkında bizi bilgilendirdi.Türk insanının her devirde olduğu gibi teşkilatçı yapısını bir kez daha görmüş olduk,gurur duyduk,günümüzle kıyasladık..
Konuşma sonrasında meydanda belediye kent konseyinin fotoğraf sergisi vardı.Oraya gittik.Sayılabilir kadar az bir kalabalık toplanmıştı,daha çok belediyemizin kadınları,onların tanışları,biraz da bizim gibi hiçbir grubun üyesi olmayanlar;neyse konuşmalar yapıldı,daha çok belediye kendi çalışma envanterini tamamladı,halk fazla iltifat ve itibar göstermedi.
Oradan da hemen yakındaki bir salonda hanımlara yönelik konser vardı.Oraya yollandık.
Biz meydandan ayrılırken de ana muhalefet partısinin ve bazı derneklerin ,nedense,az önce olup biten etkinlik kadınlar için değilmiş gibi,kendi grupları,kendi afiş,flama,pankartları ve kendi gruplarının kadınları ile aynı meydana ilerlediklerini,gördük.On dakika önce yapılan saygı duruşu bu kez de kendileri tarafından tekrarlandı,gerisini izlemedik;yürüdük.
Maksat kadınların sorunlarına dikkat çekmek mi,birtakım siyasi duruşları sergilemek mi?
Amaç kadınların yaşadıklarına dikkat çekmek ise neden herkes bu sorunlar çevresinde bir araya gelmez,hele de her siyaset çevresinin kenar süsü haline getirilen kadın kolları,bugün her şeyi bir yana bırakıp toplu halde atan bir yürek olmazlar;söz konusu kadınsa gerisi teferruat demeyi bilemezler?
Bunları burada yazarak klavye kalemşörlüğü yapmadım,aynı gün bir siyasi partinin kadınlar kolu başkanı hanıma da bunların hepsini ve dahasını söyledim. Kadınlar Günü, elinde çiçekle yaklaşan ve ertesi gün sizi görmezden gelenlere 23 Nisan çocukları gibi gülücükler saçma günü değildir,sorunlara dikkat çekme günüdür.Yoksa biz zaten her gün kadınız,bize her gün kadınlar günü...

2 Mart 2015 Pazartesi

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Biz Olduğu Kadar Güzeldik

Sömestre tatilinde eve gelen kardeşim iki kitap uzattı.
Kendisinin okuduğunu,benim fikrimi öğrenmek istediğini söyledi.
O sıralarda bir yandan daha önce sözünü ettiğim Nazik'in Türküsü belgeselinin hazırlığıyla uğraşıyordum;bir yandan da okuma kulübümüzün o sıradaki yazarı Hasan Ali Toptaş'ı okumaya ,anlamaya çalışıyordum.Tepemden dumanlar çıkıyordu.
Neyse belgesel bitti,Hasan Ali Toptaş okundu.Sıra Mahir Ünsal Eriş'in kitabı Bangır Bangır Fendi Çalıyor Evde'yi okumaya geldi.Öneri üzerine kitap okumaya, nedense midemde hafif kasılmalarla başlarım.Başkasının beğenisi nadiren benim beğenimle örtüşür çünkü...Hele bir de ödül almışsa,daha da sancılı olur okumalar;ödül kıstasları ve ödül alan kitaplar mide kramplarına neden olabiliyor artık...

Her neyse işte,okudum kitabı ve çok beğendim.Sonra ikinci kitap Olduğu Kadar Güzeldik'e geçtim.Onu da öyle..
Okuma Kulübünün toplantısında da gelecek oturumda değerlendirmek üzere önerdim.
Sait Faik Ödülü'nü almış bu kitabıyla...
Sait Faik'in güzelim insancıllığı,yalınlığı,sıradan insanların ve hayatların sıradan olmayan benzersizliğini incelikli anlatımı zihninizde unutulmaz izler bırakır.Dönüp dönüp yeniden o satırlara sığınasınız gelir,hayatın hoyratlığıyla her boğuşmadan sonra...
Mahir Ünsal Eriş de öyle...Hakkında söylendiği gibi,Güney Marmara'nın,bilhassa Erdek'in sokaklarında,evlerinde dolaştırıyor sizi...Farklı bir yöreyi okusanız da özünde değişmeyen insanı okuyorsunuz;hayalleri,hayal kırıklıkları,hevesleri,incinmişlikleri,incitişleri,saflıkları,hainlikleri,aşkları,aldanışları,aldatışları,kısacası insanlık hallerinin bin bir yüzünü...
Üstelik bunu yazarken de öyle akıcı,yalın,karşınızda bir solukta sıralıyor gibi bir eda ile yazıyor ki...Tıpkı Sait Faik gibi o da insanları her halleriyle ve tüm  sevecenliğiyle anlatıyor.Bunu kasılmadan,ıkınmadan,yormadan yazdığı için de satırlar su gibi akıyor önünüzde...
Öneriyorum,beğeneceksiniz;yani ümit ederim...

100.Yıla Doğru

Çanakkale Zaferi'mizin 100.yıl kutlama hazırlıkları bütün yurtta ,okullarda olduğu gibi bizim ilçede ve okulda da başladı.
Bulunduğumuz ilçedeki resmi programı hazırlama görevi okuluma verildi,sene başında..
O zamandan beri de görüntü,yazı,belge,bilgi okumalarımız sürüyor.
Program taslağını oluşturduk.
Ben de, eskiden lise son sınıflara bölümler halinde okuttuğumuz "Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat"ı bu kez baştan sona sahnelemeye karar verdim.Mustafa Kemal Paşa,(Bu mülakatın  yapıldığı 1918 yılında Mustafa Kemal'in rütbesi budur.)Çanakkale Savaşı'ndan üç yıl sonra kapısını çalan genç bir gazeteci olan Ruşen Eşref'e saatler boyunca savaşı,kararları nasıl aldığını anlatır.Metnin  tamamı oldukça uzun ve Mustafa Kemal Paşa'nın kendi notlarından oluşan savaş tarihi belgesi  olduğu için de  kısaltıp, şehit mektupları ve Mustafa Kemal'in biri Enver Paşa'ya, diğeri Fevzi Çakmak'a olmak üzere iki mektubunu da kısaltılan bölümlerin aralarına iliştirdim.Şehit mektuplarının sonlarına da eski asker türkülerinden oluşan seslendirmeler koyarak sahne etkisini arttırmayı düşündüm.Bir de Çanakkale Savaşı esnasında Mustafa Kemal'in cephedeki komutanlıklarını canlandıracak bir mizansen tasarladım.Tabii bunun için de bulunduğumuz yerdeki Topçu  ve Füze Okulu'ndan dönem giysisi temin edeceğiz.Dönem giysilerini doldurabilmeleri için de son sınıf öğrencilerinden bir grup seçtim.Bir yandan iki hafta sonra girecekleri sınavlarına hızırlanıyorlar;bir yandan sahne provalarını sürdürüyoruz.Geçen hafta askeri bilgi ve görgümüzü arttırmak için Topçu ve Füze Okulu'nu ziyaret ettik,asker ve subaylarla sohbet ettik,çalışmalarımızı anlatıp,savaş sanatı üzerine bilgi aldık.Şimdi subay olan eski bir öğrencim de görevli öğrencilerime askeri duruş talimi yaptırdı.
Mustafa Kemal ve gazeteci Ruşen Eşref 'i canlandıran öğrencilerle ise haftalardır çalışıyoruz.
Kısacası şu sıralar çok yoğun olarak çalışıyoruz;ancak o aziz kahramanlara layık olabilecek bir eser ortaya çıkarabilirsek bizim için ne şeref olacaktır.Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın dediği gibi:
"Subaylarımız ve askerlerimiz tam bir vatanseverlik ve dini duygularıyla,milli soyluluklarıyla,üzerlerine en mükemmel şekilde donatılarak saldırtılan düşmana karşı, İstanbul kapılarını korumakta,cidden övgüye değer bir yer kazanmışlardır.Bu yüce amaç uğrunda,canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve sonsuz bir hürmetle yad ederim."
18 Mart tarihine dek bu konuya yine döneceğim.