8 Mayıs 2019 Çarşamba

Doğu Trakya Notları-II


                                              Tekirdağ
     
  Nüfus: 200.000    Rakım:10      Plaka no:59
"tekirdağ'ın hanları
koca koca camları
sağ yarim koyunları
çıngırdasın çanları"  (bir Tekirdağ türküsü)

Gece yolculuğu ile sabah güneşini Tekirdağ'da yakaladık..
Gün ağarırken içinden geçtiğimiz İstanbul'un beton ormanlarından ve göğü delmekte birbiriyle yarış eden "tower"lardan sonra,yeşilliklere serpiştirilmiş şirin evlerden,birbirini izleyen ayçiçeği,buğday,kanola ekili tarlaları,sahili yalayan sakin denizi ile insanı ferahlatan bir görünüm sergiliyor Tekirdağ..
Bana şimdi Batı Trakya'da kalan  Kavala şehrini anımsattı..
İkisi de aynı şirin sahil şehri görüntüsünü koruyor..

Bugün programımızda  iki şehri gezmek var..
Öğleden önce Tekirdağ,öğleden sonra Kırklareli..

Dolayısıyla hemen ilk ziyaret alanımıza yöneliyoruz:
Namık Kemal Evi..
Burada doğan büyük şairi sahiplenen kent,geleneksel bir Tekirdağ evi inşa ederek hem şehrin eski yaşamını sergileme hem de Namık Kemal ile ilgili yazılı eserler ve fotoğraflardan oluşan daimi bir sergi alanı oluşturma fikrini hayata geçirmiş..
Evle Tekirdağ Namık Kemal Derneği ilgileniyor..
1993'te hizmete açılan ev,şehre gelen her ziyaretçinin ve grubun mutlaka gezdiği yerlerden biri..
Biz de öyle yaptık;ancak içine girmek kısmet olmadı..
Görevlinin gelmesi mümkün değilmiş..
Galiba bir cenazesi varmış..
Kapı önünde ve bahçede fotoğraf çektirip ayrıldık..

Tekirdağ Namık Kemal ile o kadar hemhal olmuş ki..
Adım başı Namık Kemal adını taşıyan bir okul,bir anıt ile karşılaşıyoruz..
İl halk kütüphanesine de Namık Kemal'in adı verilmiş..
Koyu kırmızı aşı boyalı,dört katlı eski bir konak,güzel bir sahil manzarasının kıyısına ilişmiş,kitap deryasına dalmak isteyenleri bekliyordu açık kapı ve pencereleriyle..
İçini gezmeye fırsatım olmadı..
Kısmetse başka sefere..


Yolumuzun üzerindeki bir anıtta şu sözler hem Osmanlıca hem günümüz Türkçesiyle yazılıydı:
"Kemalin şu feryad-ı vatanperveranesinin tesir-i beliği sayesinde vatan bugün kamurandır.
Senin ruhun da ey vatanın büyük evladı ebediyyen şadandır."
 (Namık Kemal'in yurtseverlik aşılayan eserlerinin  etkisiyle vatan bugün hürriyetine kavuşmuştur,mutludur.
Bu nedenle ey vatanın büyük evladı Namık
Kemal,şimdi senin ruhun da huzur içindedir..)

Buradan hemen yürüme mesafesindeki Rüstem Paşa Külliyesine geçtik..
1553'te Mimar Sinan'a yaptırılan eserin medrese bölümü 1880'de harap olunca,yerine ahşap
bir okul kurulmuş..
Rüştiye ve idadi olarak(ortaokul ve lise) kullanılan bina,Cumhuriyet'ten sonra Cumhuriyet İlkokulu adını almış..
Cami ile medrese arasındaki kütüphaneye ocak ve baca eklenip aşhane olarak kullanılmış..
Hamam çifte hamam olarak yapılmış..
Yani bir yanı erkekler bir yanı kadınlar için..
Bedesteni de son yollarda onarılmış,6 kubbeli bir yapı..
1988'de çarşı yapılmış..
Külliyenin dönem özelliklerini yansıtan eser bu
çarşı oluyor zaten..
Bu anlattıklarım ansiklopedik bilgi..

Külliyenin camisi restorasyonda olduğu için onu da pas geçtik..
Önünde durarak fotoğraf çektik..
Hemen yanı başındaki bedestenin yanından geçtik..
Hamamı hiç görmedik..
Aşhanenin sözünü eden bile olmadı..
Böylece  programımızın Rüstem Paşa Külliyesi bölümü bitmiş oldu....

Bu arada yine yolumuzun üzerinde güzel bir park var..
Tam ortasında da bir heykel..
Rumeli fatihi ünlü Süleyman Paşa..
Orhan Gazi'nin büyük oğlu..
Murat Hüdavendigar'ın ağabeyi..
Tekirdağ'ın bir merkez ilçesine adı verilmiş..
Süleymanpaşa Belediyesi adını her yerde görüyoruz..
1354'te Gelibolu'ya geçen Süleyman Paşa,Bolayır'dan Rodosto(Tekirdağ)'ya kadar Marmara kıyılarını fetheder..
Sonra da talihsiz bir av kazasıyla ölür..
Henüz kırk yaşlarındadır..
Tahta kardeşi Murat geçer böylece..
Süleyman Paşa'ya da Rumeli Fatihi olarak anılmak kalır..


Geriye kaldı Rakoczi Müzesi..
Bari o açık olaydı,diyerek oraya gittik..
Yolumuzun üzerinde eski bir vali konağı vardı..
Şimdi Tekirdağ Etnoğrafya ve Arkeoloji Müzesi..
Onu kendimiz keşfedip içine bir göz attık..
Rakoczi Müzesi'nden sonraki serbest zamanımızda gelip ziyaret etmek üzere az
ilerdeki Rakoczi Müzesi'ne doğru yürüdük..

Macar halkının 1703-1713 senelerinde bağımsızlık savaşını idare eden,sonradan ülkesinin dışına çıkmak zorunda kalan Rakoczi,1720-1735 yıllarında bu evde oturmuş..
17.yüzyılın ünlü Macar soylusu ve halk kahramanı Rakoczi,sığındığı bu topraklarda birkaç yerde yaşadıktan sonra(önce Edirne Sarayı,sonra İstanbul'da) bu topraklara gönderiliyor..
Yanındaki maiyeti ve yakınlarıyla birlikte iki gemiye doluşup geliyorlar..
Birbirine bitişik 24 evi satın alıp yerleşiyorlar..
Bu evlerden bugün sadece müze olan bu ev ayakta..
Bu binayı da yemekhane ve çalışma salonu olarak kullanmışlar o dönemde..
İkinci kattaki salonun bir bölümü yemek  diğer bölümü konuk kabulü için kullanılmış..
Geldiğinde 44 yaşında olan Rakoczi,kalan ömründe burada yaşamış..
15 sene..
1735'te vefat etmiş..
Cenazesi, vasiyeti üzerine, Karaköy'deki kilisede,annesinin yanına defnedilmiş..
1906'da Macar Devleti,kemiklerini anavatanına taşımış..
Bu evin tıpkısını da orada inşa etmiş..
Evde bugün  orijinal olarak bir su kuyusu,alaturka tuvalet ve eşya olarak da birkaç güğüm var..
Diğer eşyalar dönemin özelliklerini yansıtacak şekilde sonradan yaptırılmış..
Macar Devleti,ulusal kahramanı olan Rakoczi'nin buradaki evinin restorasyonunu üstlenmiş..
1968'de..
Böylece Macar turistler için uğranılacak bir mekan çıkmış ortaya..
Biz oradayken çoğu ileri yaşlarda olan kalabalık bir Macar ziyaretçi grubu büyük bir azimle eve çıkan yokuşu tırmandılar..
Üç katlı yapının giriş katı giriş ve mutfaktan ibaret..
1.katında üç oda var,en sağdaki çalışma odası..
2.katta salon var..
Orada bulunan gül ağacından oyma koltuğun kendisi tarafından yapıldığı söyleniyor..
Tabii orijinal koltuk burada değil..
Bu birebir taklidi..
Diğer eşyalar da..
Müze eve giriş 5 lira..
Müzekart geçerli değil..
Daha önce internetten konuyu okuyup görsellerden fotoğraflarını incelediğim için girişten birkaç fotoğraf almakla yetindim..
Üst katlara çıkmadım..
Az sonra da rehberler serbest zaman verdiklerini,buluşma yerini göstereceklerini söylediler..
Dağıldık..
Ben de aynı yoldan geriye dönerek arkeoloji ve etnoğrafya müzesine doğru yürüdüm..
İçeride kimse yoktu..
Rahat rahat gezdim..
Antik çağda yaşayanlardan kalan buluntuları..
Özellikle Roma ve Bizans döneminden kalanları..
Mezar taşlarını..
Heykelleri..
Günlük eşyaları,giysileri,takıları..
En çok mezar taşlarındaki dokunaklı ifadeler ilgimi çekti..
Binlerce yıl öncesinin insanlarının ölüm karşısındaki duyarlılıkları yürek burkucuydu..
Birkaç tanesini not aldım..
"Ailiane Domitiane,18 yaşındaki kızını denizin dalgaları için büyüttü.
Genç yaşında ölen kızın tanımı olanaksız olan kaderi,mezarı ve mezar yazıtı gelip geçenleri avutarak,sağlıcakla kalın diyorlar.."(M.Ö. 3.yy)

Bir başkası da şöyle:
"30 yıl yaşadı.Ey gelip geçen dostlar!
Sizler burada bir gemi ile buraya yelken açarak gelen Hermes'in mezarını görüyorsunuz.
O hamamlar için yanmaya uygun kütükler
sağlama çabasındaydı.
Ama Moiraların üç katlı ipliği onu beklenmedik bir zamanda aramızdan çekip aldı."(M.S. 3.yy)


Dönemin kadın ve erkek isimlerine bol bol örnek olan bir mezar stelinde yazan da şöyle:
"Ey Hebrylos kızı Sisomarke,
Ey Mokaporis kızı Giykinna,
Ve ey Demetrios'un kızı,
Mekaporis'in karısı Dionysia,
Güle güle.."                             (M.Ö. 1.yy)

Sonuncusu da yazgısından şikayetçiydi galiba,mezar taşına düşündüklerini döktürmüş:
"Onesimos'un evlatlığı Maximos'un anısı için.
Doğan ben değilim ve ben olmayacağım,beni ilgilendirmez.
Sağlıcakla kal, ey gelip geçen yolcu "                                        (M.S. 2.-3.yy)

Müzenin üst katı da Türk yaşamının özelliklerini yansıtan eşya ile düzenlenmişti..
Eski günlere ait bir günlük yaşam örneği,bütün süsleriyle bir sünnet odası,oyalar,işlemeler,giysiler ve binbir ayrıntıyla biten bir dönemin canlandırılması..
İlgiyle gezdim..
Özellikle antik çağda Lidyalı dokumacı Arakne'nin adıyla başlatılan dokumacılık geleneğinin,araç gereçlerinin neredeyse hiç değişmeden günümüze kadar taşınmasının örnekleri ilginçti..
Buluşma yerine dönme saati gelince de müzeden ayrıldım..
Otobüsü beklerken sahilde biraz deniz havası aldık..
Tekirdağ'ı arkamızda bırakarak Kırklareli'ne doğru yola çıktık..


























































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder