13 Mayıs 2019 Pazartesi
Doğu Trakya Notları-III
Kırklareli
Plaka no:39
( İçinden geçmediğimiz için nüfus ve rakım bilgilerini yazamıyorum.)
"İn dereye dereye
Dere düzlüklerine
Kaç para verdin yarim
Güneş gözlüklerine"
(Kırklareli türküsü)
Sabah başlayan Tekirdağ gezimiz öğleye doğru bitti(rildi)..
Otobüslere doluşup Kırklareli'ne doğru yola çıktık..
Bir saate kalmadan yanımızdan geçen taşıtların plakaları 39 ile başlayınca Kırklareli sınırlarında olduğumuzu iyice anladık..
Bir de yeşil örtünün rengi ve sıklığı artınca..
Yeşilin tonu ve sıklığı giderek artan manzaralarla dolu yollarda yolculuk çok keyifli hale geliyor..
Bir de her yerde kendini gösteren sapsarı çiçekleriyle kanola tarlaları..
Onun dışında ayçiçeği,buğday tarlaları kanola ekili tarlalarla yarış halinde..
Ekili olmayan tek boş yer yok..
İçinden geçtiğimiz köyler çok şirin,yemyeşil bahçeli,evler bembeyaz badanalı,sokaklar düzgün..
Dolayısıyla çok güzel ve sonsuz bir peyzaj tablonun içinden geçiyor gibiyiz..
Demirköy yolundayız..
Istranca Ormanının tam ortasından geçen karayolu bir ağaç denizinin içinden geçiriyor bizi..
Şimdi Vize ilçesinden geçiyoruz..
Nüfus 14.000 ..
Biraz sonra bir tabela Poyralı Şehitliği'nin yanından geçtiğimizi bildiriyor..
Balkan Savaşı'nda şehit olan 1250 asker,Kurtuluş Savaşı'nda komutan Musa Bey ve köprüden atılarak şehit edilen üç asker anısına 1981'de düzenlenen şehitliğin yanından durmadan geçiyoruz..
Ruhları şad olsun !..
Demirköy'e geldik..
Nüfus 3800 ..
Az sonra da İğneada'dayız..
İğneada küçük,sakin,temiz bir sahil beldesi..
Hemen kıyıya ulaşıyoruz..
Pudra inceliğindeki ılık kumlar denize götürüyor ayaklarımızı..
Sabah Marmara Denizi'ni seyreden gözlerimizin önünde şimdi Karadeniz bütün sevimliliğiyle uzanıyor..
Bugün kara değil,masmavi..
Dalgaları hırçın değil,ayaklarımızın dibine yumuşacık köpüklerini bırakıveriyor..
Karadeniz için ne değişiklik !..
Beş kilometrelik kumsalla çevrili İğneada'da
yapılacak en güzel şeylerden biri bu kumsal boyunca yürümek..
Ayaklar bazen ılık kumlarda bazen serin sularda iken..
Ben de serbest zamanın tamamını böyle geçiriyorum..
Denizin sesi zihnimin,suların ayaklarımı saran serinliği bedenimin yorgunluğunu alıp götürüyor..
Böyle saatlerce kalabilsek keşke !..
Ama daha Longoz'a gideceğiz daha..
Haydi bakalım yola..
Orada da su içindeki ağaçlarla dolu bir orman göreceğiz..
Belgesellerde pek çok defa izlemiştik..
Şimdi dünya gözüyle görmenin sırasıdır..
Subasar Ormanı ya da diğer adıyla Longoz,akarsuyun akış yönünün alüvyon nedeniyle tıkanması ve sürekli akan suyun ağaçların çevresini kaplaması nedeniyle oluşan doğal ve nadir bir coğrafi oluşum..
Burada da koca bir orman su içinde..
Belli parkurlarla yürüyerek suyla ormanın iç içeliğini görme fırsatı buluyoruz..
Tabii yedi ayrı longoz bölgesini göremiyor,iki gölü hiç göremiyoruz..
Çünkü zamanımız kısıtlı..
Hep olduğu gibi eksik,noksan,yarım bir gezi oluyor yine..
Tek kazancımız kuş sesleri eşliğinde yarım saatlik bir orman içi yürüyüşü..
Buna da şükür..
Gezi programındaki Dupnisa Mağarası'na gelince..
Oraya hiç gidemedik..
Doğa harikası bu mağaranın yolunda heyelan olduğu rehberlere aktarılınca,bizim grubun mağara gezme hayali mağaranın derinliklerine giremeden yarasa kanatlarında uçup gitti,diyerek berbat bir espriyle Kırklareli sayfasını kapatıyorum..
Zira bundan sonrası Lüleburgaz'daki otelimize gidip dün gecesi dinlenemeden yolda geçen, bütün günü otobüsün içinde yorulan bedenlerimizi dinlendirmek olacak..
Son cümlem de Bulgarca,Dobrodosli ile ilgili olsun..
Hoşgeldiniz anlamına gelen bu sözü,İğneada'da bir dükkanın adı olarak görüp gülümsemiştim..
Bulgar çetelerinin yakıp yıktığı bu topraklarda yaşayan halkın hiç kindarlık göstermeden bu sözü kullanmaları ancak bize özgü bir hoşgörü olsa gerek..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder