30 Ocak 2019 Çarşamba
Kabristanda Üç Fidan
Ve Üzerlerinde Açan Kardelenler
Her 29 Ocak'ta buluşuyorlar..
Birbirlerinden habersiz..
Ya da birbirlerini görmezden gelerek..
Oysa o kadar yakın mesafedeler ki..
Aynı saatlerde orada olurlarsa birbirlerini görmemeleri imkansız..
Geldikleri kişiler hayatlarının baharında toprağa girmiş ne yazık ki..
Ve ne tesadüf ki ikisi de 29 Ocak'ta..
Hasan Erdem 29 Ocak 1977'de..
Henüz 19 yaşındayken..
Sağ sol görüşlerinin sokakta çatışmalara neden olduğu yıllarda karşıt görüşlülerce vurulmuş..
42 yıl olmuş..
Onu unutmayan sevdikleri tarafından ölüm yıldönümlerinde anılıyor..
Dün de mezarının başında toplanmışlardı 'ülküdaşları'..
Nazlı nazlı salınan kardelenlerinin üzerine kırmızı gülleri tepeleme yığmışlar..
Bugün haberini yerel gazetelerde okudum..
Birkaç yıl önce diktiğim kardeleni şimdi iki tane açıyor..
Giderek çoğalacağını ümit ederim..
Ömer Yazgan 29 Ocak 1983'te asılarak can verenlerden olmuş..
İnandığı görüşler nedeniyle suç işleyince yargılanıp idam hükmü verilmiş..
Onun ölümünün üzerinden de 36 yıl geçmiş..
Dün onun sevenleri,kardeşleri,arkadaşları da mezarı başında toplanmışlar..
Bu sabah uğradığımda gördüm..
Mezarında nazlı nazlı salınan kardelenlerinin üzerine karanfiller yığılmıştı..
Onun mezarına diktiğim kardelen de bu yıl iki tane açmış..
Çoğalmasını ümit ederim..
Birkaç karanfil de Abdülkadir Adanur'un mezarına konmuş..
O da 7 Aralık 1977'de vurulmuş..
Henüz 27 yaşındaymış..
Yine sağ sol çatışmalarında hayatını kaybetmiş..
Yaşasaydı emekli bir mühendis olacaktı şimdilerde..
Mezarına pek gelen yok..
Ömer Yazgan'a gelen ziyaretçiler ona da çiçek bırakıyor..
Bu yıl iki çiçek açan kardelen de mezarını süslüyor..
Birkaç yıl önce bir tane kardelen dikmiştim..
Şimdilik iki kardeleni var..
Çoğalmasını ümit ediyorum..
Kimselerin fark etmediği mis gibi kokusunu çoğalarak yaymasını..
Onları anmaya gelenlerin,şimdi aynı toprakta buluşan gencecik ölenleri, birlikte anmalarını..
Her mezarda iki kardelen büyüyüp çiçeklenmiş..
İncecik yeşil sapının üzerinde bembeyaz yapraklarla..
Görenlere zarif güzelliklerini,saf ve temiz çiçeklerini sergiliyorlar..
Toprağa düşen üç fidanın üzerinde..
28 Ocak 2019 Pazartesi
Gap'ı "Gaptık"-26
Hatay ya da Antakya-III
Hatay Arkeoloji Müzesi
Saint Pierre kilisesi'nden sonra tur programı gereğince müzeye götürüldük..
İkindi civarıydı..
Müzenin kapanışına bir saat kadar vardı..
Bu durumda koca müzeyi koşa koşa gezmekten başka çare olmadığı için neredeyse sadece fotoğraf çekmek için duraladık;sonra ayrıntılı olarak bakarız,diye umutlanarak..
Başladık hem hızla yürüyüp hem fotoğraf çekmeye..
Böyle müze gezisi mi olur?..
Olmaz tabiî..
Ama çare yok..
Girişte bizi Şuppiluliuma'nın heykeli karşıladı..
Kendisini usulünce saygıyla selamlayamadan yolumuza devam ettik..
Vakit yok ki !..
Paleololitik dönem..
Roma dönemi..
Bizans dönemi..
İslam dönemi..
Bin yılların önünden iki saniyede geçip gittik..
Taş aslanlar böyle koşar adım gezen bizlere gülmekten kendilerini alamadılar elbette..
Sonuç olarak hayal kırıklığı içinde yaptığımız ve hayal gibi biten bir müze gezisi oldu..
Hazinelerin önünden göremeden geçtik..
Zeugma müzesi'nde gördüğümüz güzelim mozayik örneklerinden burada da vardı elbette..
Hem de duvarlar dolusu..
Galeriler dolusu..
Ama hani zaman?..
Daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde gördüğüm lahitlerin başka örnekleri bu müzede de var..
Her birini sindire sindire incelemek gerek..
Ama heyhat !..
İstanbul Arkeolojisi Müzesi'nde yorulana kadar saatlerce gezmiş,iyice içimize sindirmiştik..
İyi ki öyle yapmışız..
Yıllar geçti,hâlâ gözümün önünde o benzersiz eserler..
Ankara Etnoğrafya Müzesi de keza..
Defalarca gittim,her seferinde üç saate yakın gezdim..
Hâlâ bitirebilmiş değilim..
Rehberlerimizin gerekçeleri her zamanki gibiydi:
"Müzeleri ayrıntılı olarak gezmek böyle turlarda mümkün değildir.Bunun için ayrıca gelmek gerekir"
Nokta..
Doğru söze ne denir !..
Bu nedenle,şimdi müzeyi gezerken çektiğim fotoğraflara bakarken,hiç gezmemiş gibi oluyorum..
O müzeyi hakkıyla gezmek için hiç olmazsa yarım günü ayırmak gerekirdi..
Şimdi sızlanıp durmazdım..
gerekir..
Hatay Arkeoloji Müzesi
Saint Pierre kilisesi'nden sonra tur programı gereğince müzeye götürüldük..
İkindi civarıydı..
Müzenin kapanışına bir saat kadar vardı..
Bu durumda koca müzeyi koşa koşa gezmekten başka çare olmadığı için neredeyse sadece fotoğraf çekmek için duraladık;sonra ayrıntılı olarak bakarız,diye umutlanarak..
Başladık hem hızla yürüyüp hem fotoğraf çekmeye..
Böyle müze gezisi mi olur?..
Olmaz tabiî..
Ama çare yok..
Girişte bizi Şuppiluliuma'nın heykeli karşıladı..
Kendisini usulünce saygıyla selamlayamadan yolumuza devam ettik..
Vakit yok ki !..
Paleololitik dönem..
Roma dönemi..
Bizans dönemi..
İslam dönemi..
Bin yılların önünden iki saniyede geçip gittik..
Taş aslanlar böyle koşar adım gezen bizlere gülmekten kendilerini alamadılar elbette..
Sonuç olarak hayal kırıklığı içinde yaptığımız ve hayal gibi biten bir müze gezisi oldu..
Hazinelerin önünden göremeden geçtik..
Zeugma müzesi'nde gördüğümüz güzelim mozayik örneklerinden burada da vardı elbette..
Hem de duvarlar dolusu..
Galeriler dolusu..
Ama hani zaman?..
Daha önce İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde gördüğüm lahitlerin başka örnekleri bu müzede de var..
Her birini sindire sindire incelemek gerek..
Ama heyhat !..
İstanbul Arkeolojisi Müzesi'nde yorulana kadar saatlerce gezmiş,iyice içimize sindirmiştik..
İyi ki öyle yapmışız..
Yıllar geçti,hâlâ gözümün önünde o benzersiz eserler..
Ankara Etnoğrafya Müzesi de keza..
Defalarca gittim,her seferinde üç saate yakın gezdim..
Hâlâ bitirebilmiş değilim..
Rehberlerimizin gerekçeleri her zamanki gibiydi:
"Müzeleri ayrıntılı olarak gezmek böyle turlarda mümkün değildir.Bunun için ayrıca gelmek gerekir"
Nokta..
Doğru söze ne denir !..
Bu nedenle,şimdi müzeyi gezerken çektiğim fotoğraflara bakarken,hiç gezmemiş gibi oluyorum..
O müzeyi hakkıyla gezmek için hiç olmazsa yarım günü ayırmak gerekirdi..
Şimdi sızlanıp durmazdım..
gerekir..
23 Ocak 2019 Çarşamba
Gap'ı "Gaptık"-25
Hatay ya da Antakya-II
St.Pierre Kilisesi
Öğle yemeği molası biten kafile toplandı,otobüse doluştu,istikamet St.Pierre Kilisesi..
Burası da yıllardır gezi belgesellerinde
izleyip,"Bir gün biz de dünya gözüyle görürüz elbette"dediğimiz yerlerden..
Silpios yani Habib-i Neccar Dağı eteğinde bulunuyor..
Rehberimiz bilgileri sıralıyor:
"Bir İseviye ilk kez Hristiyan denildiği yer St. Pierre..
Bir mağaranın oyulmasıyla yapılmış..
Apsis (kutsal) bölümü var..
Tonozlu bölüm sonradan yapılmış..
Apsisler daima doğuya dönüktür..
Ve bu bölüme yani apsise asla girilmez..
Halk orta boşlukta(yani dünyevi alanda) durur..
Kürsünün üzerinde A ve W harfleri var..
Dünyevî egemenlik anlamına gelir..
St.Pierre,Hz.İsa'nın son akşam yemeğinde "Benden sonra sensin."dediği kişidir..
St. Pierre,birkaç memleket gezdikten sonra Antakya'ya gelir..
Bu kiliseyi yapar,St.Barnabas'la birlikte..
St. Saul onlara sonradan katılır..
Hatta önce onlara eziyet eder..
Bir vecd anında, Hz.İsa "Kullarıma neden eziyet ediyorsun?"deyince inananlara eziyet etmekten vaz geçer..
St. Pierre,yeni dini yaymak için üç yolculuğa çıkar..
son yolculuğu Roma'ya olur..
Orada da idam edilir..
Evi burası,bu kilisedir..
bu nedenle Hristiyanlar için bu kilise kutsal mekandır..
Hac merkezidir..
Bu gibi yerlerde temiz su mekanları bulunur..
Buna da 'ayazma' denir.."
Biz bu bilgilerle kiliseyi ziyaret ederken hemen aşağıda görünen Hatay da ağustos sıcağının pusu arkasında ovaya yayılmış bunalıyordu..
kocaman bir bina da diğer yapıların arasından seçiliyordu..
Eski sabun fabrikası imiş..
Adı Savon..
Avlulu bir müze-butik otele dönüştürmek için çalışmalara,inşaata başlanmış..
Adı da Savon Otel olacakmış..
Ancak zemin inşaatında her kazıda ayrı bir mozayik bulununca, Kültür Bakanlığı çalışmayı durdurmuş..
Şimdilik arkeolojik alan olarak bekletiliyor..
St.Pierre Kilisesi
Öğle yemeği molası biten kafile toplandı,otobüse doluştu,istikamet St.Pierre Kilisesi..
Burası da yıllardır gezi belgesellerinde
izleyip,"Bir gün biz de dünya gözüyle görürüz elbette"dediğimiz yerlerden..
Silpios yani Habib-i Neccar Dağı eteğinde bulunuyor..
Rehberimiz bilgileri sıralıyor:
"Bir İseviye ilk kez Hristiyan denildiği yer St. Pierre..
Bir mağaranın oyulmasıyla yapılmış..
Apsis (kutsal) bölümü var..
Tonozlu bölüm sonradan yapılmış..
Apsisler daima doğuya dönüktür..
Ve bu bölüme yani apsise asla girilmez..
Halk orta boşlukta(yani dünyevi alanda) durur..
Kürsünün üzerinde A ve W harfleri var..
Dünyevî egemenlik anlamına gelir..
St.Pierre,Hz.İsa'nın son akşam yemeğinde "Benden sonra sensin."dediği kişidir..
St. Pierre,birkaç memleket gezdikten sonra Antakya'ya gelir..
Bu kiliseyi yapar,St.Barnabas'la birlikte..
St. Saul onlara sonradan katılır..
Hatta önce onlara eziyet eder..
Bir vecd anında, Hz.İsa "Kullarıma neden eziyet ediyorsun?"deyince inananlara eziyet etmekten vaz geçer..
St. Pierre,yeni dini yaymak için üç yolculuğa çıkar..
son yolculuğu Roma'ya olur..
Orada da idam edilir..
Evi burası,bu kilisedir..
bu nedenle Hristiyanlar için bu kilise kutsal mekandır..
Hac merkezidir..
Bu gibi yerlerde temiz su mekanları bulunur..
Buna da 'ayazma' denir.."
Biz bu bilgilerle kiliseyi ziyaret ederken hemen aşağıda görünen Hatay da ağustos sıcağının pusu arkasında ovaya yayılmış bunalıyordu..
kocaman bir bina da diğer yapıların arasından seçiliyordu..
Eski sabun fabrikası imiş..
Adı Savon..
Avlulu bir müze-butik otele dönüştürmek için çalışmalara,inşaata başlanmış..
Adı da Savon Otel olacakmış..
Ancak zemin inşaatında her kazıda ayrı bir mozayik bulununca, Kültür Bakanlığı çalışmayı durdurmuş..
Şimdilik arkeolojik alan olarak bekletiliyor..
Gap'ı "Gaptık"-24
Hatay (ya da Antakya)-I
Kafiledekiler şehri tanımanın en iyi usulü olarak her gidilen yerde ve her yemek molasında masa başında yerlerini alırken,
ben de şehri tanımak için sokaklarda dolaşmak usulünü benimseyenlerden biri olarak verilen süre içinde mini turlar yapıyorum..
Şimdi sıra Antakya sokaklarında..
Önce kafilenin oturduğu lokantanın hemen yukarısındaki eski evlerle dolu bir sokağın girişindeki küçük bir kumaş dükkanı dikkatimi çekiyor..
Bir tonoza sığınmış bir dükkan çünkü..
Küçücük bir yerde raflardaki kumaşları sergiliyor ve satış yapıyor..
İpek el dokuması ürünlerin yanında meraklı müşteriler için ipek kozaları,ham ipek çileleri de sergileniyor..
Oradaki bir ürün dikkatimi çekip sorduğumda da,Topkapı Sarayı'ndaki bir modelden esinlenip üretildiğini,adının 'torba şal' olduğunu öğreniyorum..
Pek ucuz olmadığını da..(300 lira)
Bir de bulunduğumuz caddenin tarihi bir cadde olduğunu ..
Şimdiki adı Kurtuluş caddesi olan sütunlu Cadde,Roma döneminden kalma..
Üzerindeki yüzlerce ev ve dükkan kaldırılıp kazılsa Efes'teki ünlü mermer cadde gibi bir şeyin ortaya çıkması kaçınılmaz..
Tabiî kazılamıyor..
İpek dokuma ürünleri dükkanından çıkıp caddenin aşağısına doğru ilerliyorum..
Salğ sollu eski ve ince bir zevkin eseri olduğu belli olan taş işlemeli evler caddenin başlıca süsü..
Ama bazıları epey harap,,
İyi ve ciddi bir restorasyona muhtaçlar..
Cadde cıvıl cıvıl..
Bizim gibi gezginler,şehrin gençleri,satıcılar, yol boyu kalabalık..
Yol üzerinde Antakya Protestan Kilisesi'nin işlemeli demir kapısını görüyorum..
Kapının yanına konulan"Lütfen kapıyı ittirmeyiniz.Ziyarete kapalıyız"yazısı turist
zorbalığından ne kadar bıktıklarının göstergesi..
Kapının ardında güzel bir bahçeleri var..
Daha ötesini göremedim..
Kapıyı ittirmedim..
Yol beni Ulu Cami'ye götürüyor..
Dışarının boğucu ve nemli sıcağından sonra
içerisi hafif serinliğiyle huzur veriyor..
Bahçesi de güzel..
Arka tarafında da hazire dediğimiz küçük bir bölümde geçmiş dönemin efendiden insanlarının mezarları var..
Biri de ayrı bir yerde defnedilmiş..
Mezarına türbe havası verilerek üzerine yeşil bir örtü serilmiş..
Güzel ve büyük bir portakal ağacı da sessizliğe gölgesini seriyor..
Kocaman yeşil portakallar ağacın süsleri gibi parlıyor..
Bir portakal koparıp çıkıyorum..
Bu sırada, tarihi bir hamam " Beni de gör
!"dercesine yolumu kesiyor..
16. yy.'dan kalma olduğu yazılı tabelada..
Ve hâlâ kullanılıyor..
Ne iyi..
Zamanım bitmek üzere..
Kafileyle lokantanın önünde buluşup Saint Pierre kilisesi'ne gideceğiz..
Dönüşe geçiyorum..
Kafiledekiler şehri tanımanın en iyi usulü olarak her gidilen yerde ve her yemek molasında masa başında yerlerini alırken,
ben de şehri tanımak için sokaklarda dolaşmak usulünü benimseyenlerden biri olarak verilen süre içinde mini turlar yapıyorum..
Şimdi sıra Antakya sokaklarında..
Önce kafilenin oturduğu lokantanın hemen yukarısındaki eski evlerle dolu bir sokağın girişindeki küçük bir kumaş dükkanı dikkatimi çekiyor..
Bir tonoza sığınmış bir dükkan çünkü..
Küçücük bir yerde raflardaki kumaşları sergiliyor ve satış yapıyor..
İpek el dokuması ürünlerin yanında meraklı müşteriler için ipek kozaları,ham ipek çileleri de sergileniyor..
Oradaki bir ürün dikkatimi çekip sorduğumda da,Topkapı Sarayı'ndaki bir modelden esinlenip üretildiğini,adının 'torba şal' olduğunu öğreniyorum..
Pek ucuz olmadığını da..(300 lira)
Bir de bulunduğumuz caddenin tarihi bir cadde olduğunu ..
Şimdiki adı Kurtuluş caddesi olan sütunlu Cadde,Roma döneminden kalma..
Üzerindeki yüzlerce ev ve dükkan kaldırılıp kazılsa Efes'teki ünlü mermer cadde gibi bir şeyin ortaya çıkması kaçınılmaz..
Tabiî kazılamıyor..
İpek dokuma ürünleri dükkanından çıkıp caddenin aşağısına doğru ilerliyorum..
Salğ sollu eski ve ince bir zevkin eseri olduğu belli olan taş işlemeli evler caddenin başlıca süsü..
Ama bazıları epey harap,,
İyi ve ciddi bir restorasyona muhtaçlar..
Cadde cıvıl cıvıl..
Bizim gibi gezginler,şehrin gençleri,satıcılar, yol boyu kalabalık..
Yol üzerinde Antakya Protestan Kilisesi'nin işlemeli demir kapısını görüyorum..
Kapının yanına konulan"Lütfen kapıyı ittirmeyiniz.Ziyarete kapalıyız"yazısı turist
zorbalığından ne kadar bıktıklarının göstergesi..
Kapının ardında güzel bir bahçeleri var..
Daha ötesini göremedim..
Kapıyı ittirmedim..
Yol beni Ulu Cami'ye götürüyor..
Dışarının boğucu ve nemli sıcağından sonra
içerisi hafif serinliğiyle huzur veriyor..
Bahçesi de güzel..
Arka tarafında da hazire dediğimiz küçük bir bölümde geçmiş dönemin efendiden insanlarının mezarları var..
Biri de ayrı bir yerde defnedilmiş..
Mezarına türbe havası verilerek üzerine yeşil bir örtü serilmiş..
Güzel ve büyük bir portakal ağacı da sessizliğe gölgesini seriyor..
Kocaman yeşil portakallar ağacın süsleri gibi parlıyor..
Bir portakal koparıp çıkıyorum..
Bu sırada, tarihi bir hamam " Beni de gör
!"dercesine yolumu kesiyor..
16. yy.'dan kalma olduğu yazılı tabelada..
Ve hâlâ kullanılıyor..
Ne iyi..
Zamanım bitmek üzere..
Kafileyle lokantanın önünde buluşup Saint Pierre kilisesi'ne gideceğiz..
Dönüşe geçiyorum..
21 Ocak 2019 Pazartesi
Gap'ı "Gaptık"-23
Hatay'a Doğru
Gezimizin sonuna yaklaşıyoruz..
Gaziantep'te Zeugma Müzesi'ni ,neredeyse koşar adım,gezdikten sonra otobüslere doluşturulduk..
Şehir turu gibi bir geçişle yola çıktık..
Antep bir sanayi şehri..
Biliyorduk,gözümüzle de gördük..
Bazılarının adı ülke çapında bilinen sanayi ve üretim kuruluşları yol boyunca sıralanmış..
Bir yanda tarihî birikimi,zengin ve büyük uygarlıkların mirasçısı oluşu,diğer yanda çok hak ettiği "Gazi"lik unvannı ve onuru,üstelikbir de bunlara sahip çıkma bilinci Gaziantep'i,gönüllerde çok özel bir konumda tutuyor..
Şehir çıkışında hemen başlayan geniş ve verimli Antep Ovası bizi Adana sınırlarına kadar taşıyor..
Az sonra beş gün önce,gezimizin başında gördüğümüz rüzgar türbinlerini yine görüyoruz..
Nurdağ'ı geçtik..
İslahiye'yi geçtik..
Hassa'yı geçtik..
Ki artık Hatay sınırlarındayız..
Kırıkhan'da küçük bir mola verdik..
Burası ünlü Batınî Bayezid'i Bistamî'nin doğduğu yer..
Onun ismi de orada her yerde..
Çevremiz yine yemyeşil..
Amik Ovası,pamuk tarlaları ..
Sel yatağı olan kısımlarda bol bol okaliptüs ağacı yetişmiş..
Her bayırda rüzgar türbinleri..
Ovakent'ten geçtik..
Afgan göçmenlerinin yerleştirildiği bir yer,diye bilgi geliyor hemen..
Bir de vakti zamanında buraya yerleşmiş olan Çerkezlerle ilgili..
Hatay'ın Defne,Samandağ taraflarında Nusayrî ağırlıklı bir nüfus olduğu..
Trabzon Çaykara'dan da buraya ciddi bir göç olduğu yine verilen bilgiler arasında..
Sonunda Hatay'dayız..
Şehir tabelası: Nüfus,resmî olarak 518 bin..
Yol üzerinde şehirde kurulu olan Mustafa Kemal Üniversitesi binaları..
Kampüsün adı da,bir vefa örneği:Tayfur Sökmen Kampüsü..
Bir yandan da yol üzerinde Lazkiye,Halep tabelaları..
Artık iyice görünen Asi Nehri..
Antik çağdaki adıyla Orontes..
Suyu epeyce azalmış..
Ağustos sonu için doğal olmalı..
Habib-i Neccar Dağları..
Antik çağdaki adıyla Silpius..
Şehre öğleyin vardığımız için öğle yemeği molası verildi..
Daha çok dinlenme ve beslenme ihtiyacında olan şoförlerimiz için..
Bana da iki saate yakın bir sürede kendi başıma gezme fırsatı..
Haydi bakalım..
Gezimizin sonuna yaklaşıyoruz..
Gaziantep'te Zeugma Müzesi'ni ,neredeyse koşar adım,gezdikten sonra otobüslere doluşturulduk..
Şehir turu gibi bir geçişle yola çıktık..
Antep bir sanayi şehri..
Biliyorduk,gözümüzle de gördük..
Bazılarının adı ülke çapında bilinen sanayi ve üretim kuruluşları yol boyunca sıralanmış..
Bir yanda tarihî birikimi,zengin ve büyük uygarlıkların mirasçısı oluşu,diğer yanda çok hak ettiği "Gazi"lik unvannı ve onuru,üstelikbir de bunlara sahip çıkma bilinci Gaziantep'i,gönüllerde çok özel bir konumda tutuyor..
Şehir çıkışında hemen başlayan geniş ve verimli Antep Ovası bizi Adana sınırlarına kadar taşıyor..
Az sonra beş gün önce,gezimizin başında gördüğümüz rüzgar türbinlerini yine görüyoruz..
Nurdağ'ı geçtik..
İslahiye'yi geçtik..
Hassa'yı geçtik..
Ki artık Hatay sınırlarındayız..
Kırıkhan'da küçük bir mola verdik..
Burası ünlü Batınî Bayezid'i Bistamî'nin doğduğu yer..
Onun ismi de orada her yerde..
Çevremiz yine yemyeşil..
Amik Ovası,pamuk tarlaları ..
Sel yatağı olan kısımlarda bol bol okaliptüs ağacı yetişmiş..
Her bayırda rüzgar türbinleri..
Ovakent'ten geçtik..
Afgan göçmenlerinin yerleştirildiği bir yer,diye bilgi geliyor hemen..
Bir de vakti zamanında buraya yerleşmiş olan Çerkezlerle ilgili..
Hatay'ın Defne,Samandağ taraflarında Nusayrî ağırlıklı bir nüfus olduğu..
Trabzon Çaykara'dan da buraya ciddi bir göç olduğu yine verilen bilgiler arasında..
Sonunda Hatay'dayız..
Şehir tabelası: Nüfus,resmî olarak 518 bin..
Yol üzerinde şehirde kurulu olan Mustafa Kemal Üniversitesi binaları..
Kampüsün adı da,bir vefa örneği:Tayfur Sökmen Kampüsü..
Bir yandan da yol üzerinde Lazkiye,Halep tabelaları..
Artık iyice görünen Asi Nehri..
Antik çağdaki adıyla Orontes..
Suyu epeyce azalmış..
Ağustos sonu için doğal olmalı..
Habib-i Neccar Dağları..
Antik çağdaki adıyla Silpius..
Şehre öğleyin vardığımız için öğle yemeği molası verildi..
Daha çok dinlenme ve beslenme ihtiyacında olan şoförlerimiz için..
Bana da iki saate yakın bir sürede kendi başıma gezme fırsatı..
Haydi bakalım..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)