Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası
Saat 08.00'de yola çıktık..
Şimdi yolculuğumuz Divriği'ye..
Yola koyulurken yanımızdan akan Fırat az sonra arkamızda kaldı..
Saat 09.30..
Divriği'deyiz..
Divriği Nüfus:23 bin Rakım:1225 Akarsu: Çaltı Suyu
Eski yunan yazmalarında adı Apbrike..
Bizans kaynaklarında Tepbrike..
Araplarda Abrik..
Bizde Divrik..
Malazgirt Zaferi sonrası Alparslan'ın komutanı Mengücek Gazi'ye verilir..
Oğlu Ahmet Şah,1228'de Divriği Ulu Cami'sini yaptırır..
Karısı Turan Melek de Darüşşifa'yı..
1252'den sonra Türk birliği dağılır,yazık ki..
Bölge Eretnaoğulları'na bağlanır..
Zamanın tozları burayı da örter..
Ama buranın güzelliğini görenler korunması için çırpınır..
Unesco'ya o dönem Türkiye'den üç eser önerilir..
Divriği Ulu Camisi,Unesco Dünya Mirası listesine Türkiye'den giren ilk eser olur..
Demir madeninin çıkarıldığı bu yeri coğrafya derslerinden biliyoruz..
Sadece adıyla..
Şimdi gözümüzle de görüyoruz..
Kapkara yığma tepeler ilçeye girerken hemen dikkati çekiyor..
Şimdi özelleştirilmiş olan demircilik işletmelerini,biraz da hüzünle,otobüsün penceresinden seyrediyoruz..
Buraya geliş sebebimiz başka..
Biz Divriği Ulu Cami'sini göreceğiz..
Hem de nasıl..
Gelip geçen her uygarlık Anadolu'yu yapılarla donatmış,hem de ne yapılar !..
1230'da Mengücekoğulları yaptırmış..
Divriği Ulu Camisi'ni yaptıran Ahmet Şah başlamış,oğlu Melik Salih 1252'de bitirmiş..
Uzaktan çok heybetli görünüyor..
Yakından görmeye vakit yok..
Restorasyon konstrüksiyonları binaları çevrelemiş..
Bu nedenle içine giremeyeceğiz..
Ömrümüz ve buraya gelmeye bir daha kısmetimiz varsa,içini görmek bir başka sefere artık..
Bu kapılardan kuzeydeki taç kapı, batıdaki taç kapı ve şah mahfili taç kapısı eşsiz..
Darüşşifa'nın da taç kapısı..
Kapılara öyle bezemeler yapılmış ki..
Nasıl bir hayal gücüdür mimarınki,deyip, gözlerimiz kocaman açılmış, dolaştık yapıların çevresinde..
Mimar Muğisoğlu Ahlatlı Hürrem Şah imiş..
Bu mimarın bilinen tek eseri de bu üstelik..
Başka bir eser yapmadı mi,yapamadı mı,bilinmez..
Bir de Tiflisli Ahmet'in adı geçiyor yapı işlerinde emeği geçen..
Bu şifahane Anadolu'da bu amaçla yapılan ilk yapı imiş..
Hastalara su sesi ile tedavi uygulanırmış..
Yapının bezemelerine bakanın ruhu ilk seansta iyileşmeye başlar zaten..
Aralıksız biçimde taşa işlenen ve heykel gibi üç boyutlu hale gelip kabartma şekillerle duvarları dolaşan,sonsuzluk hissini her motifte bir kere daha kuvvetle yansıtan motiflerle bezeli bir yapı burası..
Üstelik sadece kapılardan söz ediyoruz daha..
Her yanındaki çelik konstrüksiyonlar nedeniyle içine giremedik,bazı taç kapılara yaklaşamadık bile..
Ama ne kapılar !..
Resmi tanımlardaki ifadelere yaslanarak anlatmam gerek..
"Üç boyutlu,asimetrik,bitkisel ve geometrik figürler özgün bir betimleme ile heykele yakın yüksek kabartma tekniği ile coşkulu bir biçimde işlenir..Cami içindeki sütun,sütun başlıkları,kubbe içi tavan süslemeleri de ayrı ayrı bezemeli.."
Bu açıklamalar ne kadar etkileyici oldu bilemem ama taş işlemeciliğinin nasıl ince detaylarla dolu olduğunu ve nasıl bir heveskarlıkla incecik bir dantel gibi işlemeye vardığını görünce,hiç konuşmadan saatlerce birbirini izleyen o motifleri izlemekten başka bir şey istemiyor insan..
İç sesinize yapının sessizliği ve taşın motiflerinden dökülen içli bir aşkın sizi de saran hissi eşlik ediyor..
Ya da sanatkara bu yapıyı ve bunca motifi ilham eden kudretli kişiler..
Bir insana mı yoksa ilahi varlığa duyulan aşka mı düşmüştür,bilemem..
Ama bu kadar coşkunluk,hayallerin bu kadar dört nala koşması başka türlü nasıl açıklanabilir?
Ahmet şah ve Eşi Turan Melek,caminin yanındaki türbeye gömülmüşler,yaptırdıkları ilahi,eşsiz eserin yanı başında sonsuz uykularındalar..
Ancak yattıkları yerde huzurlu mudurlar,bilmem..
Öyle bir eserin bulunduğu yerin çok daha bayındır,gelişmiş olacağını bekliyor zira insan..
Böyle küçük,neredeyse unutulmuş bir kasabacık olacağını değil..
Üstelik yapı ile şehir o kadar birbirine uzak ki..
Sanki hiç bütünleşememişler,birbirlerini hiç anlamamışlar ve uzak durmayı tercih etmişler..
Oysa bu yapıya başlarken,işçilerin temiz ve abdestli olabilmeleri için hemen bir hamam yaptırılmış..
Hamam-ı Bâlâ..
1228'de..
Diğer adıyla Bekir Çavuş Hamamı..
1880'lere dek hamam hizmet vermeye devam etmiş..
Ancak giderek kale civardaki yerleşimler terk edilmiş,su yolu bozulup tahrip olmuş ve bugünkü ören yeri görüntüsünü kazanmış..
Restorasyon olmasa yıkılıp gidecek miydi bu güzelim yapılar,bilemem ve korkarım..
Görünce de anladım ki,bu durumda çok yazık olurdu..
Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası gerçek bir şaheser,taşa işlenmiş bir mücevher..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder