Tatvan'dan doğdu..
Bir kez daha Van Gölü kıyısında sabah yürüyüşüne çıktım..
Saat 06.00'da..
Altı gündür ,Erzurum'daki ilk sabahımızdan beri, her sabah kahvaltısında peynir cennetinde gibiyiz..
Küflüsü,eski ve taze kaşarı,kolotu,tulumu,minik lokmalık veya çubuk kraker biçimlisi çeşit çeşit peynir..
Yörenin lezzetli domatesleri ve kaynak sularının lezzetini taşıyan çayları..
Kahvaltı salonunda yüzlerimizde mutlu miki fare gülümsemesi..
07.30'da hareket ettik..
İstikamet Muş..
Yol üzerindeki Tatvan terminalinde Afgan mülteciler..
Rehberin verdiği bilgiye göre,yurdumuza girişte bir engelle karşılaşmıyorlarmış..
Ancak ülkemiz içinde hiçbir taşıta binmelerine izin de verilmiyormuş..
Bir süre bu terminalde açık havada,yol kıyısında barındıktan sonra ülkeye daha önce gelmiş olan memleketli veya akrabaları aracılığıyla önce ülke içinde sonra Avrupa'ya doğru ilerleyişe devam ediyorlarmış..

Sessizce dinledik..
Bu arada yola devam ediyoruz..
Güroymak'a geldik..
Eski adı Norşin,eski bir Ermeni yerleşim yeri..
Yörede sıcak su kaynakları var..
Büyük baş hayvanlar kışın buraya yıkanmaya getiriliyor..
Reklamlardaki,turizm bültenlerindeki fotoğrafları biliyoruz..
Şimdi mevsim uygun olmadığı ve tur programında olmadığı için göremiyoruz..
Muş'tayız..
Şehir içine girmiyoruz..
Ovaya yayılan şehrin Malazgirt-Muş karayolu üzerindeki Alparslan heykelini görerek Muş'u görmüş oluyoruz..
Neredeyse bin yıl önce nal seslerine kılıç şakırtılarının karıştığı ovada ilerlemeye devam ediyoruz..
Rehberimizin bizi oyalamak için mikrofondan süzülen sesi kulaklarımızda..
"Anadolu'da çocuk doğunca ağaç dikilir..
Buralarda kavaktır o,egede zeytin,güneyde ise muz ağaçı.."
"Yemen Türküsü'ndeki Muş kelimesi doğrudur,huş olmamalıdır..
Giden nişanlısının kara haberidir bu feryadın sebebi..
Bunun üzerine ağıt kopar ağızlardan,bildiğimiz türküye dönüşür.."
(Ama Yemen'deki Huş kayalıklarının ve köprüsünün fotoğrafını gördük..
Ayrıca Muş'ta hiç yokuş yok,çevredeki dağlar dışında..)
Neyse..
Bu arada Bingöl il sınırına geldik..
Muş ovası arkamızda kaldı..
Yollardaki arabaların plakaları yine farklılaştı,12 ile başlıyor şimdi..
Notlarım arasında bu bölgede elektrik kesintilerinin çok olduğunu yazmışım..
Anlaşılan yöneticiler konuyu ele almamışlar ciddiyetle..
Saat 11.00..
Yüzen adalara geldik..
Belgesellerden çok izlediğimiz doğa harikası görüntüyü şimdi gözümüzle göreceğiz,görüyoruz..
Belgesellerde izlemekten daha etkileyici..
Yazık ki bizim kafile çok kalabalık,elli kişiyiz..
Başka ziyaretçiler de var..
Belki de bundan dolayı adacıkların üzerine çıkamıyoruz,giriş yasak..
Sadece uzaktan izlemekle ve fotoğraf çekmekle kalıyoruz..
Ama yine de
gönlümüzü fetheden bir görüntü olduğu açık..
Sonra yine otobüse doluşup yola koyuluyoruz..
İstikamet Elazığ..
Yol adını Muş ovasından Bingöl ovasına
devşirdi..
Dağlar ormanlarla,köyler bahçelerle yemyeşil..
Güzel yurdum,ne hoşsun,ne hoşsun,ne hoş..
Saat 12.00 Plaka 12..
Bingöl şehir merkezine geldik..Nüfus:117 bin,Rakım:1157 metre..
Hey gidi İskender !Sen de sonsuzluğa karıştın ama Çapakçur akmaya devam ediyor..hâlâ !..
Rehberin verdiği bilgiye göre astronomi alanındaki çalışmaları ile tanınıyormuş burası..
Onu bilmem ama kampüs içindeki inşaat çalışmaları tam gaz devam ediyor..
Şantiye gibi ortalık..
Bingöl-Elazığ yolu üzerinde..
33 tane..
Ruhlarına birer fatiha okuyoruz..
Olayın yaşandığı yere yakın bir de kalekol inşa edilmiş..
Yanından geçtik,dilimizde,Tanrı hepinizi korusun, dualarıyla..
Karakoçan'ı geçtik..
Kovancılar'ı geçtik..
Ve Keban Barajı ile birlikte Fırat Nehri de masmavi haşmetiyle
göründü..
Üstte mavi gök,altta yağız yer ve Fırat..
Yanından geçtiğimiz elektrik direklerinin üzerinde leylek yuvaları..
Baraj kıyısında ekili tarlaların yeşili..
Özellikle üzüm bağları sıra sıra..
Ve Elazığ da göründü..
Elazığ Nüfus: 382 bin Rakım :1067 metre Plaka:23
Mamuretülaziz eski adıyla..
Ürünün bol olsun,demekmiş..
Rehber öyle dedi..
Abdülaziz döneminde isimlendirilmiş..
Geçen yıl Mardin'de mimari zevklerine hayran kaldığımız Artuklular 1278'de buraya ,Harput'a gelmişler..
Otobüsümüz Elazığ içinden geçerek Harput'a doğru ilerlerken gözümüze çarpan kareler:
Ömer Seyfettin Caddesi..
Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi..
1830-1920 arası süren bu göçler sonucu Harput harabeye dönmüş..
Oysa Harput Kalesi çok görkemli bir yapı..
Bir zamanlar kale içinde yaşayan halk da bu görkemin rahatlığında yüzyıllarca ferahlık içinde yaşamış..
Artuklu Sarayının kalıntıları var;ancak incelemek için vakit olmayınca fotoğraf çekip ilerliyoruz..
Kale içinde tarihi kalıntılar arasında sarnıç ve bir dönem de zindan olarak kullanılan bir yapı var..
33 metre derinlikte,112 basamakla iniliyormuş..
Balak Gazi,1123'te Kudüs Kralı 2.Boudouin ve çok sayıda şövalyeyi zincire vurarak buraya hapsetmiş..
Harput Ulu Camisi,1156-1157'de Harput Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmış..
Piza Kulesi kadar olmasa da epey eğrilik var..
Bu da onu özellikli kılmış..
Sara Hatun Camisi,Harput'ta bulunan bir başka cami,bunu da Uzun Hasan'ın annesi 1463'te yaptırmış..
Arapbaba Mescidi ve Türbesi..
Harput'ta yerli yabancı herkesin ziyaret ettiği bir mekan..
Mihraptaki lacivert ve patlıcan moru renkli çiniler göz alıcı..
Hemen bitişikteki türbe ise asıl çekim merkezi..
1276 tarihli türbenin içinde yatan mumyalanmış ceset 12. yüzyıla tarihlenmiş..
Bizim uçan kuştan medet uman halkımız,hastalıkları iyileştirdiğine inanıyor..
Bu nedenle de her çeşit hastalık için ziyaret edip,dua ediyor,şifa bekliyorlar..
Türbede yatan cesedin başı kopuk,bu nedenle de bunun için de bir efsane uydurmuşlar..
İnternette de yazıyor..
Efsaneyi bilmem ama kim olduğunu bilmediği bir ölüye saygı duyan,onu türbelerde yatıran halkımız gerçekten efsane !..
Daha önceden gelenler mumyaya dokunuyormuş..
Dolayısıyla internetteki fotoğrafı ile yetinmek zorunda kaldık..
Harput şehrinde hepsi de tarihi eser olan diğer camileri ziyaret edemiyoruz yazık ki..
Örneğin 1738 tarihli Kurşunlu Cami..
Caminin avlusundaki çeşme başlığındaki yazıyı bu arada yazabildim..
"Ne saray isterim
Ne başıma taç
Gönlüm süse değil
Bir avuç suya muhtaç "
Kurşunlu Camisi'nin biraz aşağısında yine bir Artuklu eseri olan Alacalı Cami var,1203-1204 tarihli..
Beşikli Baba Türbesi'ne geldik..
Balak Gazi Heykeli'nin dibindeki bu türbenin öyküsü de şöyle:
İslam ordularının Harput'u fethinde bir aile şehit edilmiş..Onlardan geriye topluca gömüldükleri bir mezar kalmış..
Bir de çocuk beşiği..
Halk buraya Beşikli Türbe demeye başlamış..
Hasta çocuğu olanlar için de ziyaret makamı olmuş..
O beşik artık yok..
Rehberimiz çabuk olmamızı istiyor..
Harput'tan Elazığ'a inerken Kaleye son bir kez bakıyoruz..
Yolumuz Kemaliye'ye..
Hem uzun hem de dağ yollarından dolana dolana gideceğiz..
Karanlığa kalmak istemiyor..
O nedenle istemeyerek Harput'tan ayrılıyoruz..
Yıllarca belgesellerde izlediğimiz,hakkında yazılanları okuduğumuz,yitip giden bir uygarlığın ve haşmetin yasını hâlâ tutan bu onurlu şehirden..
Saat:17.00..
Elazığ'dan Kemaliye yoluna koyuluyoruz..
İçimizde bir Elazığlı var..
Gölgeler uzadıkça manzara daha güzelleşiyor..
Keban Barajı'nı görebileceğimiz bir noktada otobüs durdu..
İnip ülkemizin millî varlığını ve doğanın güzelliğini seyrettik gururla..
Fotoğraflar çekmeyi,çektirmeyi de ihmal etmedik..
Saat 18.30..
Arapgir'deyiz..
Saat 19.00..
Artık iyice dağ yollarına girdik..
Sağ yanımız Munzur dağı..
Sol yanımız Sarıçiçek dağı..
Ortadan ağır ağır akan da haşmetli Fırat..
Güneş çoktan battı..
Yamaçlarda tek tük yanıp sönen ışıklar..
Saat 20.30..
Kemaliye'deyiz..
Ne kadar sarp yollardan geçtiğimizi gün ışığında görünce, kafilenin cesur erkek üyeleri hafif baygınlık geçirecekler sabahleyin !..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder